bugün

Vahidettinin, TBMM'nin Hilafete son vermesi üzerine, 13 Mart 1924'te, (türkiye cumhuriyeti kurulduktan 5 ay sonra) Fransa Cumhurbaşkanı Milleranda yazdığı mektuptur.

"... isyancı tebamda teşekkül eden Ankara Meclisinin aldığı kararların hükümsüz ve etkisiz kalmaya mahkûm olduğu apaçık ortadadır... Bu karar, yalnızca altı milyon Müslümandan oluşan Türk halkının yetkilerini aşmaktadır . Türk halkı, çoğunluğunun kökeni ve inançları belirsiz, etkili bir azınlığın yönetimi ve güdümü altında bulunmaktadır... Böylesi kararlar, Müslümanlar arasında büyük huzursuzluk ve infial yaratabilecek nitelikte olduğundan... vahim tepkilere yol açabilir. Sadık tebaları arasında sayısız Müslümanların bulunduğu Fransa Cumhuriyetinin en yüksek sorumlu şahsiyeti olan Ekselanslarına, bu açıklamayı yapmayı faydadan uzak bulmadım."

Vahidettin, bu mektubun bir eşini de, ingiltere Kralına göndermiştir. Fransayı ve ingilitereyi, genç Türkiye cumhuriyeti aleyhinde harekete geçmeye teşvik ettiği bu şaşırtıcı mektubun sonunda, daha da şaşırtıcı bir şey yapmakta, yurt dışında bulunan hanedan üyelerine maddi yardım yapılmasını da dilemektedir.

(ilgili belge: Fransız Dışişleri Arşivi, 57. cilt, 79-80. yaprak)
denize düşenin yılana sarılma çabasıdır. ama farkında değildir ki, yılan, onun denize düşmesinden hiç rahatsız değildir. bu ve bunun gibi satırlar, tabii "vahdettin'in vatan haini olmadığı" tezini savunan bizler için de öyle övünülecek satırlar değildir. vahdettin, tahtta kaldığı sürece bir çok güzel işler yapmış, en azından hain olmadığını ortaya koymuş, ama padişahlık görevi alınıp yurtdışına çıkmaya mecbur kalınca, birtakım -bence gereksiz- birkaç girişimde bulunmuştur.

ilk olarak hicaz'da bazı girişimlerde bulunmuş -türkiye kamuoyunun bundan 15 yıl önce haberdar olduğu- bir deklarasyon yayınlamış, deklarasyonunda mustafa kemal'i, rauf bey'i vs suçlamış, bunların yanında milli mücadelenin fiili başlangıcında sadrazamlık yapmış olan ali rıza paşa'yı da "cumhuriyet kurulacağından haberdar olduğu halde kendisine bilgi vermemek"le suçlamıştır. bu nokta incedir: vahdettin, anadolu hareketi gelişirken, işin cumhuriyete doğru gideceğinden haberdar değildir. oysa ingilizler haberdardır. ingilizlerin henüz 1919 tarihli raporlarında "anadolu hareketi cumhuriyete doğru şekilleniyor" şeklinde ifadeler vardır.

ama tekrar etmek gerekir ki, bu başarısız birkaç girişim eğer vahdettin'in hain olduğunu gösterecek olsaydı, peki atatürk'ün hiç de başarısız sayılamayacak girişimleri için ne demek gerekirdi? mantığa mantık... buyurun size atatürk'ün fransızlar'la kurduğu ilişkilerden, onlara gönderdiği haberlerden ve onlardan aldığı cevaplardan söz edeyim bir parça... denge unsuru olsun... iki kişi aynı şeyi yaparken birine hain, ötekine kahraman demeyin...

aslında olayı belgelemeye de gerek yok: 1920'de italyanlar, 1921'de fransızlar ülkeyi terkediyor, silahlarını atatürk'e bırakıyorlar. hatta fransızlar uçaklarını bile bırakıyor. 1921 ankara antlaşmasını inkılap tarihinde okumuşsunuzdur. bir de bunun ingiliz kaynaklarında geçen içyüzü var. fransızlar, silahlarını bırakırken diyorlar ki, suriye'deki -kendi hakları olduğunu düşünüyorlar oranın- ingiliz birliklerine ve anadolu'daki yunan kuvvetlerine saldırısanız, fransa bundan sadece memnuniyet duyar... bunu ingilizler haber alıyor. churchill bile "bu bir ilan-ı harptir, fransa bize silah çekti" diyor. (kaynak gösterebilirim!)

şu yukarıda vahdettin'in mektup yazdığı millerand var ya... eylül 1920'de, dışişleri bakanı iken, italyan mevkidaşı gioletti ile bir araya gelerek sevr'den vazgeçmeyi ve mustafa kemal ve arkadaşlarını desteklemeyi kararlaştırır. (sevr'den sadece 1 ay sonra) o cumhurbaşkanı olunca da ankara'da sevinç gösterileri düzenlenir.

şunu da bilmek lazım: yunanlıların izmir'i işgal etmeleri, italya ve fransa'da büyük gösterilerle protesto edilmiştir. fransa'da başından itibaren atatürk'ü destekleyen güçlü bir kamuoyu vardır. fransa, türkiye'nin laik bir cumhuriyete doğru evrilmesini en fazla destekleyen ülkedir. ankara hükümetinin ilk resmi antlaşması da sovyetlerden sonra fransa ile yapılmıştır.

bir kadın var: madam berta (berthe gaulis)... bugünün gençleri bilmez ama, kemalist kaynaklarda ismi geçer... bir gazetecidir. 1919 eylülünden cumhuriyetin ilanına kadar türkiye ile fransa arasında gider gelir. atatürk'le ve diğer komutanlarla yakın ilişki kurar. fransa'da le temps gazetesinde onları öven yazılar yazar. türkiye ile fransız hükümetleri arasında arabuluculuk yapar. lozan'da türkiye ile fransa'nın aynı tarafta olmasında başrol oynar. sonradan kendisine tbmm tarafından, milli davaya hizmetlerinden dolayı resmi şükran plaketi verilir.

türkçe'de iki kitabı vardır bu kadının. fransı hükümetinin islam politikasından sorumlu cezayir genel valisi mareşal lyautey'e yazdığı 21 aralık 1922 tarihli mektubunda şöyle der:
--spoiler--
-“Sayın Mareşal, şimdi Ankara’dan bazı mesajlar aldım. Bunları ancak yüzyüze gelince söyleyebilirim. 2 veya 3 Ocak tarihine doğru Rabat yolculuğuna çıkmayı düşünüyorum. Bundan önce Lozan’da ismet Paşa ile görüşmüş bulunacağım. Bütün bunlar büyük bir sır perdesi içinde geçecek ve burada, kimse niçin Lozan’a gittiğimi ve neden Fas’a gideceğimi bilmeyecektir. (…) Her şeyi inceden inceye konuşmamız zarurîdir. Doğrudan doğruya yapılan bu müracaattan memnunum. Beni, çeşitli meseleler arasında, belki de en nazik olanı için aracı seçtiler. Her hususta kendilerinden açık bilgi istedim. Ne yazık ki, Rabat’ta pek az kalacağım ve Paris’e döner dönmez tekrar Ankara yolculuğuna koyulacağım.”
--spoiler--

devamı da var mektubun. rabat görüşmesinden sonraki durumları da yazmış kadın. gerekirse yayınlarım da... ancak sanırım bu kadarı yeterli: çünkü burada ortada sadece ümitsiz bir mektup yok, bayağı bayağı sıkı fıkı ilişkiler var... ha, tekrar edeyim: ben bu ilişkileri yargılamıyorum. sadece eğer o mektupla vahdettin hain ilan edilecekse, bakın burada neler var diyorum...

(bkz: altüst oluşun sebepleri)