bugün

entry'ler (33)

dexter

ailemizin dizisidir. severek izliyoruz. aslında sadece ben izliyorum be, yanlış oldu; iki kişilik ailemin öteki üyesi izlememe aracılık ediyor, sevgili laptopum.

--spoiler--
s3e6 itibariyle kıllandım fena halde. dex'in mig'e feyk atıp tek başına biçtiği nazi yarmasında bi iş var sanki. uçalım bakalım:
mig en baştan biliyo dex'in oscar'ı öldürdüğünü ve zaten freebo kendi adamıydı. dex'i ortalığı temizlemekte kullanıyor. deb'in ortağı yeni polis de mig'in adamı ve deri yüzücü de o. nazi ise sırf dex mig'e güvensin diye kurban oldu ve dex bunu öğrenince mig'i öldürecek. son bölümde heralde. lakin o zamana dek mig epey icraat yapar: yuki ve ayyaş avukat kadın ilk parti, sonra deb'in ortağı ve muhbir, maria ve rita bile tehlikede bence, du bakalım.
öte yandan ramon çok erken aklandı, bileti kesilecek mi acaba? deb'in ortağı polisle bi alakası yoksa, ki varsa senaryo sıçar, ram iyiler tarafında. e niye erken öğrendik ki o zaman?
neyse allahtan ben diilim senarist, heh..
--spoiler--

heroes

"uygarlık ilerledikçe cehalet de artar" sözünün en güzel örneği olan dizi.
hadi lost neyse, işin başında mistifikasyona sığınacağını anlamayıp izlemeye başladık, bi nokta gelecek bu işlere mantıklı bi açıklama getirecekler diye bekledik fakat adamlar zaman yolculuğundan girdiler ada taşımaya vardırdılar işi.
peki bu heroes neyin nesidir acaba? hani insan oturup kıçıyla gülmek için izlemeye kalksa ona da izin vermiyor 15. sınıf korku filminden fırlama çığlıklar feryatlarla.

insanlar ikiye ayrılır bence; lost heroes gak guk izleyenler ve dexter sopranos bik bik izleyenler, ben ikinci tarafı tercih ediyorum, eyvallah birader.

eşref saati

uzun bir müzik videosu.
müzik hiç fena değil de bir sürü yetenekli oyuncu neden bu müziğin videosunu çekmek için dizi çekiyoruz diye kandırılmış anlayamadım.
belki yerli dizi denen nane böyle bir şeydir, bilemiyorum, gündüz kuşağında bir tekrar bölüm dinledim az önce, müzik hiç susmadı. ne senaryo var ne devamlılık, müziği koy, üstüne birileri bağırsın çağırsın ya da komiklik yapsın. hadi ordan be!
eşref saati'nin yapımcısı yönetmeni sorumlusu her kimse bu insanlar hakikaten dizi olduğuna inanıyorlar mı bu şeyin?

finansbank

illallah dedirtmiş bankadır!
yok efendim fatura alıp şubeye gidecekmişim de zart zurt. bilmemne kanunu varmış da.
kardeşim ben belki bir yıldır belki daha fazla senin kartını kullanmıyorum, bi kere olsun şubene gidip hesap açtırmadım, sen bana her allahın günü saçmasapan msn göndermekten başka ne işe yarıyorsun!
ve şu anda telefon bankacılığı dedikleri hedeyle o hesap neyse ve de kullanmadığım kartı kapatmaya çalışıyorum, şimdiden 5 dakika oldu ve hala bekliyorum. başlangıçta güç bela call center'a bağlandım, oradaki hanımefendi burayı aramam gerektiğini söyledi ve şu an altıncı dakika.
burayı öyle ya da böyle içinizden biri okuyacaktır, finansbank uzman(!) bankacıları

evet, on dakika sürdü ama zaten olmayan hesap(bu hesap için sms ve maille benden fatura istiyorlardı) ve kullanmadığım kredi kartı iptal edildi, kapattırdım.
bu ve bunun gibi bankaları (misal hsbc de böyle, müşteriyi rahatsız etmek için her fırsatı kullanıyor) en azından saygılı olmalarını sağlamak için kullanmamayı tercih edersek belki insanca davranmayı da öğrenebilirler.

ve birkaç söz de, müşteri uzmanı unvanlı hanımefendiye: hanımefendi size her şeyden önce bu konuşmanın kaydedildiğini bildiğimi ve söyleyeceklerimin şahsınızla hiçbir ilişkisi olmadığını belirtmeme rağmen size "kartım kapatıldı, artık sms gelmez değil mi?" diye sorduğumda "beyefendi kartınız kapatıldı," demek cevap vermek değildir, çemkirmeye daha yakındır. "evet, artık sms göndermeyeceğiz" diyebilirsiniz, muhtemelen bunu da size belli bir nedenle öğretmiştir banka yönetimi

son sözüm tüm bankalara. anasının nikahı kadar kar açıklıyorsunuz her bilançoda, eşşek yüküyle para kazanıyorsunuz, o halde bize insan gibi davranın, kimse sandığınız kadar saf değil, köylü ahmet amcayı da salak yerine koysanız tepki gösterecektir

bunları alt kademeye söylemiyorum tabii; ceo'sundan başlayıp üst düzeyde bu kurnaz kararları alıp uygulamaya sokan "büyük" yöneticilere. sanmıyorum sadece beni kaybettiğinizi bu şekilde, inceleyin kayıtları istatistikleri ve bugün herkese gönderdiğiniz şubeye gelip fatura ibraz edin bik bik temalı mesajınızın nasıl tepkiler aldığını iptal edilen kartlardan, hesaplardan ve call center kayıtlarından dinleyin.

ve siz en tepedeki ceo, kapitalizmin piri denilebilecek adam smith'in "ahlak olmadan kapitalizm yürümez" dediğini bilmiyorsanız, öğrenin!

yoksa hepiniz tek tek defolup gideceksiniz hayatımızdan, insanları kurnazlıkla, özel hayatlarına istediğiniz gibi karışarak etkileyerek kar artırma çabalarınız elinizde patlayacak.

hadi şimdi çağır alt kademenden birkaç insanı ve fırçala ki o şişkin egona bişi olmasın!

not: bu yazdıklarım bankanın yunan bankası olmasıyla alakalı değildir, hangi banka bana insan gibi davranırsa, kurnazlık yerine dürüstlüğü tercih ederse ben o bankayla çalışırım, isterse ermenistan bankası olsun isterse patagonya.

charles logan

24'un, izleyebildiğim kadarıyla, en muhteşem oyuncusu.
muhtemelen bir şekilde cem uzan'ın görüntülerini ele geçirmişler ve bu amcaya "onu taklit et, yeter!" demişler. bu kadar benzerlik tesadüfi olamaz. ve iddia ediyorum bu rolü bu amcadan daha iyi oynayabilecek tek kişi cem uzan'ın kendisidir. senaryoya bile ihtiyacı yoktur. "kafana göre takıl ahbap!" diyerek sahneye salsalar emmy çantada keklik. ve eminim cin senaristlerin aklına bile gelmeyecek extra entrikalarla 24'u ihya edecektir.

ctu'nun kullandığı telefonlar da motorola mı ne sanki, yoksa kaderin bir oyunu mu? *

24

bir tür bağımlılık yaratan dizidir.

sanırım başarısının altında yatan asıl sebep bütün klişeleri inanılmaz bir profesyonellikle aktarmasındadır. ayçekirdeği gibi, başlayınca bırakamıyorsunuz. oysa senaryosu tel tel dökülür, inandırıcılıktan fersah fersah uzaktır ama öyle bir tempo var ki "e ama bu niye böle olmadı ulan amma saçma ha bi siktirin gidin çay koyun!" diyecekken küt! diye bişi oluyor ve sizi bertaraf ediyor.

izin verse 10 saniye düşünmemize, hiçbirimiz seyretmicez de, a ha, dördüncü sezon 7. bölüm download bitti şu anda, eyvallah, çıt çıt çıt çıtır çıtır...

haydi gel bizimle ol

muhtemelen biz "aç" erkekler için tezgahlanmış, kişisel kanımca başarısız, ama hala devam ettiğine göre izlenen bir program.
bir kadın tahayyül edin; güzel, akıllı, dobra ve entelektüel. her erkeğin hayalidir, öyle değil mi? erkekler akıllı kadından korkar vs safsatadır. yaygın riya'nın tersine, erkek teslim olan taraftır ve kendisini teslim alanın güzel akıllı dobra entelektüel bir kadın olmasından gurur duyar. sanırım programın konsepti işbu düşünce temeli üzerine kurulu.

lakin;

bu sihirli karedeki dört kişi içinde aysun kayacı, evet, güzeldir, hepsi de budur. diğer üç köşe çakma zira...

pınar kür için herhangi bir şey söylemeye gerek yok sanırım; evet, türkiye'de birkaç düzgün cümleyle bile yazar olabilirsiniz ki türkiye'de kimleri yazar saydığımızı göz önüne alırsak kendisi iyi bir türk yazar bile sayılabilir. ancak ekrana çıkıp dünyadan bihaber yaşamakta olduğunu cümle aleme kanıtlama çabasına girişmiştir her nedense.

çiğdem anad ise akıllı olmak ile akıl ezberlemenin arasındaki farkı gözümüze sokuyor sadece bu programda... (yine de bir çekince koyuyorum bu yargıma; programın formatı gereği böyle yapmak zorunda kalıyor belki de, birisi oturum yöneticisi rolünü almak durumunda netekim.)

gelelim müjde ar hanıma... yıllarca ben de, hepimiz/çoğumuz gibi, dobra/samimi olduğunu düşünmüştüm, belki gerçekten de öyleydi, ne zaman ki televizyon işine soyundu bütün inandırıcılığını kaybetti. bu programdan daha önceydi belki, emin değilim, bir yılbaşı ya da seçim mi neydi, okan bayülgen ile bir özel programa çıktığında bitti müjde ar. gerçekten dobra bir kadın olsaydı yıllardır "dobraca" eleştirdiği o akdeniz cıvıklığı ile şark kurnazlığı arasına sıkışıp kalmış erkeğin en "has" modeli (okan bayülgen) yanı başındayken en hafifinden programı yarıda bırakır çeker giderdi. ne yaptı, ondaki her türlü aba altından maçoluğa, sözümona ironik yılışıklığa aynen uydu. ve bitti.

niye ettim bu kadar lafı, ona gelelim: çoban-oy davası yüzünden milletçe yerin dibine soktuğumuz aysun kayacı giderse o program biter, orada sadece o "hakiki" duruyor. hayır, kendisine selam yollamıyorum, aseksüelim kendim.

eleni karaindrou

çok "arabesk" musikiler yaratıcısı yunan abla.
adagiosunu her dinleyişimde hepimizin çok ama çok yalnız olduğunu hatırlar, ve gülümserim nedense..

italo calvino

italo calvino kurmaca eserlerinde cidden harikalar yaratmış bir italyan yazardır.
ancak, ve de ne yazık ki, muhtemelen para kazanmak için gazetelere dergilere vs yazdığı deneme/makale türü yazılar laf salatasının ötesine gidemez.
kurmaca eserlerindeki o keskin mizah/ince humour, denemelerinde neredeyse hiç yoktur; ikiye bölünen vikont'u, ne bileyim, varolmayan şövalye'yi aynı adamın yazdığına bir türlü inanamazsınız. içi safra dolu bu bomboş denemeleri hiç yazmasaymış keşke, gece oturup o güzel romanları yazarken gündüz misal pazarda limon satsan çok daha fazla severdim seni italo amca.
ama tabii asıl suçlu olan mirasçıları, nasıl bir açlık/iştahla yayınlatıp duruyorlarsa bu beş para etmez deneme kitaplarını...

mr brooks

çok kötü, inandırıcılıktan uzak bir senaryoya sahip film.
b film olsa affedilirdi belki.

--spoiler--
adamımız şak diye brooks'u buluyor fotoları çektikten sonra. peki nasıl? adamımız siktirik bir ödül aldı ya en başta, bütün gazetelerde resmi varmış meğer. bizim röntgenci mühendis de gazetelere manşet(!) olan başarılı iş adamlarını kaçırmıyor demek ki... ne biliyim, fotoları çekince aşağı insin, takip etsin, evini bulsun vs araştırsın; neymiş, gastede görmüş. bütçe düşüktü herhalde.

demi ablamız mühendisimizden direkt şüpheleniyor, niye peki, hiç, içinden bi ses öyle demiş, takip ediyor gece gündüz...

alt komşu diyo ki mühendis karşıdaki çiftin fotolarını çekermiş de, anlatmış ona da... yok artık, hadi bunlar arkadaş olsa takılsa bar mar anlarım, demek ki bütçe kısıtlı

adamımızın seramik atölyesi var evinde. yahu bi parça seramik göster, karısı merak etsin en azından, yok,

kızını kurtarmak için sen git kampüse birini öldür. nasıl öldürdün ustam, kimi öldürdün, yok.

daha tonla zırva var da yoruldum ulan. inandırıcılık sıfır.
--spoiler--

banu güven

güzel olmayan, çekici olmayan, çoğu zaman arka arkaya iki doğru cümle kuramayan ntv spikeri. kelimelerin çoğunu da yanlış telaffuz ediyor ve vurguları kafasına göre yapıyor.

bir banu güven efsanesi yarattı ekşi sözlük, hala o mirası yemekte. ntv ana haber sunuculuğu çok uzun sürmeyecektir.

google chrome

yeni google browser'ı..
okuduğum bütün övgülere rağmen bende çok yavaş açılıyor, belki motorun ısınması, açılması gerekiyor.
ama google yapmışsa el mecbur, deneyeceğiz.

ah muhsin ünlü

damıtıcı bir şairdir, yaptığı imbik tek özgün eseridir. buraya ikinci yeni martavalı ve ece ayhan ve günümüzün trendi islami yeni şiir boşaltılır. ancak imbik o derece başarısızdır ki en fazla üç kadeh içtikten sonra "bu ne ya!" demeye başlarsınız.
elbette her "yalvaç şair" gibi etrafında müritleri vardır ve bu müritlerin hatırı sayılır kısmı hayatında başka birisinin şiirini okumamıştır, okumaya da niyeti yoktur, hatta şiirden nefret ederler, etrafta ah muhsin ünlü yoksa.
hayatının bir döneminde olsun şiire ilgi duymuş, türkçe şiiri az buçuk da olsa okumuş, utana sıkıla iki satır yazmaya kalkmış her türkçe bilen insanoğlu, ah muhsin ünlü şiirinin "ciddi ve fena halde komik" olduğunu anlar, ama sesini çıkarır mı bilemem, cemal süreya ve/veya edip cansever'i hala ama hala şair zanneden bir ortamda yaşıyoruz.

esra ceyda kardeşler

zap yaparken kanaltürk'te bir programda rastladığım ikili. ortalarında da bir zamanların küçük ibosu oturmuş. programın sunucuları iki hanım önce küçük ibo ile dalga geçtiler şimdi de bu iki kız ile dalga geçiyorlar, akılları sıra tabii!
zeka nedir, zeki olmak nedir hakkında herkese ibret olacak ikili.
mini etek giymiş iki sarışın görünce salya akıtan erkekler mi zeki yoksa kendi hemcinsleri ile alay etmek için abuk sabuk sorular soran iki sunucu mu zeki?
ben şahsen türkiye'nin muhtemelen en zeki(!) erkeği okan bayülgen ile bir programda görmek isterdim bu ikiliyi.
aman da nasıl ayar vermiş ve bir yandan da nasıl inceden yazılmış 500 entry okurduk herhalde. şimdi ben şu programı izlerken, kendilerine sorulan bütün o dangalakça sorulara aldırmayıp gülümseyen iki kıza o iki zeki(!) sunucudan daha fazla değer veriyorum, isterse iki kardeş dünyanın en aptal iki insanı olsun.

cep telefonu firlatma yarisi

estonya'da yapılmış yarışmadır. (kaynak: ntv)

cep telefonuna karşı insanların, telefonlarını en uzağa fırlatmaya çalıştıkları yarışmada birinciye blackberry, ikinciye blueberry (blackberry'nin mavisi), üçüncüye de geleneksel böğürtlen reçeli verilmiş.

halil cibran

insanlığın nerede olduğunun, daha doğrusu insanlığın her zaman çoğunlukta ve akıllı olduğunu zanneden ortalama / vasat / sıradan (sevdiğinizi seçin) kitlesinin ne halde olduğunun en güzel kanıtlarından biridir cibran. benim tercihimle "vasat" denen güruh, her türden ideolojinin iktidara geçtikten sonra orada kalabilmesi için gerekli olan insan topluluğudur.
ta aristo zamanında önemi anlaşılan bu topluluk için, adı geçen "filozof" nabza uygun şerbeti vermiş, o zamandan bu zamana da çeşitli "filozoflar" vasat için bolca üretim yapmışlardır.
hepsi de en fazla "ferrarisini satan bilge" kadar değerlidir. bu başlık altına da alıntılandığı üzre, ancak alıntılamaya yarayan, tamamen boş laflardan ibaret haplar üretmişler, vasat'ın filozof / bilge / şair ihtiyacını gidermişlerdir. (bu noktada entelektüel-vasat'ın şairi oruç aruoba'yı anmadan geçmemeliyiz tabii, örnek olarak.)

vasata üretim yapmanın "doğru" yolu, vasat aklıyla kavrayabileceği kadar basit bilgiyi ya da yine vasat aklıyla kavrayabileceği kadar basit dogma'yı zerk etmektir. hepsi bu kadardır. örneğin nietzsche gibi dozajı biraz kaçırırsanız aforizmalarınızda, ancak üst-entelektüel-vasat içinde alıcı bulabilirsiniz.

vasat için uygun bir bitiş cümlesinden özenle kaçınarak entrymizi bitirelim; evet, biz de burada vasata destek veren vasat insanlarız, burada ve bütün sözlüklerde.

eurosport türkiye

trt3'ün geleneksel memur zihniyetinden ve yakında bütün spor dallarının ofisiyel tek yorumcusu olma yolundaki ömer üründül'den kurtulmamızı sağlayan kanal. sırf bunun için bile en az 10 yıllık bi sempati geliştirdim bu kanala.

trt memurlarının hayatında izlemediği spor dalları hakkında bi ton bilgi sahibi olup abartısız bir anlatımla bize sunan spikerlere buradan açıkça teşekkür ederim.

teşekkürler eurosport.

ömer üründül

muhtemelen en az bir on yılın kabusu olarak hatırlanacak kişi..

şu tv açıp bi bakiim olimpiklerde neler oluyo dedim geçen, açtım bi basket maçı, oh dedim izleriz, keyifli olur, dememe kalmadan ömer üründül'ün sesini duydum, şak diye değiştirdim kanalı, iyi saatte olsunlar, basket maçı lan bu futbol değil ki, yok dedim uyku sersemi kabus gördüm, lakin ne olur ne olmaz diyip açamadım bi daha trt'yi, örosporttan izliyom kaç gündür.

bugün sözlükten öğreniyorum ki adam hakikaten basket yorumuna da başlamış.. yau ben bu adam yüzünden hiç futbol maçı izlemiyorum, kendimi nba'e adadım, ya bu adamcağız nba tv'de yorumcu olursa..

ömer abi, allahın adını anıyorum abim, hökümet bi ömer üründül vergisi çıkarsın, verelim kaç paraysa, bir daha çıkma abi tvye, yorum yapma, abi spordan soğuduk milletçe, olimpik madalya oranımız düştü, fitbolda başarısızız..

allah vergisi bişey bu yorum işi abicim, ilker yasin'i mumla aratan bi yorumcusun, nolursun bırak abim bu işi, şanlı türk ulusu adına sesleniyorum tonton abim..

the library at night

kitap, son derece komik bir şekilde, internet'e de "geçirmeyi" ihmal etmiyor. gelgeç bilgiymiş, bilgi değil bilgi kırıntısıymış, tarih bilincini yok ediyomuş vs.
yahu, sevgili manguel kardeşim, sen aynı kitabın içinde engizisyondan bahsediyorsun, adamlardan alıntı yapıp kafa yapılarını sergiliyorsun, peki kendi kafanın da onlarınkiyle aynı olduğunun farkında değil misin yahu hakikaten? onların elinde yetki vardı, ortada demokrasi vs yoktu ve adamlar istediği yasağı getiriyordu; senin onlardan farkın bu sadece. hadi hepsini geçtim, project gutenberg'e bile belden aşağı saldırmak nedir? kitap işte, kimsenin ulaşamayacağı kitaplar bütün dünyanın elinin altında.. ama olmaz di mi, "kutsal nesne olarak kitap" zarar görüyor, "kutsal nesne olarak kitap" üzerinden para ve güç kazanan safralar dışlanıyor, ne acı..
arkadaşım diye söz ettiğin "enis batur" ile bir konuş istersen, bak bakalım senin kuşağından olduğu halde kafasında engizisyon barındırmayanlar neler düşünüyor internet hakkında.

the library at night

alberto manguel'in tek kelimeyle berbat kitabı.
öyle ki, "bir kitabın içine binlerce mekan, insan, kitap adı doldurup sonuç olarak nasıl hiçbir şey anlatamazsınız" konulu bir ders için okunabilir ancak. Bütün o trivial çöplüğün arasına yapıştırıcı olsun diye sokuşturulmuş entelektüel belagat ise apaçık sırıtıyor.
kitabı okuyup bitirdiğinizde şuna benzer bir şey hissediyorsunuz: "bu adam ne kitabı ne kütüphaneyi seviyor, sadece bir gün yazmak için bohçasına ne varsa doldurmuş bir yazman."

calvino da yazmıştı böyle bir kitap, "klasikleri neden okumalıyız" gibi bir başlığı olan. o kitap da klasikleri okumaktan soğutma işlevi gören bir belagat ile yazılmıştı.

belki para için kaleme alıyorlar bu bomboş çöp kitapları, kim bilir.