bugün

yumruklarını sıkmış, göğsünü şişirmiş bir şekilde bahçe kapısını açtı ve yeşilçamdan tanıdık bir yürüyüşle yanımıza geldi. belli ki bu etkileyici yürüyüşü daha öncesinden kafasında tasarlamıştı. biz ise ergenliğimize bolca boca ettiğimiz kırmızı tuborglarla onu şaşkınca karşıladık. ve evet, bizim şaşkınlığımız da "abi bir şeyler olmuş gibi yürüdün şaşırmayıp kayıtsız kalsak, emeğine ayıp etmiş olurduk" anlamındaydı.

sinirli bir "napıyorsunuz" uzattı masaya. o an masadaki cansız kırmızı tuborglara göz gezdirip "hiiç, içiyoruz" dedim. serhan "noldu lan yarraam" diye atıldı. serhan'ın bu soğuk kanlı duruşu rıdvan'ın tüm tasarımını bozdu:

"fevziler ana bacı sövmüşler arkamdan. o orospu çocuklarını sikmezsem adam değilim" dedi.

"noldu lan" dedik.

"ne bileyim amına koyim, götleri kalktı iyice. hasan'a ileri geri konuşmuşlar benden için" dedi.

"sebep?" dedim.

"sebebini bilmiyorum gidince göreceğim" dedi.

aslında bu cümlenin asıl anlamı "benimle gelin, şunları dövüp gelelim"den başka bir şey değildi. serhan bana baktı; ben de ağzımı hilal şeklinde kıstırarak "bilmem benim için fark etmez" bakışı atmıştım. oysa ki yalan söylüyordum, bir çok şey fark ederdi. misal; özlem, abisini dövdüğümden ötürü her rastlaşdığımızda bana manidar manidar bakıp, elimi ayağımı birbirine dolanmasına sebebiyet vermeyecekti. ve daha kötüsü bu dolanmayan eller, onun eline hiçbir zaman isabet edemeyecekti. ama yapacak bir şey yoktu. "arkadaşlık böyle bir şey!" demekten başka elimden hiçbir şey gelmezdi.

hayatta kalmayı başaran son biraları da katledip, fevzilerin sokağına doğru yürümeye koyulduk. içim içimi yiyordu, bir yanda özlem'le aramızdaki bir şeylerin gelişmesi ihtimali, bir yanda rıdvan'a ispatlanacak "arkadaşlık" örneği, beynimi kemiriyordu. laf taşıyan bir hasan yüzünden kardeşine içten içe eriyip bittiğim bir çocuğu dövecektik. "ananskim.." diye mırıldandım içimden. "he?" diye bana döndü rıdvan. "yoo bişey demedim" deyip yüzümü çevirdim. fevzilerin sokağına girmiştik. apartmanın önündeki kaldırımda 4 kişi dikilmiş "takılmak" denilen eylemi gerçekleştiriyorlardı. 3'e 4 uğursuz bir rakamdı. ama aralarındaki bir çocuk pısırığın tekiydi, muhtemelen bizleri ayırmaya yeltenecekti. aramızdan biri ona tokadı bastığı gibi çekip gidecekti. aslında biz öyle sanıyorduk...

bunların karşısına geçip kendinden çok emin birer "selamun aleyküm" çıkardık, onlar da aynı eminlikte "aleyküm selam"ladılar bizi. birazdan selamun aleyküm'le aleyküm selam birbirine kafa atacaktı. herkes birbirini gözüne kestiriyordu. ben kesinlikle fevzi'ye dalmayacaktım. fevzi rıdvan'ındı. pısırık zaten etkisiz elemandı. az sonra yandaki arsaya "bi gel bişey konuşacaz" denilerek geçilecek ve arbede çıkacak. çıkan arbede ise birilerinin gelip ayırmasına kadar sürecekti. arbedenin başlaması için bir tane "sizin amınıza korum" gerekiyordu. ve gerekli olan rıdvan'da mevcuttu...

şu an yemekte olduğumuz dayağın 4. dakikasındayım. cenin pozisyonunda yere yığılmış gövdemin çeşitli yerlerine tekmeler inmekte, ve her tekmeyi "ouv, uvv" gibi sesler çıkararak, vurana takdirlerimi sunmaktayım. gözlerim arada sokağı gözlüyor; ı ıh bizi ayıracak kimsecikler yok. bu dayakta beklenmedik 2 gelişme var: birincisi; fevzi'nin üst mahallede oturan yaşıt akrabalarının, rıdvan'ın "sizin amınıza korum"undan 1 dakika sonrasında oraya intikal etmeleri. ikincisi ve en onur kırıcısı ise; "pısırık kaçar gider" dediğim çocuğun en çok beni tekmeliyor olması. yerde rıdvan'la göz göze geliyoruz, kollarının arasından gördüğüm kadarıyla canı çok yanıyor. serhan'ı ise hiç göremiyorum. muhtemelen benim tam aksi yönümde yere yığılmış durumda, oraya dönersem koruduğum bölgelerden bir yerime darbe alabilirim. böyle iyi, rahatımı bozmayım...

arsanın dibine kamyonetini park eden adamın bizi ayırması sayesinde dayak 7-8 dakika sürdü. ayaklarımın üzerine basıyor olmaktan anlık bir mutluluk duyuyorum. rıdvan ise hala fevzinin annesine ağır ithamlarda bulunmakta. aralarında anlam veremediğim bir öfke var. zaten yediğimiz dayağın dozajı, standart bir sokak kavgasının biraz üzerinde seyretti. işkillenmiyor değilim.

10 gün sonra...

üsküdar'dan aldığımız cd'leri kurmak için hevesle serhan'ın evine doğru yürümekteyiz. birden "fffiiiiyuuupp" diye bir ıslık sesi duyup, sağa sola bakınıyoruz. yanından geçtiğimiz parkın uzak köşesinden bir kol sallanıyor, dikkat kesiliyoruz. kolun sahibinin rıdvan olduğunu fark ediyorum. ve yanında saçları yüzüne dökülmüş bir kız görüyorum. tanıdık geliyor. derken kız yüzünü kaldırıyor...

serhan: vay ipne, gördün mü fevzi'nin kardeşini götürüyor.

adem elmamın gırtlağıma büyük geldiğini hissediyorum. serhan'a sadece "hıhı" diyebiliyorum.

sonra kendi kendime mırıldanıyorum: demek arkadaşlık böyle bir şey!
soğukta yersin, böyle yumruğu aldıkça ısınırsın. ellerin kan içindeyken ona ''noolsun sen napıyosun'' diye mesaj atarsın.
uğruna dayak yenen kız en ufak başka bir zorlukta terkedilmemelidir.
Yürekteki aşkın, yenilmiş olan dayağın acısını neredeyse hissedilmeyecek kadar azalttığı pek çok insan tarafından deneyim edilmiş durumdur.
ayrıldıktan sonra pişmanlık duymaktır.
dayak yenir sorun değil. ama belli bir süre sonra sevdiğiniz kızı başka bir erkekle görüyorsanız işte o koyar adama! o koyar !
Eğer kız biraz olsun insaflıysa size iyi davranır en azından sevginizi kabullenir.
Sadece kızın abilerinden veya babasından falan yeniyorsa karşılık verilmez.