bugün

akıntıya karşı kürek çekmek

Akıntıya karşı kürek çekmenin ahmaklık olarak görüldüğü bir çağda doğup, ne yöne olursa olsun kürek çekmenin bile bönlüğe tekabül edeceği bir zamana doğru yürümekteyiz. Fakat ısrarla ve ısrarla, bir taşın inadı, bir suyun sabrı, bir çalının dikkafalılığıyla sürdürüyoruz akıntıya karşı kürek çekmeyi. Kuralların kuraldışını bile iyice belirlediği, hilelerin bile hüküm altına alındığı, isyanın dahi yasalarının çıkarıldığı bir çağda, kayıtsız kuyutsuz bir aşkla kalkıp ayağa, kayıtsız kuyutsuz savrulmalarla koşuyoruz meçhule.

Biliyoruz hiç birşey yok uzakta. Dağların ardında halleri bizden iyi olmayan ve bizden de kötü olmayan başka topraklar ve başka suratlar var sadece. Suratlar ve sahte gülücükler müzesine çevrilmiş şehirler var dağların ardında. Boyu bizim boyumuzdan daha kısa kasabalar ve o kasabaların daha büyük yerleşimlere gidince horlanan insanları var. Herkesin bir taşrası, her taşranın bir isyanı var.

Ve akıntıya karşı kürek çekiliyor başka kalplerde, başka suretlerde ve başka kisveler altında. Gidilecek bir yer yok ve belki de sarsıcı olan bu. Bizi avuçlarına alıp kalbimizi daraltan, ruhumuzu coşturan, kanatlandıran şey bu. Hiç birşey yok ve hiç bir toprak kalbimizden daha büyük değil. Hiç bir toprak hayallerimizde yayılan yeşil ülkelerin yerini tutmuyor. Ve kendi zihnimize düzenlediğimiz akınlar, yıkıp geçiyor gerçek hayatların "büyük ülke" yalanlarını. Asıl ülke biziz ve her birimiz ayrı bir kıtayız yeryüzüne dağılan. Akıntıya karşı ve akıntıya rağmen ve akıntıya kayıtsız ve akıntının düşmanı olarak kendi içimizde bir yerlere doğru kürek çekiyoruz. Bizi, gözlerimizde duran kara bir nokta, vicdanımızda serpilen bir hesap, ciğerimizi okuyan bir kavga bekliyor akıntının arkasında. Bundan başka birşey yok. Gittim ve gördüm; yok!

Küreklerimize asılarak ve her seferinde başladığımız yere dönerek sürdürdüğümüz bu kavganın nihayetsiz oluşu, kavgayı daha bir anlamlı kılıyor. Kavganın neticesini değil, kendisini seviyoruz biz. Ayakta durmayı ve iki yana savrularak yürümeyi seviyoruz. Yürürken dallara çarpmayı, taşlara takılmayı, duvarlara toslamayı ve el yordamıyla ilerlemeyi ve ilerledikçe başladığımız yere dönmeyi seviyoruz. Kanımızı hareketlendiriyor bu. içimizi ısıtıyor.

Mana ve maksat kazanıyoruz. Nimetin bir anlık serinliği mihnetin genişliği karşısında nedir ki! Ve nedir ki, yolcunun imanı karşısında yolların uzayıp kısalan ömrü. Yaralı yolcularız biz çünkü ve yol kaybolsa da yürümeye devam ederiz. Ve çünkü yol bahanedir. Ve çünkü bahaneler hayatı genişletir. Ve çünkü hayat, hep burada, yanımızda olan ve asla başka bir yerde daha da güzelleşmeyen bir şeydir. Ve çünkü güzellik, onunla savaştığın sürece anlamlıdır. Ve çünkü anlam, akıntıya karşı vardır.