bugün

12 temmuz 1904 yılında şili'de doğan şair ve diplomat. siyasi kimliği, şiirleri ve duruşuyla tarihin önemli şairlerindendir. şili'nin nazım'ı olarak da tanınır. özgür tiyatro oyuncuları tarafından, şair ile postacı isimli oyunla çok güzel anlatılmıştır.

Bayraklarımız her zaman böyle doğmuştur.
Halk işlemiştir onları
Tüm sevgisiyle
Onun parçalarını dikmiştir
Bütün yoksulluğuyla
Ve yıldızı çivilemiştir
Canı gönülden
Gökte ya da gömlekte vatanın yıldızı için
Bir mavi kesmiştir
Ve damla damla
Kırmızı doğmuştur .
Bilmek acı çekmektir. Ve bildik;
Karanlıktan çıkıp gelen her haber
Gereken acıyı verdi bize:
Gerçeklere dönüştü bu dedikodu,
Karanlık kapıyı tuttu aydınlık,
Değişime uğradı acılar.
Gerçek bu ölümde yaşam oldu.
Ağırdı sessizliğin çuvalı. *

pablo neruda
Öldüğünde Türkiye de ki sol kesimi büyük hüzne boğan, dönemin de etkisiyle türk gençliğine şairlik yapmış bir adam.
--spoiler--

şili'de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. annesini çok küçükken kaybetti. 13 yaşındayken yerel "la mañana" gazetesindeki bazı makalelerle katkıda bulunmaya başladı. 1920'de "selva austral" isimli edebiyat dergisinde "pablo neruda" adıyla yazmaya başladı. şair, bu takma ismi çek şair jan neruda'da anısına seçmişti. daha sonra bu isim yasal adı olarak kalmıştır. ilk kitabı crepusculario 1923 yılında yayınladı. sonraki sene şairin en tanınmış ve pek çok dile çevrilmiş olan eserlerinden yirmi aşk şiiri ve umutsuz bir şarkı(veinte poemas de amor y una cancion desesperada) basıldı. edebi çalışmalarına devam ederken, bir yandan da santiago'daki şili üniversitesi'nde fransızca ve pedagoji okudu. 1927-1935 arası hükümetin elçisi oldu ve burma, seylan, java, singapur, buenos aires, barselona ve madrid'te görev yaptı. bu dönemde yazdığı şiirler ezoterik sürrealist şiir kitabı "residencia en la tierra" (1933)da toplanmıştır

--spoiler--

tuzun gülü gibi ya da topaz gibi
ya da ateşi çoğaltan karanfillerin oku gibi sevmem seni:
karanlık bazı şeylerin, gizlice, gölgeyle ruh arasında,
sevildiği gibi severim seni.

çiçeklerin ışığını içinde gizleyen
çiçeklenmeyen bitki gibi severim seni,
ve teşekkürler aşkına, kasvetle bedenimde
yaşar topraktan yükselen kesif rayiha.

severim seni bilmeden nasıl, ne zaman, nereden,
basitçe severim seni, sorunsuz ve gurursuz,
başka türlü sevmeyi bilmediğim için böyle severim seni.

fakat ne sen varsın ne de ben,
öyle yoğun ki sevdamız, bağrımdaki elin elimdir,
öyle yoğun ki, uyuduğumda kapanan gözlerindir...
şiirleriyle yeni tanıştığım, fakat ismine aşinalığım olan şili'li büyük şair, ispanyolca öğrenmek için bir sebep. işin ilginç noktası ise; türkçe çeviri olmalarına ve şiirin başka bir dile çevrilmesinin sıkıntılarına rağmen, şiirlerinde duygular oldukça yoğun. tabii, bu işte çevirmenlerin de katkısı büyük, göz ardı etmemek lazım.
yirmi aşk şiiri ve bir umutsuz şarkı derleme kitabındaki 20. şiir. birçok versiyonu mu var, bana mı öyle geliyor bilemedim.

XX.

bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim

şöyle diyebilirim: ''yıldızlı bir alemdir gece,
ve o mavi kümeler titreşir uzaklarda.''

bir şarkı tutturmuş dolanır gökte gece rüzgarı.

bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim.
sevdim onu ben, severmiş o da beni meğer.

böyle gecelerdeydi, sardım onu kollarımın arasında.
öptüm, kim bilir kaç kere, altında sonsuz göğün.

sevdi beni o, meğer ben de sevmişim onu.
yürek bu, nasıl dayansın o iri, durgun gözlere.

bu gece en hüzünlü dizeleri yazabilirim.
düşünüp benim olmadığını. hissedip yitirdiğimi.

kulak vermek engin geceye, daha da engin o gidince.
ardından bir dize düşer gönle, çimende çiğ misali.

ne gelir elden sevdam onu tutmaya yetmediyse.
yıldızlı bir alemdir gece, yoktur yanımda o sevgili.

işte hepsi bu. şarkı söylüyor biri uzaktan uzağa.
yitirişimle onu ruhum da yitirdi neşesini.

gözlerim arar onu peşinden yetişsin diye.
bu yürek arar, ama yoktur artık o sevgili.

aynı gecedir ağartan aynı saçları.
biz eski biz değiliz ne var ki.

sevmiyorum artık onu, doğrudur, ama ne sevmiştim.
gözlerdi sesim kendini ona götürecek yeli.

ne çare başkasının olacak. öpüşlerimden önceki gibi.
sesi, pırıltılı bedeni. o sonsuz gözleri.

sevmiyorum artık onu, doğrudur, derim de yine bilemem.
kısacık bir sevdanın unutması böyle seneler mi sürer.

budur bana çektirdiği acıların sonuncusu,
ve bunlar onun için yazdığım son dizeler.*
Senin sayende yaptığım her hata için Tanrı'ya şükrediyorum. Çünkü her biri, beni sana götürdü.

Gecenin anlamını istemiyorum. Bekliyorum, o beni sarsın diye. Tıpkı senin, ekmeğin, ışığın ve gölgelerin
sarmasını beklediğim gibi.

dizelerinin sahibi.
kitaplarını sıkıcı bulduğum fakat şiirlerini bir nebze sevebildiğim şili'li şair.
"bir hastalığı ertesinde şili'nin paris büyükelçiliğinde karşılaştığım neruda'ya ilişkin izlenimim

pablo neruda
yüzünde ağır bir yorgunluğun izleri
oturun
mösyeler, dedi.
nobele filan
boşverin
bana nazım'dan
söz edin şimdi."

ataol behramoğlu - 1973 (ne yağmur... ne şiirler...)
yavaş yavaş ölürler... seyahat etmeyenler,
yavaş yavaş ölürler...okumayanlar, müzik dinlemeyenler,
vicdanlarında hoşgörmeyi barındırmayanlar.
yavaş yavaş ölürler...alışkanlıklara esir olanlar,
her gün aynı yolları yürüyenler,
ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
yavaş yavaş ölürler...
aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
dışına çıkmamış olanlar.
şair ile postacı adlı tiyatro oyunuyla daha bir sevdiğim şair, diplomat, nazım..
o kadar çok ki ölümüz
ve o kadar çok ki kızıl güneş önünde setler
ve o kadar çok ki çarpık kabuklu başlar
ve o kadar çok ki öpücüklerimizi engelleyenler
ve o kadar çok ki unutmak istediklerim.
(pablo neruda)
''neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler'' diyen, şili'nin nazımı.
enteresan bir millet olduğumuzu tescillemek adına; nazımı sürgüne yollayıp, ardından ankara'da adına park yaptırdığımız şair.
''Unuttuğum erdemlerden yeni bir giysi
dikebilir miyim kendime?

Niçin en güzeli ırmakların
tam da Fransa'da akıyor?

Che Guevara'nın gecesinden sonra
niçin şafak doğmuyor Bolivya'da?

Titreşip duruyor mu öldürülmüş yüreği
ve arıyor mu katillerini orada?

Önce gözyaşlarının tadına mı bürünür
sürgünlüğün siyah üzümleri?..''
Unutuşun taşından başka nedir ölüm.
Ben, seni seviyorum, ağzından kıvancı öpüyorum.
Odun olalım. Dağda bir ateş yakalım..

Hiç'im yok diyorum, çünkü farklıydım,
farklıyım, farklı olacağım. ve değişen aşkın adına
saflığı savunuyorum.

Ne hiç'im var ne hep'im artık.
1921 yılında santiago'da fransızca öğretmenliği öğrenimi görürken rosa albertina isimli hatuna vurulan yazar.
sevgilisi albertina'ya deli gibi aşık olan pablo, ona lirik metinler bile yazdı.
(bkz: yirmi aşk şiiri ve umutsuz bir şarkı)
(bkz: şili edebiyatı)
ted mosby nin de sevdiği şair. en güzel dizelerin de sahibidir.

Bütün gördüklerim içinde
yalnız sensin hep görmek istediğim
dokunduğum her şey içinde
senin tenindir hep dokunmak istediğim:
seviyorum senin portakal kahkahanı
hoşlanıyorum uykudaki görüntünden.

Ne yapmalıyım, sevgilim, sevdiceğim
bilmiyorum nasıl sever başkaları
eskiden nasıl severlerdi,
yaşıyorum, bakarak, severek seni,
aşk tabiatımdır benim
Cinsel Su [Pablo Neruda]
Ağır yalnız damlalarda,
dişler gibi damlalarda,
reçelden ve kandan dolgun damlalarda,
damlalardaki bir kılıç gibi,
hiddetli bir cam ırmak gibi,
suya düşen
ağır damlalarda,
düşüyor aşındıran şey,
çarpıyor o simetrik mihvere, yapışıyor ruhun çivilerine,
eziyor terk edilmiş şeyleri ve kanla suluyor karanlığı.

Sadece bir soluktur, gözyaşından daha da nemli,
bir sıvı gibi, bir ter, adsız bir yağ gibi,
oluşan ve sıkışan
keskin bir devinim,
düşüyor suya
yavaş ağır damlalarda
denizine doğru, kuru okyanusuna doğru,
susuz dalgasına doğru.

Görüyorum o muazzam yazı, ve bir çıtırtı
tahıl ambarından, görüyorum şarap mahzenlerini,
ağustosböceklerini, köyleri, cazibeleri,
odaları, elleri yüreklerinde uyuyan
ve düşlerinde haydutları ve yangınları gören
kızları,
görüyorum gemileri,
ilikten ağaçları
hiddetli kediler gibi dik bakışlı,
kanı görüyorum, hançerleri ve kadın çoraplarını
ve erkek saçlarını, görüyorum yatakları,
bir bakirenin çığlık attığı koridorları,
yün battaniyeleri ve organları ve otelleri.

Görüyorum suskun düşleri,
dayanıyorum o son günlere,
ve vesilelere, hatıralara,
acımasızca koparılmış bir göz kapağı gibi,
bakıp duruyorum.

Ve sonrasında şu ses:
kemiklerin kızıl bir gürültüsü,
etin birbirine yapışması,
ve birbirinde eriyen başaklar gibi sarı baldırlar.
Kulak veriyorum çırpıntılı öpüşlere, kulak veriyorum,
alçıyla hıçkırık sesleri arasında titremiş.

Bakıp duruyorum, kulak veriyorum,
denizde yarım ruhla, yarım yeryüzünde,
ve her iki ruhun yarı parçasıyla bakıyorum dünyaya.

Ve gözlerimi kapattığım ve kalbimi
büsbütün örttüğüm halde, görüyorum derin sesli
bir suyun düştüğünü ağır damlalarca.
Jelatinden bir tayfun gibi, spermalardan
ve denizanalarından bir çağlayan gibi.
Görüyorum bulanık gökkuşağının yükseldiğini.
Görüyorum sularının kemikler arasından sızdığını.
devrim şairi.
tankların önünden bir dağ düşse toprağa,
çoğalır toprakta dağlara gülen yürek.
dağlarda, sokakta, fabrikada, tarlada,
halkız biz yeniden doğarız ölümlerde.

dizelerinin sahibi şili'li komünist şair-yazar. nazım hikmet ran'ın sevgili dostu.
insanlarla yüzyüze konuşarak her sorunu halledebilirsin; ama bazı insanlar gelir önüne, hangi yüzüne konuşacağını bilemezsin...
postacı adlı güzel italyan filmindeki şair.
yalnızaca ateşli bir sabırdır bize sonsuz mutlulukların kapısını açacak olan. pablo neruda.
"Gözyaşım kadar değerlisin, ama nasıl gözyaşlarım gözümden düştüyse şimdi sende öylesin"
sözüne bayıldığım şair.
.......
seni sevdiğimi anlayacaksın, sevmediğim zaman
çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat.
bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.
seni sevmeye başlamak için seviyorum seni,
sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak
bir yolculuğa yeniden başlamak için
bu yüzden şimdilik seviyorum seni.