bugün

Sandra Bullock filmde aynı kendisi gibi kocaman bir kalbe sahip bir eş ve 2 çocuğa sahip bir anneyi oynuyor. Bu aile 17 yaşındaki siyahi bir çocuğu himayesi altına alarak tamamen hayatını değiştiriyorlar. Himaye edilen çocuğun ailenin en küçük çocuğuyla olan diyolagları ise izlenmeye değer. Ve de en önemlisi Sandra Bullock faktörü. Film de eşini ise ünlü country şarkıcısı Tim McGraw oynuyor.
izlediğim en güzel filmlerden oscarı hakediyor.sandra bullock bu filmde gerçekten aşmış yani kendisini çok sevdim bu filmde izlenmesi gereken bir filmdir.
izleyince amerika da ki sporcu yetiştirme ahlakını ve eğitim sistemini görüp; kendimizinki ile kıyaslamamak elde değil.

eğitim her şeyden önce gelmeli gibi bir zihniyet var adamlarda ki ne kadar yersek de onları bazen, bu konuda haklarını vermek lazım. adamlar sistemi tıkır tıkır oturtmuşlar.

"sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" disturunu ta ne zamanlar söylemişiz, ama nedense(!) gerçekten ne ifade ettiğini hala anlamamışız.*
izlerken boğazınızın düğümlenmesine sebep olan bir film.Sandra bullock harika bir oyunculuk çıkarmış ve bence bu seneki oscar ödülünü bu rolü ile alacağa benziyor demedi demeyin.
"based on the extraordinary true story"

tamamen gerçek bir hikayeden uyarlanan, izlerken duygu seli yaşatan harika filmdir.

sandra bullock' un amerika da boşuna en sevilen aktrist olmadığını gösterir ayrıca.

bu filmi izleyip, duygulanmayan bir insan varsa ben ona şaşarım arkadaş...
filmde rol alan sarı veled(jae head) en az sandra bullock kadar iyi iş çıkarmış. iyi bir aile filmi. ayrıca sandra bullock'un yerine az daha julia roberts rol alacaktı bu filmde. sandra olmuş iyi de olmuş..
açıkçası sonuna kadar gerçek bir hikayeden uyarlandığını anlamadığım film.. bütün oyuncular harika bir performans sergilemişler.. izlenilesi bir film..
bildiğin başka bir amerikan rüyası filmi.bir kurtulamadılar şu klişelerden ona yanarım.
sandra bullock hatun kişisinin performansı ile adamı koltuguna yapıştıran filmdir. Ailenin babası ve çocuklarıyla birlikte topluma verdikleri insanlık dersini gözümü kırpmadan izledim.
sandra bullock'un 2010 yılı oscar ödüllerinde en iyi kadın oyuncu ödülünü kazandığı filmdir.
çok güzel bir film. bu filmin yerine o dandik amerikan askerlerini anlatan the hurt locker'ın en iyi film oscarı almasına şaşırmadım doğrusu. tinaniğe bütün oscarları bayılan bir kurum bu filmi de esgeçip başka filmleri zirveye koyabilir.

---spoiler---

film Michael Oher adındaki siyahi, fakir ve çok iri olan bir çocuğun gerçek hayat hikayesini anlatmakta. çok kötü bir hayattan nasıl çok güzel bir hayata geçiş yapmasını, yani bir nevi amerikan rüyasının gerçekleşmesini anlatıyor. mike ailesi olmayan ve çok fakir olan, maçlardan sonra etraftaki popcornları toplayan (herhalde yemek için. ki sonradan "artan yemekleri ne yapıyorsunuz?" diye zengin baba sean'a sorması da ironikti), sessiz ve çekingen biri. kimseyle konuşmuyor (salıncakta sallanan cimcimeler hariç tabi) ve dışarıdan çok da zeki olmayan biri olarak görülüyor. geldiği okulda insanların bakışlarını üzerine çekiyor (çünkü siyahi başka bir adamın yardımıyla girdiği bu okul üst düzey bir okul ve ayrıca herkes de beyaz). anlayacağınız tam da küçük emrahlık bir durumu var. ama bu hikaye gerçek olduğu için bu çocuğun kör talihi içinizi burkuyor ve hemen onunla kendinizi özdeşleştiriyorsunuz. film boyunca çocuğun başına kötü bir şey gelmesin diye kendinizi sıkıyorsunuz. ama neyse ki kör talihini aşıyor sonunda. bunu da kendisini evlat edinen zengin Tuohy ailesi sayesinde yapıyor. özellikle Leigh Anne Tuohy, (sandra bullock) ailenin annesi kendisine çok sıcak davranır ve aileye katar. ona destek olur. ailenin küçük ve sevimli oğlu s.j. de big mike'ı herkese abisi olarak tanıtır ve çok iyi arkadaş olur. bu ikisi kadar olmasa da ailenin babası sean ve abla collins de ona iyi davranır ve destek olur. altın kalpli bu insanların da yardımıyla mike yukarılara tırmanarak çok iyi bir amerikan futbolu oyuncusu olur. yani dipten gelip zirveye çıkar. siz de sanki siz çıkmışsınız gibi sevinirsiniz. filmin konusu bu.

gerçek hikaye'Deki olayları bilmiyorum tabi ama eğer buna yakınsa bile, mike'ın hikayesi gerçekten göz yaşartıcı bir hikaye. big mike'ın durumunun çok üzücü olması sizi ona bağlıyor, aynı gerçek hayattaki ve filmdeki aile gibi. mike'ın sessiz ve sakin olması, flmin bir yerinde sean'ın da dediği gibi onca şey yaşamasına rağmen kimseden nefret etmemesi, insanları koruma içgidüsünün inanılmaz gelişmiş olması, ailenin her ferdinin onu koruyup kollaması (ki anne'nin yemek, daha doğrusu pahalı salata yediği restoran'da mike için arkadaşlarına verdiği ayar ve ailenn ablası collns'in kütüphane'De mike'a tip tip bakan arkadaşlarını görüp onları aval aval baktırarak tek oturan mike'ın yanına gidip oturması bu korumaların en güzelleriydi. öğretmennin diğer öğretmenlere doğru yolu göstermesini de bunlara dahil edebilirim) filmi hem daha duygusal hem de daha bağlayıcı yapıp üst seviyeye çıkaran etmenlerdi. filmin acitasyona başvurmaması da bir diğer güzellik. spor filmi bekleyenler de pek umutlanmasın. sporla alakalı çok da birşey söylemiyor ve göstermiyor. daha çok altın kalpli aile ile mike'ın hikayesi üzerinden gidiyor. amerikan futbolu da var tabi ama çok arkaplanda kalıyor.

filmin sonunda gerçek aileyi göstermesi de insana bir garip hissettiriyor. gerçek collins en az film'Deki collins kadar güzel. zaten youtube gibi benzeri sitelerde bu aile ile yapılmış olan röpörtajları bulabilirsiniz.

oyunculuklar da çok iyiydi. özellikle sandra bullock ve Quinton Aaron müthiş bir performans sergiliyorlar. zaten bu ikisinin, özellikle de aaron'un performansı ona (mike) bağlanmanızı daha da kolaylaştırıyor. küçük çocuk Jae Head de çok güzel oynuyor. ayrıca ailenin ablası olan kızı canlandıran hatun'un (lily collins) oynamasına da gerek yokmuş. hani hiç konuşmasın. sadece gözüksün o da yeter. çok güzel bir kızdı. gülünce daha da güzel oluyordu. maşallah diyorum kendisine.

zevkler ve renkler tartışılmaz belki ama filmin güzelliğini şu şekilde açıklayayım. ben 2 saatten fazla filmlerden hoşlanmam. artık sonlara doğru filmi ileri sararım. ama bu film'DE 2 saat 10 dakika su gibi geçti neredeyse. neyse kesin izleyin, ağlayın diyor ve gidiyorum.

filmin en önemli repliği ve sözü : "sj, sj yine kızların soyunma odasına gireyim deme! sj gel buraya! sj!!" - leigh anne (çilli bücür. bu çocuk aynı benim küçüklüğüm yaw)
şaka bir yana film'De en duygulandırıcı konuşmalardan biri de şuydu :

Leigh Anne Touhy: Find some time to figure out another bedroom for you.
Michael Oher: This is mine?
Leigh Anne Touhy: Yes sir.
Michael Oher: I never had one before.
Leigh Anne Touhy: What, a room to yourself?
Michael Oher: ...A bed. (***)

---spoiler---

not : ayrıca da böylesine güzel bir filmde gösterilmeyen sahneleri umarım dvd'sinde bulabiliriz. çünkü trailer'ında collins ile mike'ın olduğu bazı sahneler film'De yoktu. zaten sean-collins ile mike'ın beraber geçirdiği sahneler de azdı filmde. daha fazla olmasını isterdim. dvd'nin çıkış tarihi de 23 mart sanırım.
sandra bullock'un aldığı oscar'ın helali hoş olduğu film.
Filmdeki rol başlangıçta Sandra Bullock'a teklif edilmiş ancak tarafından reddedilmiştir. Yapımcılar bu sefer ibreyi Julia Roberts'a çevirmişler ancak ilk teklif kendisine yapılmadığı için o da reddetmiştir. Daha sonra Sandra Bullock ikna edilmiş ve ortaya güzel bir yapım çıkmıştır. Sandra Bullock'un ilk teklifi reddetme sebebi ise yoğun programı ve bu yoğunluktan dolayı ilgi gösterilmesi gereken role kendini veremeyeceğini düşünmesi.
filmi açıkçası hakkında pek de bir şey bilmeden izlemeye karar verdik ve başına oturduk. bildiğimiz tek şey sandra bullock'un ödül aldığıydı. izledikçe, önce hmm klasik bir hikaye diye düşündük, sonra sandra bullock'un performansıyla büyülendik, anlattığı hikaye ile kimi zaman üzülüp kimi zaman da gülümsedik, ama ne kadar seversek sevelim "yav, böle şeyler gerçek hayatta olmaz ki" mottomuzu hiçbir zaman kaybetmedik, ta ki filmin sonuna gelip de tüm laflarımızı yutana kadar.
oluyormuş efendim.
sandra bullock'un takip ettiğim kadarıyla ilk defa tarzının dışına çıktığı ve oscara layık görüldüğü tavsiye edilir cinsten bi film.
film gerçek bi öykünün anlatısı, toplumsal mesaj içerikli ve izledikçe vayy be dedirtiyor, kendini sorgulatıyor insana. ben olsam yapar mıydım acaba diye düşünmeyen olmamıştır sanırım.

filmin sonunda öykünün gerçek kahramanlarını gördükten sonra ne kadar başarılı oyuncu seçimi yapıldığı da aşina.

dipnot: sandra bullock'a da sarı saç ayrı bi yakışmış, zayıflamış ve tabir-i caizse taş gibi olmuş.
hikaye gerçekten güzel. amerikan eğitim sistemi bir güzel örnek gösterilmiş nede olsa amerikan yapımı demek geliyor içimden ; biz neden yapamıyoruz kıskançlığından da olabilir.
inanılmaz idealize edilmiş bir kadın var filmde, gerçekten boyle bir insan olamaz diye süphe etmek, ucundan da olsa filmi yermek istiyorum.
karakter öyle etkileyici ki kafanızı filmden kaldırıp şöyle bir baksanız bu filmde banu alkan olsa oda alırdı o oscar ı .
bu arada filmin en carpıcı sahnesi Leigh Anne'in sosyetik arkadaslarına maykılla konusunda ayar verdiği sahnedir.
en iyi kadın oyuncu oscarına sahip film. ödüllü bir film olduğu için arşive atıldı, an itibari ile izlenmiş bir film oldu. oscar yolunca bence en iyi film ödülünüde hak etmiş ama akademi bu filmin hakkını yemiş. oldukça hoş bir film. ne tarantinonun filmi gibi ne de the hurt locker daki gibi bittikten sonra ağızda sirke tadı bırakmıyor. baya adamın kalbini ısıtıyor bu film. ben bu filme en iyi veled oyuncu oscarınıda verdim gitti. ufaklık iyi iş çıkarmış. sanırım kaza sahnesi oldukça etkileyiciydi. filmi durdurdum niye yaptın bunu aptal adam dedim. kaza yapacağın belliydi niye çıktın yola bok ettin her şeyi dedim. gel gör ki son saniye de kurtarmış diyelim bu kadarcıkta spoilerımız olsun. *
arşiv meraklılarına duyrulur.

cozefe göre: insanı etkiliyor, bu film izlenmeli.
filmde Michael Oher'ı canlandıran Quinton Aaron da iyi bir oyunculuk çıkarmıştır.

uzun zamandır yapılmayan doğru dürüst amerikan filmlerinden biri.

izleyin ve etkilenin.
Marley and me filmini hatırladım her anında...
oncelikle sandra bullock'a iyi bir alkis diyoruz. * *

gercek bir hikaye olduguna pek inanasi gelmiyor insanin, bu kadar iyi kalpli insanlar hala var mi ki diye dusunduruyor bir an. ama bu dusunce uzun surmuyor film ilerledikce anliyorsunuz zaten herseyi...
en begendigim sahneler kazadan sonra annesi korkuyla kucuk cocugun yanina kosar ve durumunu sorar ufakliksa kalkar ve derki t-shirtimdeki leke cikar mi sence?
bir digeriyse big mike'ın butun bunlari benim icin mi yoksa kendin icin mi yaptin diye sormasiydi seyriciye de big mike'a da iste tam o sira da dank ediyor.bunlar beni besledi buyuttu yardim etti ama niye kendilerini tatmin etmek icin mi yoksa benden bir cikarlari oldugu icin mi? diye bir dusunce aliyor bizim koca adami.....

filmin bi cok sahnesinde de surekli god temali seylere dikkat cekiliyor ornegin annenin surekli hac kolye takmasi iyi bir hristiyan olmaya calismasi sonra cocuklarini hep ayni okula gondermeleri ki bu okul un kapisinin girisinde yine god temali bir yazi vardi icerigini unuttum suan. *
filmin sonuda ki fotograflar etkileyici olmus.

filmin tek sıkıcı yani vardi benim icin o da amerikan futbolu oynadiklari sahneleri cok fazla uzatmis olmalariydi.*
tek kelime ile mükemmel film. kendime neden bu kadar zamandır izlemedim diye kızmamı sağlamıştır efendim. oscar ı gerçekten haketmiştir diğer filmlere göre oldukça başarılı. SJ favorimdir. *
yönetmen John Lee Hancock imzalı, gerçek bir hayat hikayesinin yansıtıldığı oldukça başarılı bir yapım.

Michael Oher * sokaklarda yaşayan, yaşam için bir amacı olmayan bir gençtir. hayatı Leigh Anne Tuohy * ile karşılaşınca değişime başlar. Sıcak bir ev ve bir odaya kavuşan koca mike lakaplı michael'in ders notları düzelmeye başlar. Bu arada Leigh onun koruma içgüdüsünün anormal derecede gelişmiş olduğunu anlar ve işte bu noktadan sonra michael'ın hayatı hiç ummayacağı bir şekilde değişir...

Filmde anlatılan hikayenin yanında bir de amerikan eğitim sistemi işlenmektedir. Bir bizim çağ dışı, ezberci, parasını verir diplomanın kralını alırım anlayışındaki eğitim sistemimizi bir de amerikalılar'ın mantığa dayalı, gözlem kabiliyetini geliştiren, öğrenmeye odaklı eğitim sistemini karşılaştırınca utandım doğrusu. izlerken aklıma sürekli iki dil bir bavul filmi geldi. "neden biz de böyle olamıyoruz" diye hayli kederlendim.

bu arada Sandra Bullock için de bir parantez açalım. Oldukça güzel oyanadığı bu filmle oscar ödülü kucakladı. zaten sonuna kadar hak etmişti bu ödülü. fakat saçlar olmamıştı. sarı saçları bana evlendiğinin ertesi sabahı kuaföre koşup saçlarını sarıya boyana küçük anadolu kasabası kızlarını çağrıştırdı.
Yönetmenliğini John Lee Hancock'un yaptığı süper bir film.
gerçek hayattan uyarlanmış muhteşem film.

'o soğan gibidir, anlayabilmek için katman katman kabuğunu soymak gerekir'..
filmde geçen akıldan çıkmayacak repliklerden sadece bir tanesi bu.

kimsesiz ve kötü bir mahallede kendi başına hayat mücadelesi veren bir çocuğun değişen hayatı..
belki kötü bir 'son'a sahip olacak, hayata erken veda edecekti.
tuohy, bu yalnız çocuğun hayatını nasıl değiştirdiyse michael de yanına geldiği bu aileyi değiştirdi.

sandra bullock bir çocuğu mutle etmenin verdiği duyguyla film boyunca gülümsüyor
sizi de aynı şekilde gülümsetiyor...
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar