Son sahnesi yürek parçalar.
büyük felaket sonrası hayatta kalma temalı filmlerin belki de en iyilerinden. film 2009 yapımı. henüz izlemeyeniniz varsa tavsiye ederim. 3. kez izledim.

fazla aksiyon beklemeyin. daha çok dram ağırlıklı bir hayatta kalma,yokluk, açlık, yiyecek bulmak isteyen diğer insanlarla mücadele içinde olan bir baba oğulu anlatıyor.

baba rolünde, yüzüklerin efendisinde aragorn'u canlandıran viggo mortensen var. keyifli seyirler.
Tek hakim tonun, gri olduğu film.En etkileyici sahnelerden biri de bir grup avcı insanın, evlerinin bodrum katında yemek için sakladıkları insanlardır.Kiminin bacağı halihazırda yenmiş, kimileri açlıktan ölmek üzere olan ve eninde sonunda yenilerek ölecek olan insanlar .. Yerlerinde olmak istemezdim şüphesiz.
Karamsarlığı, griliği, umutsuzluğu, çaresizliği iliklerimize kadar hissettiren film. Filmdeki tüm sahneler sanki grinin farklı tonlarıdır.
etkileyici bir film kesinlikle.
(bkz: durduk yere adamın amına koyan filmler)

nasıl ve nedenlere hiçbir cevap bulamadan kendimizi filmin ve olayların içinde buluyoruz.
bir baba ve oğlunun hayatta kalma savaşlarını filmin akışına destek olan flashbacklerle destekleyerek güzel bir sunum yapan john hillcoat u kutlarken oyunculuklarıyla ders veren kodi smit-mcphee ve gözbebeğimiz aragorn'umuz viggo mortensen de filmde adeta yardırıyor.

filmin bu kadar beğenilmesinin sebebi duyguların çok iyi yansıtılması ve karakterleri içimizde hissetmemizdir.
apokaliptik tarzında filmler arıyorsanız ve yolunuz the road'a düşerse ayaklarınızı uzatın ışığı kapatın ve sevgilinize sarılın gerisini onlar halletmişler zaten.
--spoiler--

filmin atmosferi o kadar başarılıki gerisini insan merak etmiyor bile. tamam bu noktaya neden ve nasıl gelmişler anlatılmamış ama filmi yapanlarında amacı o değilmiş zaten. küresel bir felaketin ardından verilen yaşam mücadelesi. sizi direk şükretmeye yönlendiren ve sokağa atılan her lokmanın kıymetini hissettiren bir film. insanoğlunun gelebileceği son nokta.

--spoiler--
'şartları sonuna kadar zorla ve sırtını dayayıp ahkam kestiğin o değer yargılarının teker teker düşmesini' izle tadında bir film. oyunculuklardan daha güzel olan bir şey varsa da, o da iç bunaltıcı atmosfer. ilerde böyle olur mu ya da daha beteri mi olur bilemem, fakat şurası kesin ki; o tarz bir yolun gün gelecek bir tarafımıza gireceği.
sonu için;

(bkz: ağladım piç)

en az children of men sertliğinde bir film. bu filme "ekşın yok" diyenlerle ilişiğinizi kesin, feysten silin ve "sçs kib bye" mesajı atın.

--belki spoiler--
hatta her an "aha çocuk kaçırılacak ekşın başlayacak" diye korktum, iyi ki de olmadı. beklendiği ve olması gerektiği gibi gelişti her şey. yalnız müzik seçimi ve kullanımı olarak eleştirilebilir. ne öyle the sims ev döşeme modu müziği gibi. gerçi alternatifi ne olabilirdi onu da bilmiyorum, belki daha kasvetli keman çello melodileri. o zaman da "hadi bb" diyip kafamıza birer tane sıkardık, zira şu haliyle bile izlenen en karamsar filmlerden biri.

he bir de, adı "the road" olan filme "hep yürüyorlar bilae başka sahne yok" diyenleri yollarda sürümek lazım.
--belki spoiler--

(bkz: aragorn un pipisi)
o kadar ağır işliyor ki , bir süre sonra lan kaç saat oldu bitmedi bu film , nidaları içinde buluyorsunuz kendinizi.

yinede ,
bazı sahneleri ve o mutlak çaresizlik hissi insanı ister istemez etkiliyor.hele o eve girmeleri ve kurbanlıkları görmeleri(bildiğin insan) ve üst kattaki banyo sahnesi akıllara durgunluk verecek cinsten.
adı üzerinde yolu ve yolculuğu kendine merkez alan, "neden" ve "nasıl"ların cevapsız bırakıldığı bir film the road. bir bilimkurgudan ziyade bir dram; insanın çevreye ve şartlara bağımlılığının altını kalın kalın çizen hem de. ağır ağır işleyen, karakter çözümlemelerini derinlemesine yapan bir film. bu yüzdendir ki sıcacık odanızda otururken, sizinle neredeyse hiçbir ortak noktası olmayan bu insanların yaşadıkları ıslatabilir gözlerinizi.
çok etkileyici sahneleri olan, biraz ağır ilerleyen fakat etkileyici bir film.
biraz duygusal biriyseniz oturup ağlayabilirsiniz. hele son sahnelerinde. ben ağlamadım o ayrı mesele ama o benim odunluğum. ama ağlanırdı yani. bence ağlayın.

--spoiler--
o evdeki odayı açıp o zavallı insanaları gördüğümde içim öyle bir sızladı ki, insanın neler yapabileceğini düşündüm bir an. gerçekten bu kadar iğrençleşebilen bir varlık insan.
gerçekte olur muydu diye düşündüm, olurdu dedim sonra da.
zenciyi çırılçıplak bırakma sahnesinde televizyona kafa atacaktım öyle sinirlendim.
ama son sahneler, o babanın ölmesi... içim acıdı. o çocuğun yalnızlığını, çaresizliğini ben de hissettim.
--spoiler--

güzel filmdi sonuç olarak.
Filmini bilmiyorum ama kitap olarak son derece bayık bir kitap. Nasıl Pulitzer ödülü kazanmış, nasıl Oprah bunu tavsiye etmiş anlamak mümkün değil.

Size kitaptan iki üç satır kelam edeyim boşuna paranızı ve zamanınızı harcamayın.

"Baba ile oğlu yolda yürüdü. Biraz daha yürüdü. Sonra biraz daha yürüdü. Kül. Her taraf kül. Biraz daha yürüdüler. Ayakkabıya ihtiyaç var. Ayakkabı yok. Ama çok kül var. Biraz daha yürüdüler. Baba ile oğlu yine yürüdüler. Ortalık karanlık. Kül. Gri. Gri. işte ev. Gri bir ev. Kül rengi gibi. Yürüdüler eve. Yürüdüler evden. Yamyamlar çıktı karşılarına. Yamyamlar gitmelerine izin verdi. Biraz daha yürüdüler. Yine yamyamlar çıktı. Yine gitmelerine izin verdiler. Baba ile oğul kül dolu gri yolda yine yürüdüler."

Bu anlatım. Bi de diyaloglar var.

"Baba açım."
"Aç mısın?"
"Evet açım"
"Hala mı açsın?"
"Evet açım"
"Beni seviyor musun?"
"Evet seviyorum"
"Aç mısın?"
"Evet açım."
"Yürü"
"Peki."
"Aç mısın?"
"Yürürken açım"

Kitabı okumuş oldunuz. Bana teşekkürlerinizi iletmelisiniz.

Babayla oğulun birbirini gırtlaklamasını bekledim ama nafile.

Sonundan hiç bahsetmeyeyim.
insanı hüngür hüngür ağlatabilen son zamanların en güzel filmlerinden.

neden oluştuğu bilinmeyen bir felaketten sonra hayatta kalmaya çalışan insanların yaşamını konu alıyor.
artık nasıl bir felaketse denizler çekilmiş , yerler yerinden oynamış ,bitki ve hayvan nesli resmen kurumuştur.

--spoiler--
-hollywood klişelerine sığınmamış. klişe olsaydı şayet eleman o ilk baştaki yamyamları öldürür. o mahzende kilitli tutulan "yiyecekleri" serbest bırakır. onları oraya hapsedenlere fiyakalı bir kaç laf çaktıktan sonra kafalarına sıkar.

-ilk yamyam grubunun durumu baya kritikmiş. kendi ölen adamlarınıda yemişler. nimet boşa gitmesin demişler herhalde.

-en sondada kendilerini kurtarmaya gelen yata binerek güvenli bölgeye ulaşırlardı. tabi yata binmeden hemen önce bir final boss u ile kapışmada yaşanırdı. şu mahzene yiyecek depolayan psikopatlardan bir tanesi sağ kalırdı mesela. onunla ölümüne kapışma olurdu. ama hiçbiri olmuyor. karakterimiz sürekli kaçıyor. kaçabildiği her ana kadar kaçıyor. zira tek mermisi var. o psikopatların evinde sadece ekibin kadın üyesi üst kata çıkıyor diye oğlunun kafasına silahı dayıyor ve az daha kafayı uçurma noktasına geliyor. zira kendisi tek başına ve aşşağıda 4-5 silahlı adam var.

-yine uzaktan gördüğü yamyamlardan kaçan kadın ve çocuğunu kurtarırdı. yolculuğa beraber devam ederlerdi. kadınla bizim eleman arasında yakınlaşma olurdu.

-mahzendekileri kurtarmaya çalışmadı. ve hatta kaçtı. panik yaptı. kim yapmazdıki? onları kurtarsan ne olacak? normalde bunları hapsedenlerde benzeri filmlerde hep bu işten zevk alan manyak tipler olurken bunların mecburiyetten yaptığı ve hatta sitem ettikleride ortada. kadın diyorki "artık kokuyu da mı almıyorsun?" . hoş yamyamlıkla ne kadar hayatta kalınabilirki? sürekli et yersende ölürsün benim bildiğim.

-en trajikomik kısmıysa bunların konservelerle dolu sığınaktan kaçmasına neden olan köpek sesinin "iyi adamlar" dan gelmiş olması. adamlar iyi beyler. çocuklar yaşıyor , köpek yaşıyor , daha ne? mis gibi sığınağı terkettiler ya ona yanarım.

-babanın ölümü yürekleri dağladı. bir yaradan mikrop kaparak pisi pisine gidiverdi. yine hollywood olsaydı o kendine benzin döker yakarak iyileştirirdi. (bkz: rambo)
--spoiler--
iyi kitapların filme çekilmemesi gerektiğine bir örnek daha. Ne zaman akıllanacak bu Hollywood, ne zaman kaliteli eserleri filmleriyle piç etmekten vazgeçecek anlamıyorum. Filmi izleyeceğinize kitabını okuyun. 2007'de Pulitzer Ödülü kazanmış bir kitabın karşısında yapımcılarının bile olmamış dediği bir film var.
ağlamamak için kendimi zor tuttuğum film. yanımda annem vardı ağlasam rezil olacaktım göz yaşlarımı içime döktüm. aman eğer fazla duygusalsanız izlemeyin derim filmin sonlarına doğru üzülebilirsiniz. oyunculuklar, görsellik çok iyi hazırlanmış.
gişe yapmamış, hakkı yenmiş harika bir filmdir.

evet, çok tanınmış ünlü oyuncular yoktur fakat iki oyuncuyla (biri henüz çocuk) bu kadar iyi film cıkarılabilirdi.

gişede onca saçma film varken ve kaliteli sandığımız oyuncular para uğruna saçma yapımlarda rol alırken,
tek kelimeyle harika bir film.
bugün izleme fırsatı bulduğum müthiş film.gişe için yapılmamış ama çoğu iyi filmden daha iyi bir film.

filmde hiçbir kişi adı geçmiyor,hiç kimsenin adının söylendiğini duymuyoruz.insanlığın o kadar çok hayvanlaştığı bir ortamda gerektiğinde ne kadar çok insani duyguları yaşayabilen karakterler üzerine kurulmuş.günümüz insanlarının geleceğini anlatsa da filmden bir ders çıkarılması gerekirse;bir insan bencilliği ve kendi çıkarı için herşeyi yapabilir,kendi istekleri için bütün insanlığından vazgeçebilir,bu film insanların ne kadar değişik şekillere girebileceğini de gösteriyor.
Türkçesi yoldur.
Filmden aklımda kalanlar:
1) Coca Cola reklamı.
2) Zencinin çırılçıplak bırakılması.
3) Sığınaktaki yiyecekler.
4) Babanın öleceğini bile bile zorlaması.
5) Çocuğun iyimserliği.
10 üzerinden 7.
kesinlikle ortalamanın üzerinde bir post-apocalyptic yapım. bazı izleyicileri, yavaş akması sıkabilir. ama, zannımca bu ağırlık, filmin kıyamet sonrası atmosferini etkileyici kılmıştır. ayrıca, filmdeki baba oğul ilişkisi, insanı derinden etkileyen cinstendir.

10/7.
dün gece trt 1 de izlediğim ve sonunda ağlamaktan içimin geçtiği film.en son hatırlamıyorum bile hangi filmde ağlamıştım.ama bu filmin sonu beni gerçekten çok etkiledi.gerçekten güzel bi film tavsiye edilir.
ağlaya ağlaya zor biten bir film. insanın içine fenalıkta geliyor tabi. fevkalade kötümser, üzücü bir film. bir baba çocuğunu yapayalnız bırakacağını bile bile ölüyor... sırf o sahne için izlenir.
--spoiler--
nereden gelip nereye gittiği belli olmayan film.

çok iyi, çok gerçekçi bir post-apokaliptik senaryo örneği. yiyeceğin sınırlı olduğu ortamda amerikan ganglerimiz eksik değil tabi. yer yer gerilim tırmanıyor.

viggo canı götünde güneye ilerlemeye çalışırken sürekli "papaa şuna yardım edek, çok kötü adamsın papaa" diye surat yapan hümanist piçe ikki tene sağlam yapıştırayım diye sürekli içten geçiriliyor. öyle ki ben filmin bir yerinde kendimi tutamadım ve pembe dizi izleyen anneanne tadında çocuğa ana avrat düz gittim. amına koyduğumun evladı. gerçi viggo da filmin bir yerinde "senin götün kuru amına koyim, anca surat yap kedi canını siktiğim" diye paylıyor ukalayı.

viggo mortensen acayip kilo vermiş. kendisinin metodist bir aktör olduğunu bilirdim. ancak bir insanın bir rolü bu kadar yaşayacağı aklıma gelmezdi. film sonuna doğru sırtüstü yatıp gök yüzüne bakarken uzak çekimden, adamın sıfatında bildiğimiz net kurukafa görünüyordu.

bunun dışında anne nereye çıkıp gitti biraz havada kaldı. gecenin bi vakti entariyle çekti gitti. ben oduncuya kaçtı diye tahmin ediyorum. charlize theron'ı böyle suratsız karı rolünde görmek pek hoş olmadı, o melek yüze gitmedi o replikler.

filmin sonu da havada kaldı. o aile ile göçebe yaşayacak bu çocuk. film boyunca viggocan güneye gitmek için götünden kan akıttı, bu muydu yani? güneyde rasgele sahilde birini görürsün, onlar da seni evlat alır, bu mu? kitabını bilemiyorum ama filmin hikayesinde önemli delikler (bkz: pothole) var.

ha bir de, post-apokaliptik diye açtık, rosalinda gibi duygusal film oldu.

ha bir (2) de, çok pis koka kola reklamı var.
--spoiler--
kıyamet sonrası filmleri arasında en duygusalı, en dramatiği. baba-oğul ilişkisine çok güzel değinen, sessiz sakin bir atmosferde yalnız başınıza izlediğinizde ağlatabilecek şahane bir film.

yer yer gerilimin de tırmandığı film izleyiciyi hiç sıkmıyor, az diyalog, ıssız mekanlar, zaman-yer kavramının olmaması, hoş müzikler ve viggo mortensen'in harika oyunculuğu, bunları koyun üst üste işte size film.

filmi izlemeden önce fikir edinmek için bu başlığa bakacak olanlara hiç vakit kaybetmeden yalnız başınıza izleyin derim.

robert duvall'i makyajla bir şekilde bu kadar yaşlanmış, yapayalnız, yitik bir halde görünce acayip üzüldüm ya, sanki gerçek hayatında böyle olmuş gibi. birkaç dakikalık rolünde de döktürmüş usta oyuncu.

unutmadan film bitince hemen kapatmayın, casti sonuna kadar izleyin hikaye hakkında önemli detaylar son saniyelerde.

görsel
http://2.bp.blogspot.com/...Q31Aw/s1600/the-road2.jpg
görsel
http://1.bp.blogspot.com/...4s/s1600/The-Road-001.jpg