bugün

entry'ler (1828)

aşk

en şiddetli depremdir; enkazında yerle bir, yârla bir, yaradanla bir eden..

sözlük yazarlarının itirafları

yaşım 6 veya 7 falandı. dedemin takma dişlerini çıkarıp içi dolu bir bardağa koyduğunu gördüm, kendi kendime "hadi canım!" dedim, insanların dişleri böyle takılıp çıkarılabiliyor zannettim. hatta birkaç gün kendi dişlerimi aynı şekilde çıkarmaya çalıştım. o değil de iyi ki protez bacaklı birini falan görmemişim.

hastası olunan sözler

Soyundan başka böbürlenecek hiç bir şeyi olmayan adam patatese benzer. Tek iyi yeri toprağın altındaki kısmıdır.

hayrabolu tatlısı

bulunması pek kolay olmayan ve pek fazla bilinmeyen trakya'ya özgü muhteşem bir tatlıdır. istanbul'da bulunması pek kolay değildir. en iyi yapan yer olarak bu mekân tavsiyemdir. şekil itibarıyla kemalpaşa tatlısını andırır fakat biraz daha yumuşaktır. üzerine tahin ve fındık dökülerek servis edilir, muhtelif yerlerde dondurma, kaymak vs. eşliğinde servis edilenleri de vardır fakat tahin ve fındık ile beraber yenilmesi makbuldür.

meraklısına; http://1.bp.blogspot.com/...TcLg2s/s1600/IMG_0620.JPG

fatih terim

halası vefat etmiş, eşi fulya hanım'ın kardeşi ağır bir ameliyat geçirmiş, kızı fulya'nın kolu kırılmış olmasına rağmen takımının başında kayseri'de deplasmandadır. bu profesyonellik değil babalıktır.

abdullah yılmaz

dün akşam dünya gözüyle gördüğüm, uluslararası organizasyonlarda türk hakemlerine genel anlamda neden güven duyulmadığını (istisnaları tenzih ediyorum) bir kere daha anlamama sebep olmuş türk hakemliğinin utancıdır.

dünkü maça* gelecek olursak; servet çetin'in yapmış olduğu faule dünyanın oksijen tüketimi yapılabilen herhangi bir yerinde asla ve kata kırmızı kart verilmez. sabri'nin 2. sarı kartı görmesine neden olan pozisyon da sarı kartı, faulu geçtim futbol okullarındaki öğrencilere "faul yapmadan nasıl top kazanılır" ismi altında, ders niteliğinde gösterilecek bir pozisyondur. maçın seyrini, kaderini tamamen değiştiren pozisyonlar bunlardı.

bunun haricinde; diyelim ki yukarıda bahsettiğim pozisyonlarda hatalıydı, diyelim ki hata yapmak da insana mahsustur. 2. yarıda melo'nun ve ujfalusi'nin rakiplerine yapmış olduğu net kırmızı kartlık pozisyonları direkt olarak neden es geçmiştir? ben söyleyeyim; çünkü amacı eyyamdır, çünkü kendisini ilk yarıda bir şekilde(!) vermiş olduğu kasıtlı veya kasıtsız yanlış kararları telafi etmek zorunda hissetmiştir. çünkü ilk yarıda yapmış olduğu yanlışları 2. yarıda bilerek(!) ve isteyerek(!) yaptığı yanlışlarla düzeltmeye çalışmıştır.

işin belki de en acı noktası bunların ne ilk, ne de son oluşudur, benim hatırlayabildiğim diğerleri;

* 22 ağustos 2010 galatasaray bursaspor maçında volkan şen'in topu 25 bin kişinin gözleri önünde ceza sahasında eliyle almasına devam(!) diyebilmiştir. hani penaltı olunca tartışılır, kimisi evet kimisi hayır der ya, buyrun tartışılacak yanı var mı hep beraber bakalım.

http://a1.sphotos.ak.fbcd..._8736209_1856363169_n.jpg

* 15 mart 2010 denizlispor beşiktaş maçı'nda denizlispor'lu oyuncunun çektiği şutu rüştü kornere çelmiş, abdullah yılmaz ise aut kararı vermiştir. belki haklıdır; insandır, görmeyebilir. ama pozisyonun devamında kendisine gelerek "hocam benim elime çarptı, korner olması lazım" diyen rüştü'ye fırça(!) atmıştır. rüştü de denizlisporlu oyunculara "haklısınız korner ama söyledim vermiyor işte napabilirim?" demiş, bunun üzerine denizlisporlu bir oyunucu rüştü'ye "rüştü abi adam gibi adammışsın" yorumunda bulunmuştur.
zamanında da yazmıştım; (bkz: #7546133)

* 2011 şubat ayında bank asya 1. liginde oynanmış olan bir bank asya maçından sonra kartalsporlu oyuncu sezgin sezer'in kendisi hakkında "En ufak bir şey söylediğimizde Kes lan sesini kendi işine bak diyor. Biz böyle konuşsak cezası kırmızı kart olur." şeklinde bir açıklaması vardır. yorum yapmıyorum.

* 28 ekim 2009 galatasaray bucaspor maçında taç atışından ofsayt vermiştir. evet antenlerinizin ayarlarıyla oynamayın çünkü yanlış okumadınız, taç atışından ofsayt vermiştir. kendisine taçtan gelen topla golü atan kewell'ın golünü vermemiş, kendisine taçtan ofsayt olmaz diyen kewell'a ise sarı kart göstermiştir.
dipnot: bilemeyenler olabilir, futbol oyun kurallarında taç atışından gelen top ofsayt olmaz. bunu kahvedeki okey oynayan amcanın bilmiyor olma lüksü var da sayın(!) abdullah yılmaz'ın bilmiyor olma lüksü var mı? üstelik bu işten kendince helal(!) para kazanıyorsa, o parayla çoluğuna çocuğuna bakıyorsa.

aslında dün gece her şey çok güzel başlamıştı.. bütün taraftarlar stadın önünde kulübün getirmiş olduğu tıra deprem bölgesine yardım için getirdikleri eşyaları yükledik, her yerde pankartlar açıldı, maçtan önce şehitlerimiz anıldı, istiklal marşımız ayrı bir coşkuyla söylendi, ilk golü atan selçuk inan'ın sevinmeyi bırakın yüzü bile gülmedi, tribünde birçoğu işinden çıkmış, o doğuk havada yorgun argın üstelik fahiş(!) fiyatlarla bilet alarak gönül verdiği takımını desteklemeye gelen en az 25.000 kişilik bir kitle vardı.

ben bir galatasaray taraftarı olarak dün gece tribünde sana hiç küfür etmedim sayın(!) abdullah yılmaz, ama sonuna kadar alnımın teriyle, hakkımla, emeğimle kazandığım para ile almış olduğum kombine biletimle geldiğim maçta sana hakkımı helal(!) etmiyorum. bakalım sen bu maçta kazandığın helal(!) parayı nasıl yiyeceksin..

fiyapı

yönetim kurulu başkanı fikret inan tarafından van'daki depremzedeler için 1 yıldan daha az bir sürede toplam değeri 35 milyon türk lirası olan 500 adet daire yapacaklarını açıklamışlardır. *

karadeniz kültür ve dayanışma derneği

"Lazların da bayrağı olsun, biz karşı değiliz" diyen BDP'li milletvekiline "BiZiM ZATEN bayrağımız VAR, O DA anıtkabir'DE DALGALANıYOR" diye cevap vermişlerdir.

edirne tava ciğer

istanbul'da en iyi yapan yer için tıklayınız.

17 ağustos 1999

14 yaşındaydım..
liseye başlayacaktım. okullar tatildi, çabuk açılsın diye dört gözle bekliyordum. yaz tatiliydi ama bir yere gitmemiştik, nedendi hatırlamıyorum. 14 yaşındaydım. havalar diğer ağustoslara göre bir acayipti, ben ağustosta öyle bir kırmızı görmemiştim hiç, zaten kaç ağustos görmüştüm ki? hepitopu 14 tane, 14 yaşındaydım. amcamlar bizdeydi, balkonda uzun süredir memlekete gidemediklerinden konuşuyorlardı, lafı bile edilmemişken babam kalktı, şöyle dedi; "hadiyin gidelim!" evet sadece bu kadar. herkes bir şoke oldu ama kimse hayır demedi. 15 saatlik yola giderken planlar yaparsın, arabanı bakıma sokarsın, hazırlanırsın ya..? işte öyle olmadı, bir gariplik vardı sanki. 14 yaşındaydım. apar topar karar verildi; babam, annem, amcam, yengem, kardeşim.. alelacele hazırlanıp yola çıktılar, 99'dan başka ağustos yokmuş gibi.. 14 yaşındaydım. o zamana kadar evdeki en büyük yalnız kalışım belki de annemin markete gittiği zamanlardı, ilk defa anladım öyle olmadığını.. içim içime sığmıyordu, evde yalnızdım, çocuktum ya, yapabileceğim o kadar çok şey vardı ki.. 14 yaşndaydım. o güne kadar geceleri geç uyumak için çok mücadele etmiştim ama hiç kazanamamıştım, bu sefer kendimleydi kavgam, uykum gelmişti. hem daha önümde koskoca günler vardı, daha birçok gece istediğim kadar geç yatabilirdim değil mi? bir gece erken yatmaktan bir şey olmazdı. artık benim elimde değil miydi dizginler? öyleydi.. 14 yaşındaydım. saat 22:00 civarı falandı sanırım, yatağa girdim ve hemen uyudum. belki rüya da görmüşümdür hatırlamıyorum, sonra tuvalet için uyandım ama saate bakmamıştım, hatırlamıyorum. odam çok sıcaktı, o güne değin hiçbir ağustosta hissetmediğim kadar sıcak.. zaten kaç ağustos görmüştüm ki? belki serindir diye annemlerin yatağına yattım, zaten hep bahane aramışımdır ya yatmak için, neyse. 14 yaşındaydım. sanki gerçekten öyle gibi geldi, annemlerin yatağı daha bir serindi, yattığım gibi kapandı gözlerim, hâlâ hatırlarım; sabah uyandığımda kahvaltıya tost yapacaktım. 14 yaşındaydım. sabah tost yiyeceğim diye düşünerek uyudum ama pek öyle uyanmadım. 03:02'ymiş saat, bu sefer de bakmamıştım, zaten gerek de yokmuş, nereden bilebilirdim ki bütün gazetelerin benim uyandığım saati yazacağını..? her şey sallanıyordu, her şey.. annemlerin odasındaki o eski duvar saati yere düştü, dolapların kapakları açıldı, ne olduğunu anlamadım ama biliyordum; rüya değildi, iyi biliyordum.. ölüyor muydum acaba? aynadan, yatağın ortasında bağdaş kurup, kendi kendime sarılarak ağladığımı gördüğüm anı unutamam.. 14 yaşındaydım. 45 saniye sürmüş.. hadi ordan! külahıma anlatın siz! öyle bir 45 saniye yoktu benim için, kimse inandıramaz buna! durmuştu sallantı, ben hâlâ yatağın ortasında oturuyordum, ne yapmalıydım bilmiyordum ki? ne olmuştu? 14 yaşındaydım. herkes rastgele zillere basıyordu, kalkıp camdan baktım, kıpkırmızıydı her yer, sanki yağmur kırmızı yağmak istemiş de yağamamış gibi.. kapıyı açtım, herkes bağırışıyordu. tek bir kelime duydum; deprem(!) o güne kadar en fazla coğrafya dersinde duymuştum adını, en fazla bir kitabın sayfası kadar yakınlaşmıştım, hayatımın 14. ağustosuna dek.. 14 yaşındaydım. dışarı çıktım, herkes ağlıyordu, herkes birbirine sarılmıştı, annesine, babasına, abisine.. benim kimim vardı ki? bana kim sarılacaktı? evin önündeki parka doğru yürüdüm, her köşede bir insan vardı, o kadar istedim ki birilerine sarılabileyim.. 14 yaşındaydım. genç bir çift gördüm, hayli büyüklerdi benden, belli ki benim kadar korkmuş, birbirlerine sarılmışlardı. yanlarına yaklaştım, adam ayağa kalktı, sevinmiştim, gülümseyerek baktım yüzüne. şunlar döküldü ağzından; "önüne baksana lan, nereye bakıyorsun sen?" durdum o anda, bir adım geri attım. bana vuracaktı ki yanındaki abla engelledi, "dur ne yapıyorsun, ufacık çocuk daha görmüyor musun?" evet, ufacık çocuktum daha. o anda aynada ağlayan hâlim geldi aklıma, tek bir şey düşündüm; benim babam neredeydi..? 14 yaşındaydım. bir an babamı aramak geldi içimden, nasıl yapacaktım ki? nereden? neyle? biraz daha dolaştım, herkeste bir telaş vardı, kazma-kürek yüklü kamyonlar anlaşılmaz anonslar eşliğinde hızla sağa sola gidiyordu, belli ki yıkılan çok bina vardı, ben biraz daha dolaştım.. gün ağardığında daha da belliydi her şey, her yer, herkes.. 14 yaşındaydım. kaldırımda boş bir yer buldum, yan yatıp uzandım, ayaklarımı karnıma çektim, şortum vardı üzerimde, birkaç saat önce sıcaktan uyuyamazken şimdi kendimi donmak üzere gibi hissettim, ama yapacak bir şeyim yoktu. 14 yaşındaydım. ne yaptıysam kapatamadım gözlerimi, her deneyişimde etraf sallanacakmış gibi geldi, olmadı, yapamadım. etrafta gördüğüm herkes sokaklarda yarı çıplak namaz kılıyordu, beni dövmek isteyen namus bekçisi de. meğer ne çok müslüman varmış bizim oralarda.. 14 yaşındaydım. hiçbir şey yemedim o gün, yiyemedim, hem ne vardı ki yiyecek? sabah erkenden kalkıp tost yiyecektim halbuki.. o gün sadece etrafta konuşulanları dinledim; "bu deprem havadan geldi, yerden gelseydi hepimiz ölmüştük.", "taş taş üstünde kalmamış" 14 yaşındaydım. akşam olmuştu, yine parktaydım, o güne kadar bankların hep üzerinde oturmuştum, hiç altında yatmam gerekmemişti ki? 99'un ağustosuydu, 14 yaşındaydım. o gece gözlerim açık uyudum, ellerim birbirinde, dizlerim titriyordu.. bir arabanın farı rahatsız etti gözlerimi, uzandığım yerden kalkıp baktım; bizimkiydi. kalktım, dizlerim uyuşmuştu, üşümüştüm, koştum.. o kadar hızlı koştum ki.. 14 yaşındaydım. annem çıktı ilk, ona sarıldım, hem de nasıl.. ağladım, o da ağladı. sonra babam çıkıverdi, ona sarıldım sımsıkı, keşke daha sıkı sarılsaymışım. sonra anneme döndü, şöyle dedi; "arabanın paspaslarını köyde unutmuşuz.."
o gece hayatımın önemli bir kısmını koparıp aldı benden, son defa sarıldım babama, 17'siydi ağustosun, 14 yaşındaydım..

arda turan

atletico madrid takımının taktığı siyah bantlarla alakası olmayan oyuncu. Atletico Madrid'li futbolcuların taktığı siyah bant kulübün eski futbolcusu Jose Hernandez Gonzalez içindir. Arda ise birisi şehitlerimizi, diğeri Jose Hernandez Gonzalez'i temsilen iki kolunda da siyah bantla oynamıştır.

adettendir editi: galatasaraylıyım.

fenerbahçe

bir galatasaraylı olarak bu akşamki maçta şehitler için yaptıklarına hayran kaldım. bundan sebep belki de hayatımda ilk defa ezeli rakibimizin bir maçı kazanmasını, yüreği buruk olan o 40-45 bin taraftarın bir nebze olsun sevinmesini canı gönülden istedim. umarım iç sahamızdaki ilk maçımızda biz de bu denli duyarlı olabiliriz.

manchester city

(bkz: parayla saadet olur)

kaddafinin kıbrıs savaşındaki delikanlılığı

Kaddafi, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 25 tonluk roket ve 4 uçak dolusu askeri mühimmat hibe(!) etmiştir. Türkiye'ye gönderilecek malzemelerin uçaklara yüklenmesine de bizzat yardım etmiş ve sırtında uçaklara malzeme taşımıştır.

ismail hakkı pekin

internet andıcı davası kapsamında hasdal cezaevinde yatmakta olan genelkurmay istihbarat dairesi başkanı. türk ordusu neden istihbarat alamıyor diye soranlara cevabımdır.

cevad prekazi

gs tv'de bir sohbet esnasında;

ceyhun yılmaz: abi seni yine galatasaray formasıyla görmek isterim bir maçta tribünde.
cevad prekazi: seve seve.
cy: bir gün gidelim mi türk telekom arena'ya?
prekazi: oraya gitmeyi hiç canım çekmiyor.
cy: abi deme öyle ya!
prekazi: öyle. benim için her zaman ali sami yen. ben orayı seviyorum hâlâ.
cy: abi orayı aldılar elimizden, toprak oldu oralar şimdi.
prekazi: babam da rahmetli oldu ama ben onu hâlâ çok seviyorum.

bugünün en önemli sözü

"BEN ONUN BiR YERiNE Bir ŞEY olmasın DiYE BiSiKLETE BiLE BiNDiRMEMiŞTiM"

bir şehit annesi..

yılmaz özdil

--spoiler--
Saat 10 civarı falan... Telefon...
"Yılmaz?"
"Evet?"
"Ekrem ben... izmir'den."
"Vaay, ağabey hayırdır?"
Aynı muhitin çocuğuyuz. Kardeşi, üniversiteden arkadaşım. Ekrem ağabey, bizden 7-8 yaş büyük...
Hayli oldu, görüşmeyeli.
"Şırnak'ta 5 şehit varmış."
Gazeteciyiz ya...
"Maalesef ağabey, mayın."
Sesi kırılıyor aniden.
"Tolga orada..."
Oğlu.
Ağlıyor kapı gibi adam...
Belli ki o ana kadar zor tutmuş kendini, boşalıyor, ağlıyor...
"Var mı şehitlerin arasında ismi?"
Çok soru duydum da... Bu kadar ağırı...
Gırtlağım düğüm.
Tolga...
Gözümün önüne geliyor hergele.
Okumuyordu kız peşinde koşmaktan, hatırlıyorum...
Demek asker, Şırnak'ta.
Baba izmir'de.
Ben çaresiz.
Geveliyorum, saçma sapan, "bilmiyorum ağabey, henüz isimler açıklanmadı, sen sağlam dur, o yoktur inşallah."
Diyorum ama... Utanıyorum verdiğim cevaptan aslında...
Bu kadar arsız bir temenni olabilir mi?
Tolga değilse, Hasan, Hasan değilse, Murat... illa ki, bir babanın evladı... illa ki, bir ananın kuzusu...
"inşallah seninki değildir" denebilir mi? Diyorum.
Yerin dibine geçerek...
"Öğrenirsen, arar mısın?" diyor.
Biraz daha saçmalıyorum... Kapatıyoruz.

Sigarayı bırakmam mümkün değil.

Saldırıyorum hemen, oraya buraya. Yok. isim yok. Bir yandan da, düşünmek istemediğim durumu, düşünüyorum... Ya Tolga'ysa... Ne diyeceğim yani, telefon açıp? Ne diyor acaba, şehit ailelerinin kapısını çalan komutanları? Kaç bin defa yaşadılar bu durumu...
"Vuruşmak daha kolay, inan" demişti bir subay bana, "analar, o haberi duyunca, öyle bir bakar ki sana, o gözleri ömrünün sonuna kadar unutamazsın..."
Hiç anlamamışım ne demek istediğini, bu ana kadar... Öküz gibi dinlemişim meğer.

Saat 12.45...
Şehit sayısı, 6'ya çıktı.
Saat 13.33...
Anadolu Ajansı duyurdu. Başbakan, "5" askerimizin şehit olması nedeniyle Genelkurmay Başkanı'na başsağlığı mesajı göndermiş.
Şehit 6... Başsağlığı 5.
Evlatlarımızın öldürülme hızına bile yetişemiyorlar... isimler hâlâ yok.
Bir umut, haber kanallarını zaplıyorum...
Cannes film festivali var, bir tanesinde.
Öbürü, borsanın hacmini anlatıyor.
Saat 13.55... 14.07... 14.23...
Çalmasın diye dua ediyorum. Çalıyor.
Bu sefer yenge.
Baba atmış kendini sokağa, dayanamamış beklemeye. Ana yüreği sarılmış telefona.
"Var mı?"
Nasıl çıktı ağzımdan, bilmiyorum...
"Yok abla, ben de tam sizi arayacaktım, şükür ki yok, isimler hep başka."
Bir çığlık ki, anlatamam.

Ekrana oturuyorum...
Parmaklarım hiç olmadığı kadar dermansız, tuşlar hiç olmadığı kadar ağır.
Gözüm televizyonda... Hayat, lay lay lom arkadaşlara... Hiçbir şey olmamış gibi.
Umursamaz. ilgisiz... Neşeli hatta.
isimlerden ses seda yok. Tek bildiğimiz, 6 koçumuz daha düştü. Rakamdan ibaret...
Kaç bin baba bekliyor acaba şu anda? Kaç bin ana? Eş, nişanlı, sevgili? Böylesine bir utançla yazı yazmadım bugüne kadar...
Aklım yalanımda... Kulağımda çığlık.

Ve, saat 15.05...
Tolga yok, Vedat var.
Vedat Dayıoğlu, Antalya.
Bayram Bolat, Konya.
Atıf Günkan, Niğde.
Bekir Çakır, Adana.
Mahir Yıldırım, Aydın.
Samet Kırbaş, istanbul.
Kulağımda çığlık.
--spoiler--

sözlük yazarlarının itirafları

futbolla zerre alakası olmayan annemi evlilik yıldönümü hediyesi olarak maça götürmek isteyen bir babam var. böyle de romantik bir aileyiz.

recep tayyip erdoğan

"başbakan şehit annelerinden metanetli olmalarını istemiş. 80 yaşında annesini kaybedince metanetini koruyamayıp hüngür hüngür ağlayan başbakan 20 yaşında evlatlarını kaybeden annelerden bunu hangi yüzle isteyebiliyor?"

cem kalender