bugün

tatlıyım, konuşkanım, sempatiğim, kıpır kıpırım.. tüm bunlara ragmen kimse beni sevmiyor. ulan bazen düşünüyorum acaba ben mi kafamda kuruyorum yok amk sevip kimse yanaşmıyor yanıma. ama hep kilodan bunlar evet.
Alarm çaldı, kalk. Whatsappa bak, aa ders iptal. Tekrar yat. Mesaj sesi, öğleden sonra da iptal. Kalk, oku, çalış. Üstünü giy. Hava yağmurlu. Atla metrobüse zincirlikuyudan Ortaköy'e geçeceksin. Yağmur devam ediyor. Otobüs almadı mı, yürü. Tüh! Akbilin de aylıktı oysa. Hızlı yürü, yolun çok. işte ıslansan da vardın. Manzara güzel di mi? Kızım sen kabristandan korkmaz mıydın, kedilerden de.. Yuh, hiç korku yok. Cami gözüküyor sanki Boğaz'a ve köprüye tepeden bakıyorsun. Çıkar termosu ya nasıl olsa hiçkimse yok. Salla çayını yurttan arakladığın karton bardağa. Açtın mı aldığın bisküviyi. Of hala yağıyor. Nerdeyse 2 saat var üstünü değişmene. Düşünme. Üşümediğine ikna et kendini. Afferin sana.:) tamam hadi biraz da başka zamana kalsın. Beşiktaş'a yürü. Vapur. Dışarda otur. Koltuklar ıslak da sen de kuru değilsin. Hah bir çay daha koy. Çok güzelsin be. Dondu ellerin. Şarjın bitmiş. Geldin yurda. Mert'in kök hücresi için okulu ayarla. Güzel. Vicdanın tüy kadar hafif. işte bu. Sıcacık duş. Gir yatağa. Uyku.
Not: kalbimi dizginledim bugün.
beceremiyorum..

belkide beceremediğim tek şey bu.
"Bana yoksun biliyorum.."
Bugün saçlarımla birlikte umutlarımı da kestim. Kökünden!
bazen, maymun iştahlı olduğum için kendime küfür ediyorum. çıtı pıtı bir kız görüyorum; keşke böyle bir sevgilim olsa diyorum diğerini görene kadar. Onu gördükten sonra tekrar.. belki de bu yüzden yalnızım.
zorlu virajı dönmek üzereyim.

bundan sonra yapılan hiç bir hatanın telafisi olmayacak.

her şeyi belirleyecek olan şey her zaman ki gibi maddiyat olacak..

beni ya yaşatacak ya da öldürecek.
yıllar önce misketlerim beni mutlu ederdi. açtığım çukurlara sokmaya uğraştığım. kuytu derdik ona. mısır tarlalarında koşturup kollarımız çizilirdi. yorulunca 5-6 tanesini birleştirip kızılderili çadırı yapardık püsküllerinden gazete kağıdına sardığımız sigarayı içerken sanki o zamanlar daha bi mutluydum. aslında mutsuzluğu yaşamadığım için mutluluğun farkında değildim belkide. sonra kadınları tanımaya başladım. tabii o zaman onlar kızdı. ama hepsinde kadın edası vardı.genetik kodlarında olsa gerek. peşlerinde koştururken kaçarlardı. o zamanlar kurdeleleri vardı bellerinde çözerdik. siyah önlüklerimiz düştüğümüzde kirlenirdi. olsun. orta okulda südyen kopçalarını çekiştirmeye başlamıştık. büyüyorduk onlarda büyüyordu. onlar büyüdükçe aksesuarları da çuğalıyordu çözmeye çalıştığım. yazlıktaydı sanırım havuzda ilk defa bi kızın memelerini görmüştüm suya daldığımda. pembe pembe ufacık mısır patlağı gibi. sadece memeydi ama nefesimi tutmamı sağladı daha çok bakabilmek için. o zamandan beri dalarım meme gördüğümde. nedenini froyda sorduk. güven dedi sanırım. meme güvendi. sıcak ve güvenli. ilk öptüğümüz ve bizi doyuran şey. belki de yıllardır kadınların memelerinde o duyguyu aradım. öptükçe doyarım sandım ama yetmedi. memeler yüzünden mi? meme meme meme neyse.

tek memeyle bitse bitmiyor ki. bunların pembe dolgun dudakları vardı. bi tanesi beni bir direğin altında öpmüştü. bi kaç saniyeliğine dünya durmuştu. o günden beri fırsat buldukça öpüşürüm. tekrar dünya durur belki diye.

bu hikayenin sonuç bölümü eksik. eksik kalsın. benim bugün doğum günüm. inkar ettiğim yaşlara girdim. hemde sarhoş değilken.

mutlu yıllar dedi eski sevgilim akşamüstü kısa mesajla. beni en çok mutsuz eden oydu. ama dedi. hep beraber dedim. beraber değildik ama dedim.

itiraflarımın gerçek birer itiraf olması çok zor. kuyruğum dik. ömrüm yitik. ''zaman unutturmaz; uyuşturur'' muş.
bukowski demiş. hak verdim.

uyuşmak üzere. https://vimeo.com/89781854
Leyla ile mecnun'u sevmiyorum.
Ya sevmiyorum amk zorla mı? Sevmek zorunda mıyım? Sevmiyorum ulan mecnun dan nefret ediyorum nefret nefret nefret!

Edit: ne oldu ulan leyla ile mecnun sempatizanları? Ne oldu? (bkz: Leyla ile mecnun) başlığı altında kendi beyin yıkama çöplüğünüzde artılaşarak hayat güzel bir şekilde devam ediyordu. ama bak burası itiraflar bölümü burada genel yargı vardır. burada dayatma yoktur. bu entryi beğenerek ismail abi dediğiniz şahsı sevmediğini ima etmiş olan bir sürü insanı görün ve üzülün üzülün ulan. Geberin.
+ismail abiii
-hoooopp
+abi gemiyi falan bırak gel kaçalım. sikmeseler bari abii.
dua okunan bir kanalı değiştirdiğim zaman sanki günah işliyormuş gibi hissediyorum. hep ikilemde kalıyorum sözlük napıcam ben. *
Dudakları güzel insanları her zaman diğerlerinden daha çekici bulmuşumdur. Dudak, gerçekten kıymeti bilinmesi gereken bir organ.
Bugun de ozledim.
Abi okulda beğendiğin kişiyi gösterdiğinde kısa bir süre sonra arkadaşının aynı kişiden hoşlandığını söylemesi ?
sanki sen hiç söylememişsin gibi?
Bu şerefsizliktir.
çok kötüyüm be sözlük. ağlatan insanlar var be sözlük.
Bana pas vermeyen kadın, seninle sevişmek istiyorum. Bunu da okuyorsun.
bütün kürtlerden nefret ediyorum.
üzgünüm.
insanların zamanı geri alıp, olmasını hiç istemediği olaylar olur bazen, bilirsiniz. benim olmasını hiç istemediğim olay doğumuma kadar uzanır. doğmuş olmayı, yaşamak zorunda olmayı ben istemedim. ama elimde olan bir şey değildi bu. dolayısıyla engel olamadım.

doğduğumda mevsim baharmış. günlerden cumartesi, aylardan ramazan'mış. iftardan sonra, akşam sularında doğmuşum. üstüne bir de kadir gecesi'ymiş. ailemin ilk çocuğuydum. istisnalar hariç, her anne baba gibi benim ailemin de benimle ilgili hayalleri vardı mutlaka. kim bilir benim nasıl iyi bir geleceğe, nasıl iyi bir hayata sahip olacağımın hayalini kuruyorlardı. ama boşa çıkardım bu hayallerini. tek tek, yavaş yavaş, itina ile. böyle olmasını ben istedim. ama mecbur kaldığım için. zihnim farklı işlediği için. inanmadım hiçbir değere. inanmadım sevgiye, toplumsal düzene, bağlılığa, kurumlara, kurallara ve buna benzer, insanları hipnoz gibi uyutup köleleştiren ne kadar saçma sapan sistem varsa reddettim hepsini.

14-15 yaşlarıma kadar normal bir çocuktum. sonrasında ise değişik düşünceler içerisine dalarken bulmuştum kendimi. hatta vücudumu sadece belli bir duruş şekline getirdiğim zaman en verimli biçimde yoğunlaşabildiğimi fark etmiştim. odamda boş olan duvarıma dönük bir şekilde oturuyor, beş dakika kadar hareketsiz kalıyordum. daha sonra sırtımı yere bırakıyor, bacaklarımı duvara yaslayıp doksan derece açıyla, duvar ve zeminin birleştiği köşeye bedenimi yapıştırıyordum. bu şekilde bir süre durduktan sonra gözlerimi açtığımda, beyaz badanalı tavan ve gök cisimlerine benzeyen küçük ışıltılar görüyordum. bir saate kadar aynı şekilde duruyor ve kendimi, hayatı düşünüyordum. yoğunlaşma bazı sorularla başlıyordu. yaradaşılımı, geleceği, çevremi, insanların farklılığını, duygularımın çeşitliliğini sorguluyordum. kendimi dinlemeyi öğrenmekti bu yaptığım. çünkü duyulabilecek kadar yüksek bir ses vardı içimde. bunu fark ettiğimde, tüm dünya yok olsa da içimdeki ses yüzünden yalnız kalamayacağımı anladım. çünkü ağzımdan çıkan ve başkalarının duyabildiği sesimin dışında içimde yankılanıp duran ve kimsenin varlığından haberdar olmadığı ve olamayacağı başka bir ses daha vardı. ve şunu fark etmiştim, demek ki kendimle diyalog kurabilir, aynı konu hakkında yüksek ve baskın bir sesle bir şeyler söylerken ve savunurken, içimden de bambaşka bir şey söyleyip karşıt görüşü savunabilirdim. dünyayla aramdaki köprüyü ve kendime açılan kapıyı böyle keşfetmiştim.

bu süre zarfında kitap okumaya başladım. sürekli okuyordum. ama aynı zamanda nefret de ediyordum. her şeyi kendim keşfedebiliyordum çünkü. kimsenin yol göstermesine ve hayal gücüne ihtiyacım yoktu. bir olay karşısında x yazarın ne hissettiğini bilmem gerekmiyordu. ben yeterince hissediyordum zaten.

bu arada benimle aynı zihne sahip tek dostumdan bahsetmeyi unuttum. kendisi şu anda da hâlâ irtibatta olduğum tek gerçek dostumdur. yollarımız geçenlerde şimdilik ayrılmış olsa bile. onunla çocukken bir araya geldiğimizde değer verdiğimizi sandığımız bazı şeylerden vazgeçiyorduk ve bunu alışkanlık haline getirmiştik. bazen bir anı, bazen bir eşya. çevremizdeki diğer çocukları küçük düşürücü görür, yüksekten bakardık. bize göre hepsi aptaldı. bize göre en zeki bizdik. en cesur bizdik. her şeyin en farkında olan bizdik. dolayısıyla zamanı gelince birlikte uzaklaştık buralardan. oralara sonra geleceğim.

biraz daha büyüyüp liseye başladığımda hayatım biraz daha farklılaşmaya başladı. şartlar bana çok sayıda insan tanıştırdı. ve ben bunu engellemek için hiçbir mücadele belirtisi göstermedim. farklı olmak için mi farklıydım, yoksa öyle mi yaratılmıştım, bilmiyorum. emin olduğum tek bir şey vardı ki, o da tanıştığım kişilerle aynı durumlar karşısında aynı duyguları hissetmiyor oluşumdu.

on altı yaşımdaydım ve her şeyi yapabileceğime inanıyordum. hayallerimin bana bir ömür yetebileceğini ve bedenimin ağzımdan çıkan sözlerin etrafında bir kalkan oluşturarak zarar görmemi engelleyeceğini düşünüyordum. sadece, gittikçe tehlikeli hale gelen bir oyun oynuyordum. ama ben oyunları hep ciddiye aldım. sahte ilişkiler ve dünya üzerindeki her kavramı içme arzusu hayatımın on altıncı yılında başımı döndürmeye yetiyordu.

okuldan kaçardım bazen. sinemaya gider ve gösterime giren favori filmimi defalarca izlerdim her gün sinemada. bir keresinde yine kaçmıştım okuldan. bir sigara aldım, yaktım ve yürümeye başladım. baya bir yürüdükten sonra biten sigarayı elimden fırlatır fırlatmaz annem seslendi bana. paniklemedim. sigarayı görmemişti. ''ne işin var oğlum bu saatte burada?'' dedi. ''ders erken bitti anne, bıraktılar bizi. ben de yarınki resim dersi için alışveriş yapmaya gidiyordum.'' dedim gayet sakin bir tavırla. annem de ''tamam öyleyse.'' dedi ve gitti. o an kendime olan nefretim daha da katlanmıştı. kaçıp gitmek istiyordum. koşarak. hiç durmadan. bağıra bağıra. arkama bakmadan. dünyanın en siktir edilmiş, en unutulmuş en terk edilmiş yerine gitmek istiyordum.

üniversite yıllarım gerçekten zor geçti. benim için hiçbir şey tutku olmadı. o kadar zor geliyordu ki okula gitmek. binaya girip amfide hangi dersin verildiğini öğrenmek. o kadar yorucuydu ki anlatılanları dinlemek.. uzun zaman hiçbir şey yapmadan, öyle ya da böyle üniversite hayatımın devam etmesine izin verdim. ne onlar beni okuldan atıyorlardı, ne de ben onları terk ediyordum. sabah evden çıkıp geziyordum sokaklarda. hayatımın en çok sinemaya gittiğim dönemidir. sonra dönüyordum eve. tabii bir hataydı, daha ilk günden okulu bırakma kararı vermemek. sürünerek gittim, geldim.. ne gerçekten samimi bir dostum olmuştu üniversitede, ne de sağlığını sorduğum birisi. ailelerinde diploma koleksiyonları olan bir sürü tuhaf insan topluluğu. küçümsedim hepsini. okulu, öğrencilerini, kalemlerini.. en büyük hatamdı ilk günden bırakmamak. çektiğim ve çekeceğim her acıya dayanabileceğimi düşünüyordum. dayandım. tam iki yıl. sonra bir gün, son yılımda, birisi hararetli bir şey anlatırken amfiden çıkıp gittim. ne okul, ne diploma. yanımdaki iki yıllık acıyla. arkama dönüp bakmak boynumu ağrıtacağından gözlerimi son bir kez bile çevirip bakmadım okulumun binasına.

ve böylece insanların yarattığı bir kurumdan son kez ayrılmış olacağıma yemin etmiştim o gün. şu son 2-3 ayımı saymazsak; bir daha da medeni hiçbir kuruma dahil olmadım, bir gün bile çalışmadım takım elbiseyle, tek bir iş sınavına girmedim, benden önce temeli atılmış hiçbir düzene dahil olmadım. belki hâlâ tecil ediliyordur okulum, belki bir gün geri dönerim diye. ya da unutmuşlardır beni. unutmuş olduklarını düşünmek daha rahatlatıcı geliyor. beni bir zamanlar tanımış ve hayatlarına girmiş olduğum insanlar da silmişlerdir hafızalarından belki. ya da silmeye çalışıyorlardır. fotoğraflarıma bakıyorlar mıdır? peki ya sesi mi? hatırlıyorlar mıdır?..

benim aileme karşı yapmak zorunda olduğum bir tercih vardı. onları çok üzmek ile daha çok üzmek arasında. eğer kalsaydım yanlarında, eğer o bahsettiğim dostumla uzaklaşıp gitmeseydim uzaklara, yine aynı şeyleri yapardım çünkü. ya tımarhaneye ya da hapishaneye giderdim. ve hapiste, beni açık görüşte ziyarete geldiklerinde saçlarını bembeyaz görürdüm. ama gittiğim için bunları görmeyip, benim halimi bilmeyeceklerdi. benim medeni dünya tarafından, kurumları aracılığıyla cezalandırılmamı seyretmelerinden iyidir diye düşündüm ve gittim. aslında gitmeyi ilk düşündüğümde sahte bir ölüm tasarlamıştım. öldüğüme tamamen inandıracaktım herkesi. büyük bir şok, birkaç yıl gözyaşı, sonra alışılan bir yokluk olacaktı. bilmiyorum neden fazla uğraşmadım gerçekleşmesi için. sadece gittim.

kimsesi olmayan yalnız bir insanın doğuştan sahip olduklarına ulaşabilmek için bir insanın çekebileceği en büyük acıları çektirdim kendime. keşke hepsi ölseydi. herkes ölseydi. ya da ben doğmasaydım. görmeselerdi beni. dünyaya böyle bir canavarın geldiğine tanık olmasalardı. sadece kötülük ve acı yaydım etrafıma. hatırlıyorum, bazen hiç tanımadığım insanları, kendiminkini tehlikeye atarak tehlikeden uzaklaştırdım. ama bu kutsal sayılan işi bile yapmamı sağlayan tek bir şey vardı. ne tehlikeden uzaklaştırdığım insanın canına verdiğim değer, ne de bir kahraman olma isteği. sadece kendi hayatıma değer vermediğim ve çok sıkılıyor olduğum içindi.

yıllarca kaçtım. çok şehirde kaldım. ne okul, ne şehir, ne aile. hiçbir şey kalmadı. belki aşık olmadım hiçbir zaman ama çok kadının hayatına girdim. bunları daha hafif olmak için yaptım. acilen yolculuğa çıkması gereken birinin bütün eşyalarını atıp en gerekli olanları alması gibi. ama olmadı. terk ettiğim her şeyin ağırlığı binle çarpılıp zihnime yerleşti. hafiflemek şöyle kalsın, daha da ağırlaştım. söküp attıklarım, tonlarca kâbus olup döndüler bana, geceleri uyutmayan..

ama sonuç olarak, geri dönmeyi seçtim, onca yıl sonra. reddettiğim her şeyi kabul etmek için. ailemle olmak için. tüm bunların sonunun olmayacağına kanaat getirdiğim için. kendimden uzaklaştırdığım ruhum yeniden bedenime döndü ve anladım dönmemin gerektiğini. belki mutlu etmekten çok üzdüm ailemi, ama artık mutlu etmem gerektiğini hatırladım. ailemin olduğunu hatırladım. insan olduğumu hatırladım. reddettiğim her şeye alışma sürecim sancılı geçiyor olsa da, dayanabilirim biliyorum. kendi kendime çektirdiğim bunca acıya dayanan ben, bunu da atlatırım biliyorum. şimdi daha az kâbus görüyorum. önceleri çok fazlaydı ama azalmış olmasında huzurun bir etkisi olmalı sanırım. ben huzuru kaçmakta aradım, kendimi burada buldum. huzur, en güvenli hissettiğimiz yermiş, onu anladım.

yoruldum. şimdi birazdan bir sigara yakıp beni tanıyan ve bu yazıyı okuyacak olan sevdiğim biriyle konuşacağım. sonra da kapatırım gözlerimi, gelir uyku bekletmeden. önceden hep sabahlardım ama artık sabahlamamı gerektirecek şeylerin sayısı git gide azalınca uyku da bekletmeden geliyor. gidiyorum..
bugün ilk defa hiç tanımamış olmayı istedim seni. her şeye rağmen pişmanlık duymamıştım şimdiye kadar. ne değişti tam olarak bilmesem de mantıklı olarak bakmaya başladım artık. ne kadar saçmalamışım diyorum, kendimi bile bile uçuruma sürüklemiş gibiyim. senin bile yabancısı olduğun dünyana girmeye çalışmışım. her şey o kadar belli ediyomuş ki kendini... ben gözlerim açık inanmışım bir yalana, kendi masalıma dahil etmişim seni, görmek istediğimi görmek için zorlamışım. sen oraya ait olmadığını defalarca bana göstermene rağmen inanmamışım sana. Şimdi diyorum artık keşke bu yola hiç çıkmasaydım.Yaşamadan görememek değil benimkisi gördüğü halde inatla yaşamak, acı çekmeyi bile isteye. bir masala inanmak istedim ama atladığım bi nokta varmış, şimdi görüyorum, her masal güzel bitmiyomuş. sonunu bildiğim bi yolda yürüdüm ben senle, çocukluk işte yeni bi son yazarım sandım, sonra ne mi oldu sandığımı anladım. kaybetmeye alışkınım diye her seferinde kaybetmem mi gerekiyodu, bi kere de alışkın olmadığımı yaşasam?
Garip. iki üç seneni beraber geçirdiğin insan gün geliyor sosyal paylaşım sitesinde tanıyor olabileceğin kişilerde karşına çıkıyor. Yahu tanımak ne kelime seni iliklerine kadar tanıyorum. Keşke hiç tanımak istemediğin kişiler olsa da oraya atsak onları bidaha hiç karşımıza çıkmasa.
"Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde.."
Beni ağlatan şarkidan bi dize. Öyle hüzün dolu bi şarki. Gökyüzünün esaretten kurtulmaya çaliştiği donemler. Ne sicak havalar ne de soğuk. Mutlu olmak için güzel dönemler. Ama hep bi şeyler eksik içimde. Bi burukluk. Mutluluk şöyle dursun ekstradan bir hüzün çöküyor üstüme. Omuzlarimda o kadar çok ağirlik oldu ki artik. Bi gün ansizin devrileceğim yere. Öyle yapayalniz, tek başıma. Kimse dönüp de hatirlamayacak beni. Ölümden çok hatirlanmamaktan korkuyorum bir diger garipluklerimden birisi de. Öyle sessiz sedasiz gitmekten. Bir hiç olmaktan. Koca bir hiçken zaten neden öyle ölmekten korkuyorum bilmiyorum işin asli da. Şu koca dünyaya ufacik bir dokunuşum bile yokken. Birbirimizi karşilikli olarak sevmedik bu yaşli dünyayla sanirim. Ama zaten ben alişiğim sevilmemeye. O yüzden çok sorun etmiyorum belki . Ya da sorun ettiğim icin bu haldeyimdir belki de.
Üzülüyorum sadece. Çok üzülüyorum ama bunu kimse bilmiyor, görmüyor. Saklıyorum çevremdekilerden. Korkuyorum başkasina Söylemeye. Yaralarimi sarmak yerine daha derinleştirecekler biliyorum ki. Çünkü kimse benim içimde yaşadigim firtinalari anlamiyor. içimdeki firtinalar dünyada yaşansaydi şimdiye çoktan kiyamet kopmuştu. Herkesten nefret ediyorum sanirim. Her şeyden nefret ediyorum. Dünyamda sevgiyi istemiyorum. Aslina bakarsan dünyayi da istemiyorum ben. Hiçbir sey umrumda değil.
çok mutsuzum ve bir sebebi yok, buna ek olarak fazla fazla yalnızım.
çok şükür, her şey yolunda sayılır sözlük..

her rampanın ardında var bir iniş. her zorluğun ardında açıyor, bir güneş. ve insan bilmeli ki bu son zor değil. bundan sonra ömür devam ettikçe var olacak o zorluklar. önemli olan rampalara alışmak, çıkarken nefes nefese kalmamak. yine mi sorun diyerek kendini yemek yerine, sorunlarla her an baş edebilmeyi alışkanlık haline getirmek.

hayatınız bir fay hattı üzerinde. o fay hattı anlık hareketlenip, sonra durulacak. ama asla tamamen sessiz kalmayacak.
siz ise her depremde sallanacak bir virane inşa etmeyeceksiniz. ederseniz; sonunda o viranenin taşları altında hayata karşı en ufak bir hevesi kalmamış bir birey bırakırsınız depremin ardında. siz o depremlere alışa alışa o hattın üzerine güçlü bir kale kuracaksınız. hiç sarsılmayacak mütevazi bir kale. o virane siz sorunlarla baş edebildikçe kale olacak zamanla..
Ekşi'den sonra "bu ne ya" dediğim bir sitedeyim. Hala keşfetme aşamasında olmama rağmen şuanki izlenimim tvitter, instagram, facebook karmasınin bir sürüm yükseltilmiş versiyonu gibi birşey olduğudur. Yazacak başlık bulamıyorum resmen. Hep aynı kalıp malesef...
Ah kalbim taşa dondu hiç birsey hissetmez oldu ...
görsel