bugün

hayatımda içtiğim en güzel votkaydı teşekkür ederim.
staj tarihime karar veremiyorum. Okul biter bitmez hemen yapip kurtulmak istiyorum ama euro 2016 ve ramazan ayi var ve ramazanda oruc tutmak istiyorum. Malum antalya sartlarinda yaz aylarinda calisirken biraz zor. Bir destek olun be sozluk ne zaman yapayim stajimi?
Çabuk ikna oluyorum.
Ne kadar da ağlaya ağlaya ölmelik bi gün.
bugün canım sıkkındı biraz. bir mekana girdim öyle. orada yine benim gibi tek oturan tanımadığım biri dikkatimi çekti. tanımıyorum ama 800 km uzaklıktaki memleketimde görmüşüm gibi. neyse tam ben bunu düşünürken o kişi geldi merhaba, memleketiniz x yer mi diye. evet dedim, tanıştık. bir kafa dengi ki. insana ne varsa memleketinden var ya. bir dost daha kazandık böylece.

neyse saçma bir itiraf oldu evet yazmıyordum epey. *
insanlar iyilikten anlamıyor be sözlük. Birileri için bi şeylerden fedakarlık ediyorsun hemen aa ben kazandım moduna geçiyorlar.
Hiç tanımadığım benden yaşça büyük birine mesaj attım sözlük. Görmez herhalde ama ne bileyim bazen aman nolacak deyip yapıyorum böyle çılgınlıklar.
Cevap atmassa üzülmem çünkü aynı şehirde değiliz.
Ayrıca çok tatlı biri belki arkadaşım olur.
Aslında evimize yakın oturuyordur ama kalkıp oraya gidecek halde değilim.
Durup dururken atmadım mesajı hem bi sebebi vardı. Olsun sözlük. Bugün sıkıntılı ruh halimin eseri sanırım.
Gerçi ne zamandır aklımdaydı cesaretim yoktu. Şimdi de yok. Of öyle.
sigara'yı azaltacağım diye bugun paket almadım. şuan iki dal sigaram var. bakalım sabaha kadar naparım diye kara kara düşünüyorum.
evliliğe belki en uzak biriyken şu an birkaç hafta içersinde nikahım dahi olabilir(iş-şehir durumları netleştiği zaman) ve bu, son bir kaç günde beliren bişey. ve ilginçtir ben çok mutluyum.
"Ölürsem, kanlım sensin."
donna paulsen'e ithafen;

karmanı yükseltiyoruz be fena mı * bir işe yarıyoruz *
keşke bunu buradan söyleyerek değil de hissettirerek yapsaydın, ama sen benimle hep dalga geçtin *
şimdi açık oyluyorum diye niye bu öfke? ben senin hayatında tanıdığın en aptal en salak en saf kişiyim ayrıca *
neler yaşattıkların konusunda da senin bir fikrin yok *
Aslında hayatta mutlu olunacak çok şey var ama zor olan onları görebilmek.

Görebilene ne mutlu.
görsel
Yaşlı ve yalnız olup evine bir suru sokak kedisi doldurmuş, komşuları tarafından şikayet edilip haber olmuş teyzeler vardır ya hani. Heh işte kendimi yıllar sonra gordugum yer tam da orasi.
solframede nick altı girilen yazar gördükçe, kıskanıyorum.
arabesk yavşaklığınızdan iğreniyorum.
ilkokul 1. sınıfta kuzenimden kopya çektim.

jandarma genel komutanlığının orada araba arızalıydı aküden kesti... Resmi polis arabasından akü takviyesi yaptık... gelen geçen fotoğraf çekti.

başka bir itiraf olarak " akparti binasının önünde arabanın gazı bitti, GBt yapıldıktan sonra terör ve mücadele polisleri ile konuşarak araba ittirdik.
Bu sefer çok fena köşeye sıkıştım sevgilim!
içimdeki canavara bir ışık tut, yansın, külleri everestin tepesinden özgürlüğüne kucak açsın. O vakit seninle mutlak huzur içinde buradan gidebiliriz. Fakat şimdi kalmak zorundayım yoksa duygularım yetim kalacak.
Onları kimseye bırakamam. Özellikle böyle dağdağlı bir vakitte gerçekleri sırtından vurmak, entrikalarla el sıkışmak hiçte akıl kârı değil be azizem!
Hergün hüzün hüzün... bende sevinç naralarıyla sevişmek isterim. Dudaklarımız kurumadan şarkımızı son defa tekrar söyleyelim. Ruhumun en derinlerinden bir ah... aslında bu anlamsız ses herşeyi anlatıyor.
Peki ya ahbablar; ben balkondan düşerken elini uzatıp beni dipsiz kuyuya düşmekten kurtaracak kimse yok mu?
Şimdi nasıl kendimi arındıracağım bu sefih sefahetten.
Birbirine geçirilmiş iç içe iki insan tek bir bedende olmuyor be azizem! ikisinden birinin artık gitme zamanı geldi.
Bang bang ! Vuruldum galiba, duygularım kanıyor, onları kaybetmekten çok korkuyorum.
O vakit duygularımla yüzleşmekten yok başka çare...ya da mantık caddesinde çıplak ayaklarla yeni bir düzeni kucaklamak...
Şimdi gözlerimle dudaklarını süzerek, beni tahrik edecek kelimelerin kulağımı okşamasını, beynime error vermesini şehvetle arzuluyorum...
Geçmişi tamamen unutmak istiyorum. Malesef bunun için sadece kapıyı kapatıyorum. Kapıyı kapatıp üstüne kilitleyip altına havlu sıkıştırıp gazı açmam gerek!!!

Ama cesaretim yok.
''kollarını göster. nasıl oldu bu iz?'' dedi bu sabah doktor. ''hatırlamıyorum.'' dedim. ''ama tek bildiğim bu dikişler yüzünden bir zamanlar polis kolejinden ayrılmak zorunda kaldım.''

ara ara gelen baş dönmelerim yüzünden bu sabah doktora gitmek zorunda kaldım. zorunda kaldım, çünkü bana kalsa gitmeyecektim. ama hastaneye gidip görünmem konusunda biri ısrar ediyordu, kıramadım. gittiğim doktor başımın dönmesi durumu haricinde başka şeylerle de ilgilendi. kolumdaki iz gibi mesela. ben de sakin kalmaya çalışıp, işi yokuşa sürmeden verdim sorularının beklediği cevapları. tek istediğim bir an önce hastaneden çıkmaktı.

''peki kolunun bu pazı kısmındaki çizik nasıl oldu?''
''bir kavgada oldu sanırım, hatırlamıyorum.''

kafasını sallıyordu önündeki kağıda bir şeyler yazarken. sorduğu sorularda ve verdiğim hiçbir cevapta, daha önce duyduğu cümleler yer almıyordu belli ki. ama aslında yanılıyordum böyle düşünürken. emindim insanoğlunun en berbat türlerine en ince ayrıntısına kadar tanıklık etmek zorunda kalmış olduğuna. kısa boylu ve hafif toplu bu adamın mesleği, belki de dünyanın en geçersiz olan mesleğiydi. en hayalperest mi yoksa? öleceğini bildiği insanları kurtarmaya çalışmak. doktorluk.. ölümü dizginleyemeyeceğini bilen doktorun üzerinde yoğunlaşabileceği tek konu, acısız bir yaşam ve dolayısıyla acısız bir ölümdür. yani ''ben acılara dayanırım, nasıl olsa öleceğim'' diyen birinin beyaz önlüklülere ihtiyacı olmaz. keyfe keder bir meslektir doktorluk. aslında tiyatroculara, sanatçılara benziyorlar. onlar gibi, 'şu anı' iyileştirmeye çalışıyorlar ve en önemlisi ölümü unutabiliyorlar. o yokmuş gibi mesleklerini icra etmeye devam ediyorlar. doktorluk dışındaki tüm mesleklerde, mesleğinde başarılı olanların ölümsüz eserleri, kendilerinden sonra var olacak yapıtları olur. bunlar bir avukatın adıyla anılan yasadan, bir kaporta ustasının yeniden hayat verdiği hurda arabaya kadar gider. ama doktorun en sağlam yaptığı insan bile en fazla 50-60 yıl yaşar. onun için, doktor isimleri de sadece hastanelerdeki bölümlere, tıp fakültelerindeki amfilere verilir. gönüllerini almak için. bir zamanlar iyileştirdikleri, ölümden kurtardıkları insanların 'mezarlarına' verilemeyeceğine göre isimleri, ancak kendi alanlarında yaşamaya devam eder. oysa belki de mezarlıklara verilmelidir adları. ''doktor x sayesinde bu kadar uzun yaşadık ve rahat öldük!'' benzeri yazılar süslemelidir mezarlıkların girişini.

her neyse. arada gelen baş dönmesi şikayetiyle gittiğim hastanede, önce filmimi çektiler. sonra filmle beni alt kata yolladılar. basamaklardan yavaş yavaş inerken, bir yandan da bir hastalığımın olup olmaması konusunun aslında o kadar da önemli olmadığını düşünüyordum. tabii kendim için. ama ailemin yanına, yani hayata henüz 3-4 ay önce dönmüştüm. şüphesiz ki onlar için önemliydi. kabul etmeliyim, buraya dönmem belki de en büyük adımdı hayatın içine atılan. yıllardır hiçbir şeye ait olmayan ben, artık bir devletin himayesindeydim. yıllardır kuralsız yaşayan ben, kurallara uyduğum takdirde toprakları üzerinde özgürce yaşamama izin verecek bir devletin vatandaşıydım. doğarken kazandığım, 19 yaşlarımda isteyerek kaybettiğim her şeyi geri almaya çalışıyordum şimdi. kimliğimi, insanlığımı, ailemi..

beyaz kapının üzerinde, doktorun isminin yazdığı sarı demir plaketin biraz altına üç kez vurdum. ''girin'' sesi geldi. girdim. gözlüklü, kısa ve zayıf bir adam oturuyordu içeride. güler yüzlüydü. eliyle oturabileceğimi işaret etmişti. oturdum ve elimdeki filmi uzattım. on saniye kadar bakıp kenara koydu. benimle konuşmaya başladı. sanki filmlerle değil, insanlarla ilgilen bir psikologdu. ''evet, sorun nedir?'' dedi. şaşırmıştım. çünkü bunu onun açıklaması gerekiyordu. ''neden yeteri kadar uyumuyorsun, neden sağlığına dikkat etmiyorsun, bunu soruyorum'' diye ekledi. tartışmaya niyetim yoktu. başladım konuşmaya ben de. düşündüklerimi, yaptıklarımı, deli cesaretimle göze aldıklarımı anlattım.
'' sorunumun ne olduğuna siz karar verin o halde. ben sadece yaptıklarımı anlatayım. 18-19 yaşlarımda, ailemden ve şehrimden ayrılıp gittim...''
yaklaşık 15-20 dakika boyunca, 3-4 soruyla kesilen bir konuşma yaptım. her cümlemin sonunda gözlüklü doktorun gözlerinin çapı daha da büyümüştü. ilk defa yeni bir insan türüyle karşılaşıyor olabilirdi. ve konuşmamın sonunda şu sözler çıkmıştı ağzımdan; ''ancak, artık tek kurtuluşumun ailemin yanına, evime dönmek olduğunu anladım. artık, iyi ve mutlu bir insan olabilme ihtimalimi geri istiyorum. kimliğim var ve yaşamak istiyorum. dinlemek istediniz, şimdi de sorunumun ne olduğuna karar verin.''

gerçekten de öğrenmek istiyordum bunu. yani sorunumun 14-15 yaşlarımda başlayan garip düşüncelerimin ve giderek canavarlaşmış beynimin nedenlerini öğrenmek istiyordum. birkaç saniye baktı bana. ağzını açtı ve teknik mesleki terimlerle konuşmaya başladı. ve sıra benim de anlayabileceğim cümlelere geldi. ''uykusuzluk, gerçek dünyadan istemli kopma, kendi bildiğini yapman, birçok kavramı ve kuralları reddetmen ve tek doğrunun kendininki olduğunu düşünmen. tabii bir de hiçbir zaman tıbbi yardım görmemiş olduğunu göz önüne alırsak, bütün bunlar katlanarak çevrende bir kabuğa dönüşmüş. ama anlaşılamayan tek bir şey var. o da kırılması bu imkansız kabuğunu sen kendi başına nasıl deldin? nasıl anlayabildin yaşadığın hayatın yanlışlığını? aileni özlediğin için onlara döndüğünü sanmıyorum. elbet de bu da var ama sırf bu nedenden olmasa gerek. belki de korktun. o şekilde yaşadığın sürece bir gün belki de öleceğini düşündün, korktun ve geri döndün.''

ölümden korkma fikri ilginçti. çünkü bu korkuyu hiç hissetmemiştim. kabul etmeliyim ki etkilenmişti geçmişimden. ilginç bir vakaydım. üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken. emekliliği için planladığı kitabının en az 20-30 sayfasında yer alabilirdim bu tür vakalarla ilgilenen doktorların.

evet bir hastalığım yoktu. tabii geçmişimden izler taşıyan ve yok etmeye çalıştığım zihnimin bir bölmesini saymazsak. benim de tahmin ettiğim gibi, uykusuzluktan oluyordu bu baş dönmeleri. en az 7 saat uyumamı ve bir süre bol bol istirahat etmem gerektiğini söyledi doktor. yıllarca doktora gitmemiştim. bugün o zinciri de kırdım, bunu fark ettim. ''işte dünya'' dedim. ''işte reddettiğin o medeniyet, kurumlar, kurallar.. daha ne istiyorsun? gerçek hayata hoş geldin!'' hoş bulduk..
Babamdan kaç yaşıma kadar nefret edeceğimi artık merak etmiyorum.
Sabah 9:15'te dersim var daha sonra ise bir kitap sunumu odevim var. Ama gel gor ki hala kitabi bitirmis degilim. Sunumu ne zaman hazirlayacagim. iyice tembellestim sozluk. Ya da birinden okkali bir beddua yedim heralde de o tutuyor.
odamın duvarındaki ufak lekelerin gün geçtikçe sümük olduğunu anlamak.

(bkz: uncompromised missile industries)
Hayatımdan bir günü daha değmeyecek bir şey uğruna heba ettim. Hem de saatlerin bile benim için çok değerli olduğu şu günlerde. Bari bunun için değseydi.
durduramıyorum kendimi, kaptırıyorum.