bugün

öncelikle kısa ve öz tanım:

zordur.

izlediğim 10 reklamdan en az 6'sı aptalca. yani bu reklamları yapan ve yaptıranlar türk halkının zeka seviyesinin çok düşük olduğunu falan mı zannediyor?

misal, kosla reklamı.

yahu bir leke bu kadar mı abartılarak lanse edilir. millet salak ya hemen satın alacak.

son çıkan de facto reklamı da buna bir örnek. jean çıkacak şeklinde ve hayli itici.

cin ve jean alakasını millet komik bulacak ve hemen de facto'dan giyinecek değil mi?

peki ya pınar köfte reklamına ne demeli? ''annenin baş yardımcısı köfteleeer'' değil mi?

en azından biraz reklam yüzü olabilecek insanları oynatın şu reklamlarda. reklamda kullanılacak replikleri biraz özenle seçin.

''bana bunlarla gelme'' diyip duran annenin oynadığı bingo reklamı nasıl peki? yeterince itici değil mi?.

yani sözün özü, markalar bizim derdimiz değil. mühim olan reklamlarda kullanılan sözcüklerin ve özenle seçilmemesi. sorun, bu reklamların en ufak bir albeni unsuru oluşturmaması. ve sonuç insanların daha da gerilip üründen uzaklaşması.
(bkz: ah keşke)
reklamların yayınlanmasının ucuzlamasından mütevellit televizyonda sıkça gördüğümüz reklam türüne sitem sözüdür.

ancak serdar erener gibi bir reklam dahisinin bulunduğu ülkemizde de bu kişinin yaptığı reklamları hariç tutmak gerekmektedir.
(bkz: fikir fakiri bir ülkede yaşamak)
eskiden gülse birsel'in sunduğu g.a.g. ve güneş tulga'nın sunduğu pack shot isimli programlarda, değişik ülkelerdeki reklamları izlediğimde hissettiğim duygudur.
(bkz: cin cin çıkacak kuş çıkacak)
daha çok satın almalıyım odaklı, "neden beni ittirgeçle götürmüyorlar?" serzenişi.
hayır efendim, reklam fakiri bir ülkede yaşamıyoruz. bir on yıl öncesinden bahsediyor olsaydık evet ama günümüz için kesinlikle hayır. tabii ki kötü hatta iğrenç raklamlar da var ama kristal elma ödüllerinin prestij kazanmasından sonra durum büyük ölçüde değişti, reklamlar ve reklamcılar da prestij kazandı. elbette bunda yabancı reklam ajansları evliliklerinin rolü büyük. ayrıca birkaç yıldır Türk reklamcıların çalışmaları dünyanın sayılı reklam ödüllerinden olan cannes lionsda finale kalıyor ve ödül getiriyorlar. artık bazı Türk ajansları ve bazı Türk reklamcılar avrupada birer değer olarak kabul görüyor.

insanların beğendikleri şeylerden daha çok beğenmedikleri ve ya nefret ettikleri şeylerin hafızalarında yer tuttuğu deneysel çalışmalarla sabitlenmiştir. başlık böyle bir durumda açılmış olabilir, belki de yazar arkadaşımız gerçekten beğenmiyordur ama durum hiç de öyle değil.
hint fakiri bir ülkede yaşamak gibi. reklamsever trajikomedisi.
tek dert ettikleri şeyin reklam olduğu fakir beyinlerin beyanı.millet açlıktan ölüyor lan haberiniz var mı?
5 reklam ajansı say denildiğinde ııılamaya başlayacak çoğunluğun serzenişi.

çok biliyorsanız açın bir reklam ajansı, siz yapın reklamları. kolay sanıyorsunuz bu işleri. mezun olduğum bölüm diye demiyorum ya da diyorum, zor iş bu zor.
bu konuda anahtar nokta reklam ajansları değil, müşteri portföyünün beğenisi ve seçimleridir. dünya çapında, hemde bir kaç kez ödül alabilen reklam ajanslarına sahip olmamıza rağmen, finansal kaygılarından dolayı bu ajanslar müşterinin beğenisi doğrultusunda iş yapmak zorundadır. bu yüzden ortaya bu tip reklamlar çıkmaktadır. reklam sektöründe çalışan beyinlerin yaratıcılığını takip edebilseniz, türkiye standartlarının çok üstünde işler yapabileceklerini görebilirsiniz.

diğer yandan bu önerme kısmen yanlış bir önermedir. örneğin; benim aklımda doksanlardan kalan onlarca reklam filmi ve kampanyası vardır. bir çok uuserın da hafızalarını zorladıklarında mutlaka bazılarını hatırlayacaklarından eminim.

en dip not: evet, hem öğrencisiyim bu işin, hem sektördenim.
arı vız vız vız arı vız vız vız ege bal yıyınız.dıyede gerzekbı reklam vardı.en acayıp slogan ıse mondı kalbım senı sevdı.bunu slogan dıye yazanın taaaa.