bugün

entry'ler (357)

lgbt onur yürüyüşü

serbest çağrışıma lgbti kelimesinden başlarsak, çoğumuz yol kenarında müşteri bekleyen trans seks işçilerine kadar gidecektir. kazanmasa orada olmaz. demek ki işi dolayısıyla toplumun içinde. ama işi toplumca hoş karşılanmıyor, demek ki dışında. çelişki, ve enteresan.

ey, olmamalı, diyen insan; biliyor musun 30 senelik hayatımda sadece iki lgbti olduğu kesin kişiyi düzgün bir iş yaparken gördüm. biri bir avm de kumpir satıyor, biri kozmetik markette satış elemanı. izmir bornova sokagindan bisikletle geçerken kadın halimle laf da yedim kendilerinden, istanbul emek ten sonraki, köşedeki pembe binaya giden aşırı yeşil ve mini etekli kişinin beni döveceği korkusunu da yaşadım. canları sağ olsun.

Geçen sene öğretmenlik yaparken bir öğrencim eşcinsel olduğunu söylediğinde, profesyonel öğretmen olmadığım için, "oğlum, siz çok küçüksünüz, aşkı sevgiyi ne zaman öğrendiniz?" diyebildim ancak. şimdi bu çocuk yarın öbür gün hayatını idame ettirmek için uğraş verdiğinde sırf cinsel yönelimi yüzünden kenara mı ayrılacak? teknik liseye başlamıştı oysa, tekniker, teknisyen, kafasını kullanırsa belki mühendis olabilir. eğilimi yüzünden ehliyetini mi alalım elinden?

ya da hapsedildiğini düşündüğü bedeninden kurtulmak isteyen kişi ancak ünlü biriyse mi kabul görecek? haksızlık olmuyor mu bu sizce de?

ortada dönen ve inanılmaz saçma fotoğrafı ben de gördüm. gerçekten anlamsız, gerçekten aptalca, ama her eylemde, her harekette eylemin ruhuna ters davranışta bulunan kişileri görmedik mi zaten? isid in gerçek ıslam fantazyasinin müslümanlık anlayışından uzak olmasından tutun, örgütlü/ örgütsüz sol protestonun içindeki ne olduğu belirsize değin örnek var. bu yüzden bir dolu lgbti bireyi düşününce 3-5 kişilik örneklemi ciddiye almıyorum.

görmezden gelmesek ya bu insanları? insan olmak temelinde bakarsak sizlerden bir farkları yok açıkçası. bir eşcinsel şairle aynı okuldan mezunuz, atılmadan diplomayı hak edecek kadar tutunabildigimize göre benzer zeka seviyesindeyiz. kadın ve erkekten oluşan ailenin çocuklarına vereceği sevgi ile aynı cinsiyette ebeveyenlerin vereceği sevgi de aynı olacaktır herhalde. ebeveynlik bunu gerektirir. trans kadın, doktoruna bağlı olarak, benim organik kadın halimden daha göz alıcı, ve ayrıca uğraşarak kazandığı bir kimlik olduğu için benden daha alımlı olacaktır. bu yüzden kıskançlık yapabilirim. ama dibimizde biri sara krizi geçirse benim gibi yardımcı olmaya çalışacaktır. yani bir farkımız yok aslında, sadece sevdiğimiz insanlar farklı. e o da farklı olsun bir zahmet!

polyannacilik mi oynuyorum bilmiyorum; ama ırk, din, dil yüzünden ayırmaya benziyor bu ötekilestirme. bu yüzden çok manasız. insanları insan olarak kabul etmemiz gerektiğine inanıyor, senede bir defa yapılan abartı hareketleri de, çok da şey yapmamak lazım, diye geçiştirmek gerektiğini düşünüyorum.

dünya halkları olarak hayatlarımız zaten berbat, daha da zorlaştırmaya gerek yok.

hamiş: yalnız aranızda cidden iğrenç kıyafetler giyenler var, drag queenlerden tüyo alın lütfen!

oy ve ötesi

7 haziran 2015 genel seçimlerinde gösterdikleri çaba ve dayanışma sebebiyle tanıdık/ tanımadık her bir bireyine yürekten teşekkür ettiğim organizasyon.

5 haziran 2015 hdp diyarbakır mitingi patlaması

tam da neslimden beklenildiği gibi apolitik bir birey olmama karşın kafamdaki seslere engel olamadığım patlama. pek çok kişinin diline pelesenk olan pkk, apo, öldürüyorlar vb argümanların hepsine sükunetle cevap vermiş, yahut susmuşumdur. son dönemde iyice ivmelenmiş saldırılarda bile aklımı korumaya çalıştım. fakat elastiklik sınırının geçilmesiyle her maddenin kırılması gerçeğini yaşıyorum sanırım. nasıl olur da bir mitingde patlama olur, toma çalışmaya başlar ve ardından gerek miting yapan parti başkanı gerek hükümet başkanı destekçilerini ve halkı provakasyona gelmemeye davet eder? kim kimi provake ediyor? trafo patlamamış, dışarıdan etki edilmiş. Bu insanlar miting için orada, niye bomba patlatsınlar? devlet, tam da kendinden beklendiği gibi, ben yapmadım diyor. yossi kohen in işi mi, kim yaptı bunu? kimin yaptığı bulunacak mı? ceza yaptırımı olacak mı? meydandaki kişilerin bir şüphe üzerine katil olarak haykırdıkları bir isim var, o isim hakikaten dünya üzerindeki herhangi bir ölümden sorumlu mu? ve bu işte bir parmağı var mı? bir coğrafyada yaşayan insanların fıtratında mı var sürekli silah altında yaşamak? halkın büyük kısmı neyin sevdasıyla kör olmuş ki gözleri görmez, kulakları duymaz?
ben, istanbul şehrinde, güvenli evimde oturup boş boş kendimi oyalarken öğrendim patlamayı ve nasibimi aldığım insanlık adına utandım. Bu ve benzer emirleri verenler nasıl bir katrana bulamışlar ki kendilerini hala bu kadar kötüler, aklım almıyor...

oy ve ötesi

çok az zaman kaldı ve hala açığı olan yerler var. herkes kadıköyde, beşiktaşta oturuyor olamaz değil mi? Hadi bir destek at be iki gözümün çiçeği.

oy ve ötesi

tanım: web adresi oyveotesi.org olan sivil hareket. sandıklardan çalınacak üçer oyun dahi büyük farklara yol açacağı düşünülürse, bu haksızlığı engellemek adına atılabilecek adımlardan biri olan oluşum.

bugün rehberimde kayıtlı kişileri gözden geçirip bu gönüllü harekete dahil olabilecek kimselere ulaşmaya çalıştım. tabii ki öncelik 2013 haziranında tanıştığım kişilerdeydi. pek çoğunun kendilerince haklı sebepleriyle karşılaştım. haklılardır, üsteleyemem. Zaten gönüllülük esasına da ters düşer. fakat bir garip geldi be sözlük. bilfiil iki senedir hak-hukuk-adalet derken bir günlerini ayırmaya çekinmeleri kalbimi kırdı sanırım.

sevgili yazar arkadaşım, bu saatlerde gündemin çok farklı oluyor biliyorum, ama belki o üç oyu kazanmak fikri aklına gelir diye yazıyorum.

sayın okuyucu, belki sen de sosyal medyada karşılığı var mı diye bakıp kendini gaza getirmeye çalışıyorsundur. Bu gaz esas olarak senin için zaten.

bir bakın derim ben. bir iki dakikada üye olup direkt semtinizdeki okula kadar tercih yapabilir, yahut haksızlık olabileceğini düşündüğünüz bir başka yerden görev talebinde bulunabilirsiniz.

hatırlanan en eski reklam sloganı

kamu spotu olan perran kutmanlı önce alışveriş, sonra fiş sloganı.

parkta güzel bir gün

19-24 mayıs tarihlerinde istanbul cevahir sahne de oynanacak trabzon devlet tiyatrosu oyunu. sıradan bir günde bir anda ortaya çıkan devlet sınırıyla birlikte gündelik hayatta her yerde karşılaştığımız sınırların ve bireylerin kendi etraflarında ördükleri sınırların güzel bir dille anlatıldığı oyun.

çöl fırtınaları

bahsedildiği gibi aslan yürekli richard ve selahaddin eyyubi'nin haçlı seferi ile karşı karşıya gelmelerini anlatan oyun. geçenlerde direklerarasi seyirci ödülleri en iyi koreografi ödülünü aldı. izlediğinizde kesinlikle hakları olduğunu hissedeceksiniz. oyunun her şeyi çok güzel, giriş çok güzel, savaş sahneleri şahane, final süper, ne diyebilirim bilmiyorum. sezon bitiyor, ama seneye tekrar verilirse lütfen bunu da görün.
Oyundan vurucu detay; "tanrıları böyleyse şeytanları kim bilir nasıldır"

31 mart 2015 savcı mehmet kiraz ın rehin alınması

her açıdan saçma ve tutarsız eylem. savcı kiraz'la beraber dosyada ilerleme kaydedilmişse savcının kafasına silah dayamak niye? ellerini kollarını sallayarak girmişler, aslında bu mümkün. heyet teklifi, öldürme tehdidi, son dakikada çıkan yayın yasağı.. bayağı tiyatro izler gibi takip ediyoruz sosyal medyadan.

31 mart 2015 büyük elektrik kesintisi

%47 olan telefon şarjımla korkuyla takip ettiğim kesintidir. aha, %46!

beş kardeş

tanım: son reklam arasında, nasılsa bitmiştir, diyerek final sahnesini izlemeyen kişilerin, ertesi sabah dizinin hazirana ertelenmesi haberini okuyarak şaşkınlığa uğramalarına sebep olmuş dizi. ekranda töreleri, ağaları, ultra lüks yaşamları, muhtelif kumpasları, öldürülen veya küçük yaşta evlendirilen kadınları izlemek istemeyen kimselerin sığındığı; içinde, yok artık, dedirten absürdlüklerin bulunduğu, izleyicinin dizi karakterleriyle arasında sıcak bir bağ kurabildiği az sayıdaki yapımlardan biri.
öfkeli falan değil, direkt olarak kırgın hissediyorum kendimi. mutlu musun kanal d? başın göğe erdi mi?

02 03 2015 kenan evren in ölmesi

dedikoduların doğruluğunun merak edildiği hadise.

istanbul efendisi

makyajları, kostümleri, hele ki şarkıları inanılmaz güzel, müzikal oyun! ıstanbul efendisi, kızını nasıl bir damada vermesi gerektiğini bulmaya çalışırken üstüste gelen olaylar devrin şehir yaşamının içine serpiştirilerek anlatılmış. oyun iki perde, üç saate yakın sürüyor. eğer benim gibi mali müşavir buluşmasını mesajla ayarlamaya çalışan kadının yanına denk gelmezseniz, yahut çaprazinizda haykırarak gülen, sahneye tespih fırlatan, ve oyuncuların dahi konsantrasyonunu bozan biri olmazsa, ayrıca beşiktaş liverpool maçını akıllı telefonundan izleyen kelin arkasına denk gelmezseniz inanılmaz keyif alacağınıza eminim! gitsem mi demeyin, cidden görün!

peşin edit: kostüm derken bir şark dişçisi görseli beklemeyin, kendi hikayesi içinde inanılmaz güzel yedirilmiş kostümleri var sadece. iyi seyirler!

hüsne aslan

en fenası da hüsne'nin de son olmadığını bilmek.

paşa paşa tiyatro yahut ahmet vefik paşa

gidilesi, görülesi oyunlardan biri. dekor değişimi bile bu kadar eğlenceli olur mu bir oyunda? izleyicinin oyundan kopacağı bir sahnesi dahi yok. tavsiye edilirken şüpheye düşülmeyecek bir oyun.

bir yaz gecesi rüyası

tanım: şehir tiyatroları 2014- 2015 sezonu yeni oyunlarından biri.
--spoiler--
bir heyecanla, beklentiyle gidilen fakat rahatsızlık hissiyle dönülen oyunlardan biri oldu benim için. bu kadar sade ve bu kadar fonksiyonel bir dekor bulmak zor hakikaten. ben çok sevdim. keza periler, o da enfesti. gel gör ki ulu insan serdar ortaçın da dediği gibi kafamda deli sorular var.
1) neden takım elbise?
2) porselen makyaj akar mı?
3) o ayakkabı hep mi sahnedeydi, bana mı öyle geldi? dikkatimden kaçmış olabilir.
4) birden fazla şey denenmiş/ harmanlanmış gibi geldi bana. ki aslında anlamam da bu işlerden. gerçek/orman yanılgısı değil, tekniği böyledir belki de. bende oturmadı, cehaletimden olsa gerek.
--spoiler--
emeğinize sağlık, fakat yerimden alkışladım. sana gelince sevgili okur, görmeli misin? eeehh işte...

yaşamak denen bu zahmetli iş

istanbul devlet tiyatrosu 2014-2015 sezonu oyunlarından biri. hayaller, beklentiler, evlilik, zamanın daralması, kapana kısılmışlık hissi üzerine bir karar alma anıyla karşılaşıyoruz oyunda. medeni halimizin önemi yok, tam olarak hayatın ta kendisi olduğu için aşina olduğumuz korkularla karşılaşıyoruz sahnede. pek çoğunun başına gelmiş olan, ve geri kalanı bekleyen sorular, ikilemler, karar ve kararsızlık hallerini güvenli koltuklarımızda oturarak, belki biraz vicdan muhasebesi yaparak izliyoruz.
benim dikkatimi çeken, salondaki erkek seyircilerin kahkahaları oldu açıkçası. yona'nın karısı leviva'ya iğnelemelerindeki erkek izleyici kitlesinin kahkahalar eşliğinde onaylamalarını leviva'nın yona'ya sitemlerinde yahut çıkarıp masaya şak diye konan gerçek durumu açıklaması sırasında duyamadım ne yazık ki. sanırım bu oyunu bir defa sahneyi, bir defa da izleyicileri izlemek için iki defa görmek lazım. Güzel oyun, oyunculuklar leziz, dekor sahneyi etkilemeyecek şekilde sade, metin ebeveynlerinizin sizden gizli yaptıkları bir konuşma kadar tahmin edilebilir veya edilemez şekilde. mutlaka görülmeli oyunlarından biri değil belki; ama hepimizin birer gunkel, leviva veya yona olduğumuzu düşünürsek bu kara komediden payımıza düşecek rahatsızlık hissini yaşamak adına izlenebilir bir oyun. tüm ekibin eline sağlık.

il pendolo di foucault

başı beni sarmayan, sonrası bir şekilde kendini okutan, fakat kitabın bitmek bilmemesi sebebiyle insanı canından bezdiren, sonlara doğru heyecanı katlanan, sonunda ise sadece size özel hisler yaratan umberto eco kitabı.

sen ki altı üstü bir fanisin, bunca araştırmayı, bunca kurguyu nasıl yaptın ey eco? kredi kartına dört taksitle aldığım kitaptan senin payına düşen kısmı helal olsun. ne diyeyim.
çeviri ile ilgili sıkıntım var benim. Tabii ki böyle bir kütüğü çevirmek her babayiğidin harcı değildir, kaynakça kısmına bakınca bile şadan karadenizin verdiği emeği görüyoruz. ama öz türkçeyi türkçeye çevirmek zorunda kalıyor insan.. kaç kelimeye manasız gözlerle baktım, en ufak bir fikrim yok.

eylül cansın

belki daha 23 senesini bile yaşamamış bir genci el birliği ile ölüme sürükledik ya; onu hor gördük, rencide ettik, öteledik ya; kimse benim vicdanım rahat diye uyumasın. çatışmada ölmedi bu çocuk, kazaya da kurban gitmedi. hatta sıkıntıdan veya şımarıklıktan da ölmedi. tahmin edebileceğimiz ve belki bir şekilde parmağımızın da olduğu yalnızlığa, hor görülmeye dayanamadı belli ki. ben, tanışıklığım bile olmamasına rağmen, kendi adıma utanıyorum. sen de utanabilirsin. utanmalıyız da.

the grand budapest hotel

enfes sahnelere, muhteşem görüntülere sahip, yer yer kahkahalar attıracak film.