bugün

gözlerini araladı, büyük bir gürültü vardı. belki de o gürültü gözlerini aralamasına nedendi. gerindi, keyif alıyordu gerinmekten. teker teker parmaklarını çıtlattı. gürültü ona hala belirsiz bir uğultu gibi geliyordu. annesi babası ve ablası kavga etmekteydi.

homurdanarak yataktan doğruldu. her gün aynı kavga konusu vardı evde. babası ablasının mini eteğine, ablası onun dağınıklığına, annesi babasının odunluğuna... herkes birbirine bir bahane bulup kavga konusu yaratabiliyordu fakat o katılmıyordu bu kavgalara.

terliklerini giydi, ayaklarını sürüyerek banyoya doğru yürümeye başladı. ayaklarını sürüdükçe fayans zeminde kösele tabanlı terlikler "şııraaak şırrakk" sesi çıkarıyordu. o bunun farkında bile değildi, derken annesi koşa koşa geldi "sabah sabah deli misin sen, terliklerini vura vura yürüyorsun, alt katta insan yaşıyor haberin var mı senin"dedi. tam karşılık vermek için ağzını açacaktı ki "bi dakka bi dakka, üstündeki ne senin, dün ütülediğim yeni gömleğin değil mi o senin? onunla mı yattın sen;tabi sizin hizmetçiniz var...aaah ahh, aysel ütülesin dursun, allah canımı alsa da kurtulsam!" diye haykırışını sürdürdü annesi, ve hızlı hızlı mutfağa gitti. kızmadı annesine, yüzünü yıkarken bir yandan da boğazından balgam sökmek için derin bir "hınnarghh tuuğ" yaptı. ve ablası içeriden haykırdı: "e be hayvan, sana insanlığı öğretemeyecek miyiz biz? yemek yeniyor şurda,sessiz yapsana". ikinci "hınarggh" yapıştan sonra "tuuuğ" sunu yapmadan balgamını yuttu, balgamı da içine attı,ablasına olan öfkesini de...

odasına gitti, üstünü giyinirken evdeki gerilim hala bitmemişti. herkes bir şeylerden hayıflanmaya devam ediyordu. giyindi ve mutfağa gitti, kahvaltıya... babasıyla şöyle bir bakıştı ve babası o bakıştan elektriği alınca lafa daldı: "dün sen arabayla nereye gittin bakayım? daha yeni benzin aldım koydum arabayı evin önüne, depo yarı olmuş, kilometre sayacını saydım, 432 km yol yapmışsın". dişleriyle dudağını sıktı hemen. devam etti babası: "dedim acaba ben mi hata yapıyorum, annen de saymış, ayrıca annen de arabayı alıp bir yere gitmemiş, şu memur maaşıyla araba olması bile gereksiz ama maşallah küçük bey karayollarının tozunu alıyor". yine bir şey söylemedi. o an ablası daldı lafa: "ee baba verirseniz arabayı erkenden şuna, şimdi tepene çıkar işte, size ne fayda sağladı da araba verdin ona, daha kıçından çıkardığı pijamayı çorabı toplayamıyor". ablasının bunları söylerkenki yüz ifadesi çok tanıdıktı. on beş yıl önce ikisi de çocukken masa altından birbirleriyle tekmeleşirkenki yüz ifadesiydi bu... sonu hep kötüydü ablasına birşey olmazdı, kabak ona patlardı hep.

masada bu kadar oturup daha fazla azar işitmek anlamsızdı. tabağını masada bırakarak ayaklandı ve çığlıkla irkildi: "o tabağının hali ne be, sudan geçirip lavaboya koysana, yetti canıma imanıma artık" . annesinin şalterleri feci atmıştı. tabağı lavaboya bıraktı, içeri doğru yürüdü... babası çarşıya inmek üzere evin kapısını açtı ve o anda kapı önündeki ayakkabı kalabalığını gördü. "cami mi burası bee" diyerek bütün ayakkabılara bir tekme savurdu. savrulan dört çift ayakkabıdan ikisi onundu. hatta biri de köpeğin önüne düştü ve köpek güzel bir kemirme malzemesi bulmuştu. toplamaya girişirken babası hırsla kapı önüne çıktı. arabanın kapısını açtı bu kez. arabanın tüm paspaslarının çamur içinde olduğunu ve koltukların da sigara külünden renginin değişmiş görüntüsünü fark etti.
haykırdı: "yeter bee, ne bu, araba aldık, biz binemedik siz içine ediyonuz, insan bir temizler, anca binin siz". heyecanlandı hemen. merdiveden inip köpeğin ağzındaki botu almaya çalıştı babasının öfkeli bakışları altında.

"al işte,köpek dediniz köpek aldık, hayvan hep evin önünde bağlı.iki ayakkabı gördü kudurdu, insan gezdirir biraz şunu,yazık günah" diye kükredi babası yine. kükremenin peşine köpeğin ağzından çektiği ayakkabının tabanı "çıırrtt" efektiyle ayrıldı. annesi nereden duydu da geldi onu: "iyi valla bee, gündüz çalış para kazan bunlara, akşam eve gel yemek yap, ne yemeğin kıymeti ne de malın kıymeti bilinsin".

şakağında damarın attığını hissetti. köpeğin boynundaki zincire baktı, neden baktı bilmiyordu... yerdeki su tasına da baktı. çömeldi yere, köpeğin gözlerinin içine baktı "çok yalnızım be bobi" dedi ve göz yaşlarını salıverdi...

ailesinin konuşmaları hala devam ediyordu...
(bkz: sinir hastasi olan aile ile yasamak)
bir sabah uyanılır ve ressam fırca '' darbelerini'' sallar:
(bkz: kenan evren)
(bkz: 12 eylül 1980)
fırçanın cinsi ve boyutuna göre değişebilecek bir durumdur. eğer fırça bir saç fırçasıysa, kişi uyandıktan sonra karmaşık yapıdaki saçlarını düzelterek insani bir görünüm kazanabilir. söz konusu fırça bir boya fırçasıysa, kişi aldığı darbelerle maymuna benzeyebilir, yani palyaço tipli bir şey oluverir. eğer fırça yerleri ya da benzeri yüzeyleri temizlemek amaçlı kullanılıyorsa, kişiye temiz bir dayak atılabilir hem de yüz darbelik.
toplamda iki yüzü bulan fırça darbesi.

(bkz: yatmadan önce yüz fırça darbesi).