bugün

Her daim içinde yaşamla beraber inanç duygusu barındıran insanların aklına hayatının bir döneminde takılmış sorulardır. bu sorulara örnek vermek gerekirse ;

1-Allah yapacağımız herşeyi biliyorsa neden dünyadayız?

2- Eğer herşeyin bir yaratıcısı varsa Tanrı’yı kim yarattı?

3-Tanrı’nın egoist olma sorunsalı

4-Tanrı varsa neden kötülük var , Neden ortaya çıkıp kötüleri cezalandırmıyor sorunsalı

5-Stephan Hawking’in açıklamalarındaki sorunsallar

6-Tanrı neden insanoğlunu yarattı?

7-Evrim teorisi doğruysa Tanrı’da yok mudur?

8-Bir insan neden ateistliği seçer sorunsalı

9-Müslümanlar neden bu kadar zulüm göstermektedirler?

10- Biz Müslüman bir ülkede doğduk , diğerlerinin günahı neydi?

11- Din ile kandırılan ve sömürülen insanlar dinin kötü birşey olduğunun kanıtı değil midir sorunsalı

1. Ve 2. Sorunun kendime göre cevaplarını şimdi sıralamak isterim ;
Öncelikle Boyut kavramını özümsememiz gereklidir. Herkesin bildiği üzere 3 boyut vardır ve biz bu 3 boyutlu dünyada yaşamaktayız. Keza dünyada gördüğümüz , dokunduğumuz ve inceleyebildiğimiz herşey 3 boyutludur. Tv ekran görüntüsü bile 2 boyutlu olarak gözükse de çok az da olsa bir eni vardır. Hatta mikroskobik yaratıkların bile tek boyutlu bir nokta gibi algılandığı fakat elektron mikroskobunda bakıldığında onların da 3 boyutlu birer varlık olduğu gözlemlenebilmektedir. Yani yaşadığımız dünya tamamen 3 boyutlu objelerden oluşan bir dünyadır.

Bu kısa bilgiden sonra konumuzun asıl açıklamasını sağlayacak konuya açıklık kavuşturalım , yani “zaman”.

Zaman nedir?

Zamanı 3 boyutlu uzayımıza göre tanımlarsak geçmişten geleceğe doğru giden , sonsuz uzunlukta bir ip gibi düşünebiliriz. Bu ip her ne kadar sabit gibi gözükse de aslında çok değişken titreşimlere uğrayabilmektedir.

Keza zaman hıza ve çekim gücü dediğimiz kütlenin uzayı bükmesi durumuna tepki vermektedir. Hız arttıkça zaman yavaşlar , çekimgücü de arttıkça zaman yavaşlar. Bununla beraber hız ve çekimgücünün azalmalarıyla ise hızlanır. “Nasıl yani?” diyenler olacak. Hemen açıklık getireyim ;

Uzayı dümdüz bir çok gergin bir çarşaf gibi düşünün ve üzerine bir bowling topu (güneş) bırakın. Bu bowling topu uzayı yani çarşafı o kadar çok bükecektir ki , bowling topundan küçük kütleye sahip bilye gibi cisimler (dünya) aynı çevredeki uzayda döndüğü taktirde topun çarşafta oluşturduğu eğimden ötürü ona doğru yuvarlanacaktır. Ortamda bowling topu değilde sadece bilye olsaydı , topluiğne başı da (ay) bilyeye doğru yuvarlanacaktır. Toplu iğne başı ise kum tanesini kendine doğru yuvarlayacaktır. Bu böyle sonsuz kütlelerden sıfır kütleye kadar giden bir durumdur. Kütle çekimin genel prensibi budur. Peki bu dediğime göre “dünya neden güneşin içine girmiyor?” Diyenler olursa hemen açıklayayım ; belli bir hız ile uzayda savrulurken bu eğimli bölgeye girerseniz ve ortamda sürtünme yoksa o istikamette sonsuza kadar dönersiniz. Örneğin bir rulet masası düşünün. Rulet masasında atılan bilye , atılmanın hızıyla merkezin etrafında dönmektedir. Olan eğimden ötürü doğru merkeze doğru kavislenir fakat hızın yarattığı merkez kaç kuvveti ile de dışa doğru kütle itimi yapar , bu yüzden direk merkeze doğru düşmez. Eğer ortamda sürtünme olmasa ve o bilye yavaşlamasa , kesinlikle bu eğimden etkilenmeden aynı şekilde sonsuza kadar dönmeye devam edecektir. Dünyanın durumu da güneş etrafında aynen budur , aslında yerçekimi denilen şey de budur. Kütlenin uzayı ne kadar büktüğüne bağlı bir durum yani. Kastedilenin aksine kesinlikle mıknatıs etkisi gibi bir şey yoktur.
Peki büyük kütleli cisimler uzayı böyle büküyorsa ve ortamda hız gösteren bir cisim de yoksa bu kütlesi büyük cisimler tarafından yutulmaz mı? O zaman dünya insanları neden yutmuyor? Diye farklı bir sorunsal daha çıkacaktır önümüze. Fakat cevap çok basittir. Siz kendinize göre hareketsiz olmanıza rağmen dünyanın dönmesi ile beraber aslında ekvatoral hızı 16.744 km/h olan bir hızda dönmektesiniz. Bu ise aynen rulet masasındaki bilye gibi her maddenin bir hıza ve merkez kaç kuvveti uygulamasına neden olur. Yani “dünya 1 saniye dursa ne olur” derseniz , bu 1 saniye içinde dünya üzerindeki tüm cisimler dünyanın içine çekilecektir.

Hız dediğinizde ise olay farklı bir durum kazanmaktadır. Hız ile uzayı dediğimiz gergin çarşafı delersiniz demek sanırım yanlış olmaz. Aslında ışık hızına çıkan bir nesnede zaman durmasının sebebi , nesnenin sicim teorisine göre bir üst boyut olan ve zamanın bir döngü durumuna yükselmesidir. Yer çekimi gibi bu da yanlış anlaşılan mevzulardan biridir. Asıl olarak 4. Boyuta geçme durumudur. Eğer bu konuyu açıklamaya kalkarsam en az 40 sayfalık bir altyapı ve açıklama getirmem gerektiği için burada bırakıyorum , sadece bilmeniz gereken yeri bilmeniz , şu an için yeterlidir diyorum.

Bu durumlarda anlaşılmaktadır ki , zaman aslında 3 botuylu dünyada , kütle ve hıza göre değişkenlik gösteren hamur gibi birşeydir. Bildiğimiz zaman , karadeliklerde durmaktadır. Hatta uzay istasyonlarında yaşayan insanlar için de zaman hızlı geçmektedir.
Şimdi zaman algımız biraz değiştiğine göre boyutlar teorisine girebiliriz.

Boyutlar teorisinde dünyamızın sadece 3 boyuttan ibaret olmadığı , çok daha farklı biçimlerde olaşan ve biçim olarak bizim hayal dünyamızın sınırlarını aşacak (zorlayacak kelimesi çok basit kalmaktadır , hayalini bile kurmanız mümkün değildir , ancak matematik formülleriyle tasvir edilebilir , ne beyniniz nede herhangibirsey görsel yada algısal olarak bu dünyaları bize sunamaz) boyutlar olduğunu kanıtlamıştır. “E bu teori değil mi? Teori kanıt değildir” diyen arkadaşlar için ise şöyle bir şey diyeyim ;

Kendi boyutunda olan hiçbir varlık üst boyutlarını gözlemleyemez. Yani algı olarak bunu göremez , inceleyemez. Bu dediğime göre 1 boyutlu yada 2 boyutlu canlılar 3 boyutu inceleyemez , çünkü derinlik algıları yoktur. Bizde aynen bu şekilde üst boyutları algılarımızdan ötürü gözlemleyemiyoruz ama olduklarını biliyoruz.
Üst boyutları ise şu şekilde tasvir etmemiz gerekirse ;

Elinize bir kağıt alın. Eğer bu kağıdı 2. Boyutu ve eni sıfır olan cisim gibi düşünürsek , onu bükerek silindir (aslına küre olur fakat işin matematiğine girmek istemediğim için bu şekilde anlatmak istiyorum) konumuna getirin. Şu an 2 boyutlu bir maddeyi bükerek 3 boyut haline getirdiniz. Derinlik algısı olmayan birşeye derinlik kattınız.

4. boyut için ise bu 3 boyutlu maddedeki zamanı bükerek ulaşırsınız. Zamanı 2 boyutlu bir çizgi gibi düşünürseniz , aynı yukarıda yaptığımız gibi bükerek bir silindir oluşturmak temeline oturur. 4. Boyutta artık zaman geçmişten geleceğe akan bir çizgi değil , bir döngü halindedir. Yani 4. Boyutta yaşasaydık , doğduğumuz andan şu ana kadarki zaman içerisinde serbestçe hareket edebilir ve hepsini aynı anda yaşayabilirdik. Hayalini kurmak bile zor değil mi? Bakın 4. Boyut bile algımızı aştı , keza 11 boyut vardır…

5. boyutta ise zaman içinde olasılıkları barıdıran bir durum sergiler. Bizim 3. Boyutta zaman algımız olan geçmişten geleceğe giden çizginin , kelebek etkisi ile oluşturabileceği her türlü ihtimallerin 4. Boyuttaki zaman döngüsü ile birleşmesi sonucu oluşan bir durum sözkonusu olmaktadır. Yani küçük olayların hayatımızın tek bir çizgiden olan zaman içinde yaptığı tüm kırıklıklar , bu dünyada tek bir seçim yaparken 5. Boyutta hepsine gider. Yani 5. Boyutta yaşayan bir canlı , hem doğduğu andan şu ana kadar olan herşeyi aynı anda , hem de olması ihtimal tüm yaşam olasılıkları da aynı anda görmekte ve yaşamaktadır. işte 5. Boyutta bile kafa gitti değil mi? =)))

6 boyutta ise durum tamamen farklıdır. 6. Boyutta tüm ihtimaller geçmiş ve gelecek bir nokta gibidir. Yani 6. Boyutta yaşayan bir kimse big bang’dan kıyamete kadar olan herşeyi tüm ihtimalleriyle beraber , zaman içinde serbestlik ile görebilir. 6. Boyuttan bakan birisi için dünya var oldu , her türlü olası olmuş ve olacak gelecekler oluştu ve dünya yokoldu. Hepsini aynı anda görebilmektedir. Maalesef bizde böyle bir beyin yapısı yok , keza dediklerimi gerçekten anladıysanız , bunun hayalini kurmanın bile imkansız olduğunu da anlamışsınız demektir.

Böyle böyle tüm boyutları açıklamak isterdim ama gerçekten anlatmak istediğim şeyden uzaklaşmaktayım. Gelmek istediğim boyut zamanın bir nokta gibi davrandığı 6. Boyuttu. Dolayısıyla bu kadar şimdilik yeterli. Eğer konu ile araştırma yapıp ilerlemez isterseniz ve buna vesile olursam benim için yeterlidir.

Şimdi verilen bilgiler ışığında kader konusuna gelelim ;

Bu kadar bilgiyi aldıktan sonra 1. Soruyu açıklamama gerek yok sanırım , fakat ben gene de açıklayayım. Allah 6. Boyuttan bile baktığında sizin yaptığınız , yapacağınız , ihtimal gelecekleriniz vb. herşeyi durumu aynı anda görmektedir. Yani aslında yapılan herşeyi özgür iradeniz ile siz seçmektesiniz fakat üst boyutta olan Allah sizin yatığınız-yapacağınız-yapma ihtimaliniz olan herşeyi bilmektedir. Yapacağınız herşey ve her sonuçtan siz sorumlusunuz. Ama Tanrı'nın bir boyut algısı çok farklıdır ve bu şekilde herşeyi bilir.

Evet.. herşeyi bilmesi boyut ve zaman algısından ötürüdür.

2. sorunun cevabına ise aslında bu şekilde atlamak istemezdim fakat açıklama çok çok uzun süreceği (sanırım bi 50-60 sayfa kadar açıklama ve kuramların birbiriyle ilişkilerini buna yansıtmam gerekir) için direk atlıyorum ;

Tanrı 11. Boyut varlığıdır ve bu boyutta zaman algısı yoktur. Yani zaman diye birşey yoktur. Dolayısıyla zaman olmayan bir yerde de “kim yarattı?” sorusu soramazsınız. Çünkü “kim yarattı?” derken geçmişte oluşan bir olayın bugüne olan yansımasını soruşturmaktasınız. Ama bilin bakalım ne yok? Geçmiş yok , gelecek yok. Dolayısıyla 11. Boyutta bu şekilde saçma bir sorunun olması mantığı yok. “kim yarattı?” sorusundaki “-tı” geçmiş zaman ekinin burada hiçbir anlam ifade etmediğini bilmelisiniz.

Keza inanan arkadaşlarım Allah'a bir sınırlandırma getirdiğimi zannederek yanlış anlayabilirler. Fakat yukarıdaki dediklerim arasında sadece 4. boyutu bile algılayamayan bir beynimiz vardır , 11. boyut ise tüm ihtimallerin , tüm kütlelerin ve tüm bilinenlerin tükendiği yerdir. Yani 11. boyut varlığı demek anlayan için (keza anlamak imkansızdır , anlamaya çalışan için demek daha doğrudur) en yüksek mertebedir.

5. sorunun cevabı da verilmiştir aslında. Hawking tanrı'nın olmadığını "zaman yoksa tanrı da yoktur" diye açıklayarak zaten sicim teorisini bu kadar iyi bilen ve geliştiren bir kişi olarak ancak yanıltıcı ve bilerek böyle bir ifadede bulunduğunu belli ederek birçok fizikçiyi şaşkınlığa uğratmıştır.
7. sorumuza yani Evrim teorisine ise çok farklı bir açıdan yaklaşacağız. öncelikle kunatum fiziğini ortaya çıkmasını sağlayan çift yarık deneyi ile kuantumu çok az bir şekilde açıklayarak bazı şeylerin bizim için anlam kazanmasını sağlayalım ;

Çift yarık deneyinin eğlenceli bir görsel açıklamasını bu videoda bulabilirsiniz ; (bkz: http://www.youtube.com/watch?v=q3H7wR_IR3w)

Young deneyi olarak da bilinen çift-yarık deneyi, madde ve enerjinin aynı anda dalga ve parçacık özellikleri sergileyebileceğini gösterir. Deneyin basit versiyonunda lazer ışını gibi koherent (eş fazlı) bir ışık kaynağı, iki paralel yarık açılmış ince bir levhayı aydınlatır, ve yarıktan geçen ışık levhanın arkasındaki bir ekranda gözlemlenir. Işığın dalga doğası ışık dalgalarının iki yarıktan da geçerek girişim yapmasını, ve ekranda aydınlık ile karanlık bantlar oluşturmasını sağlar, ki bu sonuç ışık tamamen parçacıklı yapıda olsa beklenemez. Fakat, parçacıklardan veya fotonlardan oluşuyormuş gibi, ekranda her zaman ışığın soğurulduğu görülür. Bu durum dalga-parçacık ikiliği olarak bilinen prensibi ortaya koyar.

(bkz: http://tr.wikipedia.org/w..._yarık_%28Young%29_deneyi)

Bu tanımdan önemli bir sonuç çıkmaktadır ;

Gözlemci maddenin davranışına direk etki etmektedir. Bilinç ile madde etkileşiminin sebep olduğu bu durum , kesin bir dille veya teoremle açıklanamayan bir durumdur. Maddenin ve enerjinin bu davranış biçimi bildiğimiz tüm fizik yasalarını ihlal eder. (Kuantum mekaniği farklı bir konudur , burada anlatmak istediğim Atomaltı parçacıkların hereketleridir)

Bu bilgi temelini attıktan sonra bir de evrime matematik gözüyle bakalım ;

Matematik , olasılık teoremi üzerinden evrimi kesinlikle kabul etmez. Evrim durumları anlatılırken "şu oldu bu oldu" diye kesin bir dille anlatılmaktadır , fakat anlatılmayan olasılık durumu tüm dünya genelinde olan bir piyangonun size çıkmasının kesin olduğuna inanmak gibidir. Keza bu olasılık bile 10 üzeri 118 kez daha kuvvetlidir. Örnek olarak anlatılan ve öğretilenlerde "canlı sudan çıkmaya başlayarak kara hayatına uyum sağlamaya başlamıştır...." denir , fakat cümlenin doğrusu şudur ;"canlı 10 üzeri 48'de 1 ihtimalle sudan çıkmaya başlayarak kara hayatına uyum sağlamaya başlamıştır...." olması gereklidir. Bunları bilimsel olarak da destekleyebilirsiniz.

Keza biyoloji size hayal gücünüzü kullanma yetisini verir fakat matematik kesindir ve nettir. Biyoloji biliminde "bu şu an iki olabilir ama önceden 1 idi çünkü söyle söyle şeyler oluşarak 2 olmuştur" der fakat matematikte 2 , 2dir , 1 ise 1dir. kesindir , nettir. ihtimaller hesabı ile evrim teorisi yüzlerce kez çökertilmiştir. Keza ihtimaller teorisine göre bu ihtimal tüm evrende gezen bir toz parçasının size denk gelmesi gibi bir durumdur. Ayrıca bu toz parçasından size binlerce kez denk gelmesi de gereklidir , 1 kere değil. Yani matematiğe göre imkansızdır.

Bu arada bu araştırmayı günümüzde , en son bilimsel sonuçlara dayalı bir biçimde yapan ve kendisi bu hesaplamalardan önce ateist olan Prof. Dr. Stephen D. Unwin'e aittir. Bundan önce ise aralarında Pascal'ında bulunduğu birçok matematikçi bu konuda görüşlerini bildirmiştir. Prof. Dr. Stephen D. Unwin'e göre Tanrı'nın "olmama" olasılığı 17x10^117de 1'dir. Bu da demek oluyor ki ; matematik Tanrı'nın varlığını kesinlikle doğrular. Keza matematikte 10^18'de 1 ihtimal imkansız olarak nitelendirilmketedir.

Bunları neden anlattım peki? Yani evrimle kuantumun ne alakası var?

Gördüğünüz üzere matematiksel olarak , bildiğimiz fiziğe göre hareket eden bir parçacığın bir insan ortaya getirme olasılığı yoktur.

Peki bu madde bildiğimiz fiziğe göre değil de kuantum yasalarına göre davranırsa? Yani atom parcacıkları bilinçli hareketlerde bulunursa?

işte bu zaman evrim mümkündür. Fakat burada atlanılmaması gereken bir nokta vardır. Eğer madde kuantum yasasına göre bilinçli hareket ediyor bile olsa , belli bir bilgisi olmadan bunları deneme yanılma yoluyla bulması gene imkansızdır. Keza Jeolojik olarak evrime bakarsak eğer kütlesel yokoluşları görebilmekteyiz. Yeryüzü 5 defa kitlesel yokoluştan geçmiştir. Bunlardan 3.sü ise en ünlüsü olan ve dinazorları yokeden Kretase-Tersiyer yokoluşudur. Bu yokoluşlar çerçevesinde Dünya üzerindeki türlerin %99.6sı türlerin soyu kurumuştur. Keza ilk yokoluşun 3 milyar yıl önce olduğu düşünülürse ve o zamanlar dünyanın şu anki tür sayısının 250 kat fazla olduğu düşünülürse evrim o kadar hızlı ilerlemeliydi ki , 200-300 yıl içerisinde çok rahat gözle görülür farklar gözlemlememiz gerekirdi. Yani eğer evrim varsa bile kuantum yasalarına göre ve belli bir bilgi birikimi olan maddeler tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu bilgileri kendiliğinden öğrenme gibi de bir şansı yoktur. Şu an ise halen evrim varsa eğer , bildiğimiz fiziğe göre değil kuantum fiziğine göre hareket etmelidir ve bunu da yapmayı durdurmuştur , çünkü eğer devam etseydi kesinlikle bunu gözlemleyebilirdik.

Dolayısıyla evrimin olması bile Tanrı'nın yokluğunu kesinlikle kanıtlayan birşey değildir.
6.cı soruya ise psiloloji ile örnek üzerinden yaklaşmak mantıklı olacaktır.

Yolda yere oturmuş ve hüngür hüngür ağlayan bir kadın düşünün şimdi. Bu kadının etrafında kimse yok. Tek başına oturup ağlamaktadır ve sebebini anlayabileceğiniz bir durum yok. Peki bu kadın neden ağlamaktadır tahmin yürütmeye kalkalım ;

-Bir yakını ölmüş olabilir
-Canı yanıyor olabilir
-Birşeyini kaybetmiş olabilir
-Psikolojik olarak rahatsız olabilir vb..... bu şekilde kendimize göre tahminlerimiz de devam eder durur.

Peki bizim burada yaptığımız durum nedir? Yani tahminleri nasıl yürüttük?

Kendi tecrübe ettiğimiz yada bildiğimiz konular üzerinde üzüntü veren ve ağlamaya sebebiyet veren durumları belirleyerek karşımızdakinin düşüncelerini ve içinde bulunduğu durumu psikolojik olarak tahmin etmeye çalıştık.

Yani bir nevi kendimizi onun yerine koyduk ve derdini anlamaya çalıştık. Buna "empati" de denir.

Peki biz tanrı'nın hareketleri hakkında empati kurabilir miyiz?

Tabiiki hayır. Eğer Tanrı'nın varlığını kabul ederseniz zaten bu derece bilgi ve üstün bir varlığın yerine kendi 3. boyut algııyla yaşayan yetersiz beyninizin ürettiği düşünceleri koyamayacağınızı bilirsiniz. Eğer bu soru yüzünden Tanrı'nın varlığını kabul etmiyorsanız yok kabul ettiğiniz bir tanrı'nın hareketlerini soruşturmanız çok saçmadır.

Yani Tanrı'nın söylemlerini yargılayabilmeniz için aynı zekaya sahip olmanız gereklidir. Keza Tanrı'nın hareketlerini ve yaptıklarını sorgulamak direk olarak kibirin ortaya çıkardığı (bu denli bir varlığın hareketlerini düşünebilme yetisinin kendisinde görülmesi) bir şirk durumu sözkonusudur.

Keza Tanrı çıksa dese ki ; "kullarım ben sizi şundan şundan ötürü yarattım" diye , bizim hiçbirimizin bunu anlayabileceğini zannetmiyorum. Anlayabileceğiniz şeyler zaten ortaya konmuştur ve burası bir sınavdır. Sınav anında cevapları isteme hakkınız yoktur.
şimdi gelelim 4. sorunun cevabına.

Tanrı merhamet edendir , affedendir. Zulmedenin karşısında , şevkat gösterenin yanındadır.

Fakat dünyada işler hiçbir zaman böyle denildiği gibi olmamaktadır. Hatta "hiçbir iyilik cezasız kalmaz" diye bir söz bile çıkmıştır. Kendim bile son günlerde uğraştığım bazı şeyler karşısında bunu test etmiş ve onaylamış bulunuyorum.

Fakat durum düşündüğümüz gibi mi?

Eğer bir sınavdaysak bu nasıl bir sınav? her zaman iyilerin kazandığı bi film mi? Sınavlar nasıl olur?

sınavlar binbir çeşit şekilde olur. örneğin bir insan zanginlikle sınanır. "zenginlikle sınav mı olur? oh ne güzel ben de öyle sınanmak istiyorum" diyenleriniz çıkacaktır aradan. Maalesef zengin olarak dünyaya geldiyseniz en zor sınavlardan birine tabiisiniz demektir. Keza zenginseniz ;

-etrafınızda bir çok şehvete düşürecek kişiler yada imkanlar olması
-maddi gücünüz dolayısıyla sizi kızdıran yada kıran birine gösterebileceğiniz zulüm
-kibirlenme
-horgörme ve aşağılama vb....

onlarca konuda sınavdasınız demektir. fakirlikte ise imkanların yetersizliğinden ötürü "isyan ve sorgulama" olaylarından sorumlusunuzdur.

Şimdi bir örneklendirme üzerinde görelim durumu ;

Bir savaş...

Bir kadın ve çocuk...

Bir asker...

Olayın sonucunda asker çocuğu anında öldürmüş ve kadına tecavüz edip yakmıştır. Peki tanrı neden müdahale etmemiştir? çünkü ;

-askerin elinde bunları yapacak imkanı olduğunda ne yapacağı beklenmiştir ve sınavı kaybetmiştir.
-kadın bu azaptan ötürü isyan edip etmeyeceği sınavına tabii tutulmuştur.
-çocuk zaten cennete gidecektir.

yani zulmeden de zulüm gören de bu dünyada sınavdadır. keza bu dünyaya zaten kibir , horgörme , zulüm vb. sınavlar için gönderildik. Hiçbir sınavın ortasında öğrenciler yanlış yapıyor diye hoca sınavı kesip soruların cevaplarını vermez , keza sınav mantığı budur. Öbür şekilde denilen yerin ismi "cennet"tir ve cennette olacakların dünyadan beklenmesi olmamalıdır. Maalesef kötülükler bitmyecektir , çünkü hepimiz yapıyoruz..
3. soru ise en çok yanlış anlaşılan kısımlardandır. emin olun ki Tanrı'nın sizin tapınmanıza yada sizin duanıza ihtiyacı yoktur. o ol dedi ve olduk. bizim anlayacağımız yer buraya kadardır. gerisini sorugulamak yukarıda da bahsettiğim gibi kendimizi onun yerine koymaya çalışmaktır , buna da beynimiz yetmeyecektir.

bunu da bir örneklendirme ile açıklamak isterim.

illa ki babanız , abiniz , amcanız yada başka biri size şu cümleleri kurmuştur ;

-eğer okumazsan hayatın boyunca sefalet içinde kalacaksın. bir meslek sahibi olmadığın vakit insanlar seni horgörür , aralarına kabul etmez vb....

bu öğüt uzar da uzar. burda amaç "sizin iyiliğiniz" için olduğu alenidir. fakat bunu bir tehtit olarak da algılayabilirsiniz. yani "eğer okumazsan hayatın boyunca sefalet içinde kalırsın" denerek , okumadığım taktirde , bana bu tavsiyeyi veren kişinin beni açlık ve sefalet içerisinde bırakacağı bir tehtit olarak algılayabilirim. yada beni düşündüü için tavsiye niteliği taşıyan bir cümle olarak da.

ayrıca arapçada 200.000 kelime vardır türkçede ise 80.000 kelime. bu çeviriler sırasında tam oalrak açıklanamayan birçok şey olabilmektedir. işte bu yüzden 10 ciltlik tefsirler vardır. kuran'ı direk okumak sizi inkara götürebilir. ayrıca bu tip çeviri sıkıntılarında ötürü birçok durum sözkonusudur ;

"Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır."
Nahl Sûresi , 69

diğer bir surede ise ;

"Ey iman edenler! (Aklı örten) içki (ve benzeri şeyler), kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak, şeytan işi birer pisliktir. Onlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz." Maide Suresi , 89

burda tezatlık var gibi gözükmektedir. içki hem kötü hem de cennette ödül gibi durmaktadır. işte dilimizin yetersizliğinden ötürü olan karşıklıklardan bir tanesidir. aslınd Nahl Sûresi , 69. ayette geçen içki , çok güzel tatlı ve doyurucu bir içeçek manasındayken , Maide Suresi , 89. ayetteki içki insanlara sarhoşluk veren içecek manasındadır.

bu yüzden direk okumak sakıncalıdır.

bu sebeptendir ki türkçeye çevirlen birçok ayet şiddetli emir cümleleri gibi gözükebilir size fakat durum öyle değildir. isteyen istediğini anlamakta , kimi tavsiye kimi ise tehtit olarak algılamaktadır.

Tanrı'nın egoist yada merhametli oluşu tamamen sizin duruma bakış açınızla alakalı bir durumdur. Bu konuda kimse sizi yargılayamaz , kendi seçiminizdir.

Bu yüzden bu konuda bir tartışma yersizdir , çünkü sizin yargılarınız bu yöndedir , diğer kişininki başka. karşılıklı saygı duyulması gereken bir konudur. Bir insana bilgilerin her türlüsünü verseniz de zihni kapalı birine (zihnin kapallılığının kesinlikle zeka ile alakası yoktur) bakış açısı veremezsiniz. Bu yüzden şiddetli tartışmalar olabilmektedir , gereksizdir , kesinlikle sonuç vermeyecektir.
9. soruya cevap vermek gerekirse önce bir müslümanlığın ne olduğunu çözmemiz gerekli demektir ;

Müslüman kelime manası olarak "teslim olan" manasındadır , öncelikle bunu bilelim. Keza yaptığınız herşeyin de bir anlamı vardır.

Namaz Kılmak ;Allah'ı günde 5 kere zikretmek içindir ve dolaylı olarak da olsa O'nun nurundan yaradılan insan ruhunun özünden ayrılmaması içindir.
Oruç Tutmak ; Sabretmek ve açlığı öğrenmek içindir. Her ramazan ayında açların hali anlaşılır , ramazandan sonra da biter.
Zekat Vermek ; insanın paylaşmasını ve cimriliği önlemesi içindir.
Hacca Gitmek ; Maneviyatı yaşamak içindir , keza illa git diye şart koşulmamıştır. Zaman ve maddi durumun uygunsa istersen gidebilirsin denmiştir.

Şimdi gelelim olayın asıl noktasına ;

Kuran'da namaz kılmayana , oruç tutmayana , zekat vermeyene , hacca gitmeyene ceza yoktur. Keza kul hakkı yiyene (arkadan konuşan , ara bozan , çalışana hakkını vermeme , hainlik vb.) , şirk koşana (diğer insanları yargılayana , Allah'ın vermesi gereken kararları vermeye kalkması , Allah dışında başka bir varlıktan yardım ve medet beklemesi vb.) , insan öldürene , zalimliğe , kibire (keza şeyanın en sevdiği günah kibirdir , cennetten kovulma sebebidir) , haram yemek , zina yapmak gibi durumların cezası vardır.

Şimdi olayın özüne bağlayayım durumu ;

Bu tip insanları çok görürsünüz etrafınızda. Sakallı , takkeli amcalardır , kara çarşaflı teyzelerdir. 5 vakit namaz kılarlar , hatta hepsini camide kılarlar , oruç tutarlar tek gün sektirmeden , hacca giderler 5 defa , tanıdığı ve kendi görşünden olan derneğe zekatını da yatırır. Fakat bu insanlar ;

-Kendileri gibi olmayan insanı hor görürler (kibir)
-Diğer insanları yargılarlar (şirk) (keza mini etekli bir kız gördüğünde "bunu var ya kazığa oturtup yakacaksın!" der. keza Allah "iyi ve yumuşak bir dille uyarın , uyarınıza kulak asmıyorsa ben cezasını veririm" der ama bunlar (tövbe haşa) kendilerini Allah yerine koyup cezasını vermeye kalkarlar)
-Birçoğunda feci bir mal mülk sevdası vardır (açgözlülük ve cimrilik)
-Hak yeme (insanları dış görünüşüne göre yargılama ve ona göre davranma)
-Art niyetli ve kötü düşünmek (küpe takan bir gencin arkasından düşündükleri vb.)
-Irkçılık (kendi dininden olmayanlara yaptığı ırkçılık)
-Ana-baba ve evladı kendi gibi düşnmez veya yaşamazsa ne oğulluk nede ebeveyinlik yaparlar.
-Sevenleri sırf mezhep ve farklılıklar yönünden rahatça ayırabilmektedirler.
-Kendi aralarında "arkadaşımızı biz pek sevmeyiz , bize göre hareket etmemekte... " vb. diye başlayan cümlelerle arkasından konuşurlar ve kiminle konuşuyorsa onu da o insandan soğutarak ara bozarlar.

Ve bu insanlar cennete gideceğini düşünür. Çünkü islamın 5 şartını yerine getirmektedir. Fakat anlamadığı şey , dinin bu olmadığıdır , sınavının bu olmadığıdır. Hatta son derece hızlı bir şekilde insanlıkan çıktığının farkına varmamasıdır. Görevlerini yerine getirdiğini düşünen bu tip insanlar geri kalan herşeyi kendilerine hak olarak görürler.

Bunun böyle olmasının sebebi , aslında özünü kaybetmiş , dini farklı boyutlara taşımış olan din adamlarından ötürüdür. Çoğu insanı dinden soğutan durum da buradan doğmaktadır.

Olay "iyi bir insan" olabilmektedir , sizden istenen budur , sınavınızın özü budur islamın özü Hz. Musa'ya inen 10 emirdir , Buddhanın öğretileridir , Mevlana'nın öğütleridir... Fakat bu anlaşılamakta ve ben nasıl anlaşılamadığını bir türlü anlayamamaktayım.

Müslümanların zulmetme ve diğer durumları tamamen yanlış anladıkları , özünden uzaklaştıkları din ve öğretilerinden kaynaklıdır.

keza ahir zamandayız ;

"camiler dolup taşacak ama bir tane gerçek müslüman olmayacak..."
10. soru için cevabımı ise size başımdan geçen bir olayla vermek isterim ;

Birkaç ay kadar önce Amerikada yaşayan ingiliz bir genç ile konuştum. Kendileri de müzisyendi ve bu yolla tanıştık ve islam ile ilgili birkaç şey sordu. Yarım yamalak ingilizcemle anlatmaya çalıştım. Muhabbette onun oralarda müslümanların sevilmediği ve onun bunu anlamadığı üzerineydi. O seviyormuş , hatta merakından ötürü beni eklemiş. Hayatında hiç görmediği bir bakış ile ona birşeyler anlattım ;
(+'lar ben -'ler ingiliz arkadaş)

+Siz Hz. Muhammed hakkında ne düşünüyorsunuz oralarda , yani insanlar ne diyor?
-Bana göre ve tanıdığım herkese göre Hz. Muhammed de Hz. isa gibi bir peygamber , Tanrı tarafından insanlara yol göstermesi için yollanılmış bir elçi.
+Peki Kuran Hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Çevremdeki herkes Kuran'ın da incil gibi Tanrı'nın gönderdiği bir kitap olduğunu biliyor. Biz incil'e inanmayı seçiyoruz.
+Size göre Hz. isa yada Hz. Meryem bir Tanrı mı?
--Tabiiki hayır. Onlar ulu kişiler. Hz. isa Babasız doğduğu için biz onun babasının Tanrı olduğunu düşünüyoruz fakat kesinlikle bir Tanrı değil , bizim gibi bir insan olduğunu da biliyoruz. Biz onlardan da yardım isteriz ama asıl olan herşeyi yaratan Tek Tanrı'dır bizim için.
+Kardeşim sen müslümansın farkında mısın?
-Hayır ben Katolik Hristiyanım.
+Hayır kardeşim yanılıyorsun , sen müslümansın.
-Maalesef ben kendimi bildim bileli Hristiyanım.
+Dostum müslüman olabilmen için tek bir şart vardır , o da kelime-i şehadet getirmen. Yani "Eşhedu en lâ ilâhe illellâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlü" yani anlamı ; "Ben şahitlik ederim ki Allah'tan başka ilah yoktur. Yine şahitlik ederim ki Hazreti Muhammed Allah'ın kulu ve Peygamberidir."
-Evet ama ben hiçbir zaman söylemedim.
+Evet söylemedin , ama tek cümle halinde ve arapça olarak telaffuz etmedin. Yukarıda dediğin ve düşündüğün herşey bu cümleyi tamamlıyor zaten , farkında mısın?
-.......................................
+Hoşgeldin kardeşim...

Hani bir insan müslüman olmadan cennete giremeyecek , o zaman Amerikadaki adamın suçu ne , o neden hristiyan ailede doğduğu ve bu şekilde büyütüldüğü için çok iyi birisi olsa da cehenneme gidecek fakat bir adam sırf müslümanım diye her türlü kötülüğü yapıp cennete girecek? Adalet mi bu? diye soranlar olmakta , size zaten ayetle cevap verilmiş ;

Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (Nisa Suresi, 48)

Allah sizi, yeminlerinizdeki 'rastgele söylemelerinizden, boş, amaçsız sözler'den dolayı sorumlu tutmaz; fakat kalplerinizin kazandıklarından dolayı sorumlu tutar. Allah bağışlayandır, yumuşak davranandır. (Bakara Suresi, 225)

Kardeşlerim , din adı altında insan öldürenlerin zaten müslüman olduğunu zannetmiyorum. Keza müslümanlıkta Allah'tan başka kimse bir insanı yargılayamaz. Bu çok müslüman arkadaşlar "sen sunnimisin?" diye soruyor ve evet diyene "sen bir müşriksin" deyip kafasını kesiyor. Bak karşısındaki de müslüman sadece farklı mezhepten. Keza Allah "tatlı ve güzel bir dille uyarın , uymazlarsa bırakın , keza cezasını ben vereceğim" der ama bu arkadaşlar (tövbe haşa) kendini Allah yerine koyup cezasını kendileri vermektedir ve feci bir şirk e düşmketedir. Keza Allah yukarıda bahsettiğim ayettte sadece şirkin kabul olmayacağını bildirmektedir. Yani o çok müslüman şiiler cennete giremeyecekken çok hristiyan katolikler girebilir. Kimsenin içini Allah'tan başkası bilemez ve kimse tabii olduğu sınavı anlayamaz. Nerede doğarsanız , aileniz kim olursa olsun sınavdasınız...
11. soruya gelirsek eğer ;

"din , toplumların afyonudur"

sözünün görürüz. kesinlikle doğru bir söz olmakla beraber , 1789 fransız ihtilali ile beraber tüm dünyaya yayılan kapitalizmin ahlak , kültür , duygu vb. dejenerasyon (dejenerasyon kötü yönde algılanan değişiklik olarak kavralınabilir , fakat bu dejenerasyon farklılaştırma ve uyumlulaştırma mantığı ile ilgilidir) politikası uygulamasından ileri gelmektedir. keza bu lafı da çok duymuşsunuzdur ;

"insanların dini imanı para.."

evet , bana kalırsa bu da doğru bir yaklaşımdır. çünkü istenen budur. bilginin bile dejenere edildiği şu dönemde (evrim için örneğini verdim) din de dejenere edilmiştir. çünkü insanoğlu doğası gereği inanç değerleri ve duygularıyla kaplı olduğu için , inancı ile bir bütün haline gelmektedir.

birçok ülkede uygulanan bu politika sadece islamda değil , kilise tarafından da birçok kez uygulanmıştır. dinin özünün saptırılması ve insanlara bencillik , horgörme ve kibir aşılmasıyla herşeyi yaptırabileceğinizi haçlı seferleri düzenleyerek klise kanıtlamıştır. insanlara cennetten tapu veren klise rahipleri , savaşta ölümleri halinde cennette ev aldıkları vaadiyle kandırılmışlardır.

aynı beyin yapısını şu an kendi ülkemiz dışında birçok ülkede degörmekteyiz. din ile insanları kandırmak rotschield ailesinin ezeldir uyguladığı bir politika olmakla beraber , uygulamanın başarılı olduğunu gören diğer yöneticiler tarafından da kullanılmaya başlanmıştır.

fakat din hiçbir zaman kötülüğü emretmez , her zaman iyiliği emreder. burda uygulama yanlışlıkları ve yanlış yönlendirilen insanlar yüzünde din ile bu tip kötülüklerin doğması sağlanmaktadır. keza bu şekilde kitleleri birbirine düşüren insanların en büyük cezaları alacağı da hadislerde açıkca belirtilmektdir.

denilen doğrudur , şu an için din gerçekten tehlikeli bir silah olarak kullanılmaktadır. tabii anlatmaya çalıştığım pencereden görüp , bu şekilde anlamaya çalışırsanız olay değişebilmektedir.

gerçi işin açığı insanlar düzelecek mi? tabiiki hayır. yobaz gene yobaz olacaktır. hiçbir şeyi anlamayacak ve dini ile kandırılıp her türlü şeyi yapmaya devam edecektir maalesef.

bir müslüman olarak müslümanların bu hareketinden ve cahil tavırlarından ötürü ateistlerden çok daha fazla üzüntü içerisinde olduğumu belirtmem gerekir.
yavaş yavaş ateistliğe kadar giden tehlikeli sorulardır.
Allahin yapacagimiz herşeyi bilmesi meteorolojinin günler önce havanin güneşli mi yagmurlu mu vs bilmesi gibidir nasil madem meteoroloji zaten yağmuru biliyor yagmasinin ne anlami var sorusunu sormuyosak Allahin yapacaklarimizi bilmesini de sormak amiyane tabiriyle "saçma" bi durumdur yani bizler bir eylemi zaten yapacagimiz için Allah bilmektedir.
(bkz: kendine başlık açıp 10 entry rezerv yapmak) gece gece erör verilmesine sebep olan başlık.
peki neden ateistlik seçilir? bunun birkaç cevabı vardır ;

1.çevre yargılarından ötürü
çevresinde olan insanların değer yargılarını , verdiği bilgilerini yada düşünce tarzını bnimsemesiyle ortaya çıkabilir. keza en yaygın olan çeşittir. fakat kişi inancın sadece tanrı ile kendisi arasında olan bir durum olduğunu yok sayarak etrafındaki diğer insanların inançlarını kendi inancı arasına sokmaktadır. bir müslüman yada müslüman toplum yanlış içerisindeyse , mantıksız hareketler yapıyorsa , bunu gerekçe gösterip kendisi ile tanrı arasına sokabilmektedir. bakış açısı yanlışlığından doğar.

2.olan kötü bir olay yüzünden
bir çok kötü olaylar herkesin başına gelmektedir. bu kötü olaylar sonucunda (keza benim de babam vefat ettiğinde "neden aldın allah'ım" dediğimi bilirim) insanların kızgınlık ile bu duruma düşmesi gözlemlenebilir. asıl olarak ateist değillerdir fakat kızgın oldukları için bu şekilde bir tavır segilemediklerdir.

3.bilgiden oluşan kibir
şeytanın en sevdiği günah olan kibir , genellikle başkaldırışla yada "ben biliyorum böyle oldu" şeklinde cümlelerle ortaya çıkar. en yobaz ateist türüdür , kesinlikle ona birşey anlatamazsınız. şayet bu insanlar müslüman olsalardı eğer kökten dinci olacakları kesindir. kişilik bozukluğudur , kesinlikle düzelmez , kendi gibi düşünmeyen kimseye saygısı yoktur , kabul edilmez. olayın ateizmle ile de alakası yoktur. bu tip insanlar benimsedikleri her tip düşünceyi baskı ile kabul ettirmeye çalışırlar. genellikle inananlara hakaret eden karacahil (cahil bilmez fakat öğrenmeye açıktır , karacahil ise bilmez yada yanlış bilir ve ne doğrusunu bildiğini iddaa eder) tiplerdir. bu tip insanları her fikirin içinde görebilirsiniz. çoğu gerçek ateist de dahil bu tiplerden nefret eder.

4.cezadan kurtulma ve sorumluluk almama isteği (aşırı özgür olma isteği)
insan inançsız olamaz, birçok şüphe faktörü varken bu çok zor. aslında ateistlerin inanmıyoruz demeleri, bir nevi işin içinden çıkma yöntemi aramalarındandır. kabul ederlerse eğer, ardından günahları da kabul etmek zorunda kalacaklardır, azap çekmeyi de. bu tip kişiliklerin , özgürlüklerinin ve zevklerinin peşinde oldukları için inkar yolu en mantıklı yol gibi görünmektedir.

5.dini yanlış anlama ve yorumlama
birçok dürüst ateist arkadaşımızın bulunduğu gruptur. dini diğer insanların yaptıkları ve yanlış öğretiler (keza suç kesinlikle onların değildir , dini yanlış lanse edenlerindir) yüzünden bu hale gelmişlerdir. genellikle araştırmacı ve bilgili olurlar. birçok konuda konuşabilirsiniz ve onlara farklı pencerelerden bakmasını sağlayabilirsiniz. ayrıca onlarla yaptığınız görüşmelerde de birçok bilgi alışverişi yapabilirken aynı zamanda olaylara çok farklı bir bakış açısı ile görmeyi de başarabilirsiniz. size birçok şey katar. sadece bazı durumlarda onların da sizin de ispatlayamayacağınız noktalar olur. o noktalar dışında her konuda birleşirsiniz. bu duruma geldkten sonra sadece inanıp inanmamak kalır geriye , onlar inanmamayı seçerler siz de inanmayı. keza bu tip insanların büyük bölümü ömrünün bir döneminde tekrar dine dönerek en iyi müslümanlardan olurlar.

6.ergen ateistliği
aslında ateist olmayan , ateizmin bile tam olarak ne olduğunu anlamayan , sadece "havalı ve zeki" gözüktüğünü zanneden türdür. genellikle 15-23 yaşa aralığındadırlar. ilginç söylemlere sahiptirler ; "allah'ım sen yoksun" , "ateistim ama boy abdesti alıyorum" , "bana karabasan geliyor , dua okuyunca gidiyorlar. aslında ben inanmam , ateistim ama cinler var abi" vb. cümleler bu tiplerden çıkmaktadır.

ek:bilimsel olarak her noktada bir şekilde herkesle buluşulur. fakat bir yerde inanmak yada inanmamak durumu kalır sadece , yani inanç durumu. bir insan inanmayı da seçebilir inanmamayıda. keza benim inanmayı seçmemin nedeni , insanda tanrı'dan bir parça (yani ruh) yoksa eğer bu konu üzerine neden bu kadar duruyoruz? demek istediğim neden her insan bu kadar sorguluyor bunu? gerçek ateistler bu konuda en bilgili insanlardır. neden olup olmadığını bu kadar sorguluyorlar? neden kimse "olsa ne olmasa ne" deyip geçemiyor birçok gibi bu konuyu? işte bu benim için kanıttır. içinize verilmiş doğal bir şüphe var. inansanız da var inanmasanızda. eğer inanç ihtiyaç sistemi değilde sadece öğrenme sistemi üzrine kurulu olsaydı belki ben de inanmamayı seçerdim.
allah'in varligini sorgulamak biz kullara dusmez. Varligi ayetle sabittir...
insan algısının sınırı olmadığından, üst ya da alt boyutları farklı mekanizmaları algılayabilir, algılayamaz diye birşey yok!

tanrının varlığın kesinlikle ispatladığı söylenen matematiksel formulde hawking amcamız hep var olan öncesi olmayan tanrı kavramını değil. öncesi hiçlik olan kavramın ihtimalini öne atmıştır ki bu ihtimal sadece tek tanrı için değil çok tanrılı sistemi de formule katar.

tek tanrıyı ispatliyor demek çok tanrıları da kesinlikle ispatlamış demektir ki bunlar kendilerini çürütürler.

ayrıca hawking amcamızın en önemli açıklamalarından birisi de "tanrı diye birşey olma ihtimali var ama ona gerek yok!" ki bu yeterli bir açıklama olmalı...

öte taraftan; bir ateistin tek tanrılı dine inanan herhangi bir dindardan tek farkı sadece fazladan bir tanrıya inanmamaktır...

insanları kalıba sokmaya çalışmamak lazım harbiden b*ku çıkıyor işin.
zamanı da katarsak 4 boyut dışında boyutlar olması olasıdır. neden olasıdır? zira sicim teorisi başta olmak üzere bir çok teori, başka boyutların olmasını matematik olarak olası görmektedir.

"ancak matematik formülleriyle tasvir edilebilir , ne beyniniz nede herhangi bir şey görsel yada algısal olarak bu dünyaları bize sunamaz) boyutlar olduğunu kanıtlamıştır."

cümlesi kısmen yanlıştır. zira söz konusu boyutların varlığı kanıtlanmış değildir. hatta sicim teorisinin matematiksel altyapısına alternatif başka teoriler de vardır. iddia olunan bir olgunun matematik olarak olası görünmesi bilimsel olarak "kesin kanıt" sayılmaz, görüşün araştırmaya değer bir hipotez olduğunu gösterir.

aslında sicim teorisinin fiziksel bir teori mi yoksa felsefi bir teori mi olduğu bile tartışılmaktadır. daha da ötesi "teori" sıfatını hak edip etmediği de tartışma konusudur. çünkü bir hipotezin -teknik olarak- "teori" tanımını hak etmesi için gözleyebildiğimiz olgulara yadsınamaz bir açıklama getirmesi yani somut kanıtları olması gerekir. örneğin einstein'ın hipotezlerine göre kütlenin uzayı bükmesi ve dolayısıyla ışığı etkilemesi gerekir. einstein hipotezlerini sağlam bir matematik altyapıyla sunduğu halde, görüşleri ispatlanana kadar -teknik olarak- "teori" tanımını hak etmemişti. ne zaman ki büyük kütlelerin yanından geçen ışığın saptığı gözlemlendi o zaman "teori" tanımına oturdular. keza zamanın büyük kütlelerin yakınında ve hızlı ilerleyen cisimlerde yavaşladığı görüşü de ancak atomik saatlerin yapılması ve uzay çalışmalarının başlamasıyla kanıtlanabildi.

peki bilinen boyutların ötesinde başka boyutlar varsa bile, bu boyutların varlığı tanrının varlığını kanıtlar mı? "kanıt" kavramının ne olduğu anlayanlar, sorumun yanıtını da anlamışlardır.

bazı fiziki gerçek, teori ve hipotezlere değinip, oradan yallah "tanrı vardır", "din göndermiştir" gibi sonuçlara varmak günümüzde sık başvurulan bir gözbağcılık yöntemidir. bir yere kadar bilimle bağlantılı gidiliyor izlenimi veriliyor, sonra el çabukluğuyla bilimin metotlarına uygun olmayan bir neden-sonuç ilişkisi kuruluveriyor. böylece fiziğe yabancı insanlarda "bunca büyük laf edildiğine göre bağlandığı yer de doğrudur" algısı oluşturuluyor.
boş insanların problemidir. akıllı adam için hiç bir şek ve şüphe yoktur. her şey bilimsel veriler değildir, bilim var veya yok diyebilir benim içinhiç bir ehemmiyeti yoktur hayatımdaki şahsi tecrübelerim bana allah'ın var ve bir olduğunu gösterdi, zaten iman etmişsem bu türlü sorgulamaya bile girmek gereksiz.

şunu da söyleyim eğer mareyalist ateistler varsa, hiç şüpheleri olmasın ki her şey maddeden ibaret değildir, gene yaşadığım olaylar bana metafizik varlıkların olduğunu gösterdi bu durumda rahatlıkla eğer bu yüzden inkar ediyorlarsa öbür tarafta babalara geleceklerini söyleyebilirim.

benden söylemesi...
varılan sonuçların bir çoğuna katılmasam da büyük emek verilerek değerlendirilmiş sorulardır.

bunlara karşı tanrı'nın var olmasının mantıken imkansız olduğunu gösteren felsefi bir tez sunmak isterim:

basit bir felsefi analiz yaparak tanrı'nın var olmasının mantık dışı olduğu anlaşılabilir. sabırla sonuna kadar okur ve anlarsanız, muhtemelen daha önce üzerine kafa yormadığınız bir konuyu düşünmek zorunda kalacaksınız.

semitik dinlere (musevilik, hristiyanlık, islam) göre tanrı evreni bilinçli olarak yaratmıştır. bildiğiniz gibi eylemler ikiye ayrılır: bilinçli olanlar ve bilinçsiz olanlar. bilinçsiz olanlar, bir patlama karşısında irkilmek gibi eylemlerdir ki, tanrı'nın evreni bilinçli olarak yarattığı ileri sürüldüğüne göre konumuz dışıdır.

tabi, hiç daha fazla açılmadan "tanrı'nın evreni yaratmasına eylem diyemeyiz, ol deyince olmuştur" da denebilir. hiç önemli değil...

bilinçli bir eylem yapmak için önce o eylemi yapmayı "istemek" gerekir. "ol deyince oldu" görüşü bizi ne kadar "eylem" kelimesinin dışına çıkarır, tartışılır ama "istencin" dışına çıkarmadığı kesindir. yani adına ister "tanrı eylem gerçekleştirdi" deyin, ister "ol deyince oldu" fark etmez, eğer bilinçli ise ardında bir isteğin olması gerekir.

peki "isteklerin", diğer deyişle "arzuların" kaynağı nedir? bilaistisna "ihtiyaçlardır". ihtiyaç olmadan arzu olmaz. delinin kafasında huni olmasını arzu etmesi bize göre mantıksız olabilir, bir ihtiyaç gibi görünmeyebilir ama ona göre bir ihtiyaçtır.

arzuyu doğuran ihtiyaçların illa maddi olması gerekmez. "sevilme ihtiyacı" da bir ihtiyaçtır, "sıkılmak" da "sıkıntıdan kurtulma" arzusunu doğurur. şimdi geldik esas noktaya:

tanrı, dinlerin ileri sürdüğü gibi, kendi halinden memnun, kendi kendisine yeterli, kendisi dışında maddi veya manevi hiç bir ihtiyacı olmayan bir varlıksa, "arzusunun" olmaması gerekmez mi? "arzu" olmadan nasıl bilinçli bir eylemde bulunulabilir? bir "ihtiyaç" tetiklemediyse tanrı neden evreni var etmeyi arzu etsin? dolayısıyla ortada dinlerin ileri sürdüğü niteliklere sahip, her türlü ihtiyaçtan münezzeh bir tanrı olsa evreni yaratmaması gerekirdi. yaratmışsa "bir ihtiyacı vardır" denebilir ki böyle demek semitik dinlerin "tanrı" tanımını değiştirir, bizi hintlilerin "atman" inancına sürükler. uzatmamak için o konuya girmiyorum.

işte mantığın bizi götürdüğü yer burası. bu paradoks nasıl yanıtlanabilir?

"tanrı'nın hali, oluşu ve yaptıkları bizim mantık terazimizle değerlendirilemez" denebilir elbette ama bunu söylemek, iddia edilen niteliklere sahip bir tanrı'nın varlığının mantık dışı olduğu anlamına gelmez mi?

tabi bir de tasavvufa girilebilir. ama o da durumu kurtarmaz. yine daha fazla uzatmamak için nedenini şimdilik izah etmiyorum.
(bkz: diger insanlar deli gibi sex yaparken entry girmek)
not: az bi soluklan yiğidim.
antitezler ve seviyeli karşıt görüşleri beklediğim tanımlar bütünlüğüdür.

keza biz birbirimizin gözünden bakalım ki dünyaya birşeyler öğrenebilelim.

ama yapıcı olalım , yıkıcı ve saldırgan değil.
Dogrulugu ve yanlisligi ispatlanamayacak cevaplar verilen sorulardir.
Soranda da , cevaplayanda da kafa olmadigi belli.
--spoiler--
boyutlar teorisinde dünyamızın sadece 3 boyuttan ibaret olmadığı , çok daha farklı biçimlerde olaşan ve biçim olarak bizim hayal dünyamızın sınırlarını aşacak (zorlayacak kelimesi çok basit kalmaktadır , hayalini bile kurmanız mümkün değildir , ancak matematik formülleriyle tasvir edilebilir , ne beyniniz nede herhangibirsey görsel yada algısal olarak bu dünyaları bize sunamaz) boyutlar olduğunu kanıtlamıştır.
--spoiler--

hayal dünyamızın sınırlarını aşan bir şeye inanmamızın beklenmesi ne kadar mantıklı ?

inanmadığımız için yanmak ne kadar adil ?
öğrenmek amacıyla soruluyorsa bir beis yoktur, sorulabilir elbette,
cevapları da o kadar basit ve kısadır ki, sıkılmadan izleyeceğiniz aşağıdaki videolarda, bir daha sordurmayacak netlikte cevaplanmıştır,

http://www.youtube.com/watch?v=7GGgYvvtTIMBöyle

bir Allah'a beni cehenneme göndermek istiyor denilir mi? https://www.youtube.com/watch?v=2DVs2HtVY_g

Allah cennete cehenneme gideceğimizi biliyorsa bizi neden yarattı? https://www.youtube.com/watch?v=nGdP-DJPjKg

Allah kâinatı yarattıysa, Allah'ı kim yarattı? http://www.youtube.com/watch?v=Xp18cH9BA5o

Allah sonsuz rahmet sahibi ise şeytan'ı neden yarattı? https://www.youtube.com/watch?v=OzuUuqTF5w8

Melekleri gören mi var? Nasıl inanayım? https://www.youtube.com/watch?v=kPZzknNyaRU
Genelde zor durumdayken, çıkmazdayken akla gelen sorular. (bkz: tanrı beni sevmiyo mu)
güncel Önemli Başlıklar