bugün

entry'ler (158)

nazım hikmet ran

HiÇBiR AĞAÇ BÖYLE HARiKULADE BiR YEMiŞ VERMEMiŞTiR

Topraktan ateşten ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden...
....................................
....................................
.................................... ve insanlar ellerini
korkmadan
düşünmeden
birbirlerinin ellerine bırakarak
yıldızlara bakarak:
- "Yaşamak ne güzel şey!"
diyecekler;
bir insan gözü gibi derin
bir salkım üzüm gibi serin
bir ferah
bir rahat
bir işitilmemiş şarkı söyliyecekler...
Hiçbir ağaç
böyle harikulâde bir yemiş vermemiş
olacaktır

Ve en vadedici
bir yaz gecesi bile
böyle sesler
böyle inanılmaz renklerle
sabaha ermemiş olacaktır.
Topraktan
ateşten
ve denizden
doğanların
en mükemmeli doğacak bizden.....................

dokuzuncu neslin değerinin hiç artmayacak olması

(bkz: ADI ÇIKMIŞ DOKUZA iNMEZ SEKiZE)

iş güvenliği uzmanlığı

4857 sayılı iş kanunun 81. madddesine göre 50 ve üzeri işçi çalıştıran sanayiden sayılan iş yerleri için bulundurulması zorunlu teknik elemandır. işi, işyerindeki riskleri sürekli takip ederek iş kazalarını önlemektir.

iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuat daha öncesinde iş kanuna ilştirilmişti ve tabiri caizse orada besleme gibi duruyordu. nitekim bu önemli konu 30.06.2012 tarihinde 6331 sayılı kanunun yürürlüğe girmesiyle artık layıkını buldu. 4857 sayılı kanunda 50 ve üzeri sanayiden sayılan işler tanımı 6331 sayılı kanunla artık tarih oldu.
6331 sayılı kanunun yürürlük başlıklı 38. maddesine göre mevcut durum şudur:

Yürürlük

MADDE 38:

Bu Kanunun;

a) 6, 7 ve 8 inci maddeleri;

1) Kamu kurumları ile 50' den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için yayımı tarihinden itibaren iki yıl sonra, (yani 30.06.2014)

2) 50' den az çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerleri için yayımı tarihinden itibaren bir yıl sonra, (yani 30.06.2013)

3) Diğer işyerleri için yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra, (yani 01.01.2013 - diğerden kasıt: 50 ve üzeri işçi çalıştıran az tehlikeli sınıfta yer alan işyerleridir.)

b) 9, 31, 33, 34, 35, 36 ve 38 inci maddeleri ile geçici 4, geçici 5, geçici 6, geçici 7 ve geçici 8 inci maddeleri yayımı tarihinde,

c) Diğer maddeleri yayımı tarihinden itibaren altı ay sonra,

yürürlüğe girer.

Artık 1 işçisi olan işyerleri de dahil tüm işyerlerinin iş güvenliği uzmanı bulundurma zorunluluğu olacak.

bu cazip meslek için, teknik elaman olunması gerekmekte. Kimler olabilir? sorusunun cevabı şudur:
1. teknik eğitim Fakültesi mezunları
2. Mühendislik Fakültesi mezunları
3. Kimyacılar ve Fizikçiler
4. iş sağlığı ve güvenliği meslek yüksek okulu mezunları

Burada dikkat ederseniz 2 yıllık bir MYO mezunu olursanız bir anlamda 4 yıllık mezunu bir kişiye denk oluyorsunuz. Durum değerlendirildiğinde iş sağlığı ve güvenliği meslek yüksek okulu mezunlarının çok şanslı olduğunu görebiliyoruz.

6331 sayılı kanunun yönetmelikleri henüz çıkmadı. Mevcut yönetmelikler için 27.11.2010 tarihli resmi gazete incelenebilir. Yönetmeliğin tam adı: iŞ GÜVENLiĞi UZMANLARININ GÖREV, YETKi, SORUMLULUK VE EĞiTiMLERi HAKKINDA YÖNETMELiK

her türlü mevzuat bilgisine mevzuat. gov.tr ye, iş sağlığı ve güvenliği hakkında her türlü detay için http://www.isggm.gov tr ye müracaat edilebilir ya da ALO 170' i arayabilirsiniz.

türkiye de en yapılası meslek

(bkz: iş güvenliği uzmanlığı)

30.06.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6331 sayılı iş sağlığı ve güvenliği kanunu sonrası artık tüm işyerlerinin kaç işçi çalıştırıldığına bakılmaksızın iş güvenliği uzmanı çalıştırma zorunluluğu olacak. bu nedenle geleceğin revaçta olan mesleklerinden biridir.

istanbul un dünyaya rezil olması

Elif Şafak' ın 29.11.2012 tarihinde köşesinde yer verdiği yazının konusudur aynı zamanda. Üzücüdür, yüzleşecek cesaret ister.

sürekli hüzünlü duran insan

melankolik insandır, hüzünlü olmaktan zevk duyar.

kullanmaya kullanmaya pas tutan organlar

(bkz: KALP)

verecek süper cevabı varken susmak

durumu en iyi şu söz tanımlar:
(bkz: konuşsam faydası yok sussam gönlüm razı değil)

30 ağustos zafer bayramı nda çalışmak

işverenler, çalışanalarından, iŞ KANUNUNA iLiŞKiN FAZLA ÇALIŞMA VE FAZLA SÜRELERLE
ÇALIŞMA YÖNETMELiĞi' NiN Fazla Çalışma Yaptırılacak işçinin Onayı başlıklı 9. maddesine göre 30 ağustos ve diğer bayram günleri ve ulusal tatil günlerinde mesai yapıalcağına dair onay almak zorundadır. bu onay yoksa işçi çalışmak zorunda değildir.

zeki kadınların erkeklerden talepleri

zekasına yetmesi ve kendisine hakim olarak ona ait olduğunu hissettirmesidir. zira kadın aitlik duygusuyla yaratılmıştır.

yazarların öykü denemeleri

Yetmiyordu aldığımız para evi geçindirmeye... Hele bir de ben üniversiteyi kazanınca iyice daralmışlardı. Her zamanki gibi belli etmemeye çalıştılar ama ben üzerime düşeni yapmaya çoktan karar vermiştim bile... Acilen iş aramaya başladım. Bu kati kararımdan birkaç gün sonra, tam da zamanında, başarılarıyla herkesten takdir ve saygı gören Tarık Hoca' nın kapısında "asistan arıyorum" diye bir yazı gördüm. Çok sevinçli ve heyecanlıydım daha ne söyleyeceğimi bile kafamda tasarlamamışken heyecanımdan kapıyı çalmış bulundum. Allah' tan içeriden ses gelmedi. Kendi kendime söylendiğim bir anda arkamı döndüm ve karşımda Tarık Hoca' yı gördüm. Odası ile arasında duran, şaşkın şaşkın ve dünyadan ilişkisini kesmişçesine kendisi ile konuşmayı sürdüren bana, gülümseyerek bakıyordu. Çok utanmıştım. Odasının kapısı ile arasından çekildim. "Evet, nasıl yardımcı olabilirim sana?" diye sordu. "Şey..." dedim "...ilan..." dedim. Gülümsemeye devam etti ve "gel bakalım" dedi ve anahtarıyla kapıyı açtı.
Akşam eve giderken ayaklarım yere basmıyordu. iş bulmuştum. Okuldan kalan boş vakitlerimi hem derslerime fazlasıyla faydası olabilecek şekilde geçirecek hem de üzerine para alacaktım.
Okula başlayalı 6 ay olmuştu. Hayatımdaki her şey olağandı ve kötü giden bir şey yoktu. Derslerimle meşgul oluyor, kalan zamanlarımı da Tarık Hoca' nın odasında işimin başında geçiyordum. Onun her hareketinin manasını biliyordum artık. Bir bakışından ne istediğini anlar olmuştum. Onun hizmetine çalışmayı kendim için lütuf sayıyordum. Ona hayranlığım her geçen gün biraz daha artıyordu. Gözlerimi kapattığımda yüzünü görüyor, sesini duyuyor, heyecanlanıyor, görmeyince özlüyordum. Her şey öyle yavaş olmuştu ki; o gülüşü, kalbime mıh gibi nasıl saplandı bilemedim... Onu ne zaman, böyle görmeyince, deliler gibi özlediğimi bilemedim. Artık engelleyemediğim bir tutkuyla ona bağlı olduğumu hissediyordum.
Kendime bile itiraf etmekten kaçındığım hislerim, yalnızlığımda kıskıvrak yakaladığında beni, dehşete kapılıyordum. Evliydi o, yaşça benden çok büyüktü. Düşündükçe nefret etiğim bile oluyordu kendimden, nasıl yaparım bunu diye aklımı yiyor ama onu gördüğümde, tüm bunları unutup, gülse de kalbime sular serpilse diye dualar ederken buluyordum kendimi. Kabullenmesi çok zordu ama evet, ona deliler gibi aşıktım. Kalbimde daha önce kimsenin bilmediği bir yer vardı ve o, tam oraya dokunmuştu. Gözümün bebeği kadar değerliydi benim için.
Bu mani olamadığım kıpırtılar, mimiklerimden anlaşılmasından çekindiğim bu hissiyat, beni perişan ediyordu. işlediğim günahın tek sırdaşı yine bendim. aşk gibi bir duygunun günahla karışması beni kendimle çeliştiriyor, aklımı zorluyordu.
Dayanamayarak bu ortamdan da ondan da uzaklaşmak istiyordum fakat gitsem özlüyor, kalsam ölüyordum. işin çok daha kötüsü, onun yüzünde bazen yüzümü görür gibi oluyordum. Odada yalnız kaldığımız zamanlarda bakışlarını üzerimde hissediyor, mosmor olup kaskatı kesildiğimden bakmaya cesaret edemiyordum. Her gece uyumadan önce, o hiç kimsenin bilmediği yerde ağırlıyordum onu... Onun da beni sevdiğini düşünüp hayallere dalıyordum. Biraz sonra kalbimin acıdığını hissediyor, hayallerimi bıçakla kesip kanatarak, saçmaladığımı, onu çok sevdiğim için bu beynimin bana oyun oynadığını düşünüp, yüzlerce defa kendime kızıyor, kendimi çok aptal hissediyor, kahroluyor, hemen yarın işi bırakmak istiyordum. En sonunda böylesi geceler ızdırabım oldu. Bu gecelerin sabahında, işi bırakacağımı yerime bakacak başka birini bulmasını söylüyordum. "Lütfen şimdi olmasın, biraz daha idare eder misin? Yetişecek işlerim var çok yoğunum." Diyordu ve ben işten ayrılamıyordum. Bir süre her şey normale döner gibi oluyor en fazla 1ay sonra yine aynı hisler ve düşlerle yorulup, dayanamıyor yine işten çıkacağımı bildiriyordum ve o yine aynı şekilde "yoğunum lütfen bekle" diyordu.
Beynim bana yeni oyunlar oynuyordu. Bu defa onun beni bilerek göndermediğini düşünüp sarhoş oluyordum, başımı soğuk suya daldırır gibi uyanıp, buna imkan olmadığını, artık kesinlikle uzamaması gerektiğini düşünüyordum.
Yine böyle bir sabah odadan çıkmak üzereydi, Birden ayağa fırlayarak "Hocam!" dedim. Kapıyı açmak üzere olan elini tokmaktan çekti ve o her zaman ki uçsuz bucaksız denizler gibi sakin ve duruşuna bir kahraman ifadesi veren sesi ve beni yakan gülüşüyle "Efendim" dedi. Sesi kalbimin sokaklarında yankılanıyor beni sersemleştiriyordu. Düzgün cümleler kuramayarak ve "ıı ıımmm" diye bağlamaya çalışarak tekrar, işten ayrılmak istediğimi söyledim. Yanıma doğru sanırım bir dakika içinde yürüdü fakat o an bana o kadar uzun gelmişti ki... O yanıma yaklaştıkça alev gibi bir ateş yüzüme çarpıyor, milyonlarca karınca vücudumda hareket ediyor, mideme kramplar giriyordu. "Otur" dedi, duydum fakat çok sonra algıladım ve oturdum. ilk defa bu kadar yakın oturmuştuk, neredeyse dizlerimiz birbirine değecekti. Sanki saniyeler çok çabuk geçiyordu da dakikalar yıllar gibiydi, bu derece karışmıştı beynimdeki zaman mefhumu. Heyecandan nereye koyacağımı bilemediğim ellerimden tutup, diğer eliyle yere bakan yüzümü çenemden yüzünün hizasına kaldırdı, gözlerini gözlerime kilitledi, "Gitme!" dedi ve dudağımdan öptü. Kanımın vücudumda hızla dolaştığını hissediyordum, hızla yerimden fırlamak ihtiyacı hissettirdi bu bana, yüzüm kıpkırmızı olmuştu farkındaydım. Başımı kaldıramıyordum. Ayağa kalkmıştım evet, sanki hızla kalkınca kurtulacak gibiydim ama ayaklarım küçük hareketlerle bir ileri bir geri gidiyordu. Ne yapacağımı bilemeden kalakalmıştım. O da kalkıp önümde dikildi, elimi avucuna alıp öptü ve bir kez daha "gitme" dedi sonra kapıdan çıkıp gitti. Koskoca dünyada yapayalnız kalmış gibi kaldım odanın ortasında. Her yer etrafımda dönüyordu. Az önce yaşananları tekrar anımsamak istiyor fakat heyecanımdan ya bir yerinde takılıyor ya da hızlıca geçiyordum.
Uzun bir süre kaldım öylece. Sonra çok zor kendime gelip koşar adımlarla eve yürüdüm. Evimiz okula çok uzaktı ama nasıl yürüdüğümü şimdi bile hatırlamıyorum. Sanki bir yola saptım etrafımda hiçbir şey yoktu ve o yol beni eve kadar getirdi. içeri girer girmez kimseye selam vermeden girişteki sandalyeye oturdum. Annem, hem geciktiğim hem de suratımda tahmin ettiğim o dehşet ifade için çok telaşlanmıştı. Telaşı yüzünden okunuyordu "Çok hastayım anne" diye feryat eder gibi bir sesle iki üç dakika sonra ancak konuşabildim. Gerçekten çok üşüyordum. Annem koluma girerek beni odama götürdü, hemen uzandım. Annem yanımda "ne oldu kızım, doktora gidelim mi?" diye telaşlanırken ona sadece "uyumak istiyorum" dedim, karmakarışık bir halde uykuya daldım.
Sabah uyanır uyanmaz rüya görmüş olma ihtimalimi düşündüm. Rüya olmadığını fark ettiğimde ise rüya olmasını ne çok istediğimi sonra bu yaşananların aslında bir rüyanın gerçekleşmesi olduğunu düşündüm. Kendimi o kadar tuhaf hissediyordum ki sanki hayalim gerçekleşince anlamını yitirmiş herhangi bir olay oluyordu bazen, bazen de ayaklarımı yerden kesip beni dünyanın en mutlu aşığı yapıyordu. Günlerce odadan çıkmadım. Evimizi telefonla arıyor beni istiyor anneme hasta olduğumu söyletiyordum.
Olanlar hakkında tek bir açıklama yapmadan üzgün ve perişan bir halde odamdan çıkmayışım annem ve babamı çok üzüyordu. Babam hasta yatağında konuşamadan ve kımıldayamadan bana "iyi ol artık kızım" der gibi nemli gözlerle bakıyordu. Babamı bu halinde daha fazla üzmemeliydim, okulla ilişkimi kesmiş derslerin çoğunu kaçırmış ve devamsızlığımı arttırmıştım, bu okulu kazanmak için girdiğim zahmetleri hatırlayıp kendime gelmeliydim. Artık ne olursa olsun okula gidecek, odasındaki eşyalarımı toplayacaktım ve onu her gördüğümde yüzümü çevirecektim. Karar vermiştim artık, kararını vermiş ve yolunu çizmiş herkes gibi kendimi daha güçlü hissediyordum. Olacaklarla mücadele etmek için cesaretliydim artık.
Dersinin olmadığı bir sabah erkenden okula gittim. Odanın kapısını anahtarlarımla açmak için yöneldiğimde zaten açık olduğunu fark ettim, şaşkınlığın refleksiyle kapıyı açtım. Kafamı kaldırdığımda onu masasında otururken buldum. Hem şaşkınlıktan, hem utancımdan dehşete kapılıyordum. Titreyen sesimle "Özür dilerim hocam," diyerek elimle oturduğum masayı gösterdim "eşyalarımı alacaktım" Pencereden dışarıya bakıyordu. Göz ucuyla yüzüne bakmaya cesaret gösteriyordum ve ne düşündüğünü bu saniyelik anlarda çıkarmaya çalışıyordum. Kızgındı bana sanırım... Evet, çok kızmıştı. "Alabilirsin tabi" derken bile sanki serzenişte bulunuyordu, "alabilirsin" derken sanki sonunda "sana çok kırgınım" demek istiyordu. Hayatımda hiç olmadığım kadar tedirgin bir şekilde iki üç parçadan oluşan eşyalarımı aldım. Bu çok kısa anda aklımdan çok şey geçiyordu. Ben de ona çok kırgındım, ben ondan karşılık beklemiyordum, bana karşılık vererek rüyamı bozmuştu. Bütün olanları unutabileceğimi düşündürmesini temenni ettiğim bir gülüşle elimi uzattım, "hoş çakalın hocam, her şey için çok teşekkür ederim." dedim. Gözlerimin içine baktı "Ben teşekkür ederim." Dedi. Yine anlar saatler sürüyor gibiydi. O süre boyunca tutuğu elimde atıyordu kalbim, bir süre öylece kalakalmıştık ikimizde. Birden silkinerek, elimi ateşe dokunmuşçasına elinden çektim. Kapıdan çıkarken kelimeler beynime hızla hücum ediyordu. Bütün bu kelimelerin arasından seçilmiş sihirli bir cümleye çok ihtiyaç duydum. Öyle bir cümle kurmak istedim ki tüm hissettiklerimi anlatabilsin... fakat öyle bir cümle yoktu. Yaşadığım hüzün hareketlerimi yavaşlatmıştı, dışarı çıktım. Bahçedeki bankta bir süre oturdum. Az önce odadan aldığım ajandamı amaçsızca karıştırırken düşünüyordum, birden ayaklarımın ucuna bir kağıt düştü. Merakla eğilerek aldım ve okudum:

"Bahar, ömrümün ikinci baharı...."

devamını okumaya cesaret edemiyordum korkuyla, heyecanla, sevinçle, sarsılıyordu vücudum. Devam ettim.

"...Seni ilk gördüğümde, o biraz şaşkın ve tedirgin halinle duruşun içimi ısıtmıştı sana. Öyle temiz bir yüzün vardı ki sadece işim için aradığımı bulduğumu düşündüm. Karşı masada problemlerin etrafında kuş gibi çırpınışını ayrı bir haz ile izliyordum. O masada oturmadığın zamanlarda seni özlediğimi fark ettim, sonra kanımda dolaştığını..."

Yüzüm kıpkırmızı olmuştu. Sanki okuduğum satırları o bana değil ben ona yazmıştım. Beni bana anlatıyordu.

"...zaman geçtikçe sana hayranlığımın mecburluğumun arttığını hissediyordum. O kadar korktum ki fark edeceğinden. Fark edersen kim bilir neler düşünüp incinecektin. Şartlarımıza bakıyordum hiç olacak bir iş değildi. Senin, konumum ve yaşımdan dolayı senden istifade edebileceğimi düşünme ihtimalin beni çılgına çeviriyordu. Fakat izledim seni. Yüzün başka yerlerde ben sende, öyle çok zaman geçirdik ki bu odada. Senin kalbinin kuş gibi çırpındığını da o zaman gördüm ve sanırım beni bu cesaretlendirdi, o gün için. Hiç pişman değilim. Sana aşığım ben, ikinci baharısın ömrümün... Dışarıdan nasıl göründüğü kimin ne diyeceği umurumda değil. Beni bir anda 20li yaşlarıma götüren gülücüklerinle gözümün içine bakıp benimle bu yolda, elimi tutarak yürümeni istiyorum."

Mektup burada bitiyordu. Onun elinin değdiği bu satırları ona sarılıyormuş gibi bağrıma bastırdım. Gözlerimi odanın penceresine çevirdiğimde pencereden bana baktığını gördüm. Artık öyle yorgundum ki gözyaşlarımı gözlerimin içinde sıkmaktan ve... dayanamamıştım. Sanki büyük bir zafer kazanmış gibi gözyaşlarım gözlerime hücum ediyordu, koşup ona sarılmak istiyordum. Bir yanımsa bu şehirden kaçıp gitmek istiyordu. satırlarını tek tek aklımdan geçiriyordum. Bütün bunlar aklımdan geçerken gözlerimi ayıramıyordum ondan. Oda bana bakıyordu. Aradaki mesafe çok uzak olmasına rağmen yüzündeki endişeyi görür gibi oluyordum. Gidip ona sarılmak saatlerce başımı göğsüne koyup ağlamak istiyordum. Birden yerimden kalktım ve hızlı adımlarla odaya koştum. Çok hızlı hareket ediyordum. Yavaşladığım anda vazgeçip geri döneceğimden çok emindim. Tam kapıyı açacağımda karşımdaydı. Hiçbir şey söylemeden sarıldım. Dünya durmuştu. O kadar mutluydum ki mutluluğun bundan sonrası ölüm olsa gerekti. Başım göğsünde sarılıp ağladım. Gözyaşlarımı silip yüzümü ellerinin arasına alıp öptü ve "ömrüme hoşgeldin baharım" dedi.

unutulanlar dışında yeni bir şey yok

savaşın içinde savaşın anlamsızlığına, acıımasızlığına
"Bugüne kadar tüm savaşlarda sadece ve sadece anneler kaybetmiştir. Başka hiç kimseye bir şey olmamıştır. Hiçbir sonuç, annenin mezara kadar devam edecek olan yûreğindeki ateşe derman olamaz." sözleriyle dikkat çekmiştir.

çocuğuna müslüman ismi koymayan insan

(bkz: çocuğuna müslüman ismi koy-a-mayan insan)

--spoiler--
hoca: davut gene baba oldin ha? ee uşak midir kiz midur?
davut: uşaktur.
hoca:ee adını ne kodunuz?
davut:oğuz
hoca: oğuz mi? oğuz habulara yoktur? e kuranda da yeri yok, nerden çıkti?
davut:olur mu hocam? kuranı kerimde oğuz geçey.
hoca:ben 40 yıllık hocayum, 20 defa hatmeşmişim oni, neresinde geçeyii?
davut:oğuuzuuubillllaaahimineşşeyytannirracim.
--spoiler--
(bkz: sümela nın şifresi temel)

sözlük yazarlarının en son dinlediği şarkı

amy winehouse - back to black

rapor ücreti

rapor, kanundaki tanımı işe geçici iş göremezlik belgesidir. rapor ücreti ise, geçici iş göremezlik belgesine sahip kişinin çalışmadığı günlerine dair ücrettir. bu ücretler SGK tarafından hak sahiplerine daha öncesinden PTT aracılığıyla ödenirken 09.07.2012 tarihinden itibaren artık ziraat bankasının herhangi bir şubesinden online ödeme olarak ödenmektedir.
Rapor parası alabilmek için raporun alındığı tarihten geriye doğru 1 yıl için en az 90 gün SSK primi yatırılmış olmalıdır.
SGK rapor ödemesini raporun 3. gününden itibaren ödemeye başlar. ilk iki günlük raporun ücretinin işveren tarafından ödeyeceğine dair de bir kanun maddesi yoktur. 1 veya 2 gün rapor alanlara iki defa geçmiş olsun demek gerekir. 10 günlük rapor almış bir kişinin ise 2günlük rapor ücretinin üzerine soğuk su içmesi gerekmektedir. Ya da soğuk değil de ılık içilsin ki rapor parası verilmiyor çünkü.
Rapor ödemelerinde bir istisna vardır ki o istisna da iş kazası olması durumudur. iş kazası sebebiyle alınan raporlar için SGK her günü öder. Ayrıca iş kazası geçirmiş bir kişinin sağlık aktivasyonunun yapılması için 30 gün ssk primi yatırma şartı aranmaz. ayrıca iş kazası raporlarında geriye doğru 90 günün olup olmadığına da bakılmaz.
Rapor ücreti rapor alınan tarihten önceki 3aylık prime göre hesaplanır. Geriye doğru 3aylık primin ortalaması alınır, tedavi ayakta olunmuşsa bu miktarın 3te 2si tedavi yatarak olmuşsa yarısı ödenir. evet, farkedildiği üzere hastanede yatarsan daha az rapor ücreti alıyorsun. Çünkü hastanede yattığında oda parası, yemek parası v.s. da raporu alandan tahsil ediliyor.
Rapor için çalışan hiç bir işlem yapmaz. Çalışan aldığı raporu işverene vermekle mükelleftir. işveren raporun bitiş tarihinden itibaren 5 iş günü içinde SGK' ya internet üzerinden bildirimini yapar. Aynı şekilde hastanede SGK' ya bildirimi internet üzerinden yapar. bu bildirimler karşılaştırılarak ödemeler, genelde rapor bitim tarihini takip eden 1 ay sonra herhangi bir ziraat bankası aracılığıyla ödenir.

rapor alınca dikkat edilmesi gerekenler:
1. Rapor ortapediden alınmışsa, raporun sebebi kesik v.s. ise rapor paramı 1ay sonra alacağım diye hiç boşuna beklememek gerekir. Raporun alınma sebebi iş kazası değilse bağlı olunan SGK' ya sahsen gidilerek durumun iş kazasından kaynaklanmadığına dair taahhütname imzalanması gereklidir.
2. Raporda teşhis yoksa rapor ücreti alınmaz.
3. geriye dönük son 1 yıl içinde 90 gün SSK primi yoksa hiç boşuna ziraat bankasına kadar yorulmaya gerek yoktur.
4. Rapor ücretim 15 gün sonra yatacak diye beklenmesi beyhudedir. Rapor bitim tarihinden itibaren en erken 1ay sonra ödeme yapılır.
5. Raporun alındığı hastane rapor bildirimini bağlı olunan SGK' ya değil de kendine yakın herhangi bir SGK ya yaparsa o rapor ücreti yılan hikayesine dönecek demektir. Rapor alan kişi takip edecem derken 2. defa raporluk olabilir. Bu nedenle rapor alınan hastaneye hangi SGK ya bağlı olunduğunun bildirilmesi gereklidir. Eğer hangi SGK ya bağlı olunduğu bilinmiyorsa işyeri muhasebecisine sorulabilir.
6. 20 günü aşan raporlar mutlaka heyet onaylı olmalıdır. (10gün sonunda 10 gün kontrolle uzasa bile)
7. Doktor kontrollü rapor vermişse ve kontrol muayenesi olunacak tarihte ben iyileştim diyerek doktora tekrar gidilmezse o rapor ücreti ödenmez. Kontrol verilmiş raporların işbaşı tarihi verilerek kapatılması şarttır.
8. doğum öncesi raporlarda doğumun 32. haftasında 37. haftasına kadar çalışma kararı alınmışsa bunun bir zahmet kuruma bildirilmesi gerekir. Doğum öncesi raporlar da 32. haftada 37. haftaya kadar çalışılabilir raporu işveren tarafından SGK ya elden bildirilmemişse kişi doğum öncesi rapor ücretini alamaz.

diğer notlar:
1. doğum öncesi raporlar doğumdan önce 8 doğumdan sonra 8 olmak üzere 16 haftadır. Eğer çift gebelik varsa doğum öncesi rapora 2 hafta daha eklenir. Eğer kişi isterse 32. haftada 33,34,35,36,37. haftaya kadar çalışabilir raporunu kuruma ulaştırdıktan sonra bu çalışarak geçirdiği süreleri doğumdan sonraki raporuna ekletebilir. bu çalışabilirlik en fazla 37. haftaya kadar olabilir. Bir bayan hamileliğinin 38. ve 39. haftasında çalışamaz.
Eğer erken doğum olmuşsa erken olan doğum süresi doğumdan sonraki rapor süresine eklenir.
8. işyeri hekimi en fazla 2 gün rapor verebilir.
9. bir doktor en fazla 10 gün rapor verelebilir.

çocukların soruları

artık başedemeyeceğime karar verdiğim sorulardır. artık kağıda yazmayı düşünüyorum. 18. yaş gününde hediye edeceğim. "eşşoleşşek" de diyeceğim.

ölüden göt istemek ve vergi sistemi

işkur' u bu konuda takdir etmek vaciptir. işszilik ödeneğini fazla almış ve vefat etmiş kişiden veya yakınlarından tahsilat yapmıyor.

sevgilinin ailesiyle tanışma stresi

çağrışım
(bkz: kanal d)
(bkz: şebeke)

entry ve nick uyumu

cem özer'in annesidir. ermenidir.
#16688493 (elimde belgeler var, 26.08.2012 03:03)

elindeki belgeleri en kısa zamanda sunmasını beklemekteyim şahsen.

aydıntepe

bayburt ilinin bir ilçesi. Bu ilçenin 7 kat altında bir yeraltı şehri keşfedilmiştir.