bugün

entry'ler (122)

başkalarını daha iyi anlamayı sağlayacak şeyler

burnunun doğrultusunda gitmektir. burnunun doğrultusunda gidenleri anlayabilirsin böylece.

en zor ve en garantili yöntem de şu galiba:

mal olmadığın halde mal taklidi yapmak!

yeşil sözlük

sözlükler aleminde yeni bir soluk.

yoksa siz hala annenizin sözlüğünde mi yazıyorsunuz?

ben senden daha müslümanım

(bkz: benim nenem de namaz kılardı)

anlamadıysan anlarım

bir tür açık çek. karşımızdakine, yani ağzını açıp bizi dinleyene.

anlamayıp da anlıyormuş gibi yaparsan kalbini kırarım!

pavkırmak

ege'de çakalların çıkardığı ses için kullanılır.

ihl sözlük

15-20 yazarın döndürmeye çalıştığı sözlük. bunların da beş tanesi yöneticilerin fake nickleri. hatta şunu yapmaya başladı yöneticileri: baktılar ki bilgi içerikli yazan yok, kollarını sıvayıp harıl harıl entry yazmaya koyuldular. ama şunu da göremediler: kalitesizliğin içinde yaşıyorsanız bir süre sonra ortama uyum sağlıyorsunuz.

kendilerine kardeşçe eleştiriler:

-bir başlık açın, on entry yazılsın, bunların yedi tanesi boş bakınızdır.

-ceza tahtası diye bir şey icat etmişler. bir nevi yönetimin kendini aklama çabası. talebe yapılan ya da silinen yazarın suçu, cezası, onaylayanlar vs... yönetime muhalif olduğundan dolayı silinen yazarların nick'leri görünmez bu tahtada.

-yöneticilerden birine şunu demişseniz kesin silinirsiniz: biraz imlaya dikkat etmeli.

-en iyi yazarları yönetimi en çok yalayanlardır.

-"ya tahammül ya sefer" ilkesinden bihaber yöneticiler, "ne tahammül ne sefer" umdesine gönülden bağlıdırlar.

-kafalarına göre yazar silenler, elbette kafalarına göre de yazar alırlar sözlüğe. yazar alımları kapalı olduğu halde, masa altı yazarlar türer birer birer.

-yazarlarının çoğu türkçe yazım kurallarını bilmez. çünkü forumlardan havalanıp gelmişlerdir sözlüğün engin çayırlarına.

şimdilik bu kadar.

meraklısına not: evet kuyruk acım var, üzülüyorum hallerine, dışarıdan bakınca hakikaten traji-komik.

türkiye iran olur mu

asıl korkulması gereken şu sanırım:

iran türkiye olur mu?

argüman kızarttım seversin

madem "marife iltifata tâbidir", bunu da iltifatımız olarak kabul edin. madem birilerini sallandıracağız sözlük meydanlarında, dayanağımız da bize dayansın. bizi suçlayanların utancını da bir bayrak gibi taşıyalım gözlerimizin gönderinde.

"ceviz getireyim yersin" in modern versiyonu.*
ye hadi!

hece düşmesi

ses düşmesi ya da ünlü düşmesi olarak da geçer kaynaklarda. istisnaları elbette vardır: "akıl" da düşer de, "ahır" da düşmez mesela... ne garip değil mi?

bir de şu: orada, burada, şurada sözcüklerinde kural ihtiyarîdir. ister düşürürsünüz, ister düşürmezsiniz.

büyük ayı

bu da benden size ders olsun da derslenin bakalım biraz....

şunu demiş kızılderili reisi:

ormanın derinliklerinde ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız büyük ayıyı takip edin!

büyük ayı amerika ise anlarsınız dediklerimi...

dünyayı anlamak o kadar da kolay değil canım!

ismail kılıçarslan

berbat şiirler yazıyor, sararmış dişleriyle süslüyor okumalarını. yazsa; ama keşke hiç okumasa...

hepimiz kendimizi avutuyoruz ismail!

ihl sözlük

büfeci islamcıların eline geçmiş sözlük. küçük olsun da benim olsun derdindeler. günden güne küçüldüklerinin farkında bile değiller. alın bakalım, sizin olsun...

ilk buluşmaya soğan yiyip terli ve cd ile gitmek

radara yakalanmamak için boynuna cd asarak gitmek sanırım. umarım...

sivas göklerinde sırp tayyareleri uçacak mı

bir ismet özel yazısı.

sivas göklerinde sırp tayyareleri uçacak mı?

türkiye'de 12 eylül'den sonra yeni bir askeri müdahale olup olmayacağı çevresinde dönen bir soruşturmaya cevap verirken hatırımda kaldığı kadarıyla şöyle demişti bir zaman önce aziz nesin: "eğer müslümanlar (lafzen şeriatçılar dese gerek) bir tehlike arzederse orduyu biz çağırırız."

bu sözleri bir günlük gazetede okuduğumda bir kimsenin ilginç olmak uğruna nerelere savrulabileceğini fark edip şaşırmış ve fakat "biz" dediğinin kimlerden oluştuğunu pek anlayamamıştım. acaba diyorum bu günlerde cuş u huruş ile içine daldığı faaliyet "orduya davetiye" fikrini kuvveden fiile çıkarma isteğinin bir uzantısı mı? bilemiyorum. bilemediğim çok şey var. eğer birileri bir ordu çağıracaksa, bu nasıl bir ordu olacak? müslüman öldürmekte uzmanlaşmış sırp ordusu bu iş için biçilmiş kaftan değil mi? gözlerimizin önünde bir şeyler oluyor. ülkemizdeki laik düzeni savunan çevreler bile bosna hersek'te olanların kıbrıs'ta tekrar edilebileceği endişesini dile getiriyor. anlaşılan endişe duyulması gereken bölge kıbrıs'la sınırlı kalmayacak. nerede müslüman varsa oranın icabına bakmayı kedine görev bilen birileri hep çıkıyor. aklıma takılan soru şu: aziz nesin gibilerinin kendilerini güvenlikte hissetmeleri için sırp (veya grek, ermeni, rus veya amerikan) uçaklarını sivas semalarında görmeleri mi gerekiyor?
müslümanların icabına bakma gayretkeşliği her türlü dolambaçlı yolu deneyebileceklerini düşündürdüğü gibi aziz nesin'in sivas olayları sonrasında ağzından dökülen laflar "davetiye" niyetinin ne kadar ciddi olduğunu da gösteriyor. başbakan tansu çiller saçlarından, cumhurbaşkanı süleyman demirel kravatından sürüklenecekmiş! bu sözler, açık bir kışkırtmanın ötesinde anlamlara sahiptir. müslümanlar haysiyetli, yurtsever, millet bütününün selametini kapsayan bir siyaset lehine ağırlıklarını koydukça sol görüşler ve bu görüşlerin şampiyonları toplum hayatında hak edilmiş bir yer bulamıyor. sol kendi yerinin ancak ülkeyi batağa sürükleyenlerin yanında olduğunu kabul ediyor. bütün bu hırçınlık ve habaset de bundan. bir süre sonra çıkıp şunu söyleyebilirler: "müslüman kimliğini sahiplenen türkiye ortaya çıkacağına türkiye hiç olmasın." giderek olayların türkiye'de yaşayan insanları şöyle bir tercih karşısında bırakma ihtimali kuvvet kazanıyor: "ya müslüman türkiye veya hiç!"

islamî dönüşümün türkiye için ideal toplum tasarımı olmaktan ziyade bir zaruret haline geldiği günden güne daha belirginleşiyor. ülkemizde dünya sistemine teslimiyeti ifade eden bütün politikalar iflas etmiştir. daha gerçekçi dille söylemek gerekirse, türkiye islam'dan uzaklaşmanın rantını yiyememiştir. batılılaşma ülke insanı için bir tuzak yemi olarak kullanılmış, islam kimliğinden kopma karşılığında vaadedilen ücret ödenmemiş, türkiye elini verdiği için kolunu kurtaramamıştır. millet olarak islamî bir kararlılık gösterememenin cezasını çekiyoruz. başımızda dolanan belayı defetmenin yolu sivas (veya kayseri) semalarına sırp uçaklarını davet etmekten geçmez.

milli gazete / 8 temmuz 19

ihl sözlük

ümitlerimizi boşa çıkarmış sözlük. devamı da gelir nasılsa... sabır ey okur!
(bkz: oradaydım)

gidene kal demek

(bkz: aynı anın içinde sonsuz karşılaşma imkanı)

darthw

dincileri edebiyat özürlü olmakla itham eden yazar. kendisi özel isimlere gelen çekim eklerini bile ayıramıyor.

ayıralım bunu bir kenara!

aynı anın içinde sonsuz karşılaşma imkanı

bir leyla ipekçi yazısı. kalmak mı yoksa gitmek mi zor? kaderin bize sorduğu zor bir soru. gidemeyenler okusun:

aynı anın içinde sonsuz karşılaşma imkânı

aslında hep aynı anın içinde tutar bizi gitmek. bir kez gitmek sonsuzdur. geride kalan her şeye anlamını veren gitmektir. kalanlar, ancak bu niteleme içerisinde kendi adlarına ve sıfatlarına bürünmeye başlarlar yeniden. bazen yavaş yavaş. bazen hemen.

kırık bir gönül hikayesi. gençlik anıları... ya da üç dakika süren bir karşılaşma anı...
kalanlar genellikle geçmiş zamanda anılırlar. bu yüzdendir ki daima bugüne, şimdiki zamana taşınırlar. biçim, görüntü ve sık sık algı değiştirirler. eşlik edebilmek için bize. belleğimize...

anılar, olaylar ve nesnelerin yanı sıra geçmiş zamandan bugüne taşınan 'kalanlar' o kadar çoktur ki. kişiler de kalır mesela. bazıları kalmayı yeğler, evet. gidenlerin el sallayıp gitmesinden sonra neler olup bittiğini ancak kalanlar bilir. yaşamsal alanı kalanlar genişletir. böyle düşünürüm kendi adıma.

kalanlar

kalmanın hayatı kavramaya iten bir başka yanı daha vardır. sabretmek. ayrılık kalan kişi için iki kere zordur. gidenin hüznünü de paylaşır, özlemini de. öte yandan kalmanın sorumluluğu giderek terbiye eder kişiyi. zamana ve mekana bakışını kökünden dönüştürebilir bazen. gitmek evet hüzünlüdür. ama kalanın sabır eşiğinin genişlemesinde gidenin hüzün, özlem, kavuşma arzusu gibi tüm 'haller'ini üstlenmesinin rolü büyüktür. kalan, biraz da tüm zamanları kuşatandır aynı zamanda.

giden kişi bazen keşfetmeye gider, bazen de bildiklerini doğrulamaya gitmektedir. bilmediğine teslim olmayı bilen ise kalan kişi olur çoğunlukla. ancak kalan bilir bilmediğini. bu bilgi; tam bir kalp ilmidir. kalmakla açığa çıkar insanda. öğrenilmesi gerekmez. zaten içindedir.

gidenin kalp ilmi daha farklı açılışlara imkan tanır. sözgelimi başkası olmaya gitmektedir kişi. sorsanız evet der gidenler, başka dünyaları keşfettikçe başkası olur insan. ötekilerle arasındaki mesafe kalkar. aynı zamanda da 'kendi olmaya' giden yola çıkmış olur giden kişi. çünkü insanın kendi olma serüveninde kaçınılmaz olarak başkaları vardır. başkası olma hallerimiz vardır... hepimizin yolcu olduğu bir hakikatin dehlizlerinde bata çıka gezinme hevesi belki daha fazladır gidenin. bazen.

gitmek ufkunu genişletir insanın. kalanlar ise umut ederler durmaksızın. beklemek, insanı gelecek zaman kipinde tutar. ve umudun eşiğinde. tabii şu da var. gidebilme umudunu kalanlar taşır genellikle. gelenleri karşılamak da onlara düşer. nihayetinde kalanlar da bir başka yolculuğu, yani bir başka gitme işlemini gerçekleştirmektedirler kendilerine göre. daha farklı bir biçimde...

müzmin bir 'kalan' olarak, doğduğum yerde yaşıyorum ben. insanlar geliyorlar. değişimlerin içinden geçiyoruz. savruluyor, dönüşüyoruz. gidiyorlar. büyük gitmelere ve büyük gelmelere tanık oluyorum durduğum yerde. kalp hicretlerine, hac yolculuklarına, kişisel miraçlara, ruh hicretlerine yakın duruyorum ister istemez. yani 'kalan'ların kalarak yol almalarının hikayesine...

hakikat içinde ayrıntı gibi duran veya görünmez bir boyutta algılanan birçok şeyin aslında 'gitmekte' olduğunu sezebiliyorum kaldığım yerden. tabii buna bağlı olarak kendi 'gitme' eylemlerim de daha çok görünmez ama hissedilebilir bir boyutta vücut buluyor. hicretler daha fazla içselleşebiliyor. her zaman değil. bazen.

ben de gidiyorum kısacası. kendime ait bir biçimde. giderim. ama bu gitmekliğim bile bir 'kalan'ın gidişidir. geride bıraktıklarımı içerdiğimi, hep aynı anın sonsuzluğunda onların da beni kuşattığını hissederim. hiç bırakmam geçip gittiklerimi.

benimle çoğalır, nadiren azalırlar. nihayetinde zaman geçtikçe taşıma kapasitem de genişliyor geçip gittiklerimi. eksilmekten, yük boşaltmaktan filan hiç söz edemem gittiğimde. gitmek; her seferinde bir kez daha kalmaktır benim için.

ve anlarım ki, insanın kendindeki en kıymetli şeyi giderken kendisinde kalanlardır. kimse bunu alamaz ondan. çalamaz. beni ben yapan bende kalanlardır. bir gündüzden, bir sanat eserinden, bir düşünce tarzından veya bir insandan bende kalanlar. tabii bunun değerini en çok giderken anlarım. gitmekle.

kavuşmanın öncesi, sonrası

kavuşma anından bir önceki durumdur aslında gitmek. kavuşma anından sonra yine gidilecektir gerçi. bir kez daha. esas kavuşmaya... böyle bakacak olursak, hepimiz kavuştuktan sonra koptuğumuz, ayrı düştüğümüz için metaforik olarak hep gitmeklerdeyiz.

ta ki, bu gidişlerin aslında bir dönüş yolu olduğunu fark edene dek. gidişlerimiz sonsuza dek yeni anlamlara açılarak hakikat algımızı genişletecekler. evet. ama gidişlerimizin istikameti metaforik olarak cennete yaklaştıracak bizi. ilk düştüğümüz yere.

aynı şekilde kalışlarımız da bir iple ilk kıpırdadığımız yere bizi bağlıyor. tüm yer değiştirmelerimizi ve dönüşümlerimizi içeren, henüz gitmediklerimizi, henüz kalmadıklarımızı da içeren o çokluğun bir'liğinde, şah damarımızdan yakın olana kavuşmak bizim için en uzun yolculuk oluyor... böylesine bir gitmek: hep aynı zaman diliminde ve hep aynı anın sonsuzluğunda tutuyor aslında bizi: varoluş (veya yok oluş) hakikatinde.

gidiyorum belki evet. ayrı düşmeden. hakikatin bize iki parmak bile boşluk bırakmadığına teslim olarak. aynı anın içindeki sonsuz imkanlarda defalarca karşılaşmak için... kaldıklarımızla, gittiklerimizle.

beed e majnoon

körleşme üzerine bir film. bize kendimizi gösteriyor besbelli.

göz ki hayallerimizi yıkan bir katildir. dışarısı görmek istemediğiniz çirkinlerle doluysa bir körün en büyük korkusu "görmek"tir.

dokunmanın hazzı kalır parmak uçlarınızda.

insan bir periyi ancak rüyasında görür. çünkü rüya, peri için katlanılması gereken bir şeydir. rüya, gördüğümüz şeydir,; peri, görmek istediğimiz...

görmek nasip işiyse görmedim diye üzülmemek lazım.

insan, bazen cennetten bile sıkılır. hem, kim kendi hayatını yaşıyor ki?

bizden alınmış olanı dilemeyelim yine de...

allah, bize kendimizi de gösterir belki!

doluya koysam dolmuyor boşa koysam almıyor

kelimelerle dans etmeyi seviyorum. sanıyorum ki bu sevgi karşılıksız değil. onun için kelamım kavalyesiz değildir ey okur.

çok felsefik günümdeyim, geçelim o halde filozofiye:

boş, (bak burda insan sözünü kullanmamak için çok çaba harcadım) boş olduğunun farkında bile değildir. her daim dolu zanneder kendini. ne koysan almaz içine.

dolu, (bak burda insan sözünü pekala kullanabilirim, hem birileri de alınabilir üstüne)asla dolmayacağını bilir. hudut yoktur onun için. ne koysan dolmaz, dolmadığını bilir. dolmadığı için "dolu"dur zaten.

tanımlardan tanım beğen canım:

çarpı(tı)lmış atalar sözü, biraz daha büyüse deyim bile olabilirdi hatta...