bugün

samimiyet

hayat giderek daha da komikleşirken, komiklik kronikleşirken ve bu kronik güldürüyü perdeye asıp, beraber seyredip gülebileceğin 'mavi' yokken (hani trafik ışıklarında da olmayan renk, avrupa'yı asya'ya bağlayan renk), şiirler kıvranıyor. evet kıvranıyor ve kıvrılıyor mısralar uzayıp gidip, dile dolanıp. kiminin boğazında eller oluyor, kimi yalancıktan derin denizlerin dibinde. ne çok ıslak oluyor her yer, gözyaşından değil elbet, havadaki nemden. ama yine de ne çok şiş göz var, ağlamış gibi görünmeye teşne. hadi diyoruz görelim görmesine, gözümüz de çıksın çıkacaksa, yalanlarımızdan değerli mi? ama işte, sonra gelip güven diyor şiş gözlerin hemen altından dudaklar, samimiyet yazıyor eller, yalansızlıktan bahsediyor kafiyeler ki o vakit birkaç köpek uluması ile naylon depremlerin haberini veresi geliyor sesin bağıra çağıra. ses demişken, elbette şarkılar da giriyor işin içine, estetik olan her şey yalan söylüyor, aynaların içine baka baka. aşk demeye bin şahit isteyen, yüzbin şahitli aşna fişnaların akıttığı bütün o yapış yapış koku burnumuza kadar geliyor bir şekilde ve aynı şekilde "samimiyet" demek istiyoruz ama hangi beyne doğru konuşmak gerek onu hiç bilemiyoruz.

insan dediğin kendi bokuna sırıtan yaratık, bir yerlerde ellerine çiçekleri almış sallandıra sallandıra yavşaklık yaparken, çiçeğin renginin gerçekliği mi kapatıyordur gözleri, yoksa büyülü müdür doğa bu denli? ya da donuk mudur kadının ve erkeğin gözleri bir balıktan bile daha anlamsızca? diyelim ki ben iki kelimeyi yanyana koymayı iyi biliyorum, diyelim ki o iki kelime için ağlamayı da iyi biliyorum, ezberimden. peki bu arkamı döndüğümde gözyaşlarımı silip "samimi" sarılışlara sahne olan bedenim nerden öğrendi oyuna gerçek süsü vermeyi? bu hafıza neye yarar iki günde bir başa dönecek ise?

soyut cümleler de anlatamıyor, her şeyi somutlaştırmak istiyorum. samimiyet diyorum; yok olandır aslında. (mavi yoksa, renkler de yalancıdır, ne kadar cıvıl cıvıl, kıpır kıpır olsalar da. ve elbet mavinin bazı tonları ne kadar donuk ve soğuk olduysa da..)

samimiyet diyordum; insanın kendine bile ıkına tıkına itiraf edemediği şeylerin başka insanlara aktarılma ihtimalidir. olsa olsa bir ihtimaldir. bulunması binde birdir ki onu da bulsanız bile, yüksek ihtimal kaybedersiniz. çünkü yalan denilen, aslında insanların onu bunu şunu kırmamak adına hayatlarıyla oyun hamuru gibi oynamalarıdır. ellerinin kiri de hamura bulaşır sonunda. ömürler birbiriyle çakıştığı sürece sürecek olan düzendir bu belli ki. ne şiirler dizilir, ne şarkılar söylenir bunun üstüne. yasak aşklar çoğalır, çoğaldıkça oturduğumuz her yerden yalanlar fışkırır olur; dostluk, yalancı gülümsemelere, sahte tatlı sözlere, göstermelik sarılmalara cuk oturur, oturdukça köpeğim daha da ulur boyuna. yedinoktasekiz.. yedinoktadokuz.. sekiznoktabilmemkaç.. deprem şiddetlenir, naylonluk baki kalır, başkasına dokunmayan yılan da yılan değildir.

dedim işte diyeceğimi, samimiyet bir küçük ihtimaldir; gözler paşa paşa yalan söyler, tek ayak üstünde kırk tane hem de. utanmak garipçe ödünç durur üstümüzde, korkakça kapaklanmışızdır üzerine bu yüzden. güvenmek zor olduğu kadar tehlikelidir çoğu kez, güvendirmek de pistir. yalanı ve kiri görmek sinir bozucudur, gözlerini kapamak çaresizliktendir, yapılması gerekenlerin listesi yoktur ancak bir boş kağıt alıp görünen bir köşeye asılmalıdır yine de. üstüne şunlar yazılabilir yeri gelirse;

-hışırtıyı duymak, hışırtı olmaktan daha rahatsız edici belki ama en azından adice değil ve evet miden bulanıyorsa, kusmuğunu yutma artık!