bugün

entry'ler (52)

ali ile ramazan

bu kitabi iki jenerasyon farkiyla okuduk. perihan magden sevmem kendi payima. ailede kimse sevmiyormus anlasilan...
ammavelakin ben, ali ile ramazan'in hikâyesini tam da yetimhanede büyümüs bir adamin yanindan gelirken okudum. belki bunun da duygularimda ufak bir etkisi oldu.

annemin kitaba dair elestirisi, bastan sagi umutsuz olmasiydi.. benim kitapta sevdigim noktaysa, "iyisini" görmemis olan cocuklarin elinden ancak bunun gelmesiydi.

ramazan kabulleniyordu, her seyin en iyisini giymis ve yemisti. bunu devam ettirmek istiyordu..ki bir yere girip orda "son ütücü" olarak calismasi imkan dahilinde degildi. ali de alismisti aslinda ramazan'in eteginde bunlardan yararlanmaya. her nekadar yaptigi ile vicdanen uyusamasa da, aslinda o da aksini yasamaya pek hazir degildi.

kurtulus neydi, ne degildi...ikisi de bilmiyorlardi. onun icin berbat bir apartmanin, berbat ufacik dairesinde yasarken, kacmayi düsünüyor ve fakat kacmak ne olacak, onu da bilmiyorlardi.

annemi rahatsiz etmesini anlayabilirim. umut bekliyordu, her seyin bu kadar kötü olmamasini...

ama bizim kusak icin muhakkak "aci" yanlarinin bulunacagi ve "ask var ulan burda" denilecek bir roman olmus.
güzel olmus sanki.

seni sevmeyi sevmiyorum

birin severken, kendinizden baska biri oluyor, ortaya cikan mahlûkattan pek hazzetmiyorsaniz kurulacak cümlelerden biri. aci neticede.

street fighter da türk pehlivan

yutup üzerinde kendisini "gözünün capagini yiyim yagli ayi <3" diye sevenler var. acayip yeterince.

aşık olunan kişiyle kanka olmak

ben simdi bunu sürec olarak "önce asik, sonra kanka olmak" seklinde algiladim...algida seciciyim mütemadiyen.

önce asik, sonra kanka olmak demek; hayatiniza "mika" degerinde bir adam soktugunuz anlamina gelir. celiklesir o iliski. karsiliksiz bir aski, dehset bir arkadasliga dönüstürebilmisseniz ( ki bu zaman ve de sabir isidir. o insana asikliktan ziayae, sevmeyi gerektirir) size de helâl olsun. cidden feci bir sey yapabilmissiniz.

o arkadasliga da sittin sene zeval gelmez artik. mis olur.

sürekli aynı hayat kadınına gitmek

bir erkegin ne denli duygusal olabildiginin kaniti. o kadindan aldigi ufacik bir tebessüm, bir hareket, belki de naif bir söz yönlendiren kendisini.

velev ki kadinlar icin bir genelev olsaydi...onlar bu denli sadik asiklar olmazlardi.

fuck buddy

alabilecegini alip, alamayacaklarinin pesinden gereksiz yere kosmayan adamdir fuck buddy benim gözümde.

memlekette fuck buddylerle sohbet etmek gibi bir huy türemis. oysa ki fuck buddyligin özünde "ben sikerim, gerisine karismam" yatiyor.

yine de, yanina uzandigimiz orospuya bile kirayi zar zor denklestirdigimizi söylemek degil mi icimizden gecen arada bir?

ne bileyim be ya hu...

verilebilecekler sinirli oldugunda, üzerimize yapisan arada bir.

ceres

bosalan koltugumu biryerlerde kendisine devretmisligimin bulundugu yazar.
ilginctir ki, burda da kendisiyle aramizda iki nesil fark var. ehehe. kesinlikle hakir görmüyorum. benim eksi'de herhangi bir hesabim yok mesela. caylaklik nicklerimi bile hatirlayamiyorum.

kendisinin zigot olusumunda görev almadim. sakin olsun eheh. yalniz bu yolda caba gösterenlerin ellerinden öperim. iyi is becermisler.

bir kopuşun fonundan görüntüler

ortak bir dil, insanlar ancak birbirlerinin hayatlarinda yeterince yer kaplayabiliyorlarsa ortaya cikar...
evet, ortak bir dil yasanmislik ister. bugün siz bu yasanmisligi 7/24 bilgisayar basinda oturup gevezelik ederek de olusturabilirsiniz; hergün ayni seylerde yenile(ne)rek de.
tercih tabii ki sizin. tercihlerinize burnumu sokmuyorum. ben, sevdigim adamin hayatinda hergün "yoluna cikarak" var olmayi istiyorum. imkanlar bunun önüne geciyor. is yeri yolumuzun kesistigi bir gün hayal ediyorum onunla...yahut da pencereden bakarak onu ugurladigim. hicbiri gercekligin yanindan bile gecmiyor.
o yüzden olacak ki, hayallerimize daldigimiz zamanlarda her seyi bir kenari koyarak ve unutarak seviyoruz birbirimizi. mesafeleri sicacik bir ses ile asiyoruz. isik hizi erisemiyor bize.
yalniz, birgün gercekle yüzlesmek gerekir. mesela telefon faturasi bir gercektir. ya da buzlu yolda kayip düsmek. dis fircalamamak basli basina gercektir ve ":)" yazarken gülmemek...
kapiya dayanan gercek, insani düsündürür. "nasil yapmali da birlikte olabilmeli" sorusunun cevabi bulunamadigi vakit, tüm hayallerin sesi kesilir. vivaldi susar mesela. dört mevsim'de kis bile yasanmaz. her yer ayaz olur. susulur.

sususlarin bile ayrildigi vakitler vardir bilir misiniz?
herkes kendi kösesinde susar. kendi icinde konusur ve digerini dinlemez. digeri anlatmaz da ondan. sorunun cözümü iki kisilikken düsünceler neden tek kisilik dimaglara hapsedilir...bilinmez.

iste böyle tek basina coklu sususlarin ardindan konusulmaya baslandiginda dudaklardan dökülenler ile akildan gecenler bazen birbirini tutmaz.
aklIn fonunda bir klip döner durur...

-nasilsin?
+iyiyim ya sen?
-iyiyim ya ne olsun...
+bugün nostalji yaptik annemle biraz. yüzük(...) babam(...)
-hmm, öyle mi? (gülümsemeler)
+neyse, pek umursamadin sen bunu
-yok canim, sirtim agriyor sadece. kalkip bir dolanayim. hava alayim

bir tarantino senaryosuna evriliyor her sey. olanla bitenden bagimsiz görüntüler tavanda. atlar kosuyor odada ve duvarlar yikiliyor.

gürülsütüz oluyor her sey. karsi taraf sesini duyamiyor icteki enkazin. günlük bir konusmada bir kopusun haritasi ciziliyor. "biz" cumhuriyetindeki halklar kendi kaderlerini tayin hakki mücadelesini baslatiyorlar. "sen" ve "ben" olarak ayrilmanin planlari yapiliyor. "sen"in icindeki "ben" ve "ben"in icindeki "sen" deki birtakim mihraklar "ama birlikte kalsak belki de daha güzel bir dünya yaratabilirdik" diyorlar, en demokratik haklariyla...

bu seferlik onlarin sesini dinliyoruz. duvar ustasi cagirmiyoruz ama...yikilan duvarlari rüzgâr ve soguk gecirmesi icin öylece birakiyoruz. deliklerden iceriye giren hava isliklar caliyor basucumuzda. duvarin arkasinda issiz bir kasaba görünüyor. oraya mi varmak niyetimiz ki, yalnizliga karsi birlikte ördügümüz bu duvari yikmayi o kadar istiyoruz?

ve ben, simdi...sabahlari kokan agzindan seni tiksinmeden öpmek istiyorum...ortalikta biri bir yerde, öteki öbür yerde dolanan coraplarin yüzünden sana catmak, beni kapida bekletisine sinirlenmek, senin elimi tutusunla isinmak dilegim.

koparken ve benim icimdeki melodinin sesi kisilmisken...bu olmaz.
elini ver, saglam tuglalari bulalim. cok soguk giriyor iceriye, üsüyorum.

cama macun çekmek

illâ ki bahar ayinda yapilir. son ya da ilk farketmez. ilkbaharda eline macunu alan baba, anneden zipirtiyi yemistir; cünkü kis boyunca camlardan iceriye giren soguk ile basetmek maksatli evdeki eski atlet kilot ne varsa, pencere önüne tepistirmistir anne. sonbaharda, daha kis gelmeden camlara macun cekiliyorsa, babanin damarlarinda ustalik; annenin damarlarinda da bir parca despotluk var demektir.

bu pimapen denen meret moda olmazdan evvel, hepimiz müteahitimizin yahut bütcemizin bizlere uygun gördügü tahta cerceveli tek camli "pencere"lerden izliyorduk disariyi.
yol yakini, cadde üstü, havaalani dibi gibi mekanlarda cama cekilen macunun önemi bir kat daha artiyordu. sesi gectim, o nasil bir titremeydi camlardan gelen?
dandik cekilmis macunlar, camlarin kendi basina cumhuriyet olup ayri eve cikmasini saglayacak kadar rezillerdi.

iste o zaman, en uygun ve günesli günde baba nalbura gider, yeterince macun alir, eskisini kazir ve yenisi camlarin bir ic bir de dis yanindan cekerdi.
babanin macun cekme isinden sonra, anne camlari siler, konu komsuya "nasil da maharetli kocam var di mi" imajiyla caka satardi.

vallahi o günleri özlemiyorum. sadece macunun kokusu burnuma gelen ve bir parcasini koparip verdigi macunla oynamama izin veren babamin yüzü hatirladigim.

fethullah hoca yı atatürk ten daha çok seviyorum

niye sinirleniliyor anlamadim ki ben. neyine sinirleniliyor? atatürk'ü sevmeyeni cezalandirma dernegi kurulacak diye tirsiyorum ben.
yapilan hareketin eski deyimle brukerist, yeni deyimle troll yaklasimi seklinde olmasini bir kenariya biraktim da ben, bu gösterilemeyen "tölerans" hadisesini kavramaya calisiyorum hakkaniyetle.

neyzen tevfik siirlerini bir yana birakarak konusalim arkadaslar. kim kimi sevmek zorunda? yani simdi ciddi ciddi fethullah gülen sevdalisi bir tarikatcinin atatürk'ü sevebilecegini düsünüyor musunuz? ben düsünemiyorum bunu. sacmalik bir kere zaten. bu durumda "lan nasi atatürk'ü sevmezsin sen" denmesine sinir oluyorum. fikrini, insanlarin sINIRLARINI zorlayacak sekilde aciklama taraftari da degilim; ama bu cümle beni gocundurmuyor.

default müslüman dogmak gibi, türk isen atatürk'ü sever doguyorsun. ya bi gidin alla'seniz. dünya üzerinden atatürk'ten bin kat daha cok sevdigim en az on lider sayabilirim. kendi kalenize gol atiyorsunuz böyle. siz susun da gözleriniz konussun. yaptiklari, ettikleri konusulsun. atatürk'e de insan muamelesi yapilsin.
ne bu ya? öf. cidden sempati duyani bile sinirlendirecek polemikler dönüyor mevzubahis atatürk olunca.

ayrılık şarkısı

(bkz: ayrılıkta söylenmiş bir yaz türküsü)

yüreğe cemre düşmesi

iste bu yüzden, sirf bu yüzden iste...cemre bir insana verilebilecek en güzel isimdir. girdigi gönlü kis sogugundan kurtarip, isitabilecek kudrete sahiptir o.
yürege cemre düsmesi, uyanistir bittabi.

aytek

besinci siniftan beri karikatür dergisi okurum. hatta, test kitaplarinin arasina küfürlü oldugu icin sakladigim le-manyak'lari biliyorum. o zaman bir leman bir de le-manyak var zaten. yalniz annemin cizilmis "am-göt-meme" leri görmesini istemedigimde sakliyorum iste. oysa ki kadina "para versene anne ya. karikatür dergilerimi alicam" diyordum. insan hic mi merak etmez, burda ne ciziyorlar bakayim diye...cik cik cik. hani ya pedagoji sevgili sinif örtmeni? ehehe.

neyse, sonuc olarak nerden baksan 12-13 yildir karikatür dergisi okuyorum ve bugüne kadar aileme okudugum karikatürlerin cok azini gösterip, onun da ancak onda birini begendirebilmisimdir...

nasil bir kafada yasiyorsa sevgili ailem...bu aytek'ten bahsettigim günden beri evde adi gecince gülmeye basliyoruz. "epmeenizi yedim, südünüzü i$tim" diyorum. annem gülmekten kendini tutamiyor. babam bana "selam yavrum, görüsmeyeli nasilsin" diyor ve ben ona "dokunma bana o cünup ellerinle" diyorum...ortakil girla gidiyor.(su paragrafta aile iliskilerimizi sorguladim bi an. iyiyiz ya, yok yani sapik bi aile degiliz. I Ih)

atlet giyip halida dans etmesem de, aksamlari kendim calip kendim söyleyerek göbek attigim coktur...herifte beni mi görüyorlar ne?! bu kadar neyine gülüyoruz be bu cocugun?!

facebook

sevgilisini fesybuk'tan bulan insanlar taniyorum ve bu beni yoruyor. so$Il komüniti anlayisim bu degil. bir aydir kapatmisim hesabi, kafam nasil rahat. dün bi özledim ama, yalan yok. resimlerin altina "aaayyy chooq seqersiin!" diye yazmayi cani cekiyor insanin bazen.

aldatmanın erkeğin doğasında olduğunu bilmeyen kız

cabuk aklini basina alip bu tabiata ayak uydursun.
aldatmak güzeldir. aldatildiginizi daha az kafaya takmanizi saglar.

hoşlanılan kızın kaka yapması

simdi hepimiz insanlarin kaka yaptigini falan biliyoruz abi. bunu tekrar tekrar seyedmeyelim. ama bence bu cidden sorun ya.
kac kiz, yeni yeni bir seyler yasamak üzere oldugu erkegin evinde tuvalete girebiliyor? cisinin sesini bastirmak icin nasil da klozetin orasina burasina kaykiliyor? nasil da su sesini aciyor, iserken?

neden? bunlarin hepsi kaka yaptigimiz, cis yaptigimiz belli olmasin diye! ne zaman utanir olduk biz bunlardan, bilmiyorum; ama üc gün sevgilimle ayni evde kalacak olsam...kabiz oluyorum ben. cok acikli bi durum...
kabullenin artik gercekten su kaka ve cis isinin cok dogal oldugunu, koktugunu ve de ses cikardigini.
kabullenin biz de özgürleselim. toplum düzene girsin ya!

kadınlar çocuk gibidir

izledigim bir belgelselde, kadin bedeninin orijinine(yani ana rahminden cikan haline) cok daha yakin oldugu; erkekte bunun tam tersinin görüldügü vefakat beyin gelisiminin tam tersi sekilde oldugu, erkeklerin cocuklukta hissettikleri duygulari ileriki yaslara kadar muhafaza ettikleri anlatiliyordu.

kadinlarin bilerek ve isteyerek cocuk gibi davrandigini bilen bir insanevladi olarak "kanmayin arkadaslarim" diyorum. kafanizdaki o "cocuk" a konusmak istediklerinden oluyor bu davranislari. maksat aklinizi celmek. vay cadilaaar.

interaktif sözlük

katilimci sözlük diye de bilinen, forumlarin upgrade versiyonu. eglencenin yani sira, belli bir format dahilinde yazdiklariniza ceki düzen vermeniz gereken platformlar bütünü.
öncüsü gecenlerde 11. yilini kutlayan eksi sözlük iken, sözlük skriptinin blog seklinde ayaklara düsmesiyle sonuncusunun kim ve ne olacagi mechul.

interaktif sözlüklerin bu hizla ilerlerlerse, birer süpernova'ya kurban gideceklerinden süphe edilse de, nasilsa 2012'de hepimiz ölücez. bu kadar takmayalim. fres beybi.

benim bu interaktif sözlük tanimina dair birtakim lâflarim olacak. hazirladim da getirdim...

su dakikaya kadar, büyük sözlükler icinde kapisindan iceriye girip de bakmadigim tek sözlük kalmadi saniyorum ki.
2007'nin ocak ayinda lafmacun ile basladigim sözlükcülük hayatimda sirasiyla "yazar ne yazar ne yazamaz" modunda itü ve uludag da devam ettim. eksi sözlük aurasindan nasibimi pek alamadim. caylakligim uzadi da uzadi. sikildim. yani sadece onun fasilitelerini kullanmayi bilmiyordum...o da bir arkadasin hesabindan söyle bir göz kirptim iceriye..."oo arkadaslar egleniyorlar" dedim ve köseme cekildim.
her nekadar gözümde orasi bir disneyland gibi de olsa, sözlük neticede...sadece insanin sol frame akarken kendine uygun bir basligi giyme ihtimali yüksek. o akiskanlik hasebiyle de, ister istemez daha fazla entry yaziliyor ve birkisim entry davara gidiyor.

neyse efendim. bu bir eksi sözlük elestiri/övgü entrysi degil. hicbir sözlügün elestiri entrysi degil. sadece interaktif sözlük mefhumuna dair bir seyler karalamak maksat.

2000 yilindan beri evinden internet kullanan biri olarak(daha önce "ohaaa süperonline almis lan evine. ne zengin ki piic" diyordum sadece),bir lise bebesi modunda hic sözlüklere bulasmamistim. o zaman bulassaydim, simdi alemin ebesine hallenirdim sanirim(bu da bir hayalimdir iste).
o zamanlar internette uzun süre vakit harcamak (cs ve aoe oynanmiyorsa) zengin adam isiydi. kim oturacak da yazi falan yazacak ya? mynet vardi bi iste, hürriyet'in internet sitesi bile dandik bi'seydi hatirliyorum cok iyi.
hem paran olacak, hem de bos vaktin olacak. yanisi baba parasi yiyen ögrenci olacaksin. mümkünse üniversite ögrencisi olacaksin hem de. ya da beyin göcüyle avrupa amerika kita kita geziyor olacaksin. internet de hizli olacak.

o zamanlar üniversiteye giren adamlari düsünüyorum. yine az cok okuyan cocuklardi be. öss bu kadar kazmalastirilmamisti henüz. gerci teknik lise engeli 99 yilinda devreye girmisti; amma bu yine de aklibasinda bebelerin üniversite kapilarina dayanlamarinin önüne gecmiyordu.
simdi yeni geldigi ortamda hem bilgi birikimi, hem de akil capi ile bir seylere yazili olarak imza atmak isteyen, forumlardan sikilmis türk gencinin sözlüge yazdiklarini düsünsene. nasil bir kakara kikiri ortami...nasil bir "bilgi deryasi"...
kendini oldugundan baska göstermekten ziyade, "kendini gösterme" niyeti. "biliyorum abi ben...gezdim gördüm, sana da anlatayim. sen de ögren" zihniyeti. tadindan yenmez b'abi.

bir de bugüne bak. cekinmeden bak...92 dogumlu adamlar gelmisler (sen bes yasindayken adam sözlükte yaziyor ya hu düsün) "troll" denilen yeniyetme bir canli formunda yazi yaziyorlar. sikinti verici bence. 22-23 yas araligi adamlar uzattiklari okullarina bakip ic geciriyor ve "ööf, baslarim anasina avradina. biraz da ben egleneyim bu bebeler mi götürecek parsayi" diyerek sacmaliyorlar. "gezelim görelim" in yerini "bir kari düzdüm ki evlere senlik" hayalleri aliyor.

hepimizde internet var, internet lüks degil ve öss nesli tam bir kazma (istisnalar, rahatsizlanmayin arka siralardan. ugultunuz buraya kadar geliyor)
"interaktif bir sözlükte yaziyorum" diye hava atiyor abi adam lise sirasindaki arkadasina...hayatinda okudugu kitap satiri dönem ödevi icin okumasi gereken yaprak dökümü'nün yekününü gecmemis adam(diziye bakmayin. kitap sadece 90 sayfa), kompozisyondan altmisin üzerinde not almamis adam...karsina gecmis, yazarlik yaptigini iddia ediyor. verdigin ukdeyi doldururken eli titremiyor mu, merak icerisindeyim. "tek cümlelik" entry ile ukde doluyor ya hu. onu ben de yapardim, neden ukde vereyim evladim?

üstelik böyle katilimci ortamlarda yazarlik dedigin "karsilikli" yapilan bir seydir. yani etkilesim söz konusu...
senin yazdigin seviye, benim yazacagim seviyenin de önünü aciyor. hatta disardan gelen adam icin bile bir "sts" görevi görüyor yazilanlar. "burasi böyle" yaftasi kullaniliyor.

oysa ki, keske ana rahmimize dönebilsek. "eski iyidir" demiyorum. nostaljik bir adam olsam da demiyorum...ilerlerken güzellesmek gerekirdi aslinda; ama biz "eheh her yerde kendim olmak zorundayim, burda artik olmayivereyim" diyen adamlarin kit espri anlayislari arasinda sikisip kaliyoruz. norlam yasantimizda seslerini "mute" moduna alip yanlarindan uzaklasabilecekken, sanki bir isyeriymiscesine burda mecburen dinlemek zorunda kaliyoruz.
interaktif sözlük, sadece "eglendigimiz/eglenirken ögrendigimiz" bir platform olmaktan cikiyor ve kismen kasan bir elbise gibi bizi sariyor. aliskanliklarimizdan ötürü fazla kacip kurtulamiyoruz da.
bu da böyle bir degerlendirmemdir, uzun dikilmis.

sendikaların aidat gerekçesiyle kadro talebi

yersen, bahane.
bir sendikayi ayakta tutan tabii ki üye aidatlaridir. bunun sagindan solundan dolanmaya gerek yok. bir sendikaci olarak acik ve net bir sekilde bunu söylemekten gocunmam.

yalniz "sendikalar bugüne kadar ne yapmistir" sorusunu sormak gerekir burda. her ülkede, sendikalar kitle eylem örgütleri olarak gebelik izni, emzirme izni, yasal tatil, yasal calisma süresi, asgari ücret, saglik sigortasi, yemek+yol gibi imkanlari tabanindan gelen kuvvetle elde etmistir.
sendikalar, isci sinifinin örgütlendigi ve de esasinda sendika agalarina birakmadan yönlendirdigi mekanlar olmalidir. simdi böyle olunca, herhangi bir grevde olsun yürüyüste olsun cesitli imkanlarin saglanabilmesi icin paraya ihtiyac var. hem insan, aidat ödedigi bir yere farkli sekilde baglaniyor. bunu da az cok hepimiz biliyoruz.

ancak hükümetin "sendikalar aidat icin kadro istiyor" demesi sacma. kadrosuz calisan iscilerin de sendikal haklari var büyük fabrika ve firmalarda (türkiye capinda sendikalasma hadisesi abd ile yarisacak sekilde cetrefillidir. avrupa'ya bir bakmak gerekiyor bu acidan).

konuyu 4c mevzuuna getirecek olursak, 4c sadece özlük haklarin elden alinmasi degil, kölelik kosullarinda calismanin meydana getirilmesi. 9 aylik is akdiniz hasebiyle sendika hakkiniz tamamen elinizden aliniyor. neymis efendim? "bu kadar calisiyorsun, sendika senin neyine" imis...
soruyorum, buna karar verebilecek merci hükümet midir? ben isci olarak sendikalasmak hakkimi kullanmak istiyorsam, bunun önündeki engel beni yöneten insanlar bütünü olabilir mi?

olsebepten, hele de tekel iscilerinin direnisi altmisinci gününü devirmisken, böyle aciklamalara böyle mavralara prim vermemek en güzeli.

dipnot: sendikalarin yönetim seklinden memnun degilsek, madem ocagi eylemlerindeki gibi bir sürece girilinip, sendika yöneticilerinin alasagi edilerek gercek isci temsilcilerinin oralara getirilmesi icin caba göstermek gerekir.
iscinin, en kitlesel örgütü olan sendikasina sahip cikmaktan baska cikar yolu yok.

bayan nihayet

cemal süreya'nin biliyorum sana gidensiirinde adi gecen "son". ayrica oteller hanlar hamamlar icin sürekli siirde de adini zikretmistir.
ammavelakin üstadin ne kadar cok "nihayet" e ermeye calistigi ve ne denli cetrefilli gönül maceralari oldugu acik. kendisi neticede, iki hanimina daha "bayan nihayet" demistir...olsebepten, rivayet odur ki, en önce birsen sagnak hanim icin söylenegelmese de, sirf onun icin yazilagelmis bir tamlama bu "bayan nihayet".