bugün

entry'ler (486)

let me kiss you

dinleten, dinlettikçe sevdiren, sevdirdikçe buruk sevinçlere sebep olan bir garip şarkı. hani elde edemediklerini hatırlatır da bazen insana yine de huzur da vermekten geri durmaz aslında. bazıları içinse bir geceden arta kalan tek şarkı.

nabiyon beya

mekan: tekirdağ
kişiler: dolmuşçular

+nabıyon beya? aydar mısın?
-aydarım aydarım. sen nabıyon beya?
+aydarım beyaa ben de aydarım.

(bkz: bir fiil olarak haydamak)

bilkent üniversitesi

ne mutlu ki christmas tatili yapan okuldur.

pulp fiction

hayat kurtarıcı filmdir kendisi. şu güne kadar hakkında iki sunum yapıp biri tam şu an olmak üzere üç ödev yazdım ki her biri kritik anlarda not toparlayıcım oldu. büyüksün tarantino.

he filmden ayrı olarak bir de bir uuser vardı, çok da güzel yazardı. zamanında sözlükçe düğününü kutlamıştık. şimdiye kadar çoluk çocuğa karışmış olsa gerek. *

en kısa en etkili hikaye

bir sözlük varmış, sonra yazık olmuş.

masraf olmasın diye ders kitabı almayan insan

tek bir dersin iki kitabına 150 + 190 lira vermesi gereken insan olabilir mesela. pdf kullanır.

ritalin

kafadaki her şeyi netleştiren güzellik. bugün tanıştık kendisiyle ve bana bugün "ders dinlemek" neymiş nasıl olurmuş bunu öğretti. biriyle konuşurken başka bi şey düşünsen bile netsin. yani aynı anda farklı şeyler düşünsen bile, ayrı kulvarlarda düşüncelerini ilerletebiliyorsun. bunu yaparken de konuştuğun adamın ruhu duymuyor, ne söylediğini defalarca sormana gerek kalmıyor mesela. evet bugün sapık gibi bunları denedim insanlar üzerinde. hatta iş bu entrynin de tamamen deneme amaçlı yazıldığını söyleyebilirim. normal şartlar altında şimdiye kadar otuz kere yazılmış silinmiş sonra yazmaktan vazgeçilip sözlük, bilgisayar, ışık filan kapatılıp gidip yatılmıştı. ritalin canmış evet.

ha şunu da belirtmek gerek ki eğer gerçekten sorununuz sadece ders çalışamamaksa bunun çözümünü ritalinde aramak pek doğru olmayabilir ki olmaz da yani. zira dikkat eksikliği okulun-derslerin yanında yaşantıda da gözlemlenebilecek bir şey. demem o ki ritalin benim kurtarıcım olur, tüm derslerden a alırım, ritalinle 4.00 ortalama da neymiş filan gibi triplere girmeden önce sorgulanması gereken şeyler var. tecrübeyle sabit ki muzdarip olunan şeylerin bir çoğu akademik dünyanın dışında yaşananlar oluyor.

tutmayın örnek veriyorum. mesela ayrıntılara dikkat edememek ya da deli gibi odaklanmak. bir ders saati boyunca projektörün ışığının nasıl yanıp söndüğüne baktığınız oldu mu hiç? benim oldu. en kötülerinden biri de karşınızda biri konuşurken dinler gibi gözüküp dinlememek. bunun da en vahim örneği annenin marketten bir şeyler istemesi olsa gerek. hayır üç şey istemiş kadın. ikisini elinde tutuyorsun, üçüncü için tüm reyonlara tüm raflara bakıyorsun "neydi bu? neydi?" diye. Eksik gedik götürüyorsun sonra, anne alışmış zaten. Sonracığıma, unutkan olmak ve bundan mütevellit devamlı bir şeyler kaybetmek. oturunca bile ellerin ayakların durmaması, çok söz kesmek, sıra bekleyememek, sorunun sonu dinleyemeden cevap vermek, dağınık olmak, her şeyden çabuk sıkılmak, çabuk bıkmak, sinema gibi uzun süre sabit durmak gereken yerlere gidememek, her yere geç kalmak ve bundan kaynaklı telaş, devamlı bir şeyleri ertelemek, sakarlık, sonucunu düşünmeden pat diye konuşmak ve aslında o an ağzından çıkan şeyi demek istediğinden de değil, sadece anlık bi boşluk. kitabın veya filmin ortasına gelip ana karakterin ismi hakkında en ufak bir fikre sahip olmamak. yine bence çok önemlilerinden karar verememek, harflerin veya sayıların yerini ters yazmak gibi yazım hataları yapmak, sürekli bir huzursuzluk hali, topluca bir yere gidildiğinde nedensiz oradan kalkıp gitme ihtiyacı ve belki de en belirleyicilerinden uzun süreli bir ilişki kuramamak gibi gibi. bana kalırsa kendinde bu tip farklılıkları gözlemleyebilmiş ve bunlardan rahatsız olan insanlar kendilerinin ve çevredekilerin ömürlerinden ömür götürmeden önce üşenmeyip bir psikiyatrla konuşmalılar.

bir de dikkat dağınıklığı olan insanlar aptal insanlar olmadıkları için * tüm bu sorunları engelleyici çözümler de üreten insanlar. hemen örnek tabi, ilkokul yıllarımdan beri yani 13-14 yıldır * her sabah kalktığımda okula gitmeden yapılacak şeyler maddelenmiş kafamdadır, ben 4 temel şeyi yaptığımdan emin olmadan çıkmam. üstünü giy tamam. çantanı hazırla tamam. saçını yap tamam. kahvaltı yap sonra git diş fırçala tamam. eğer ben bu 4 şeyi maddelemezsem evden çıkmam mümkün filan olmaz. hee üstünü giymeden mi çıkarsın deme, bir elimde diş fırçası bir elimde çorap boş boş dolanırım diyim anla sen ey bu yazıyı buralara kadar okuyabilmiş yüce insan. böyle çözümler de fark edilmesini geciktirebiliyor açıkçası, hayatı bunun gibi kısaltmalar üzerine kurulu biri olarak söylüyorum ki bu böyle.

velhasıl kelam, ritalin can, canan.

edit: o değil de bunun halüsinasyon gördürme gibi bir etkisi de olsa gerek. evet var gibi sanki. çünkü sınıfın ortasında kuş uçtuğunu sanmanın başka bir açıklaması yok gibi geldi. bilemedim.

busel

o büyük cope sınavından 6 gün önce "3 yanlış 1 doğruyu götürür" kuralını getirebilen bi busel'dır bu, aman dikkat.

bilkent üniversitesi

öncelikle türkiyenin en iyi üniversitesi.

kaynak: http://www.timeshigheredu...gs/2011-2012/top-400.html

sonralıkla ama önemli bir unsur olarak burslularla ilgili anlatılanların ferrarilerin çarpışması kadar efsane olduğu üniversite. 10-15 yıl önce yaşananlara tevellüdüm yetmez lakin son 5 yılda dışarıdan gözlemlediklerim ve geçtiğimiz dönem içinde bulunduklarımı göz önüne alarak, bir anlık bile duraksamadan söyleyebilirim ki bu okul burslularını sever. hatta o derece ki bu üniversite sınırları içerisinde burslu olmak demek iyisiniz, süpersiniz demektir. burslu burssuz sayısının eşite yakın olması da önemli bir etken olabilir, doğrudur. okul içindeki harcamalara gelince, bir şey almaya kalktığınızda herhangi bir devlet üniversitesinin 2 katı veya ona yakın bir para harcamanız gerektiği acı bir gerçek olabilir ancak bursluysanız okul sizi düşünüp zaten 500 tl verdiğinden açığı kapatmanın zor olmayacağını sanıyorum.

ayrıca belki bir diğer yanılgı da bilkentin başarısını sürdürme konusunda burslulardan kalır yanları yoktur zira burslu adam para vermemenin rahatlığıyla okurken, bu üniversite sınavının gazabından mütevellit para veren insan deli gibi çalışmasın da ne yapsın a dostlar? bölüm birincilerinin paralılardan olduğu bölümler veya burslu girip bitiremeyenler de yok değil hani. ha bir de türkiye sınırları içinde hiçbir okulun öğrencisinin daha çok zorlanabileceğini sanmıyorum.

gelgelelim bu okulun burssuzlarına. onlara daha bi yazıktır mesela. çünkü zaten sınavda gayet iyi* ama süper olmayan bir puan yapmalarına rağmen aman bilkent olsun adam gibi eğitim alayım diye devlet veya başka bir özel üniversitede burslu okumak yerine üzerine bir de para verirler, yetmezmiş gibi çevreden yükselen "benim bilmem kimin oğlu bilmem nere devlet üniversitesini kazandı." nisbetlerini çekerler. gel de anlat ki ben sadece türkçe netimle girerdim o bilmem ne üniversitesinin bilmem ne mühendisliğine.

çok uzattım, velhasıl kelam yaşadığımız ülkede adam gibi diploma isteyen adamın gidebileceği en iyi üniversite bu. nokta.

uludağ sözlük

sevgili sözlük. iş bu entry ben bu yazıyı sana yazdım içerikli olmakla beraber sitem ve itiraf filan da içerebilir lakin buraya yazmayı uygun gördüm. ben gördüm, ben yazdım. dördüncü nesil konuştu, dağılın!

evet sevgili sözlük ne diyoduk? yaklaşık yaklaşık 5 yıl kadar önce kader ağlarını örüp beni buraya sürüklediğinde mini miniydim. cidden. 2.5 yıl gibi uzun süreli, sıkı fıkı, geceli gündüzlü, bol atıp tutmalı, çok okuyup az yazmalı birlikteliğimizden sonra seni bırakıp çok da uzak olmayan diyarlara gittim. hayır yani gitmedim de işte... neyse. 2 yıl boyunca açıp yüzünü bakmadım pek ama hani aklımdaydın çok uzakta olup da bi türlü arayamadığın arkadaşın olur ya, heh onun gibi işte. neyse şimdi biraz boş sayılırım, arada bi giriyim diyorum okurum, yazarım bi iki filan diye de nolmuş sana? böyle bi değişmiş buralar; o zamanlar başlık parselinden başka bi şey ifade etmeyen dokuzuncu nesili bile yapmışız filan? sol frame desen... ben hiç bu kadar kolay gammazlayabildiğim bi zaman da hatırlamıyorum, otursan yarısını gammazlarsın o derece. sen ki ne süper yazarları yemişken kül yutturur musun bunlara? ayıp. neyse işte ben sevemedim seni pek. ilişkimiz de anlamını yitirmiş anlaşılan. soğukluk mu girdi aramıza yoksa? bi işaret gönder de bozulmasın aramız, kalayım buralarda.

sincerely, bgm

edit: ha bu arada bak saat iki buçuk oldu 531 kişi var başında. şaşkınlığımı nasıl ifade etsem bilemedim. normal sayı 56 olmalı mesela, ne 500 ne? hayır en son bıraktığımda bu sözlükte günün en işlek saati 300 kişi aynı anda giriyoruz rekor denemesi yapılmasaydı tamam diycem de...

genç osman

dün itibariyle ilk kez izlediğim ankara dt oyunu. pek sıkılmadan izlenen ama öyle çok da süper olmayan ve hatta bazı yönleriyle bu olmamış denilesi... izleyeni* rahatsız eden detayların çoğunu sadece oyunun uzun süredir oynanmasına bağlamak ne denli doğrudur bilemem ama izlerken "laçkalığı" hissetmek zor olmuyor. yoksa en kötü tiyatrocu dahi bilir ışık yönelmeden söze girmemesi gerektiğini.

unutmadan...yaşanmışlara olan tepkimle ilgisiz olarak zira zat-ı alilerinin olaylı kişi olduğunu bilmezken "tolga tuncer sahnede olsun, hep olsun" hissi dört bir yanımı kapladı niyeyse.

felis is back bitch

yine, yeni, yeniden aynı okul ve hatta bölümde olduğumuz yazar. izindeyiz.

ygs 2011

minimum 140 net beklentisiyle girip 131.50 net yaptığım sınavdır. zorluğundan mıdır? kesinlikle hayır. hatta nşa rahat 145 net yapılacak sınavdır. lakin mezunluğun verdiği strese bağlı kafayı o an toparlayamama insanı halden hale sokabilmektedir. iki sınava da girmiş biri olarak söyleyebilirim ki matematik geçen yıla göre zordur evet ama tamamen geçen yılın kolay olmasından dolayı. yani matematiğe zor demek de pek doğru değil. türkçesi de geçen yıla oranla çok daha az çelişkide bırakmıştır. Coğrafya ve fizik için de rahatlıkla daha basit olduğunu söyleyebilirim. kişisel olarak üzmesine üzmüştür hatta an itibariyle şiddetli baş ağrısı sebebidir ama zor sınav filan değildir.

ha tabi kime göre neye göre di mi?

edit: kıskançlıktan mı şimdi bu yoksa sınav kolay dedim diye mi?
edit 2: tamam vurmayın öldü.
devam eden eksiler üzerine gelen edit 3: evet matematiğin zor gelmesi hiç de anormal bi durum değil çalışmayan için. çalışmayana zor geldiği için sınavı zor diye nitelemek yanlış sadece. tamam sınava girenlerin 1.6 milyonu için yaptığım ve beğenmediğim de mükemmel olabilir eksilerin sebebi buysa. ama soruyorum hayatınızda kaç kere fende 29 bininci tmde 8 bininci olduğunuz bi sınava tekrar hazırlanmaya kalktınız? tatminsizliğimi mazur görün.

edit 48563746: iş bu entry 1 yıl aradan sonra "du bi sözlüğe bakayım" diyerek yazılıp en çok eksi alan 5. entry olabilme yeteneğine sahipmiş. ilginç.

ted ankara koleji

Şu sıralar porno skandalıyla çalkalanan okul. Tenefüste koridordaki plazmalardan 2 dakika boyunca yapılan yayın adını ted efsanelerine altın harflerle yazdırmıştır.

burnuk

eriştenin aslında "anneanne makarnası" olmadığını aynı şekilde 13-14 yaşılarında okulda arkadaşlarından öğrenen bünye için hiç de yadırganmayan olayın baş kelimesi. "Nasıl bilmezsiniz ya anaane makarnası işte? hani böyle küçük küçük?" Halbuki ben onu anaane makarnası olarak yedim o yaşıma kadar. nesıl bilmezler? Öğrendikten sonra hayatın anlamını sorgulamalar, kandırılmışlık hissi de cabası.

Velhasılı kelam ersinciim you re not alone.

baklavayı sahiplenen yunanlılar

baklava bir kültür ürünü olduğundan fazla yanılmayanlardır. ha amaç farklı mı? tabii ki farklı.

şöyle bir düşünecek olursak
bu baklava denen meretin hammaddesi ne? un.
un için ne lazım? tarım.
orta asyadaki türkler tarımla uğrşıyor muydu? hayır.
anadoluda tarım yapılıyor muydu? evet.
peki türkler anadoluyu kimlerin elinden aldılar? rumların.

yani rumlar baklavayı türklerden önce biliyorlardı ama bu baklavayı rumların yapamaz. çünkü anadolu ezelden beri rumların da değildi. onlar da birilerinden aldılar toprakları.

bugün yunanistan'da da baklava yapılıyor türkiye'de de. fakat bir yunanın önüne bir yunan baklavası, bir de gaziantep baklavası konulsa gaziantep baklavasını seçecektir. zira baklava anadolu kültürüdür, anadoluda yaşar. dışarı çıktığında bozulur. medeniyetler beşiği olarak anılan bir yerin ürünlerini bir çok milletin sahiplenmesi de anormal bir durum sayılamaz aslında.

ama yine de şu durumda gerçek anlamda baklava "bizim"dir.

çocuklarla girilen diyaloglar

küçüğü yemek yemeye ikna edebilmek için türlü laflardan sonra;

+ hadi güzelim yemek yiyelim.
- hayır ben acıkmadım.
+ ben deli gibi acıktım ama?
- tamam ben de salak gibi acıktım.

yine aynı çocuğa bi şeyler anlatılıyordur;

+...işte biz mavi yolculuğa gittiğimizde oldu.
+ biliyor musun mavi yolculuğu?
- evet. ben de kırmızı yolculuğa gittim.

aynı über bilmiş çocuğun televizyona layık gördüğü isim tenanus. bunun üzerine;

+ neden televizyon demiyorsun?
- televizyon da diyebiliyorum telivijın da!
- ama ben tenanus demek istiyorum!

toplumsal gerceklikten yoksun reklamlar

supangle reklamıdır.

+aa babaannem mi geldi?
-ı ıh.

annesi supangle yapmış meğer, doktor ötger sağolsun.

her şey normal gibi gözükse de türküz biz lan. bir tane supangle yapan türk babaanne bulun öpücem. şahsen bir babaanneye sahip değilim ama babaanne dediğin sütlaç yapar, kazandibi yapar ne bileyim baklava filan açar.

bir de doktor ötger'den geleneksel tatlarmış, hadi ordan seksi.

kasgarli tost

geç de olsa dönerek ne de güzel, pek de güzel yapmış yazar. aferin ona.

kaşgarlı tost'suz sözlük kaşarsız tost gibi, mahmutsuz kaşgar gibidir*.

bir kızın karadeniz e benzemesi

yan yatmış bir kıza benzemesidir olsa olsa.

istanbul civarı boynu ki bir kızın en güzel yerlerinden biri boynuysa istanbul'a yaraşır.
zonguldak samsun arası göğsü oluyor şu durumda.
samsundan sınıra kadar da beli.
"gerisini" de gürcistan'a kaptırmışız. kaderin kısmetin böylesi.