bugün

1.Hayatı sona ermiş olan,artık yaşamıyor olan,diri karşıtı.
2.Ölmüş insan,müteveffa, mevta.
3.Hayvan leşi.
4.Sönük,güçsüz.
5.Çok durgun,hareketsiz.
6.Yaşanılmayan veya çok durgun,hareketsiz.
7.Sıcaklığı,canlılığı olmayan.
(bkz: ex)
ölü öldü saçmalığının öznesi.
mutluluktan uzak..
acınası.. hüzünbaz.. ek$i.. kımıl.. öyle..
(bkz: ölü kaydının sağ olarak düzeltilmesi)
büyük korkusu ile yüzleşen.
arkasından yapılan yaygaraya nispet yaparcasına nihai katatonisine bürünmüş olan ruhsuz beden. korkunç değildir. hüzünlüdür ölü. özenilesidir.. serbest kaldığı için. arkasından üzülmemizin tek nedeni ölmesi değil, artık bizimle olmamasıdır... "ceset" tanımını yakıştıramamızdandır daha. isminin ölü olmasıdır....

kolunu kaldırıp göğsünün üstüne koysak sonsuza kadar orda kalır iradeden bağımsızca.. artık insan değildir ki.. insan olan nereye gitmiştir bilinmez. ama ölü insandan kalandır. insanın dünyaya bıraktığı imzadır.

yoksa ölümün adı ölüm olmazdı.

göç derdik.
bedeni kendisini hareket ettirecek bir enerjiye sahip olmayan bir kisinin en acik, sucsuz, etkisiz, sessiz, renksiz, salt ve lezzetli oldugu zamanda aldigi sifat.
olur fiilinin coverlanmış halidir. yöreye göre değişiklik gösterir. bazı yörelerde "olur", bazılarında "olu", bazılarında "olupduru" şeklinde telaffuz edilmişliği var.
fazıl hüsnü dağlarca şiiri.

Hangi mahallede imam yok,
Ben orada öleceğim.
Kimse görmesin ne kadar güzel,
Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.

Ölüler namına, azade ve temiz,
Meçhul denizlerde balık;
Müslüman değil miyim, haşa,
Fakat istemiyorum kalabalık.

Beyaz kefenler giydirmesinler,
Sızlamasın karanlığım havada.
Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım,
Ki bütün azalarım hülyada.

Hiçbir dua yerine getiremez,
Benim kainatlardan uzaklığımı.
Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar,
Çılgınca seviyorum sıcaklığımı.
kalbi atmayan gebermiş olan.
ing. (bkz: dead)
yorganını örtmüş.
ölüler yokluklarıyla değil de -onlara bizim aramızda- söylenemeden kalan sözler yüzünden keder verirler asıl.
diri totemi.
bir daha dönmeyecek olandır. Ama
(bkz: elbet bir gün buluşacağız)
gelsene sen buraya bakayım. ne arıyorsun burada.

- ölüyüm de ondan.

-kim söyledi sana bunu? adın ne?

-calib

-senin kaydın yok. sen yaşarken de yaşaman bir şeye benzemeyordu ama. şu duruşuna bak. bu ne biçim ölülük. salak salak geziniyorsun ortalıkta.
*
modern yaşantıların tabularıdır. yaşamsal fonksiyonlarını yitirmelerine karşın, hala birtakım imtiyazlar ile animistçe aramızda dolanırlar. mezarları ekstrem durumlar dışında açılmaz, dokunulması mekruhtur, ardlarından duadan gayrısı edilmez.. saygı kavramı onlara atfedilir. ne var ki, tüm bunların gereği tartışılabilir niteliktedir. ölen ölür ve bilinç kaybı yaşadığından, bunların tümünden bihaber ve münezzehtir. o halde: saygı ve sevgi nerede başlar; nerede biter? öldükten sonra, mezarımı açsalar, cesedimi dağlasalar, sürükseler, satsalar ne olur? farkında olunmadıktan sonra...
nalları tikmiş.
geri dönüp bazı şeyleri yapmak için artık çok geç kalmış kişidir. aslında musalla taşında yatan kişi öyle pişmandır ki belkide geri dönüp tövbe etmek allah'a yalvarmak istiyordur ama artık çok geçtir. o yüzden bazı şeylerin dünyada iken yapılması şarttır. *
ölü, artık yaşamayan değildir aslında... sonsuza dek hayallerde yaşamanın başlangıcında olan kişidir, hayvandır, nesnedir, şeydir.

hayatımın ilk ölüsü ile çok küçükken tanıştım, karşılaştım. anadolu'da kış sert geçer. karlı geçer. karlı bir kış günü idi. gününü şu an tam hatırlayamadığım bir senenin, hatırlayamadığım bir haftasonu idi... öğlen vakitleri idi. kahvaltımızı ailece yapmıştık ve bahçeye çıkmak üzereydik abimle. karlar erimeden, kardan adam yapacaktık. annemden gizli doyasıya kar yeyip zatürre olacaktım.
merdivenlerden bahçeye inen yoldaydım. başımı sol yana çevirdim gayri ihtiyari. karşımızda tek katlı bir ev vardı. o evde şerife teyze ve beyaz dede yaşardı. beyaz dedenin adı aslında mustafa idi. ancak saçları bembeyaz olduğundan biz çocuklar ona beyaz dede derdik.
evin bahçesinde bir kalabalık gördüm. insanlar toplanmış tuhaf şeyler yapıyorlardı. abimi ve karları arkamda unutup yolun karşısına geçtim. evin bahçesine doğru yaklaştım. kimse de beni engellemedi. bahçede 2 duvar arasına bir beyaz çarşaf serilmişti. koca bir kazanda su kaynıyordu. biraz daha yaklaştım. çarşafın arkasında neler olup bitiyor deli gibi merak ediyordum. hafifçe eğildim. beyaz dedemin morarmış yüzü bana dönüktü. ağzında bir pamuk vardı. pamuğun yan kısmı kan rengindeydi. olanca gücümle irkildim. hemen geri çekildim. hızla yolun karşısına koştum ve evime, odama girdim. beyaz dedem galiba ölmüştü ve onu yıkıyorlardı. sonra saçları gibi bembeyaz bir kumaşa saracaklardı. sonra derin bir çukur kazacaklar, beyaz dedemi de o çukura koyacaklardı. üzerini tekrar toprakla örtüp, onun günahlarının bağışlanması için dualar edilip, onu orda ebedi yalnızlığına mahkum edecekti eşi dostu, akrabası ,komşusu... bu gerçekleri babaannem anlatmıştı korkudan sapsarı olmuş masum çocuk yüzüme. hava buz gibiydi... o üşümez miydi çelik gibi soğuk toprağın altında? geri gelebilir miydi? buna gücü yeter miydi? üzerindeki ıslak ve acı kokan toprağı, karları silkeleyip, çıkıp gelebilir miydi? yine mahallede çocukları etrafına toplayıp ,bize pamuk şekeri alabilir miydi? hayır... gelemezdi elbette... birkaç gün sonra atlattım ilk şoku tabi... zaman unutturuyor birçok şeyi... ama şu an bile aklımda beyaz dedenin morarmış yüzü, ağzında kanlı pamuğu... off ben gece nasıl uyuyacağım şimdi.?
insanın götüne koyan bir contra şarkısı. Youtube'da 1.5 milyona yakın dinlenmiştir. Sağlamdır.

http://www.youtube.com/watch?v=GH6MB7YH-Bg
ergun evren'in efsane şiiri. insan okuyunca bir garip oluyor ayrıca.

hah
hah hah hah hah
ha ha ha ha ha ha ha ha ha
dur... kaçma...
benim de gözlerim vardı bu boşluklarda
parça parça kurtların yediğine bakma
ne ateşli dudaklar değmişti dudaklarıma
komik mi? hah ha ha...
korkunç değil mi? korkunç...

hah
hah hah hah hah
bu mezar, işte bu benim yatağım
bunlar da kurtlar...
etlerimi yemek için sabırsızlanıyorlar
bu toprakları siz attınız üzerime
dün sizlerleydim daha caddelerde
bugün ölülerle...

yooo, yooo, yooo, yooo,
ben ölü değilim
yoo, yoo, yoo, yo, yo, yo, yo,
hayır, hayır, hayır, hayır
istemiyorum bu sandığı
ne olur bu kadar ağır betonlarla kapatmayın üzerimi
dayanamam
yoo, yoo, yoo, ne olur kıymayın bana

26 şubat 1961

dağ gibi ateşler yakıyorlar geceleri
gölgeler oynaşıyorlar
mezar taşları mı ne?
yoksa onlar mı?
ben elli altıncı parselden kaçtım buraya
ordan, sizin gömdüğünüz yerden
hah, ha, ha, ha, hah, hah, ha, ha, ha, ha
kurtlar aç kaldı, şimdi çukurda
zavallı kurtlar.

yine birini yakıyor olmalılar, bakın... bakın...
çığlıklar... çığlıklar... çığlıklar...
bizimkilerin çığlıkları, ölülerin...
hah ha hah hah ha ha ha ha hah ha ha ha ha
dedim size biri yanıyor yine
bir eğlence var
birazdan bu çığlıklar benim için atılacak

sahi ben, ben nereden geldim buraya?
bütün duaları unuttum...
peki siz siz kimsiniz? ya bu aydınlık?
bu toz toprak, bu çiçek kuruları üzerimde...
şu yara, şu başımdaki...
sahi, sandukamı çakarken kafatasıma saplanmıştı çivileri.
acemi mezarcılar...
ama benim başım acımaz ki, ben ölmem ki... hah hah ha ha ha ha

bu gün tam kırkıncı günüm,
didik didik etti kurtlar ellerimi
dokunsanız ellerinizde kalacak
gözlerim, burnum, dudaklarım...
dişlerim koptu yerlerinden.
ben toprağım, ben kemiğim, ben kurdum,
ha ha ha ha ha ha ha ha ha ha
ben ölüyüm.

yılanlar dövüşüyor mezarımda kurtlarla kımıl kımıl
etim çok semiz olmalı...
yoksa dudaklarımı mı paylaşamıyorlar?
ne dersiniz? bir zamanlar kadınlar da paylaşamazdı da

bir kış günü yatırdılar beni buraya
hepiniz kalın giyinmiştiniz.
ama ben çırılçıplaktım
ne komik değil mi?
çırılçıplak...
ha ha ha ha ha ha ha
kefen dahi giydiremediler üstüme
param yoktu ki...

tüm adabını öğrendim yer altının
tüm törelerini,
alıştım da.
etlerim parçalanıp düştükçe toprağa
daha da alışıyordum.

ama geceleri korkuyorum yalnızlıktan
yalnızlıktan korkuyorum... oooooooh hah hah ha ha ha ha ha ha
onun için beyaz beyaz geziniyorum rüyalarınızda ara sıra
korkuyorum... korkuyorum... korkuyorum...
ne olur beni de alın, beni de alın, beni de alın
geceleri aranıza.
3 harfli bir kelime.
maktul.