bugün

Aday adayı olarak başvurduğu bir parti lideri tarafından, genel seçimlerde adaylığı kabul edilmiş biri, koşa koşa eve gelmiş; eşine:
- Hanım, demiş; bizim ilçe başkanını akşam yemeğine davet ettim, kabul etti. Bu akşam geliyor.
Eşi:
- Delirdin mi sen, demiş; varını yoğunu aday olmaya harcadığın için, hiçbir şey alamadık eve. Akşama sadece bir çorbayla, kuru fasulye konservesi var; ne ikram edeceğiz adama?
* * *
Parti lideri tarafından adaylığı kabul edilmiş koca:
- Hiç merak etme sen, demiş; nasıl olsa bir çaresini buluruz. ilçe başkanı geldiğinde sen:
"- Kuru fasulyeli kuzu budu pişirdim; bakalım beğenecek misiniz, dersin.
- Eee sonra?
- Sofraya oturulup çorbalar içildikten sonra da, ben sana döner:
"- Getir bakalım kuru fasulyeli kuzu budunu, derim.
- Ya peki sonra?
- Sen mutfağa gider, yere birkaç bardakla bir tabak fırlatarak şangur şungur kırdıktan sonra, bağırmaya başlarsın:
"- Eyvah eyvah eyvah, kuzu budunu büyük bir tabağa koyayım derken, hepsini birden yere düşürüp döktüm kırdım.
- Sonra ne olacak peki?
- Ben de sana sofradan bağırırım:
"- Ne yapalım yok ziyanı, kuru fasulyeyi getir bari...
- Misafir inanır mı buna dersin?
- inanır inanır, hiç merak etme.
* * *
Ortalık iyice karardıktan sonra yeni adayın evine gelmiş ilçe başkanı. Biraz sonra da oturmuşlar sofraya.
Çorbalar içilip tam bittiği sırada; yeni aday, eşine:
- Hadi bakalım, git de şu kuru fasulyeli kuzu budunu getir, demiş. Kadın kalkıp mutfağa geçmiş ve bir şangırtı kopmuş. Kocası:
- Ne oldu hanım, yine bir sakarlık yapıp bir şeyler mi kırdın, kuzu budu ziyan mı oldu yoksa, diye bağırmış.
Mutfaktan ağlamaklı bir ses duyulmuş:
- Yok hayır, kuru fasulyeler ziyan oldu.
* * *
Çiçeği burnundaki aday, akşam yemeğine davet ettiği ilçe başkanına dönmüş:
- Doğrusu çok şanslı adamsınız, demiş; karım ne kadar özenirse özensin, bir türlü öğrenemedi doğru dürüst bir şey pişirmesini. Neyse ki, kurtuldunuz yaptığı şeyleri yemekten.
* * *
ilçe başkanı da partisinin yeni adayına:
- Doğrusu, demiş; geleceği çok parlak bir siyasetçi olacaksınız.
Ve eklemiş:
- Karnını doyurmayı vaat ettiğinizi, aç bıraktığınızda; kendisini sevindirecek bir gerekçeyi de, çok güzel buluyorsunuz.
* * *
Av. Taner Aktop'tan bir fıkra:
Yaşı 80'i aşkın bir adam, Katolik kilisesine gidip günah çıkarma hücresine girmiş ve anlatmaya başlamış papaza:
- Arabayla giderken, kaldırımda 2 otostopçu genç kız gördüm ve durup aldım arabaya. Kızlara:
"- Nereye götüreyim sizi, diye sorduğumda, bana:
"- Nereye istersen götür, biz her istediğini yapmaya hazırız, dediler.
* * *
Papaz sessiz dinliyormuş yaşlı adamı ve o devam ediyormuş:
- Ben de kızları alıp bir otele götürdüm, biriyle 3, ötekiyle 4 kez sabahlara kadar seviştik durduk.
* * *
Papaz:
- Evladım, demiş; bağışlayıcı Tanrı her günahı affeder...
Yaşlı adam:
- Ben günah çıkarmaya gelmedim ki, demiş; üstelik Katolik de değilim ben.
Papaz:
- Peki, niye geldin evladım, demiş?
- Ben 40 yıldan beri herkese anlatıp duruyorum bu olayı; anlatmadığım bir sen kalmıştın, sana da gelip anlatayım dedim.
* * *
Yaşlı adam, şayet siyasetçi olsaydı; sokakta bulduğu "vatan" ve "millet"le, ne kadar çok sevişmiş olduklarını mı anlatacaktı acaba papaza da:
- Anlatmadığım bir sen kalmıştın, diyerek.
Ne dersiniz?
* * *
Bu da Erol Börtlüce'den bir fıkra: Ahırda eşekler, sırtlarını acıtıp duran semerler yaptığı için, semerciye hep birlikte beddua ediyorlarmış:
- Allah belasını versin o semercinin. Gözleri kör olur da, sürüm sürüm sürünür inşallah...
* * *
Semerci değişmiş, ama onun yaptığı semerler de acıtıyormuş eşeklerin sırtını ve eşekler yine beddua ediyorlarmış:
- Allah belasını versin bu semercinin de. Onun da gözleri kör olur da, sürüm sürüm sürünür inşallah.
* * *
Bu arada eşeklerden biri:
- Ey kardeşler, demiş; yana yakıla semercilere beddua edip duracağımıza; bizler de eşek olmaktan vazgeçmeyi biraz denesek, daha iyi olmaz mı acaba?
* * *
Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
- Hoca, gecekondularda bulunan yığınla el bombasıyla fünyelerin arkasından, birtakım esrarengiz gölgelerin çıkmasına ne diyorsun?
Hoca:
- Türkiye'de kimin elinin kimin cebinde olduğunun belirsizliğinden söz edilir durulur ama, demiş; bazen hangi ellerin, hangi ceplerde olduğu sezilse bile; cepler o kadar derin ki, ne arandığı anlaşılamıyor. Sadece bir şeyler karıştırdıkları görülüyor, o kadar...
Arkasından da gülerek bağırmış:
- Yaşasın vatan, yaşasın millet!
* * *
Ömer Hayyam'dan, Orhan Veli çevirisi bir rubai ile bitirelim yazıyı:
Geçmiş günü beyhude yere yad etme
Bir gelmemiş ân için de feryad etme
Geçmiş gelecek masal bütün bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbad etme

çetin altan