bugün

(bkz: victor sjöström)
yabançilekleri olarak da bilinen ingmar bergman filmi.

yaşlı bir profesörün siyah-beyaz anıları..
nostalji yüklü, pek dramatik ve insanca pek insanca.
anılarla düşlerle işlenmiş, siyah-beyazın çekiciliğinin de ayrı bir hava katmış olduğu harika bir Bergman filmi. Ingmar Bergman'ın yaşlı bir adama aynı zamanda içsel bir yolculuk da yaptırdığı ve ölüme bir adım kala kendisine dair gerçeklerin farkına vardığı bir yol filmi aynı zamanda. *
yönetmenini pek sevmiyor olsam da izlenilmemiş olması büyük kayıp olan filmdir!
(bkz: smultronstallet)
başrol oyuncusu dedenin aslen çok başarılı yönetmen olduğu ders olarak gösterilen/okutulan yine bergman filmi.
yaban çilekleri tarlası. forever...

en baştan en sona, çocukluktan yaşlılığa, para kazanma gailesinden bilime, kalabalık bir aileden mutlak bir yalnızlığa... bir adamın hikayesi... aslında birçok insanın hikayesi...yaşlanmaya gerek yok! bergman'ın yaban çileklerine bakarak kendi geleceğinizden kesitler görebiliyorsunuz. ama hemen de abartmıyorsunuz! o mutlak yalnızlığı ve mutsuzluğu hak edebilmek için daha çok yolunuz olduğunu biliyorsunuz! sakin...

filmden:

profesörün gelini: pekii, kadınların kötü alışkanlıkları neler?
prof: ağlamak, çocuk doğurmak ve dedikodu yapmak!

profesörün oğlu, karısıyla konuşurken:

"çocuk istemiyorum. ya beni ya da çcouğu seçeceksin. (...) bu dünyada yaşamak zaten anlamsız ama dünyaya yeni kurbanlar getirmek, mutlu olacaklarına inanmak daha da anlamsız. ben cehennem gibi korkunç bir evliliğin istenmeyen çocuğuyum. bu hayattan kusacak kadar tiksiniyorum. istediğimden bir gün bile daha fazla yaşamamı gerektirecek hiçbir sorumluluk istemiyorum."

doktor adayı genç, papaz adayı arkadaşı hakkında konuşurken: "çağdaş bir insan nasıl papaz olabilir anlamıyorum, üstelik anders * aptal biri de değil. (...) bence çağdaş insan bir hiç olduğu gerçeği ile yüzleşerek varlığını ve biyolojik ölümünü kabullenmelidir. gerisi hikaye.

gerisi
hikaye'de... izlemelisin!
yaşlı profosörün ödül almak için yola çıkışıyla başlıyor herşey. bu yolculuk kendi geçmişine yönelik oluyor daha çok. kendiyle yüzleşiyor,hatalarıyla düş ve gerçek arasında hayatından kesitler görüyor. mutsuz ve yanlız bir adamın hikayesi aslında bu. hayatında sevgiyi bulamamış, yada sevgiyi gösterememiş bir adamın kendisiyle konuşması. bir düş karesi içinde kendi geçmişine uzaktan bakışı. bergman ustanın bir filmi,bana göre en iyisi değil ama yinede bergman farklılığı var,hissediyorsunuz.
yaşam-ölüm antagonizması çerçevesinde bir içsel yolculuk yapan bilimadamının hikayesi ve yaşamın anlamı sorunsalına odaklanmış arkeolojik çalışma. pişmanlık, sevgisizlik, yalnızlık gibi birçok ögeyi içinde barındıran film, izleyenlere kendi deneyimlerini anımsatacaktır.
fahri doktora almak için stockholm'den lunda doğru arabası ve gelini ile yola çıkan 78 yaşındaki tıp profesörü ısak borg'un yol boyunca karşılaştıkları insanlarla bir nevi zaman makinesine dönüşen arabası ve geçmişindeki önemli insanların prototipi olan yolcularla kendine yolculuk hikayesidir.

filmin başında belirttiği gibi professör borg yalnızlığı seçmiştir çünkü:

--spoiler--
insanlarla olan ilişkilerimizde, temelde onların karakterini ve davranışlarını tartışır ve değerlendiririz. işte bu yüzden, bu sözde ilişkilerin tümünden kendimi geri çektim. bu benim yaşlılık günlerimi daha da yalnız kıldı. hayatım çalışmakla geçti ve buna müteşekkirim. hayatım ekmek ve tereyağı için yorulmadan çalışmakla başladı ve bilim aşkıyla sona erdi.
--spoiler--

film akşam çalışma masasında oturan professör borg'un kendini ve ailesini anlatma, ertesi gün alınacak fahri doktora öncesi kendini tartma sahnesi ile başlar.

karşımızda yalnızlığı seçmiş, mesleğinde başarılı, titiz, yaşadığı hayattan memnun görünen, yaşlı bir adam vardır.

gece uykusu kafkavari bir rüyayla bölünür.

rüyada sabah yürüyüşü sırasında yolunu eski evlerin arasında kaybeden professör, bir sokak saatinin önünde durur. büyük saatin altında gözlük arkasından bakan sağ taraftaki kanamış, sol taraftaki sağlam bir çift göz şeklinde saatler vardır ve hiçbirinin akrep ve yelkovanı yoktur. professör şaşkınlık ve korkuyla kendi köstekli saatini çıkarır ki onun da akrep ve yelkovanı olmadığını görür. zaman durmuştur ama hızla atan bir kalp sesi hayatın durmadığını anlatır. professör ilerde şapkalı ve pardesülü arkası dönük bir adam görür, yanına gidip ona dokunduğunda adam yüzünü döner ve yüzü sıkı bir tülle sarılmış gibi büzüşmüş, tanınmaz şekildedir. birden içindeki adam yok olmuş halde pardesü ve şapka yere kapaklanır, altından oluk oluk kanlar akmaya başlar. kilisenin çan sesi ile birlikte yolda bir cenaze arabası belirir, sokak lambasına defalarca çarpar, bir tekeri professörün yanından geçer ve içinden tabut düşer. at arabası uzaklaşırken, kapağı aralanmış tabuttan bir el dışarı sarkar. sağ eli bir kaç açıdan görürüz.* profesör tabuta yaklaşır ve el professörün elini kavrar, tabutun içinden çıkan adama doğru çeker ki bu kişi de profesördür.

bu rüya, profesörü çok etkiler, uyanır, tüm planlamaları alt üst edip, sabahın köründe gelini ile fahri doktora'nın verileceği lunda'ya doğru arabasıyla yola çıkar. belki de rüyadaki gibi akrep ve yelkovansız, durdurulmuş bir zaman aralığı yaratmak ister kendine ki yaşayan bir ölü olmaktan kurtulması için son fırsattır.

çünkü yolculuk sırasında gelinine her zaman ölü gibi hissediğini söyler.

yolculuk hatıralar geçidi gibidir. ancak nostaljik bir yad etmeden öte gündüz düşlerinde hesaplaşma, rüyalarda bilinçlatının itirafı şeklindedir.

yol üstünde;hayatının ilk yirmi yılını geçirdiği eve uğrarlar, orada ilk aşkı belki de sevdiği tek kadının sara'nın neden kendisini değil de evlenmek için kardeşi sigfrid'i seçtiğini görür. yaban çilekleri toplayan sara iyi kalpli, örnek bir genç olan ısak yerine hayat dolu kardeşini seçer, çünkü ısak tutkusuzdur. o sırada hayat dolu bir genç kız yanına gelir, iki arkadaşıyla beraber romaya gitmek için ısaak'in yol arkadaşı olurlar. kızın adı ısaak'in yıllar önceki aşık olduğu kadınla aynıdır ki aynı aktiris yol arkadaşı sara'yı canlandırır. sara'nın yanındaki ona aşık iki erkek, biri rahip olmak isteyen diğeri doktor olmak isteyen, ısaak'ten izler taşımaktadır.
yolda kaza yaparak karşılaştıkları evli çift de sanki ısaak ile ölen karısının abartılmış versiyonlarıdır. adam kendini katolik olarak tanımlarken kadın adamın soğuk, ruhsuz tavırları karşısında histeri nöbetleri geçirmektedir.

son kafkavari rüyasında bir sınıfta sınava tabi tutulur. doktorluğun ilk şartının 'af dilemek' olduğunu bilemez ve karısının ona karşı suçlamarı okunur: duygusuzluk, bencillik ve acımasızlık. karısıyla yüzleşmek zorundadır.
çalılar arasında gördüğü ölen karısı başka bir adamla birlikte olduktan sonra ısaak'e 'aldatma itirafını bile tepkisiz karşılayacağını çünkü duygudan yoksun bir ruhsuz olduğunu söyler ki ısaak zaten bu aldatma sahnesini yıllar önce uzaktan izlemiştir.

yol üstünde uğradığı annesinin torununa hediye edeceğini söylediği saatin de yelkovan ve akrebi yoktur ki, annesi de en az ısaak kadar duygularına hakim soğuk bir kadındır.

fahri doktoronun verileceği lunda'ya geldiğinde isaak artık farklı bir adamdır. bedeni yaşlıdır ancak ruhu af dilemeyi öğrenmiştir. ve sabahın köründe tatsızlık çıkardığı hizmetçisinden af diler , bu o kadar alışılmadıktır ki yaşlı kadın profesörün sağlığından şüphe duyar ama teşekkür eder.

oğlu babası gibi kendini ölü gibi hissettiğinden, kendisi kötü bir evlilikte büyütüldüğünden hamile olan karısının çocuklarını doğurmamasını istemektedir ki ancak eşinin kendisinden uzak kaldığı sürede sevgisini daha iyi anlamış, belki de gelinin professör ısaak ile yaptığı geçmişteki hatalarla yüzleşme yolculuğundan sonra profesör gibi oğlu da hayata farklı bir bakışla bakmaya çalışır, eşine, yuvasına, sevgisine sahip çıkmayı seçer.

profesör ısaak'in 78 yıllık hayatının rüyalar, gündüz düşleri, anılar ile bir araba yolculuğu boyunca yaşanması yaşlı adamın duygularla da yüzleşmesini sağlar.

--spoiler--
yaban çileği toplayan sara ısaak'in yüzüne ayna tutar ve:

anlamıyorsun. ikimiz farklı dillerden konuşuyoruz. yüzüne bak, sen ölmek üzere olan bir ihtiyarsın, benimse önümde koca bir ömür var. bunun için kardeşinle evleneceğim. der

ve ısaak'in cevabı.

bu çok acıtıyordur. ki belki de bu yaşlı ihtiyarın hiç olmadığı kadar genç olduğu bir andır, çünkü pişmanlıkla,acıyı hissedebilmiştir.

--spoiler--

profesör ısaak borg'un kendine yolculuk hikayesi çocukluk günlerini tebessümle hatırlayarak kendi yaban çileğini toplaması ile huzurlu mutluluğa ulaşır.
şöyle bir replik vardır bu filmde:
"yaratılanlar bu kadar güzelse kimbilir kaynağı nasıldır?"
yalnızlığın daha iyi anlatılamayacağı bergman filmi. enfes. ve sayesinde, geç de olsa, big fish'in nerden esinlendiği hatta daha da ileri gittiğini anlamış olduk.
ne güzel yönetmenler var, kamerasını bizim yalnız hayatlarımıza çevirmiş. "ruhum daralıyor" hep bir serzeniş olarak alılansa da daralmış ruh, feraha kavuşmanın eşiğindedir. izleyiniz efendim. ruhunuz darala darala izleyin.
götündeki kılının beyazlığına bakmadan macera peşinde koşan ateist olması muhtemel bir dedenin başından geçenleri anlatıyor evet yanılmadınız yine bir ateist filmi. geçiniz...
görsel
isak borg, buzdan kale.

Bergman filmlerini seviyorsanız şayet, onun filmlerindeki otobiyografik ögelere de alışıksınızdır. Nasıl ki höstsonaten' de ingrid bergman' ın yetersiz ebevenliği charlotte karakteriyle yansıtıldıysa burada da Bergman' ın babası, isak borg karakteriyle hayat bulmuştur.

Tıpkı, oğuz atay' ın babama mektup öyküsünde olduğu gibi bu filmde de Bergman ve onun, babasıyla olan ilişkisi otobiyografik ayrıntılarla en iyi biçimde yansıtılmış; Film çekildiği esnada bergman Evald' le aynı yaşta imiş misal.

Babasının, bergman' ın gözündeki tanrısallığından doğan dokunulmazlığı ve acımasızlığının/duygusuzluğunun yarattığı çatışma ısak borg karakteriyle muazzam aktarılmış, Victor sjöström de bir o kadar içselleştirmiş karakteri, öyle ki bergman' ın babası bizzat tebrik etmiş sjöström' ü.

Isak borg' un şefkatli bir baba figüründen hayli uzak oluşunun yanında filmdeki tüm karakterlerin ona olan yakınlığı ve hayranlığı bergman' ın babasıyla olan ambivalans ilişkisini en iyi biçimde gözler önüne seriyor.

--spoiler--

Evald' in " Ben, berbat bir evlilikte istenmeyen bir çocuktum. " Sözleri Bergman' ın dudaklarından dökülmüştür adeta ve kendisi de iyi bir ebeveyn olamayan Bergman, evald' in marianne' nin çocuk isteğini geri çevirdiği bu sahnede aktarımını tamamlamıştır.

Filmin en can alıcı sahnelerinden biri Marianne' nin isak' ı öptüğü final sahnesiydi bana kalırsa. aldatılmanın ve tercih edilmemiş olmanın acısıyla kadınları hor gören isak' ın, bir kadının şefkatine teslim oluş anındaki huzuru öyle güzel yansıtılmış ki ! Bu noktada isak' ın, biraz da ' bergman ' olduğuna şahit oluruz, kaynağını annesinden alan kadın düşmanlığı, yine anne şefkatine duyduğu özlemle eriyip yok olur finalde.

--spoiler--

Bergman filmlerinin en sevdiğim yönlerinden biri de her sahnenin bir tablo değeri taşıması, estetik zevk ve anlamsal derinlik ancak bu kadar ustaca harmanlanabilir.

görsel