bugün

birden bütün neşemin bir camın kırılışı kadar ses ve şıngırtı çıkararak düşüp kırıldığını gördüm. ayakucuma düşüp kırılan neşemi gözlerimle topladım.

sait faik
ne kadar kaçmak ve uzaklaşmak arzusu ile dolu isem,o kadar da bağlanmak,kalmak,bağdaş kurup oturmak istiyorum.
hikayelerindeki ayrıntılar, tasvirleri mükemmel olan türkiye'nin anton çehov'u hatta ondan daha iyisidir. keşke günümüzde yaşasaydı ve yönetmen olsaydı. çok iyi filmler çekerdi kesin.

--spoiler--
sütçü dükkanına yeni doğmuş gibi girdim. içimden bir nara atmak geçiyordu. sanki yeni bir hayata başlıyordum. şimdi böyle her sabah yeniden doğmuş gibi taze uyanacak, burnumda o sıcak, köpüklü süt damlasının kokusunu, damarlarımda yumuşak, beyaz bir rüya nezlesi gibi dolaştırıp yine burnuma getirecek, hapşıracağım. anamdan emdiğim süt burnumdan gelecek. ekmeği, bir sütçü dükkanının köpürmüş inek sütüyle dolu kasesine doğrayacağım. yepyeni günler başlayacak. süt kokulu bir dünyaya erişeceğim. genzimi yakan yanmış zeytinyağı kokularından uzak, sulh ve hürriyet içinde bir sütlü dünyada kırk iki sene sonra da yeniden doğmuşçasına yaşayacağım.
--spoiler-- *
sait faik adalı'ya abayı yaktık vesselam.
abidin dino.
--spoiler--
Yürüyordum. Yürüdükçe de açılıyordum. Evden kızgın çıkmıştım. Belki de tıraş bıçağına sinirlenmiştim. Olur, olur! Mutlak traş bıçağına sinirlenmiş olacağım.
Otların yeşil olması, denizin mavi olması, gökyüzünün bulutsuz olması, pekala bir meseledir. Kim demiş mesele değildir, diye? Budalalık! Ya yağmur yağsaydı? Ya otların yeşili mor, ya denizin mavisi kırmızı olsaydı? Olsaydı o zaman mesele olurdu, işte.

Çikolata renginde bir yaprak, çağla bademi renkli bir keçi gördüm. Birisi arkamdan:

-Hişt,dedi.

Dönüp baktım. Yolun kenarındaki daha boyunu posunu almamış taze devedikenleriyle karabaşlar erik lezzetinde bana baktılar. Dişlerim kamaştı. Yolda kimsecikler yoktu. Bir evin damını, uzakta uçan bir iki kuşu, yaprakların arasından denizi gördüm. Yoluma devam ederken:

-Hişt hişt, dedi.

Dönüp bakmak istedim. Belki de çok istediğim için dönüp bakamadım. Olabilir. Gökten bir kuş hişt hişt ederek geçmiştir. Arkamdan yılan, tosbağa, bir kirpi geçmiştir. Bir böcek vardır belki hişt hişt diyen.

Hişt! dedi yine.

Bu sefer belki de isteksizlikten dönüp baktım çalıların arasına birisi saklanıyormuş gibi geldi bana.

Yolun kenarına oturdum. Az ötemde bir eşek otluyor. Onun da rengi çağla bademi, ağzı, dişleri, kulakları boynu ne güzel. Otluyor. Otları adeta çatırdata çatırdata yiyor. Belki de bu çıtırtılı, çatırtılı sesi hişt hişt diye duymuşumdur. Eşeğin ot koparışının sesinden apayrı bir ses:

- Hişt hişt hişt, dedi.

Hani bazı kulağımızın dibinde çok tanıdığımız bir ses isminizi çağırıverir. Olur değil mi? Pek enderdir. Belki de kendi kafanızın içinden sizin sevdiğiniz, hatırladığınız bir ses, ses olmadan sizi çağırmıştır. Olabilir.

Birdenbire güneşi, buluta benzemez garip ve sarı bir sis kapladı. Bir kirli el, çağla bademi eşeğin sırtından bir kumaş çekip aldı. Her zamanki kül rengi, yer yer havı dökülmüş eski mantosunu giydirdi eşeğe.

Yola indim. istediği kadar hişt desin. isterse sahici sulu bir dost olsun. isterse kimseler olmasın, kendi kendime kulağıma hişt hişt diyen bir divane olayım, ben, aldırmayacağım.

Belki bir kuştur. Belki tosbağadır. Belki bir kirpidir. Belki de yakın denizden seslenen bir balık, bir canavardır. Karabataktır. Mihalaki kuşudur.

iyisi mi ben kendim hişt hişt derim. O zaman tamamı tamamına pek hişt hişt seslenişine benzemeyen, benzemesin diye uğraştığım bir mırıldanmadır, tutturdum.

Birdenbire, önümde bir adamla bir kadın gördüm. Kalpazankaya yolunu sordular. Üstündesiniz dedim. Sanki yol hareket etti. Yürümediler. iki adımda benden uzaklaştılar. Koyunların arasına yüzükoyun uzanmış papazın oğlunu gördüm. Yüzünden aptal, çilli horoza benzer bir mahluk kalktı. Ağzının salyasını sildi. Kuzuyu bacaklarından tuttu. Kuzu ile yere yıkıldı. Kuzuyu burnundan öptü. Papazın oğlu çirkin, aptal, otuzbirli bir yüzle baktı. Şimdi bir çiçek tarlasında idim. Bana hişt hişt diyen mutlak bir kuştu. Vardır böyle kuşlar. Cık cık demezler de hişt hişt derler. Kuştu kuş.

Bir adam yer belliyordu. Belin demirine basıyor, kırmızıya çalan bir toprak altını, üste aktarıyordu.

- Merhaba hemşerim, dedi.

- Ooo! Merhaba! Dedim.

Tekrar işine daldı. Hişt hişt, dedim. Aldırmadı. Bir daha hişt, dedim. Yine aldırmadı. Hızlı hızlı hişt hişt hişt!

-Buyur beğim, dedi.

-Bir şey söylemedim, dedim.

Küçük parmağını kulağına soktu. Kaşıdı. Çıkarıp parmağına baktı. Belin sapına siler gibi yaptı.

- Hişt hişt, dedim.

Yüzünü göğe kaldırdı. Kuşlara baktı. Denize baktı. Dönüp şüphe ile bana baktı.

- Bu sene enginarlar nasıl? Dedim.

- iyi değil, dedi.

- Baklayı ne zaman keseceksin?

- Daha ister, dedi.

Nefes alır gibi hişt dedim.

Yine şüphe ile denize, şüphe ile göğe, şüphe ile bana baktı.

- Kuşlar olmalı, dedim.

- Benim de kulağıma bir hışırtı gelir amma, dedi, ne taraftan gelir? Zati bu sırada şu kulağım ağırlaştı.

- Bir yıkatmalı, dedim, benim de geçenlerde ağırlaşmıştı…

- Yıkattın mı?

- Yıkatmadım, hacet kalmadı, doktora gittim. Alıverdi; pislikmiş.

- Çocuklar nasıl? diye sordum.

- iyiler, dedi. Dokuzdu sekiz kaldı. Biliyorsun dokuzuncusunun macerasını ya…

- Sus, sus, dedim. Yürekler acısı. Haydi allahaısmarladık!

- Haydi güle güle.

Biraz uzaklaşınca:

- Hişt hişt.

Bu sefer yakaladım. Bahçıvandı. Oydu oydu.

- Hadi hadi yakaladım bu sefer seni, dedim.

- Yok vallahi, dedi, vallahi daha kesmedim bakla, senden ne diye saklayayım, parasıyla değil mi?

- Sen değil misin hişt hişt diyen?

- Ben de duyarım bir ses, amma bulamam nereden gelir?

Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizden, insandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

Hişt hişt!

Hişt hişt!

Hişt hişt!

--spoiler--
duru ve sürükleyici tarzıyla kendini rahat okutan değerli edebiyatçıdır.
Sana koşuyorum bir vapurun içinden Ölmemek, delirmemek için. Yaşamak; bütün adetlerden uzak Yaşamak. Hayır değil, değil sıcak Dudaklarının hatırası Değil saçlarının kokusu Hiçbiri değil. Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde Ben onsuz edemem. Eli elimin içinde olmalı. Gözlerine bakmalıyım Sesini işitmeliyim Beraber yemek yemeliyiz Ara sıra gülmeliyiz.

Yapamam, onsuz edemem Bana su, bana ekmek, bana zehir Bana tad, bana uyku Gibi gelen çirkin kızım Sensiz edemem...
ismi, ikinci adı ve soyismi inanılmaz bir uyum içerisinde olan, Türk Edebiyatının yeri doldurulamayacak isimlerinden birisidir.
"Küçük şeyleri unutamayanlar, en geri hatıraları da unutamayanlardır. Hafızalarının bu bahtsız kuvveti karşısında hiçbir memleket, hiçbir vatan tutamadan her yeri, her şeyi severek öleceklerdir." diyen hikayeci.
okumasaydık deli olurduk lafını ettiren hikayenin gönek adı.
sosyal medya Tarafından - ki bu artık neredeyse Twitter adlı mikroblog siteyi kapsıyor - piç edilmeye yavaş yavaş Başlanan yazardır. bir Cemal Süreya, Turgut uyar, can Yücel gibi salak Saçma her yerde görmek Üzücü olacak, hem de çok. Allah korusun.
http://www.edebiyathaber....aik-abasiyanik-belgeseli/

Sana nasıl bulsam, nasıl bilsem,
Nasıl etsem nasıl yapsam da
Meydanlarda bağırsam
Sokak başlarında sazımı çalsam
Anlatsam şu kiraz mevsiminin
Para kazanmak mevsimi değil
Sevişme vakti olduğunu...
sait faik abasıyanık eserleri..

http://www.gezileceksehir...faik-abasiyanik-eserleri/ google amca...
"...Yalnızlık dünyayı doldurmuş. Sevmek… Bir insanı sevmekle başlar her şey. Burada her şey bir insanı sevmekle bitiyor..."
"Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. hırs, hiddet neme gerekti? yapamadım. koştum tütüncüye, kalem kağıt aldım.... yazmasam deli olacaktım."
Ben size Sait Faik'i anlatmayacağım. Ben size hazin ülkemin hazin bir fotoğrafını göstereceğim.
Sait Faik'in dönemin Demokrat Parti üst düzey yöneticilerinden aynı zamanda edebiyatçı olan Samet Ağaoğlu'na yazdığı bir mektup bu.
Sözü Sait Faik'e bırakalım:

19 Aralık 1950

Sevgili kardeşim,
Bir işim düşünce mektup yazdığım için üzülmüyor değilim. Sana hemen muvaffakiyetler temenni etmek, seni hemen tebrik etmek lazımdı. Ama senin bunlara boş veren bir adam olduğunu da bilirim. Benim de can ve gönülden tuttuğun yolda muvaffak olmanı beklediğimi de tahmin edersin her halde.

Mesele şu kardeşim: bir müddetten beri karaciğer hastasıyım. Köpoğlusu ne geçiyor, ne de iyileşiyor. Birkaç kuruş param var. Fransa'da gitmek istiyorum. Hem kendime baktıracağım, hem de bir ay, iki ay kadar şöyle başıboş dolaşacağım. Bunu hem sıhhatim, için, hem de yazı yazabilmek için istiyorum. Sanki karaciğerimde değil, her şeyimde bir kifayetsizlik var. Şimdi kardeşim, senden ricam şu, tabii mümkünse:

bana 2000 lira mukabilinde döviz verilebilir mi? Ben karaborsa imiş falan bilmem. Hastalara veriyorlarmış. Ama rapor almak güç. Burada tedavi olabilir diyor bizim doktorlar. Ben hastalığımın pek geçici bir şey olmadığını biliyorum. Onların da üç yıldır tedavilerini biliyorum. Velhasıl hasta raporu almak istemiyorum. Bir muharrire(yazar) de bilmem döviz verirler mi? Belki verirler ama beni muharrir de saymadılar. Pasaport aldım, bir türlü muharrir yazdıramadım. Bir yerden bir kağıt getirmelisin dediler. Gazeteler vermediler. Bunun üzerine pasaportumuzun sanat hanesine "sans profession"u"(mesleksiz) oturttular. işte sana bizim son hikayemiz!

Burgaz adasında sakin bir hayat sürmekteyim. Burgaz Ada, Çayır sokak, 10 numara iki satır yazarsan sevinirim. Muvaffakiyetler.

Sait Faik

Dipnot: 27 Mayıs döneminde; Sait Faik'in ve diğerlerinin yaşadığı geçmişten gelen bir çok soruna çözüm bulmuş Demokrat Parti'nin başbakanı asılmış, Samet Ağaoğlu gibi yöneticileri ise dört duvar arasına mahkum edilmiştir.
Ardımdan birkaç kişi "sarhoş, sarhoş" dediler.
Sarhoştum. Hava, elektrikler, şehir beni sarhoş ediyordu. insanlar beni bir mıknatıs hızıyla kendilerine çekiyorlardı. Dünyayı ve şehri riyasız kucaklamak istiyordum...

- Şehri Unutan Adam

Sait Faik Abasıyanık -Semaver sf: 57
"Namuslu adamdı Sait Faik, ömrü boyunca namuslu kaldı. Yalnız namuslu olmakla yetinmedi, insanları değerlendirmede en başta namus ölçüsünü kullandı. Yazış tarzında da gene ömrünün sonuna kadar namuslu kaldı. Hiçbir zaman şaşırtma yoluyla, büyük laflar ederek, büyük davaların savunucusu görünerek ilgi ve alkış toplamaya kalkışmadı... Süsleyip, püslemek küçüklüğüne düşmeden düpedüz söyledi..."

Yaşar Nabi
abdül itfaiye çağır oglim.
türk edebiyatının sıradan yazarı. halkı çok sevdiği bilinir. kalemi vasattır. roman, hikaye, şiirlerinde duygu adına bir şey bulunmaz.
“istanbul’da tifüs, memlekette zelzele, dışarıda harp ve ben sana âşığım.”
"Haksızlıkların olmadığı bir dünya... insanların hepsinin mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya... Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz etmelerin bol bol bulunmadığı... Pardon efendim! Bol bol bulunmadığı ne demek? Hiç bulunmadığı bir dünya..."
"Mesuttum. Bu saadeti bana sen vermiştin. Her şeyi iki üç misli daha çok seviyordum. Buna sebep sendin. Sendin ama, yine bu işte en talihsiz de sendin. Sana güveniyor, senin arkadaşlığından hoşlanıyor, ama sana durmamacasına gülüyordum. Ne sobanın başındaki uykumda, ne de sonra yatağımda rüya görmedim.
Sabahleyin uyanır uyanmaz aklımda idin. Güldüm. Kalktım. Bunu anlatmaya sana geldim. Ne dersin?"
Sait Faik, hayata ba­kış ve anlatış tarzı bakımından "gerçekçi"dir. Fakat , gerçeği sadece dış görünüşü bakımından anlatmaz, dülger balığında olduğu gibi, çirkin bir dış görünüşünün arka­sında iyi bir ruh, derin bir mânâ da bulur. Sait Faik, hayatın ve kâinatın sadece dışını değil, içini de görür. Onun gerçekçiliği sığ bir gerçekçilik değil, efsaneyi, şiiri, duyguyu, sevgiyi ve hayali de içine alan, çirkinlik ile güzelliği, iyilik ile kötülüğü bir arada gören, insanı ve kâinatı bütünüyle kucaklayan bir gerçekçiliktir. Sait Faik'in hikâyelerini ha­yat gibi zengin, karmaşık ve güzel yapan, bu sevgi dolu, derin, geniş, anlayışlı ve müsa­mahalı bakıştır.
Ölüye ağlayamayan insanların huzursuzluğu içindeyim. Gülenlere kızıyorum. Halbuki ben yaşamayı severim, delicesine! Öyle şeyler bana vız gelir ki günler boyunca. Düşmanlıklar, iftiralar, yalanlar, ekmek parama göz dikenler, gidip sevgilime beni yerenler, hepsini hepsini sevdiğim günler, saatler vardır. Bütün kinim yirmi dört saat sonra eski zaman havuzları gibi sakindir. Ama bugün yemişlere, çiçeklere bile düşmanım. Karanfil satan adam gülüyor. Ötede simitçi gülüyor. Benden başka hepsi mesut. Topunuzun Allah belasını versin!
Sait Faik Abasıyanık - izmir'e mahalle kahvesi
"Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.
Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da
göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama, çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü olacak. Benden hikâyesi."
Sait Faik Abasıyanık - Son Kuşlar