bugün

semaver adlı öyküsüyle zamanında büyük beğeni toplayıp gönüllere taht kuran, ancak şimdilerde
haliyle dönemini kapatarak yerini etkili, vurucu, delişmen üslubuyla başta genç kızlar olmak üzere tüm okuyucularını adetten kesen yabguya bırakmış eski bi yazar.
Orhan pamukta öyle deeldi.
Abd'de eserleri satmamış yazar. Çünkü, aşırı yereldi. Tıpkı Turgut Uyar gibi. ilhan Berk öyle değildi mesela.
"şu kibritin, şu yanmam diye fısır fısır fısırdayıp da sonradan 'peki emret anam, yanayım' diyen şu kibritin ışığına bak. bu olur mu arkadaş. böyle bir el sürçmesiyle açılıveren hararet, ışık, bayram gördün mü sen? gül, sevin arkadaş. şu ağzımızdan çıkan dumanlara bak! nasıl uçuşuyorlar. yaşıyorsun efendi. pırıl pırıl, tane tane, ıslak ıslak. cam cam, billûr billûr, fanus fanus, çeşmibülbüller gibi yaşıyorsun dostum. dumanlarımıza, cigaralarımızın dumanına bak efendi! bu mavi şey nedir? bu insanın içini sevinçten, keyiften parlatan şey nedir? ne kadınla yatmak, ne şarap içmek, ne arkadaşlarla prafa oynamak, ne tiyatro, ne sinema seyretmek... hepsi bir yana dünyayı seyret. al gözüm efendim. işte sana kibrit alevi. işte sana cigara dumanı."
1906 yılında doğup 1954' te hayatını kaybetmiş olan yazar ve şair.

"Önümüzde hayat... Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk."

Sarnıç adlı kitabının ilk sayfasında yazdığı bu kısımla insanı yaşamın sonuyla ilgili düşüncelere sevk etmiş biraz da...

Kitabının bir sayfasında geçmekte olan
'Nüsgün' kelimesi internette aratınca hiçbir yerde çıkmadı Türkçe sözlükte de mevcut değil, demek ki unutulmuş bilinmeyen bir sözcük internette bile geçmediğini fark ettim o yüzden buraya ekleyeyim anlamını;
nüsgün: öz su, yani bitki ve hayvan dokularında bulunan sıvı, anlamına geliyormuş. (Sarnıç kitabı, sayfa 17).

Kitabın sonlarına doğru okuduğum bir kısımdan;

"Otobüsün camına kafasını dayadı. Yine hayal etti. Hayal etmek kadar güzel şey yoktu. insanı yapan eden hayal etmekti." (Sarnıç, sayfa 96)

Hayal kurmanın önemine ve değerine değinen yazar güzel bir tespit yapmış zamanında, gerçekten de insanlar olarak bizi biz yapan şeylerden birisi zaman zaman hayatla ilgili düşünüşlere, hayallere dalmak bence. Biz farkında olmasak da çoğu zaman yaşama tutunmamızı sağlayan, bizi motive eden olgu gelecekle ilgili kurduğumuz düşler aslında...
Sait, faiğe abayı yakmış aq.
görsel

Swh.
türk edebiyatı'nda modern öykücülüğün en önemli yazarlarından biri ve durum öykücülüğünün de öncüsü olarak bilinen ünlü yazarımız sait faik abasıyanık'ın neden istanbul'daki bir liseden değil de, bursa erkek lisesi'nden mezun olduğunu çoğumuz merak etmişizdir. bu sorunun cevabı kamuoyunda "iğneciler" olayı olarak bilinen bir olayda gizlidir.

sait faik abasıyanık, ihsan sabri çağlayangil, sırrı yırcalı, hikmet feridun es gibi ünlü şahsiyetlerin isimlerini duymayanımız yoktur. ancak bu ünlülerin karıştığı “iğneciler” olayını belki de çoğumuz duymamışızdır. “iğneciler” olayı’ ülkemizin köklü ve saygın eğitim kurumlarından biri olan istanbul erkek lisesi’ nde başlayıp bir başka köklü ve saygın eğitim kurumumuz olan bursa erkek lisesi’nde sonuçlanan ilginç bir olaydır. öğretmenlerine şaka yapmak isteyen bir öğrencinin bütün bir sınıfın kaderiyle oynamasının hikayesidir.

istanbul lisesi’nde, 1925 yılında müdür lütfi beyin yerine almanca öğretmenlerinden besim bey tayin olur. olay da besim beyin müdürlüğü zamanında, arapça öğretmeni seyit salih efendi ile onuncu sınıf öğrencileri arasında yaşanır. istanbul lisesinin onuncu sınıfı öğretmen sandalyesine bir iğne yerleştirilmiştir. öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan arapça öğretmeni, seyit salih efendi sınıfa girer ve tam sandalyeye oturacağı sırada cübbesini iki eliyle düzeltirken eli bir iğneye değer. bir iğnenin yerleştirildiğini hissedip, sandalyeye oturmadan, deftere imzasını attıktan sonra:
’’ben bu muameleye layık değilim, sizlere çok teessüf ederim’’ diyerek dersi terk eder, durumu da müdür besim bey’e bildirip istifasını verir. derhal soruşturmaya geçilir fakat bu işin faili bir türlü bulunamaz; bütün bir sınıf derslerden alıkonulduğu halde hiçbir öğrenci itirafta bulunmaz. faili bulamayan idareciler zor bir durumla karşı karşıya kalırlar.

1925 yılının öğretmenler toplantısı, öğretmenler odasında tam kadro ile toplanır fakat okul müdürü henüz ortalarda yoktur. o gün alışılmışın dışında öğretmenlere çay ile bisküvi de ikram edilir. çaylar içilirken müdür besim bey ile lisenin disiplin kurulu üyeleri kapıdan içeriye girerler. müdür besim bey, müjdeli bir haber verircesine: ’’muhterem hocamız salih efendiye iğneyi koyan iğneci sınıfın tamamen ihracına karar verdik. çünkü failini ele vermiyorlar’’ der.
kurulda soğuk bir hava eser; hatta bir kısım öğretmenler, bir öğretmene yapılan bu hakaretten dolayı üzgün olduklarını ve bu cezayı uygun gördüklerini dile getirirler.

aralarında bulunan genç bir öğretmen ise: ’’disiplin kurulunun bu korkunç kararını tasvip etmiyorum. koskoca bir sınıf nasıl ihraç edilir.’’ diye konuşur. ’’bir katilin bile kanun karşısında bir avukatı vardır. eğer delil bulunmuyorsa suçlu olan idaredir, bulması lazımdır. bulamazsa bu öğrencilere ihraç cezası veremez. hem de bütün bir sınıf, öyle bir sınıf ki lisemizin en değerlileri ile doludur. düşünelim ki, yarın salih hocadan ve bizlerden daha üstün hizmetler görecek şahsiyetler bu sınıftan yetişecektir.’’ sözlerini dile getirir.

bu cesurane sözlere ne müdür, ne de disiplin kurulu üyelerinden birisi cevap verebilir. bu genç öğretmen ise ünlü tarihçimiz enver behnan şapolyo’ dan başkası değildir. şapolyo, istanbul erkek lisesi ile ilgili anılarında, bu olaydan bahsederken, kendisinin de sürgünden nasibini aldığını ve bir yıl sonra, kadrosu istanbul erkek lisesi’ nde kalmak şartıyla, vefa lisesi’ ne gönderildiğini söyler. neticede, çaylar içilmez, öğretmenler toplantısı da dağılır, iğneci sınıf ta tamamen ihraç edilir, bursa erkek lisesi’ ne gönderilir.

bu olayın üzerinden yıllar geçer ve bursa erkek lisesi’ ne sürgün edilen öğrenciler mezun olurlar. işin ilginç yanı daha sonra olayı başka sınıftan bir öğrencinin yaptığı anlaşılır. “iğneci” sınıf adıyla tanınan sınıf o kadar meşhur olur ki, o sınıftan olmayanlar bile o sınıftan olduğunu iddia ederler. hikmet feridun es, tarihe geçen meşhur sözünde bunu şu şekilde ifade eder:
“biz 43 iğneci idik. fakat sonradan o kadar çok kişi iğneci sınıftan olduğunu iftiharla iddia etti ki, hayret etmemek mümkün değil”

bugün, bursa erkek liselilerin, bursa erkek lisesi mezunları olmalarıyla iftihar ettikleri “iğneciler” arasından çıkan bu ünlüler içerisinde kimler yok ki?
228 sait efendi: arkadaşları arasındaki lakabıyla h2o, yani sulu sait. ünlü hikayeci sait faik abasıyanık
697 rahmi efendi: ünlü hekim, politikacı, şair ve akıl hastalıkları uzmanı dr. rahmi duman
748 saffet efendi: ünlü hukukçu saffet nezihi bölükbaşı
725 feridun efendi: ünlü gazeteci ve yazar hikmet feridun es
sabri efendi: türk politika ve diplomasi hayatının unutulmaz isimlerinden, eski dışişleri bakanı ihsan sabri çağlayangil
sıtkı efendi : demokrat parti döneminin ünlü bakanlarından sıtkı yırcalı
ve daha niceleri…

olayın faili tam olarak anlaşılmadan ve hiç kimse suçu üstlenmedi diye bütün bir sınıfın bursa’ ya sürgün edilmesinin ağır bir ceza olup olmadığı ayrı bir tartışma konusudur, elbette. ancak bu olayın üzerinde düşünülecek tarafların, ders alınacak noktaların da olduğu da muhakkak.

okul idaresinin bir öğretmenin saygınlığını korumak için gösterdiği çaba, öğrencilerin bursa’ ya sürgüne gitmeyi göze alıp birbirlerini ele vermemeleri, isim vermemeleri, velilerin okul idaresinin verdiği karara saygı göstermeleri, üzerinde düşünmeye değer konular, elbette.

bursa erkek lisesi, istanbul erkek lisesi, kabataş erkek lisesi, galatasaray lisesi gibi eğitim kurumlarımızın başarılarının tesadüf olmadığını da unutmamak gerekir.
“Önümüzde hayat...
Her gün bir başka uykuya yatıp,
Bir başka rüya göreceğiz.”

Demiş büyük gözlemci, balıkçı, hikayeci, insan.
hayatımda gördüğüm en acayip betimlemeleri yapan adamdır. (bkz: otuzbirli surat) türk hikayeciliğinin, hatta dünya hikayeciliğinin en iyilerinden biri.
alıntı:

şu kibritin, şu yanmam diye fısır fısır fısırdayıp da sonradan, peki emret anam yanayım, diyen şu kibritin ışığına bak. bu olur mu arkadaş? böyle bir el sürçmesiyle açılıveren hararet, ışık, bayram gördün mü sen? gül, sevin arkadaş. şu ağzımızdan çıkan dumanlara bak! nasıl uçuyorlar? yaşıyorsun efendi. pırıl pırıl, tane tane, ıslak ıslak. cam cam, billur billur, fanus fanus, çeşmibülbüller gibi yaşıyorsun dostum. dumanlarımıza, cigaralarımızın dumanlarına bak efendi! bu mavi şey nedir? bu insanın içini sevinçten, keyiften parlatan şey nedir? ne kadınla yatmak, ne şarap içmek, ne arkadaşlarla prafa oynamak, ne tiyatro, sinema seyretmek... hepsi bir yana dünyayı seyret. al gözüm bak efendim. işte sana kibrit alevi. işte sana cigara dumanı! hadi uyuyalım hemşerim.
sait faik'in abasıyanık kitabı çok güzeldir arkadaşlar kesin okuyun.
anam, demek bir tek ona yakışır.

"-deniz havası serindir robenson, lacivert fanilanı giyseydin.
-giyeriz anam, ver dudaklarını."
adam nereden gördüyse hep beni anlatıyor.
trendeki şapkalı talebe, adada sahilde kayıkların arasında akşama kadar vakit geçiren delikanlı, kavede iş bekleyen hamal, yağmurda elleri padesüsün cebinde ıslanarak gezen adam hepsi benim.
Ne zaman Bursa erkek lisesi’nin yanından geçsem aklıma gelen güzel insan. Hele bir “ipekli mendil” hikayesi vardır ki okudukça içine tarifi mümkün olmayan hisler dolar.
(bkz: yani usta)

"ama yüreğimi bir şey bir demirden avuç da sıkmıyor değil hani."
"Şu uyku insanın sevgilisi gibi bir şey, gelmeyince sinirlendiriyor. " sözlerinin sahibi.
Mektup

I

Vapurun dümen yerinde çaldığım ıslık
Yağmurlu güvertedeki türküm
Sana yaklaşmaya vesiledir
Yoksa canım, seni unutmak için değil.
Senden sonra ancak anlaşılır
insanoğluna öğretilen yalanlar.
Senden sonra anlaşılır ancak
Boşluğu herşeyin.
Seninle beraberdir dolu kadehler
Şaraplar seninle aziz
Cigaralar seninle tüter
Ocaklar seninle yanar
Yemekler seninle yenir.

II

Senden bahis açılmadıkça susmak isterim
Senden bahis açılmaya vesiledir.
Kınalıada, vapur, deniz, yunus
Şimdiye kadar neden gökyüzü değildi
Niye böyle oldu
Neden kitapları severdim?
Bu şehirde ikimiz birden nefes alıyoruz
Yoksa neye yarardı bu garip şehir?
Burada senin doğduğun bana malumdur
Yoksa sever miydim minareleri
Süleymaniye'yi?
Sen gavur olduğun halde.
özlem esmergül'ün 'yalnız hatta yapayalnız' kitabında hayatını anlattığı büyük öykücü. çok sevmiş ama bir türlü tam anlamıyla sevilmemiştir.
(bkz: Bu da sait Faik in Abasıyanık kitabı) hahahahaha.
Türkçe kitaplarında son kuşlar hikayesiyle yer alan durum hikayecimiz.Öğrencimin soyadından dolayı aklıma hep dülger balığının hikayesi gelir.

Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı.

Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin içi kötü olacak. Benden hikâyesi.

Son kuşlar.
çok akılda kalıcı isimler ve soyisme sahip kişi.

severiz, sayarız kendilerini.
Nereden gelirse gelsin dağlardan, kuşlardan, denizlerden, insandan, hayvandan, ottan, böcekten, çiçekten. Gelsin de nereden gelirse gelsin! Bir hişt hişt sesi gelmedi mi fena. Geldikten sonra yaşasın çiçekler, böcekler, insanoğulları.

Hişt hişt.
annen var mı senin?
- var tabiî.
- ne iş yapar?
- çamaşıra gidiyor.
- sen ne olacaksın büyüyünce? - ben mi? dedi. gözlerini gözüme kaldırdı. ikimiz de mavi mavi baktık. -ben, dedi, boyacı olacağım.
- ne boyacısı?
- kundura boyacısı.
- neden kundura boyacısı?
- ya ne olayım? - doktor ol, dedim. - olmam, dedi. - neden ?
- olmam işte. - neden ama? - doktoru sevmem ki. - olur mu ya? bak, dedim. doktor sevilmez olur mu ?
- tabiî sevmem, dedi. annem hasta oldu. evimize geldi. kumbaramızı kırdık. bütün yirmi beşlikleri ona verdik. sonra çeyrekler kaldı. onlarla da reçeteyi yaptırdık. o da zorlan.
- ama annen iyileşti.
- annem iyileşti ama paramız gitti. iki gün, yemek yemedim ben.
- peki, dedim, öğretmen ol. - ben mektebe gitmiyorum ki. - neden?
- öğretmen beni dövüyor. - neden?
- yaramazlık ediyorum da ondan.
- sen de yaramazlık yapma.
- ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
- öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
- belli olmuyor ki!.. bir gün arkadaşımın biri “çamaşırcının piçi” dedi. ben de dövdüm onu. öğretmen de beni dövdü. ondan sonra hep çamaşırcının piçi diye çağırdılar. hiç kimseyi dövmedim. yaramazlıkmış diye. bir kaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. birini aldım. hırsızsın sen diye dövdüler. benim kalemim yoktu aldım. sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. bir daha kimsenin kalemini almam dedim. defterini aldım. bu sefer hem dövdüler, hem mektepten kovdular.
- çok fena yapmışsın.
- fena yaptım. ben adam olmak istemiyorum ki. - ne olmak istiyorsun ya?
- boyacı olacağım dedim ya.
nasıl bilsem
nasıl etsem
nasıl yapsam da
meydanlarda bağırsam
sokak başlarında sazımı çalsam
anlatsam sana şu kiraz mevsiminin
para kazanmak mevsimi değil
sevişme vakti olduğunu.

sait faik

"Hikaye nedir, nasıl yazılır?"sorusunun cevabı.