bugün

(bkz: altüst oluşun sebepleri)
şöyle bir blogu olan yazar:

https://plus.google.com/+...G%C3%BCrselgilYazar/posts
yeni kitabı dolaşıma çıkmış olan bir abimiz;

http://yazarselimgurselgi...lim-gurselgil-kitabi.html

http://yazarselimgurselgi...akliselimin-icaplari.html
ergenekon'un ergenekon olduğu zamanlar, islamcı camiadaki ergenekoncuları teşhir etmiş bir abimiz;

http://yazarselimgurselgi...azar-selim-gurselgil.html
gezi olaylarını yazmış...

kimin eli kimin cebinde
kim kimi napmış
olayın altında yatan ne
içyüzü dışyüzü tersi düzü
hepsi burada nokta com;
en büyük endişe kaynaklarımızdan biri de eğitim meselesidir. bunu yeni bakan, eski bakan, daha eski bakan demeden konuşmamız lazım.

bazen eğitimcilerle karşılaşıyorum.
geçen gün bir kıdemli müfettişle laflıyorduk. koskoca müfettiş benim gibi bir vasıfsız elemanla ne konuşur?

havadan sudan.
derken bir gaflette bulundu: halkın cehaletinden, kaba saba davranışlarından yakınmaya başladı.
benim normal olarak kendimi bu yakınılan cahil halktan ayırarak onu onaylamam gerekiyordu. ama dolmuşum demek:

"100 senedir halkını eğitemeyen bir eğitim sistemini sorgulayacağımıza, eğitemediğimiz halkın eğitimsizliğinden yakınıyoruz."

biraz bozuldu. ben de kendimi durduramadım:

"çocuğa okulda değerler eğitimi verilemiyor.
çocuk ailesinden ve çevresinden hangi değerleri alırsa ona göre şekilleniyor.
okulu sevmiyor. okul ona hayatın zıddı gibi görünüyor.
orada haylazlık yapabildiği kadar mutlu oluyor, yaşadığını hissediyor.
verilen eğitimi tam alan bir zümre ise kendi toplumuna, ülkesine düşman oluyor. fırsatını bulup kaçmak için kıvranmaya başlıyor.
ülkenin en iyi okulları (lise ve üniversiteleri) göçmen kaçakçısı gibi çalışıyor; dışarıya mamul madde halinde iyi eğitilmiş, kalifiye eleman yetiştiriyor.

geriye eğitilememiş ve ülkeden kaçamamış olanlar kalıyor.
onlara bakınca biz de aman ne kötü şeyler, ne cahiller diyoruz.
bu olur mu?
halkını eğitemeyen, nasıl eğiteceğini de bilmeyen bir eğitim sistemi olur mu?"

kıdemli müfettiş bir müddet dinledi.
lafın kötüye varacağını anlayınca kesmeye çalıştı.
ben durmadan, aşağı yukarı bunları söyledim. geçmişte farklı zamanlarda bu konuları hem gözleme, hem düşünme imkânı bulduğum için, konuşmaya kalkınca su gibi gitti.

sustuğumda müfettiş içinden yarabbi şükür der gibi baktı. hiçbir yorum yapmadı. hemen de ağırlığını koyarak lafı değiştirdi.

ona göre, bu mevzular bizim -hele benim gibi sade bir vatandaşın- konuşacağı şeyler değildi.
bu ülke büyük bir ülkeydi, her şeyin bir yetkilisi vardı ve yetkililerimiz günü gelince her müşkülü çözerlerdi.

bize düşen sadece onları oylarımız ve alkışlarımızla desteklemek, ama hiç karşı gelmemek, hiç eleştirmemekti.

müfettiş de böyle eğitilmişti ve bu kadar biliyordu: büyüklerimizi saymak, küçüklerimizi sevmek!

ama bu şekilde bir yere varamayız. diyeceksiniz: çok şey değişti ve değişiyor.
mesela birkaç yüz senedir hocalar öğrencileri dayakla adam etmeye çalışıyordu. şimdi bu kalktı. eğitimcilerimiz finlandiya modelini, danimarka modelini çalışıyorlar.
proje okullarımızda bu modelleri hayata geçiriyoruz.

ben de derim ki: değişen sadece kabuk, öz değil.
eskiden hocalar öğrencileri dövüyordu, şimdi öğrenci velileri ve akrabaları hocalara meydan dayağı atıyor.
bu bir gelişme sayılmaz.
ister finlandiya modeline geç, ister hollanda modeline. mesele model değil Mesele ruh.
eğitimin bir ruhu olmaması, bu ruhun topluma geçmemesi, çocuğun ve gencin bir değerler kargaşası içinde kaybolması, eğitimin toplumda bir karşılığı olmaması, eğitimli kişinin eğitimsizin ayakları altında bırakılması ve eğitimin çoğunun bir vakit kaybı olması vs.

tahlil'in şahaneliği... yazar, selim gürselgil farkıyla!