bugün

turk yazar. turkiye isci partisi'nden milletvekili secilmis ve mecliste dovulmustur. halen milliyet gazetesinde kose yazarlıgı yapmaktadır. enternasyonalizm yanlısıdır. ama sanırım ekonomik anlamda liberal kola şimdilerde daha yakın.
ilkokuldan başlayarak galatasaray'ı okumuş,ankara üniversitesi hukuk fakültesi mezunu * ayaklı kütüphanedir.şeytanın gör dediği isimli köşesi vadır(ulus,milliyet,sabah,vs. gazeleri).incili çavuş ve Nasreddin Hoca'yı gündelik konular hakkında çok iyi konuşturabilen aynı zamanda ahmet altan,mehmet altan ın babası sanem altan ve ömer altanın dedesidir.birçok kitabı bulunan yazardır.
enseyi karartmamayı öğütleyen kozmoz hayranı yazar.
turkeyinin en degerli yazarlarindan biri.iyi bir edebiyatci , oyun yazari ve dusunur .ayrica sözünden dönmediği için başı beladan kurtulmayan yazar .defalarca hapse girip cikmistir.
bir tılsımı vardır hayatın başlıklı yazısı;

--spoiler--
bir tılsımı olmalıdır hayatın. Genç kızların telefonda bekleyişlerinde vardır o tılsım. birbirleriyle fısıl fısıl konuşmalarında:
- Önce elimi tuttu, sonra yavaşça kendisine doğru çekti...
O sırdaşlık. O iki sırdaş arasındaki onaltı, on yedi yaş konuşmaları... Hayatın tılsımı tıp tıp attırır yüreklerini, kahkahaları başka türlü, saç taramaları başka türlü; anneyle ortak, babaya söyledikleri yalan başka türlüdür.

ya delikanlıların henüz bir yıllık tiyakiyken efkarlı içtikleri ilk paket. Bir şey oturmaz içlerinde. Bir kız seviyorlardır. Gerçi kız da seviyordur kendilerini. Ama... Hayatın bir tılsımı vardır o 'ama'da... Yüzde yüz kendilerinden geçerek bakarlar gerçekten sevdiklerinin yüzlerine...Öylesine bakarlar ki bir daha hiç öyle bakamayacaklardır.

genç kadınlar hep o tılsımı ararlar, kimseye göstermedikleri bir kor yanar içinde. ve bir kere o tılsım kayboldu mu, ipi kopmuş bayraklara döner bütün günler. gün pörsür, güneş pörsür, gece pörsür. buruşuk bir can sıkıntısı kaplar da kaplar saatleri...

ya erkekler...kaybetmeye görsünler o tılsımı. rakı şişeleri biter de, dolduramaz o tılsımın boş bıraktığı yeri...Kumar bir tılsım dopingidir. birikmiş ihtiraslarla, çözülmeyen tuhaf bıkkınlıkların kendisini vurmasıdır deste deste kartlara...

bir tarihte Monte Carlo'daydım. Pırlantalar içindeki ihtiyar kadınlar, sarkık gerdanlarıyla hayatlarının son tılsımını arıyorlardı yeşil çuhalarda...

bir tılsımı olmalıdır hayatın, vazgeçilmez bir öfke gibi, zaptedilemeyen bir aşk aranışı gibi, kaptırıp kendini şiirler yazmak gibi, bir kadehi fırlatıp aynalara, gecenin büyüsünde çıldırmak gibi...

böyle bir tılsım yoksa...isteksiz isteksiz oluyorsan tıraşı, bir küf bağlamışsa bütün heyecanlarını, bir şey demiyorsa sana Güney Amerika'nın gerillosları, bir çıplak kadın vücudu düşünmüyorsan en ciddi konferansta ve bir anda çalıştığın yerden istifayı basıp çekip gitmek gelmiyorsa içinden...bir kapı önünde tozlu bir paspas bile olamazsın.

bu tılsımın alevlerinde çıkılır tepesine Everest'in...Bu tılsımda yanar söner kandilleri ilk defa baş başa kalınmış gecelerin. bu tılsımda koklarsın ayaklarını kucağına aldığın ilk çocuğunun... bu tılsımda:
'Gel, gidip çekelim be,' vardır.

bu tılsımda sevdiğin evin duvarına bir resim asma vardır.
bu tılsımda bir kadının kendi göğüslerini yalnızken seyretmesi, bir erkeğin merdiven çıkan kızın bacaklarına hafiften bakması vardır...

cenaze törenlerinde bir ütü geçer bu tılsımın üstünden...bir sarı, çenesi bağlı, ince vücut uzanır, tabutun içine...Ve o dostun değil, yaşarken gördüğün kendi ölündür. Biraz da kendi ölünün peşinden gidersin tanıdık cenazelerine... Ve çekersin içini:
-Hayat - dersin.
-Sıra yavaş yavaş hepimize gelecek - dersin.
-Daha geçen hafta bizdeydi - dersin.
Hele tabut inerken mezara... ne de zor gelir oraya inmesi!... hele son kürek topraklar atılırken...
bir ütü geçer tılsımın üzerinden...
derken daha hızlı yaşamanın motorları çalışır birden, elenir pişmanlıklar, toplumun baskıları, ödenmeyen borç, gizli çapkınlığın vicdan azabı, küçülür de küçülür gözlerinde...
yeniden daha güçlü başlar yaşamanın tılsımı...
çoraplarını yavaş yavaş çıkaran bir çift beyaz bacak oynaşır gözlerinde.
sinemada yumruğu en hızlı vuran kovboy sen olursun.
kanunsuz bir grev barikatında ilk kurşun senin alnına çarpar.
sonra dans edersin kumsallarda...deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir. bir şeyler süzülür ve erir kıyılarda...
yaşantının özündedir bu tılsım.

bir defa kayboldu mu sahipsiz kalmış yırtık terliklere döner saatler. bir gizli kırgınlık dolaşır çevrendeki gözlerde:
-Mıymıntı herif sen de...
Sönen tılsımlar başka tılsımları da söndürmeye dönüktür. yanan tılsımlar başka tılsımları da parlatmaya...
ve bilemedikleri bu hain oyun içine düşünce kadınlar nasıl başlarlar şikayet etmeye...
-ömrümü çürüttün...
-eskiden böyle miydim ben...
-of aman ağırlığın çöküyor üstüme...
bir kıvrak giriş beklerler kapıdan. bir el tutuşta şıraklayan bir şehvet kamçısı. bir içten gelen övgü. ve ılık ılık çözülürken nazlanarak gerinmek isterler:
-Hişt olmaz şimdi...

Böyle bir tılsımı vardır hayatın. bu tılsımla çekilir tetiği mavzerlerin. bu tılsımla çıkılır dağlara. bu tılsımla haydi yürüyelim artık dersin, on binlere...

bunları tatmamışsan, ayda hiç değilse üç defa dünyanın anasını bir pula satmamışsan, kızıp vurmuyorsan yumruğunu masaya ve bir zindan parmaklıklarına dokunmuyorsa ellerinin gölgesi ve bir de sevdiğin kadının çıplak omuzlarına...Ulan o zaman niçin geldin hayata.

Ay başını düşünüp bayramda tebrik kartı yazmak için mi? yoksa benim gibi bir akşamın karanlığında bir koltuğa oturup bu tılsımların yandığı ışıklara bakarak kendi kendine ağlar gibi gülümsemek için mi?
--spoiler--
olayları inceleyen köşe yazarlarının aksine, yılların verdiği bir asaletle, o olayların içinden sıyrılıp altında yatan fikirleri anlayabilenlere çaktırmadan -aslında çaktırarak- verebilen bir üstat.
koyceğiz' i öyle bir tasvir ederki insanın hayatının geri kalanını orada geciresi gelir.
Mevki sahiplerine bakıp da:
- Ben onun yerinde olsaydım, diye konuşanlara kulak asmayınız.
Ayıkken sarhoş taklidi yapmak kolaydır. Ama sarhoşken kimse ayık taklidi yapamaz.
* * *
Devlet kuşu başımıza konsun diye beklemeyiniz. Siz kuş olup devletin başına konabilirsiniz.
Buna bazı yerlerde demokrasi diyorlar.
* * *
Hürriyeti mi istersiniz, ekmeği mi?
Yanılıp da sakın bir tercih yapmayınız. ikisini de kimse vermez adama. Sormaları, istatistik yapmak içindir.
* * *
Çinliler:
- Küçük adamın mevki sahibi olması, maymunun ağaca çıkmasına benzer, yükseldikçe o tarafı daha çok ortaya çıkar, diyorlar.
Doğru.
Fakat asıl korkuncu, bunu seyredeceklerine, koklamak için ağaçlara tırmanmaya kalkanlardır.
* * *
Yeryüzündeki bütün insanların neşeli zamanlarıyla kederli zamanları birbirine denktir.
Şu farkla ki zenginlerin gözyaşlarıyla, fakirlerin kahkahalarını kendilerinden başka kimse göremez.
* * *
insanlara acır mısınız?
Çok acırsanız yalnız kalmayı önceden kabul edin. Çünkü onlar, siz acıdıkça sadece acılığınızdan şikâyet edeceklerdir.
* * *
Geri toplumlarda insanlar, ışıkları yangın zannedip söndürmeye kalkarlar. Yollarını bulamamalarının gerçek sebebi budur.
* * *
Geç gelen saadet, insanın nezleyken ziyafete davet edilmesi gibi bir şey; görüyor, tadıyor, fakat lezzetini anlayamıyorsunuz.
* * *
Para parayı çeker, diyorlar.
Ya paranız yoksa?
O zaman sadece çekersiniz?
* * *
Evliliği şimdiye dek çok şeye benzetmişler. Evlilikten evliliğe fark var ama, çoğununki parazit yapan radyo istasyonuna benzer. Arada sırada tatlı bir müzik duymak için, bir sürü gürültü dinlersiniz.
* * *
Kadın çiçek gibidir, diyorlar.
Haydi efendim.... Bana bir kısmı manav dükkânlarındaki çilek sepetlerini hatırlatıyor. Mostralığına kanıp alanlar, eve götürünce altının bozuk çıktığını görüyorlar.
* * *
Güzel kadınlar kemal yaşında, çirkinler ise gençken bonkördürler.
En akıllı iş onların bu çağlarını kollamaktır.
Çirkini yaşlıyken sevmek ne kadar büyük talihsizlikse, güzeli gençken sevmek de öyle...
* * *
Kadınla hava arasında daima bir benzerlik buluyorum. ikisinin de kıymeti kayboldukça anlaşıldığı için değil; ikisini de değiştirmeden teneffüs etmek; hayatı zehirlediği için...

çetin altan dan inci taklitleri...
yeri kolay kolay doldurulamayacak, başka bir ülkede doğup büyüseydi çok farklı yerlerde olabilecek düşünce adamı, yazar.
(bkz: selam ederim)
ilk okuduğum kitabı viski olan, köşesinde yıllar önceki yazılarını bile zevkle okuduğum ve hala bi adım dahi ilerleyemediğimizi vurgulamakta haklı olan, kitap fuarında sıraya girmeye üşendiğimden kitabını imzalatamadığım, pantolon askılarını çat çat die çekmemek için kendimi zor tuttuğum tosun mu tosun yazar.
kendisinin konuşmalarını takip edebilmek için ciddi miktarda kültür birikimi yapmış olmamız gereken duayen.
bugün yazmış olduğu köşe yazısı için;

http://www.milliyet.com.t...06/12/30/yazar/altan.html
http://www.youtube.com/watch?v=20aHVCgwsvw
http://www.youtube.com/watch?v=N_El1knJINQ
büyük birikimine rağmen, özellikle 80 sonrasında bolca sapıtan, hatta globalizmi modern komünizm olarak gösterme abukluğuna kadar gidebilen bir adam olmasına karşın, geçenlerde bir yazısında okuduğum, ya da bir tv söyleşisinde duyduğum* şu güzel sözleri sarfetmiş olan kişi: "mutlu insan; yaptığı işi icra ederken duyduğu hazzı, o işten kazandığı parayı harcarken duyduğu hazdan daha yoğun hisseden insandır."
solcu babanın liboş bir oğlu vardır mehmet adında.derslerinde eğitim sistemi hakkında atıp tutar,ab hayranıdır,devamlı triplerdedir.diğer oğlunun adı da ahmet'tir,o da kendini abuk sabuk aşk romanlarına vurmuştur,kitaplarının şatışıda tavana vurmuş haldedir.
tam bir orta çağ burjuvasi modunda yaşayan aile olmuşlardır günümüzde.
milliyetteki yazılarında, hikmet bekleyip bulunmayan yazar. çiçekten böcekten gem vuracağına, halka hitaben aydınlatıcı yazılar yazsaymış ne iyi edermiş dedirten yazar.
oğlu mehmet altan, 2. cumhuriyetçiliğin kurucularındandır.
(bkz: mülayim)*
kadınlı kahkahalı, etli şaraplı sofraları görmeyen kul yığınları oldukça ilerleme adına pek bişey olamayacağını,ve ilkel kırsallıktan kurtulmamız gerektiğini ağzına pelesenk etmiş, çoook sevdiğimiz yazardır kendisi.
Babiali'nin duayeni Çetin Altan'la ilk tanismamiz Turkiye Net'e yakisir bir sekilde, Internet'le olmustu. Çetin Altan, Sabah Gazetesi'ndeki kösesinde politikada saydamlik ve Internet iliskisi üzerine gönderdigim bir yazimdan bahsetmisti. Yazisinin basligi "Politika'da da sahteciligin sonu ve Internet dönemi..." idi. Üstad yazisinda umutla politikada da saydamlik çaginin geleceginden bahsediyordu:
"Dünyanin hizla bütünlesmeye ve dünya üstünde yasayanlarin birbirleriyle hiç tanismadan iletisim kurmaya basladiklari bir çagda, bir takim kandirmacilara dayali Sark kurnazligi, ne kadar sürdürebilir ki etkinligini?

Bir yandan kendi suçlarini örtbas etmek için Parlamentoyu kullanip, bir yandan da eroin kaçakçilari ve sabikali tetikçilerle isbirligi yaparak sonuna dek ayakta kalinabilir mi?...

Aklin ve akla dayali teknolojinin açiklayici özgürlügü, kurnazligin saklayici baskilarini pesperisan ediverecektir yakinda...

O nedenle tek çikar yol saydamliktir.

Politika dahi, saydamliktan korkanlarin ugrasi olmaktan artik hizla çikmakta...

Türkiye onca abuksubukluga karsin yine de bu evrensel degisimin çok disinda kalamaz."

Daha sonradan Türkiye'de iken kendisine bir email göndererek tanisip görüsmek istedigimi yazmistim. Kisa zamanda dostane bir mesajla randevu vermisti. Ve kendisini ziyarete Turkiye Net olarak sitemiz yazarlarindan Ihsan Gören'le birlikte gitmistik. Bir aksam boyu devam eden sohbetimizde dünyadaki gelismelere Türkiye'nin ve siyasetin gözünü kapayamayacagini söylüyordu. Ona göre gelecek yüzyilda dünya vatandasligi gelecekti yeni bir devrim olarak.

Tarihimizi yalanlarla çarpitan tarih yazarlarina kizip Osmanli'nin bir dönemi hakkinda oturup tarih kitabi yazan üstad neler diyordu sohbetinde Türkiye ve siyasetçileri hakkinda;

"Uygar medeniyetler karsilastirmali tarihi okutur. Çünkü kendi kendini tanimadikça bir toplum kendi asamaz. Onun için sosyoloji, edebiyat, pedagoji, ayni zamanda bütün insanligin düsünce hazinesinden yararlanilir. Peru'da herhangi bir pedagoji uzmani varsa onun eserlerinden yararlanilir. Onun kitaplari Oslo'da da bulunur. Gittiginiz vakit Roma'ya, Alman edebiyatina ait kimin kitabini istiyorsaniz bulursunuz onun Italyanca'sini. Örnegin dünyada yayinlanan tüm kitaplar Amerika'da üniversite kitapliklarinda var. Ohio Üniversite'sinde tüm Türk yazarlarin kitaplarini ben de dahil olmak üzere bulursunuz... Iste bunu baska türlü asamazsiniz. Her insan kendi ülkesinin insani oldugu kadar, dünyanin da bir parçasini olusturur. Neden bebekler dünyaya geldigi vakit, dünyaya geldi diyorlar?, Arnavutluk'a geldi demiyorlar. Orada dogan bebek için de dünyaya geldi diyorlar. Ille de dünyayi parselleyip burasi benim sahsimdadir diye birsey olmaz. Bakin ayni zamanda uzayi da yakindan incelemeye basladilar artik. Mir Istasyonu'nda astronotlar, kozmonotlar yasiyor.

Ve Günes sistemi içinde çok da büyük birsey degil bizim arz küresi. Jüpiter 1500 zaman daha büyük, Satürn 750 defa daha büyük arz yuvarlagindan. Ve baktiginiz zaman iki milyon kilometreden -boyuna fotograflari çekiliyor- böyle porselenden mavimsi bir yuvarlaktir dünya, böyle bir de piçi var yaninda Ay dedigimiz. Boyuna dönüyor... Iste bu gerçekligi inkar etmenin bir anlami var mi yani?

Demiyorum bütün Türkler böyledir ama, büyük harfli bir anlamda Türk, özellikle de siyasetçiler, dünyayla ilgilenmeyen ya da bir firsat bulurlarsa ele geçirmeye çalisan bir anlayisla çikiyorlar karsimiza."

Bir yurtdisi gezisinde yanina gelen bir delikanliya sormus Çetin Altan; "Oglum ne olmak istiyorsun?".
"Ben havali olmak istiyorum efendim" diye cevap vermis delikanli. "Hiç unutmadim o genci" diyordu Çetin Altan. "Çok insanla tanistim, yanima gelip benimle tanisan, yazdiklarini yazmami isteyen birçok insanla... Ama hiç bu kadar güzel, bu kadar dürüst bir yanit almamistim" diyordu.

Türk insanini bu kadar derinden gözlemleyip yazilarina islemis çok az yazar vardir herhalde. O, Türk insanini, toplumunu ve tarihini tümdengelimle degil, yolda karsilastigimiz insanlardan baslayarak anlamaya çalismis bir yazardir. Yine bu nedenle de yazdiklari birçok insani ürkütmüstür. Çünkü onu okuyan, kendi kisisel ve toplumsal gerçegi ile karsilasir istemese de. Bu nedenle de en çok yargilanan yazarlar arasindadir. Gösterilmek isteneni degil, varolani görmeye ve göstermeye çalismis ve yazi sanatini da titizlikle ele almayi kendine bir hayat ugrasisi haline getirmeyi basarmistir.

Çetin Altan'in bahsettigi, Türkiye'nin kapilarini da zorlayacak olan 21.Yüzyil Dünya Vatandasligi simdiden yerlesmeye baslamiyor mu hayatimiza? Gönderdigimiz email biz farketmeden Çetin Altan'in sözünü ettigi "Arz Yuvarlagi"ni belki de iki kere dönerek gidecegi yere saniyelerle ölçülecek bir zaman diliminde ulasiyor. Dünyanin herhangi bir devletinde yasanan hükümet skandallari, yolsuzluklar, uluslararasi krizler, iç savaslar ayni dakikalarda ekranlara yansiyor. Bilgiye ve alternatif düsüncelere ulasmak kolaylasiyor.
Çetin Altan'in bahsettigi Dünya Vatandasligi, Turkiye Net'de simdiden gerçeklesiyor bir bakima. Avustralya'daki Türk toplumunu yazilarina isleyen yazarimizla Anadolu'daki tasra hayatini inceleyen bir baska yazarimiz yanyana, ayni sayfalarda birlikteler. Ayni zamanda dünyanin bes kitasindan, 62 ülkeden Türkiye Net'e gelen ziyaretçilerimiz ayni forumlara girip, yazip, düsünüp, tartisarak birikimlerini, sevgilerini, nefretlerini, kisacasi birbirlerini paylasiyorlar bu sayfalarda. Dünya Türk vatandasliginin prototipleri de yavas yavas Turkiye Net'de sekilleniyor bir anlamda.

http://www.turkiye.net/dkbt/soylesi/caltan.htm
uzun süre takip edenler bilirler ki en çok üzerinde durduğu konu; kentli kültürüne sahip olamayışımız ve hala köylü bir toplum olarak kalmış olmamızdır. kentli olmanın ne olduğunu anlatmak için sıklıkla "etli, kahkahalı, kadınlı, şaraplı sofra" metaforunu kullanan kişidir.
turkiyenin sokratesidir. bilgili ve derin bir yazardir.
dar alanda kısa beş pas yapıp altı kere kart işareti yapabilen, eli işleyip dili dönenin nasıl da sokrates olabileceğini kanıtlamış yazar. phe phe diye konuşur.
kim ne derse dein kanimca gizli boluculerdendir.cok uzaga gitmeye gerek yok.ogullarina bakinca zaten belli oluyor. yazilarindan ve soylediklerinden.

ahmet altan in ,ahmet kaya ile olan gerek isim, gerek ideoloji gerekse sakal benzerligi dikkatimden kacmadi.
hıyarlarin hiç birzaman anlayamacaği ammavelakin anlayisi kuvvetli olanlarin bir ummanla karşilacaği sahsimin babam gibi sevdiği ve anladiği insan gibi insandir.

evet ömrü hayati boyunca sapa oturmustur ama yaşamayi bir mesele gibi görmemiş severek yasamiştir. ihtiyar bunak olarak görür bazi sapsallar onu. ama nebileyim o şapsallardan daha cok huzurlu yasamamiştir. sordugu sorlulara cevap buldugu için bazi masuklar onu kiskanir ama bildiği yolda devam eder. ve enseyi karatmayin der.
--spoiler--
Gazeteye herhangi bir Çetin Altan söyleşisi teslim etmem için vakit çok erken. O bakımdan okuyacağınız metin bir tür skeçten ibaret. Çetin Altan, gözlemleyebildiğim kadarıyla çok zor bir adam. Hatta kadınca bakışımı da ilave edeyim; başa bela bir adam... 78 yaşında, gözleri kısık ve keskin bakıyor, dünyaya. 'Eski bayramları konuşalım şekerim seninle' diyor bana. Eski bayramlarmış... Bayram öncesi panik içinde gitmişim yanına... Paniğimin sebebi Serdar Turgut'un 3M projesinin bende yarattığı derin travma. Kafamda modern, milliyetçi ve de muhafazakar bir insanı tanımlamaya çalışıyorum sürekli. Akşam gazetesinin anarşisti ben olacak değilim, ama ben bu işi kafamda oturtmak yolunda basın şehidi olabilirim yakında...

Ayrıca: Çetin Altan röportajının gerçekleştiği saatten itibaren meslek yaşamım kesintiye uğramıştır. Sebebi Çetin Altan'ın boğuk sesidir. Kayıt cihazım yenidir, fevkaladedir. Kendisinin sesi bahanem de olabilir. Hiçbir şey anlaşılmamasına rağmen belki bir gün varacağımız ileri teknoloji sayesinde çözülebilirliği söz konusu olabilir gibilerden kayıt olduğu kadarıyla bekletilmektedir. Bu durum benim yeni bir cihaz almama neden olmuştur. Yeni cihazı kullanırken taze pil takmayı ihmal etmemin sebebi de Çetin Altan'ın kayıt dışı sözünü ettiği tembel beyinlere bir örnektir. Tembeller değişimi isteseler bile muhafazakar kalanlardır. 'Tembel adam muhafazakar olur' lafı, Çetin Altan'ındır.

Özdemir ince'nin ekmeğine yağ sürmek, cahil başıma habis bir numuneyi daha belirgin bir biçimde teşhis etme imkanını bana sunacağı için heyecan vericidir.

Ne demişti Çetin Altan...

Muhafazakarlık nedir?

Değişime karşı çıkmaktır çocuğum.

Koruma anlamında kullanılamaz mı, muhafaza etmek kötü bir şey mi?

Yahu, yeryüzünde değişim diye bir şey var, öyle değil mi? Muhafaza etmek demek, değişime hayır demektir diyorum sana. Elektrik gelmiş, ben mum yakacağım demektir muhafazakarlık! Bazı kelimeleri dışarıdan alıyorlar ama anlamlarını bilmiyorlar. Şimdi aristokrasinin olmadığı yerde halk olur mu? Köylüler istiyor fabrikaya gelmeyi, adam işçi sınıfının enerjisini kullanırken değişim ister de, yeni yatırım yapar mı? Yeni enerji kaynağı arar mı?

Bu neden olur?

Sen şimdi bunların somut tanımlamasını yapamazsan, enstrümanına hakim değilsin demektir. Sen kemanına hakim değilsin, bana Chopin sonat çalacaksın. Hayır. Olmaz. Kozmos sürekli değişim içinde, insan da onun bir parçası. Evrendeki her şey değişiyor. Sen durmak istiyorsun burada... O zaman silinirsin. Yahut değişime karşı dövüşürsün. Her şekilde değişirsin... Kan dökülür, gene değişirsin. 100 sene önceye gidelim hadi. Sene 1905. Abdülhamit biliyor muydu, üç sene sonra devrileceğini. Gel hadi bugünden 100 sene sonraya gidelim, görebilir misin 2105'i. E, neyi muhafaza ediyorsun o zaman?

Peki, milliyetçilik ne demektir?

Her alçağın son sığındığı yer milliyetçiliktir. Öyle demiştir Oscar Wilde. Ermeni'ydi, Arap'tı, Kürt'tü, Arnavut'tu, Rus'tu, ingiliz'di, Fransız'dı; aynı kuşakta doğuyorsun, mezarlık oluyorsun. Siyasi plak bu. Siyasi coğrafya ile doğal coğrafyayı al şimdi, bir bak. Alp dağları her zaman duruyor, Alman bayrağı kaç sefer değişti be, yalnız benim yaşamım içinde. Sınırlar içindeki insanlar önemli değil, Hazine'den geçinen adamlar var.

Mesela?

Generaller... Bir marifet filan yapmıyorlar, üretime dönüşmüyor enerjileri. Leonardo Da Vinci'nin kendisi geçip gitmiştir, ama müzeler tablolarıyla doludur, kaybolmaya karşı direnir. Birikimden yoksun olduğun vakit 'Herkesin kafasını keserim' kompleksiyle eksiklerini telafi etmeye çalışırsın. Kıbrıs'a 400 milyon dolar ödüyorlar, karlı mı şimdi bu durum? Enerjileri somuta dönüşmüyor adamların. insanı zorla askere alıyorlar, Afganistan'a yolluyorlar. 'Vatanını seviyorsan' diyorlar. 'Sevmiyorum' derse ne olacak?

Siz vatanı seviyor musunuz?

Ben yaptığım işi seviyorum. insan yaptığı işi seviyorsa, bir de 'vatanı sevmek' diye ayrıca bir meslek çıkmaz ortaya. Vatan sevmek bir meslek midir Allah aşkına? Bir de 'Vatan seni seviyor mu?' diye sorarlar adama.

Gazetecilik meslek midir?

Gazetecilik eğlenceli bir hayat biçimidir, kahkahadan geberirsin, ama bir meslek değildir. 80 kelimeyi geçmiyor başlıklar. Meslek, insanın enerjisinin belirli bir donanım yahut öğrenim sonucu somuta dönüştürmesidir. Herkesin içinde bir ölüm tümörü vardır, seni öldürürüm, gebertirim diye çocuğa da söylersin. Yeryüzünden geçerken enerjinin somuta dönüşmesi bir iz bırakır. Her şeye rağmen bir telafi mekanizması oluşturur. Birikimden yoksun olduğun vakit ben herkesin kafasını keserim kompleksiyle telafi etmeye çalışırsın.

Niye burada var peki?

Gazete sahipleri para kazanıyor mu, yazarlar para kazanıyor mu? Altı kişiye bir kitap düşüyor Türkiye'de. Peki bunlar nereden para kazanıyor? Nereden geçiniyor bunlar; bunu merak etmek lazım. Yazının burada piyasası yok. Kaç kitabını okudun Aziz Nesin'in? Nereden kazandı peki? iki tane okumuşsundur, gerisini kapıcı mı okuyor? Herifin 80 cilt kitabı var! Kaldı ki bunu perakende satan adamlar yüzde 75'ini alırlar, yüzde 25'ini yazarına ya gönderirler ya göndermezler. 300 bin çocuk var fakülteyi bitiren, iş arayan. Halbuki fakülteyi bitiren adam aranır. Ben Harvard mezunu olsam nereden para kazanacağım? Bunları da konuşalım desem, 30 defa yazdım ben bunları. Yazı anlayanlar için yazılır.

Sağın içindeki sol fikrinden söz ediliyor.

Bu senin randevuevine düşmüş sorun. Yeni bir şey sorsana yavrum! Sen solun kökenini biliyor musun? 1789'da Fransa Kralı XVI Louis bir toplantı yapar, aristokratlar sağında oturmaktadır, kilise karşısında, halkın temsilcileri de solda. itibarsız yerde. Solda oturanlar bu toplantıda bu statüye karşı çıktılar, değişim istediler. Ondan sonra da her değişim sol olarak değerlendirildi. Mevcudun değişimini istemek soldan gelir. Muhafazakarlıksa mevcudu muhafaza etmek istemektir. Kökenleri budur!

Son zamanlarda modern-milliyetçi-muhafazakar bir kesim oluşturulmaya çalışılıyor, benim paniğim o...

Sen şimdi benden hiçbir Avrupa gazetesinde çıkmayacak bir konuşmayı istiyorsun. Kızıyorum bak. Şimdi biz burada, Türkiye'de doğduk diye 21. Yüzyılın dışında mı olalım? Benimle Türkiye konuşamazsın yavrum, istersen AB konuşalım, Kopenhag kriterlerini... Bir de dünya var be birader!

Peki dünyada gazeteye her gün yazı yazmak diye bir şey var mı?

Türkler'in eşekliği çıkıyor ortaya... 1400 tane köşe yazarı mı olur bir ülkede? Köşe yazarı diye bir müessese yoktur dünyada.

Niye burada var peki?

Bunların hepsini yazıyorum yahu ben. Bizimkiler Kur'an'ı okuyup anlamadıkları için, bunları yazan adam bir daha anlatsın istiyorsunuz. Bu da beni kızdırıyor. Çünkü yazını bana yazdırmak istiyorsun. Senin için söylemiyorum, buraya kimler kimler gelir. Ne kullanabilirim diye gelir. Bakan'ı da, Başbakan'ı da, şairi de, politikacısı da... Ama bir yanıyla da görmezlikten gelmek hoşuna gider. Biri birden telefon eder, kitabı çıkmıştır, belki bahsederim diyedir. Sen madem bu adamı yararlanacak düzeyde buluyorsun, sen niye görmezlikten geliyorsun? O da bir insan. Prostatı mı vardır, ayağındaki ayakkabı ayağını mı vurmuştur? Empati derler buna, fakat Türkler'de yoktur. Türkler kullanmak bakımından son derece kurnazdır. Sen bu adamı niye kullanmak ihtiyacı duyuyorsun ki o zaman?

Günde kaç saat okuyorsunuz?

Okumam ben. Sokrates'in bir karikatürü vardı. ilk karikatürü kim yaptı, hiç merak ettin mi sen?

Hayır, hiç etmedim...

Et o zaman. Merak ettiğin zaman kanatların büyür. Sen kazara Sokrates'in karikatürünü kim yaptı diye sorsan internet'te, sana Peru'dan, Sydney'den cevap gelir.

Nedir 21. Yüzyıl?

Akla gelmeyeni düşünmek. Aklına ne gelmiyorsa onu kurcala sen. Akla gelenler bitmiştir. Ta Bursa'dan kalkmış gelmiş bir kız bana CHP'yi soruyor. 'Peki CHP'yi nasıl buluyorsunuz?' diyor. Ben bir kitabın yazarını merak ederim, onun aklına gelen benim aklıma neden gelmedi diye düşünürüm. Onlar büyük adamlardır. Peki onlar neden büyük adamdır yahu? Benim merak ettiğimi bir başka adam merak etmiyorsa, ben onun yazısını anlayabilir miyim? Okursun, anlamazdın. Anlamak nedir? Onun yazdığı kitabı özetleyebiliyor musun yazılı olarak... Eski bayramları sor bana. Merak etmiyorsun ki! Düşün ki 78 yaşındayım artık. Sabah 5:30'da kalkarım, yazmışım yazımı... Sık sık Köyceğiz'e gidiyoruz mesela, bu bayram da gideceğiz. Orası sakin yer. Orada da insanlar gelir sorar bana, 'Bu niye böyledir' diye. Bunun da kökeninde siyaset var. Neden Kuban Bayramı var Müslümanlar'da?

Neden?

Dünyanın en pahalı etini yiyor Müslümanlar da ondan. Koyun kaç yavru yapar? inek kaç yavru yapar? En fazla iki. Domuz kaç yavru yapar? 25 yavrusu olur. Fakir-fukara bayramıdır Kurban Bayramı. Koyun keseceksin de hayatında et yemeyenlere dağıtacaksın.

Bazen ne dediğiniz anlaşılmıyor ve de sohbeti domine etmekte üstünüze yok. Bu neden kaynaklanıyor?

Clinton, Walesa, Gorbaçov. Evet, üçü olsa beni daha iyi anlar. Herkesin anlayacağı konuşmayı yapmak politikacıların işi. Mesela politikacılarda bir hava vardır, yeryüzünü yönettiklerini zannederler. Kendi yazı adamını, yazı dünyalarını takip etmeden yaşarlar. Başbakan'ın da merak ettiği yok. ikinci sınıf adamlardır politikacılar. Yeryüzünü enerji kaynakları yönetir.

Kadınlar Çetin Altan, ya kadınlar?

Hem sevip, hem beğendiğin kadını bulmak zordur. iki olasılığın bir arada olması çok zordur. 24 saatte kadın erkek çiftleşmesi kaç yüz milyondur ve bunun ne kadarı bebek olur? Kimsenin sorduğunu görmedim.
--spoiler--
http://www.aksam.com.tr/a...2/roportaj/roportaj1.html
benzetmeleri ve anlattığı olağanüstü hikayelerle okurlarında iz bırakan köşe yazarı.