bugün

uluslararası rotterdam film festivalinde en iyi film olan tiger awards ödülünü almış film.
saat yedi de emek sinemasında izlenilecek filmdir.
ilk senaryosunu yazan ilk film yönetmenliği yapan bir ekibin bu kadar başarılı bir film çıkarmasına şaşılacak filmdir. taş gibi taş.
istanbul film festivalin de en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu , en iyi senaryo ödüllerini almış filmdir.*
avusturya linz'de düzenlenen crossing europe film festival de en iyi film ödülünü alan türk filmi. **
"
Tür: Komedi / Romantik
Yönetmen: Mahmut Fazıl Coşkun
Görüntü Yönetmeni: Refik Çakar
Senaryo: Görkem Yeltan, Tarık Tufan, ismail Kılıçarslan, Bektaş Topaloğlu
Oyuncular: Görkem Yeltan, Nadir Sarıbacak, Ersan Uysal
Yapım: 2008, Türkiye
Yapımcı: Tülin Soyarslan
Muzik: Rahman Altın"
trailerı,

http://www.wrongrosary.com/

eylül 2009 da vizyona girecek.
ihl sözlük'te arka fonda reklamı yapılan film.
tarık tufan abimize duyduğumuz saygıdan,okuduğum bir değerlendirme ve aldığı ödüller de göz önünde bulundurularak sabah 11 dolaylarında, akşama filmin seyri için tayfayı örğütlememe neden olan ve gösterime girdiği ilk günde izleme fırsatı bulduğum filmdir.

sadeliğiyle,klişelerden uzak durmasıyla,yer yer sessizliğiyle,çok ama çok naif şekilde yüzlerde tebessüm bırakmasıyla ve elbette oyunculuklarıyla takdirimi kazanmış filmdir.

taşrada doğup,büyümüş,üstelik babası gibi din görevlisi olan birinin türkiye'nin en kozmopolit yerlerinden birinde müezzin olarak göreve gelmesiyle başlar herşey.komşu kızı ise doğarken annesini kaybetmiş ve onu yetiştiren rahibenin son anlarında ona bakmaktadır.biri müslaman,biri hristiyan.hatta ikisi de dindar.ama ne fark eder ki ikisi de insan.ikisi de sessiz.ikisi de daha çok içinde yaşayan.zaman zaman dışa vuran bu zamanlarda da yüzlerde tebessüm uyandıran.ama nihayetinde ikisi de birbirine "uzak ihtimal".

uzak ihtimallere karışan biri daha,komşu kızının babası;geçmişte italya'da tanıştığı birinden çoçuğu olan ama o zaman siyasi nedenlerden dolayı hapis yatan dolayısıyla senelerce o çocuğu arayan,nihayetinde onu bulsa da,onlar da birbirine "uzak ihtimal".

aslında bu kadar yakınken,birbirlerine uzak olan üç insan.

belki de yakın olmak için "daha zamanı gelmedi".o zamanın gelmesi için biraz cesaret...
ilk kez 28. uluslararası film festivali'nde sinemaseverlerle buluşan ve bu hafta vizyona giren bol ödüllü film.
minimal anlatımıyla dikkat çeken film, mahmut fazıl c$oşkun'un ilk filmi olmasına rağmen yönetmene başta 38. rotterdam film festivali'nde kaplan ödülü olmak üzere yurtdışında ve yurtiçinde birçok ödül kazandırdı.
bir kaç gün önce izledim filmi.
--spoiler--
ankara'dan istanbula gelen müezzin arkadaşımız sessiz sakin içine kapanık birisi ve karşı komşusu rahibe adayı kız ondan beter dünya ya kapanık birisi. müezzin arkadaşımız daha önce kız arkadaşı olmadıgı için ilk etapta kafayı kızla bozuyor kara sevdaya kapılıyor hristiyan olması bile aşkına engel olamıyor ama açılamıyor tabiki. olayın içine kızın yıllardır kayıp babası da karışınca ortaya sessiz sakin konuşunca sanki para alacaklarmış havası gibi görünsede vücut dili ile bir çok şey anlatılmak istenmiş.
--spoiler--

3-4 kişi ile çevrlen film izlensede olur izlenmesede. uyumak için güzel ama.
bir taraf çok övecek bu filmi.
diğer taraf yerecek.
ayrıca polemikler izleyiciyi huzursuz ediyor.
bakalım nasıl bir gişe başarısı yakalayacak.
ben izledim. bayağı başarılı buldum.
taş gibi filmdir. bu su götürmez. fakat mahmut fazıl her röportaj verdiğinde senaryo şöyleydi, ben düzelttim onu attım bunu sildim demekten vazgeçmeli. insanın aklına bektaş topaloğlu geliyor sürekli.
yeni harmanda filmin 1. senaristi bektaş topaloğlu ile konuşmuşlar. sırrı süreyya önder, sadık battal ve hakan albayrak isimleri filme dahil olmuş. eh arkasındaki entirikaları ahmet hakan yazardı ama serde kardeşi var. ben baktaş topaloğlu'nun yerinde olsam geri plana bir senaryo yazarım.
hıncal uluç'a özel gösterimde gösterilen filmmiş. bugün atvde söyledi. halbuki biz bu filmi hıncal uluç sevmez diye beklemiştik.
şablonların,artık klişe olmuş tüm görüntülerin tekrarının iyi bir tekrarı.
yeni hiçbir şey yok.
bir kaç dini referans,avrupalıyı etkilemesi için düşünüldüğü ve çekildiği belli olan bir kaç ayrıntı,
çok fazla etüd edilmiş minimal yapımların köşe başlarının,filmin içine oturtulması.
işte hepsi bu kadar.
ismail kılıçarslan,tarık tufan gibi sosyalist taklidi yapan dincilerin,senaryoda isimlerinin geçtiğini öğrendiğimde açıkcası umutluydum
fakat "imkansız aşk" sinopsisini alıp,konuyu dinler arası köprülerle döşedikten sonra
nasıl bu kadar hiç birşey söylemeyen bir film çektiler,hayreti vakvakiye!!
müezzinlerde,rahibelerde senin benim gibi bir insan demenin başka yolu yok mu?
seyretmeden bir şey söyleyemeyeceğim film. iyi laflar etme iştiyakıyla dopdoluyum ammavelakin genellikle böyle hislerle sinemaya girdiğimde fevkalade pişman olurum. bu sefer olmayayım isteyerek seyretmeye meyledeceğim film.
Filmi sadece izlemek bir yana objektif bir bakış açısıyla eleştirebilmek için Bursa'ya kadar gittiğim bir filmdir. Tarık Tufan'ın da heyecandan olsa gerek aşık müezzinimizin aşkını itiraf edememesinin sebebini utangaçlığına bağladığı filmdir. ayrıca farklı bir dine mensup biriyle bir müslümanın evlenememesi gibi bir durum olmadığını söylemişti.oysa kafirlerle müslümanlar evlenemezler. hristiyanlar da Allah'a şirk koştuklarından kafir statüsündedirler bildiğim kadarıyla. film esasında hiçbir şekilde ödül almaya layık bir yapıt değil. ancak bir müslümanın bir rahibe adayına aşık olma ihtimali jürileri cezb etmiş olmalı.müezzininki dışında oyunculuk da berbat.
--spoiler--
spoiler
--spoiler--

O kadar ön yargılarla gittim ki bu filme. GörkemYeltan'a oyunculuğu ile birlikte yazdığı çocuk kitaplarından dolayı da sempati ile bakıyordum. film bir dolu ödül almış, eleştirmenler övgü ile bahsetmişti. Film bittiğinde ise ağzımdan çıkan cümle istemsiz olarak "Bu ne lan" oldu. Özür dilerim ama bu tür filmler türk seyircisinin de yerli sinemacılara şüphe ile bakmasına neden oluyor. Evet, film klişelerden olabildiğince uzak durmuş ama bu uzak durmayı o kadar abartmış ki filmde kendinizi zorluyorsunuz karakterler arasında neler olduğunu anlamak için. Gereksiz ayrıntıların üzerinde çok fazla durulmuş, diyaloglar yetersiz. Bu sadece bana böyle gelmemiştir. Türk sinema seyircisine de aynı gelecektir. Şöyle düşünelim ki ülkemizde seyirci rekoru kırmış film recep ivedik. Bu filmi recep ivedik ile kıyaslayacak olursak kabızken ishal olmak gibi. Arada bir aşama daha olması gerek. Seyirci için mi film yapılacak, elbette hayır ama kime hitap ettiğimize de önem vermemiz gerek. Ülkedeki çok az kişinin anlayacağı bir film yapıyorsanız bunun ardından gelip de Türk sinemasını eleştirmeye pek hakkınız yok. Musa'nın Clara'ya aşkı bu şekilde mi ifade edilmeliydi? Senaryo bu ikiliye birşeyler paylaştırsa fena mı olurdu. Filmin müzikleri de hayli zayıf. Çalan parçalar değil, çalınma süreleri. Çağan ırmak gibi müziği senaryonun bir parçası gibi gösterebilseler, repliklerle olmasa da şarkılarla birşeyler anlatmaya çalışsalar fena mı olur? Öyküsünü iki dakikada 6 cümle ile ifade edebileceğiniz bir film olmuş ortaya çıkan. Filmde konuşmaların olmadığı anlarda bir geri ses birşeyler anlatsa belki daha çok etkilenecektik. Bir kahve pişirme içme sahnesi neden bir filmde 6 sahnede yer alır. Ne ifade etmesi gerekiyor ? Ya sabah namazından sonra deniz kıyısında denize bakmalar. Bu filmi dvd'si çıktığında yönetmenin ya da eleştirmeni yorumu seçeneği ile seyretmeliyiz ki senaryonun olsun, yönetmenin olsun o sahnelerde ne demek istediğini anlayalım. Ama şu bir gerçek ki izleyici bir öyküsü olan filmleri seviyor. Yarım kalmış öyküleri, sessiz sahneleri, tekrarlanan hareketleri kaldıramıyor. Eğer bu film bir entellektüel filmi ise de demek ki ben entellektüel değilim. Ama anlayamadığım şey klişelerden uzak kalmak bu kadar mı iyi bir şeydir? Yazık olmuş. Dağ fare doğurdu benim gözümde.
sinema salonuna girdiğim anda nuri bilge ceylan'ın filmini izleyeceğim hissine kapıldığım sonrasında çok da yanılmadığım film.

hakan günday'ın da dediği gibi mükemmel teori, pratiğe döküldüğünde yarısının bile gerçekleşmediğine tanık olduğumuz gerçeği varken herhangi bir ses , konuşma olmaksızın duyguların mükemmel biçimde aktarıldığına bu filmde yeniden tanık oldum.

müezzinin aşık olduğu kadının gideceğini öğrendiğinde sahile gidip tek başına oturduğunda suskunluğuna rağmen kameranın çekim alanında olan dalgalarınsahile şiddetli vuruşu adamın söz söylemesine gerek bırakmamıştır.
Çoğu kişinin iddia ettiği gibi sade olmasıyla değil saçma olmasıyla hafızalara kazınan filmdi. izlediğim en berbat filmlerden birisiydi. iLk yarısı nispeten iyiydi fakat ikinci yarısında verdiğim para nedeniyle mecburen bekledim de bekledim. Tek tesellim böyle saçma sapan bir filme az para harcanmış olması . Filmdeki tek güzel sahne Musa nın Kabataş Fındıklı Parkı nda sabah çay içmesiydi.
chalmers electric power engineering dir.
chp'nin iktidar olması ve benim akıl sağlığımın düzelmesi uzak ihtimaldir.
gösterime girme ihtimali yüksek olmayan filme denir. ancak filmi de bir o kadar çabuk vizyona girmiştir. çelişkili bir durumdur velhasıl.
clara desen odun, musa desen kazma çok süper bir zaman kaybı olmuş.