bugün

islam alemini kurtaracak düşünce sistemi. Diğerleri sadece mezhep, mutezile ise bir yaşam tarzıdır.
mutezile o kadar akılcıdır ki artık kuran mahluktur deyip tarihidir demişlerdir .halen bu sapkın görüştekilerin neyini alacağız bilemedim .
edit : abi ateistler mi eksiliyor bilmiyorum ama inşaallah doğruları söyledik diye müslümanlar eksilememiştir.
bir gün diktatör olursam müslümanlara zorla benimseteceğim akım, madem dinden sıyrılamıyorlar bari seviyeli kalsınlar.
bir sen eksiktin aq. tam oldu. peygamber de zaten müteizldi. ne haltsa artık.
ehli sünnet büyük günah işleyen cennete gidebilir derken mutezile cennete Giremez diyor.
Allahtan başka yaratıcı tanıyan ve kainatı ezeli zanneden bir mezhep.
edit: kainat onlara göre ezeli değilmiş.
Gerçek islamiyeti anlatan, ve yayan akımdı... sonra onu da halletdiler işte.
i'tizal edip hak yoldan ayrılanlardır.
Bugünkü islam anlayışına göre daha akılcı ve bilimselliğe önem veren itikadi anlayıştır.

Zirvede olduğu dönemlerde islam alimleri fen bilimleriyle daha içli dışlı olmuşlardır ve batı felsefesini incelemişlerdir.

Sonraki dönemlerin aksine bu anlayıştaki ilim adamları "neden? Nasıl?" gibi sorular sormaktan uzak kalmamışlar, soru sormayı ve araştırmayı günah kabul etmemişlerdir.

Nitekim Yeniden hortlatılması gereken islam anlayışıdır.
(bkz: kuran mahluktur)
(bkz: kader yoktur)
aklı kutsarlar ayrıca kafası çalışan müslüman kesim bunlardır. ancak bunlar da kısmı yobazdır.
Aşırılıkları yüzünden çokça eleştirilmiştir. Özellikle emeviler döneminde insanlara itikadi mezhebinin mutezile olmaya zorlanması ve kuranın yaratılmışlığını benimsemeyen Ahmed b. Hanbel, haris b. Miskin gibi alimlere hapis ve işkence hayatı yaşatmaları. Vs. VS.

Aklı nakle tercih etmeleri eğer birbiriyle çelişirsr aklı tercih etmeleri yok eğer ikisinde de işin içinden çıkamadıklarında nakli te'vil etmeye çalışmaları, nakle çok itimat etmediklerini gösteriyor. Bu sebeple zaten ehli hadis tarafından eleştirilmiştir.

Aslında çeşitli inanç, sahiplerine karşı islamı akli, delillere savunmaları hadis alimlerinin beğenisi almıştır. Ama zamanla ifrata kaçarak büyük şeyler yaşanmasına sebep olmuştur. itidalli olamamak tüm zamanların sorunu.
“Akıl vahiyden önce gelir” ilkeleri bile rakiplerince akıl vahiy çatışmasına dönüştürüldü ve öyle bir algı yaratıldı. Bu ilkenin amacı aklın bir kavrayış aracı olması, vahyi onaylamasıydı. Yukarıda da değindiğimiz gibi aklı olmayanın vahye muhatap olmayacağı penceresinden bakıyorlardı.
Mutezileye göre “Akıl nakli bilgiden bağımsız olmayan ( Vahiy, mütevatir sünnet) doğru ile yanlışı ,güzel ile çirkini ayırtetmede kullanılan önemli araçlardan biridir. Oryantalistlerin ve Mutezile rakiplerinin bizlere aktardıklarının aksine akıl asla nakille çatışmaz ve onu vahye alternatif bir kaynak olarak görmezler. Rakiplerinin bize tanıttığı akıl tamamen vahiy ile çatışan , rasyonel ,Aristocu bir akıldır. Rasyonalizm aklı kutsallaştırır. Bir nevi ona uluhiyyet isnat eder ve onu tanrılaştırır. Mutezilenin akıl tanımı kutsalla bağı diri olan vahiy temelli bir akıldır. Bu akıl faal halinde olan “islami Aklıdır” .
ruhban sınıfın, milleti uydurma hadisler yoluyla uyuşturan, kanını emen hacı hoca tayfasının işine gelmeyen, nefret ettikleri islam yorumudur. zira akılcıdır ve hiçbir kan emici insanların düşünmesini istemez.
Bu konuda din-felsefe vahiy-akıl ilişkisi kitabını önerebilirim.
bağ kurabilme yeteneği anlamına gelen bu “islami akıl” gerçeğini iyi kavramışlardı. insanı değerli kılan aklın dinde delil olması vahyi ikinci plana itmez. vahyi anlama ,algılama, özümseme noktasında akıl elbette önceliklidir. aklı olmayanın vahye ulaşması imkansızdır. dinde öncelikli olan akıldır. kur’anda akla inmiş, ona rehberlik eden takva kitabıdır. vahiy gaybi aleme dair ne varsa rehberlik ederek bu konuda keşfin , rüyanın ,evliya kültünün ürettiği keramet kapısını kapatarak sınırları belirlemiştir.

islam tarihinde akla verdikleri önemle büyük bir çığır açan entellektüel, devrimci bir hareket olan mutezileyi anlamanın ,tanımanın yolunun zihinsel arka planında emevi hanedanlığı oluşturur.
müslümanlar hz.osman’ın öldürülmesinde sonra tarihçilerimizin ifadesiyle büyük fitne dönemi başlar. büyük iç savaşlar yaşandı. binlerce sahabi bu savaşlarda öldürüldü, telef oldu. bu savaşlara ” katılanlar “ ve “tarafsız” kalanlar diye kendi aralarında gruplara ayrıldılar. cemel ve sıffın savaşlarında bir taraftan hz.ali ve taraftarları yer alırken ,karşı tarafta hz.aişe annemiz ve taraftarları yer aldı. diğer savaşta muaviye ve yanlıları katılmıştı. tarafsızların öncülüğünde sad.b.ebi vakkas ,abdullah b. ömer , ,zeyd b. sabit gibi sahabiler yapmaktaydı. bu olayları mahkum eden hariciler ve duyarsız kalan mürcieyi unutmamak lazım. bu sonuçlar mutezilenin oluşmasına zemin hazırladı.
muaviye iktidarı ele geçirince her şeyi allaha isnat eden , allaha iftira atan kaderci cebriyyeyi desteklemişti. cebriyyenin görüşlerinde hile ve darbeyle ele geçirdiği saltanatı kendisine allah’ın kendisine verdiği hikayesini seslendiriyordu. mutezile ise buna muhalefet etmiş cebriyye ile amansız düşünsel ve entellektüel mücadeleye girişmiştir. islam topraklarının genişlemesiyle beraber farklı din ve düşüncedeki kişilerlede tartışmaya giriştiler . dışarda ; mecusi, hristiyan , yahudi ve diğer din mensupları içeride de selefiler, ehli hadis eş’ari, batıni,cebriyye, ve mürcie ile münazara yaparak hem teorik olarak kendi düşüncelerinin yayılmasını sağladılar, hemde islam dünyasının serbest tartışmaların yapıldığı bir özgürlük ortamının oluşmasının teşvikçisi oldular. görüşlerini” beş esas” şeklinde belirlediler.

Kelime olarak “Ayrılanlar” anlamına gelen Mutezile, büyük günah işleyen kimselerin iman ile küfür arasında bir yerde ,orta yerde olduğunu söyleyerek Ehli Sünnetten ayrıldığını ifade ettiler. Hasan Basri’nin ders halkasını terk eden, bu hareketin kurucusu olan Vasıl Bin Ata Mutezilenin temellerini attı. Bir diğer adları Adalet ve Tevhit ehli olan bu hareket özgürlüğü savundu. Bu hareket kendi içinde bir edebiyatçı olan Ebül-Hüzeyl El- Allaf, Nazzam , Cahiz, Cübbai, Kadı Abdulcebbar, Keşşafın sahibi Zemahşeri gibi büyük üstadları yetiştirdi. Mutezile Abbasiler Döneminde en popüler dönemini yaşadı. Günümüze kadar bağımsız,müstakil bir hareket ve mezhep olarak varlığını devam ettiremeyen mutezile daha çok Şianın Caferiyye ve Zeydiyye kolları ile varlığını devam ettiriyor. En önemli ilkeleri bu” Beş Esas” çerçevesinde hayat bulan Mutezile “ Yapılan zulümlerin (Emevi Zulmü) öldürmelerin Allaha isnat edilmesine karşı çıkmak” olarak ifade eder. “işlediğiniz günahları Allaha yüklemeyin” diyerek Cebriyyeye karşı çıkarak özgürlüğü savundu.”insan kendi fiilerinin yaratıcısıdır.” Diyerek konuya açıklık getirdiler.

Hz.Ömer yapılan bir hırsızlık olayında “ Ben çalmadım, bana Allah çaldırdı o, öyle istediği için çaldım” diyen hırsıza hem el kesme cezası hemde Allah’a iftira attığı için kırbaç cezası vermiştir. Mutezilenin uyguladığı bu özgürlük yanlısı düşünceleri aslında Hz.Peygamber, Raşid Halifeler döneminde zaten vardı. Tevhit ve Adalet ehli bu ekol Hristiyanlarla , Yahudilerle ,Mecusiler, Budistlerle çok cesur ve güçlü bir şekilde onların argümanlarıyla tartışıyorlardı. Beş Esasta biri olan “Tevhit” kavramını bu bozulmuş dinlerin iddia ettiği çarpık ,şirke bulaşmış yamuk Allah tasavvurlarını düzeltmek için tartışıyorlardı. Oryantalistlerin iddia ettiği gibi tevhit ve adalet ekolü ,yunan felsefesinde , israiliyattan ,Hristiyan ilahiyatından etkilenerek ortaya çıkmadı. Onların asıl sorunu bu düşünen, sorgulayan, devrimci ,dinamik hareketi karalamak ve tarihe gömmektir.
Ehli Hadis ekolü bu konuda onlara iftira atmaktan geri kalmadı. Bu konuda hadisler uydurdular. Kendilerine Kaderiyyeciler denilerek mahküm edildiler.” Kaderiyyeden biri ölürse ve gömülürse mezarı kazılıp bakıldığında kıblenin tersine döndüğünü görürsün” hadisi bu argümanlarını besleyen uydurma sözlerinden biridir. Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker ilkesi onların aslında sıradan felsefi ve kelami bir hareket olmadığını ,onların ne kadar devrimci ve yaşanan zulme seyirci kalmadığını muhalefet ettiğini ispat eder. Bunun için devrimi elzem görürler . Mutezilenin bu “Beş ilkesi” soyut tartışmalardan kelami sohbet ortamlarından çıkmadı. islam ümmetine ağır bedeller ödettiren bu fitne dönemi ve Emevi zulümlerinin oluşturduğu zeminde neşvünema buldu. Mutezilenin bu ilkelerinin pratiğin yani hayatın içinden şekillendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu ilkeler sırasıyla ;
TEVHiT: Mutezilenin temel ilkelerinden biride “Tevhit” kavramıdır. Bu ilke etrafında özellikle Dehriler, Yahudiler, ve Hristiyanlarla ciddi tartışmalara giriştiler. Bu tartışmaların amacı islamın özü olan tevhit gerçeğini korumaktı. Mutezilenin önde gelen alimleri Allah’ın zatını herhangi bir varlığa benzetmekten tenzih ederlerdi. Kadı Abdul cebbar, islam ile teşbihçi Hristiyanlık arasında ihtilaf noktalarının “Teslis inancı” etrafında yoğunlaştığını söyler. Allah’ın zat ve sıfat birliğine inanıyorlardı. Yüce Allah’ın Kudreti ve ilmi vardır. Zatının aynısıdır. Dolayısı ile Yüce Allah “Elimle yarattım” dediği zaman bu şu anlama gelir “Kudretim ve ilmim ile yarattım” demektir.
Allah’ın zatının şimdi ,gelecekte ve ahirette bilinen bu gözlerle görülebileceğine karşı çıkıyorlardı. Zahiren Allah’ın gözle görülebileceğini işaret eden ayetler “Müteşabih” ayetler olarak nitelemişlerdir. Bu konuda en büyük delil olarak şu ayeti gösterirler. “Gözler onu görmez, ama o gözleri görür.(Enam 103) Yüce Allah açısından her türlü mekan ,yer kaplama ve bir yönde bulunma şeklinde algılanabilecek değerlendirmeleri reddetmişlerdir.
Kuranın kadim (öncesiz,ezeli) olduğunu ileri sürtmenin Allah ile beraber bir diğer kadimin varlığına inanma anlamına geleceğini ifade etmişlerdir. Bu düşünceleri isa’yı Allah’ın ezeli kelimesi olarak görme şeklinde formüle eden Hristiyanlıkla aynı anlama geleceğini söylemişlerdir.
ADALET: Mutezilenin bir diğer adı Ashabu’l –Adl’dir. insan fiillerini kendisi yaratır. Allah sadece insana bu fiili yapabilme iradesini vermiştir. Böyle olduğu için insan kendi fiillerinde sorumlu olmuştur. Cebriyyenin insanın fiillerini yaptıkları şerri Allaha isnat etmelerini sert şekilde eleştirmişlerdir. “insan suçunu Allaha isnat edemez demişlerdir” Bu Allah’ın adalet sıfatına uymaz. insan fiillerinde özgür bırakılmıştır. Çünkü Allah şerrin kendisine isnat edilmesinden münezzehtir. Bu düşünceyle Başta Muaviye ve diğerleri bunun arkasına sığınarak saltanatlarının meşruluğunu Allaha isnat etmişlerdir.
Va’d ve vaid: Bu ilke çerçevesinde asıl tartışma Mürcie ile yapılmıştır. Şunu demişlerdir. “Allaha itaat eden cennete girer” Allah’ın bununla ilgili vaadi doğrudur. isyan eden kimse ateşe girer. Günahları yüzünden ebediyyen orda kalır. Tevbe etmesi müstesna. Bu sadece kafir kimseyi değil Fasık olanıda kapsar. Şefaat sadece müminlere olacak, fasık kimselere değil.
El-menziletu Beyn’el Menzileteyn: Bu ilke ile büyük günah işleyen kimsenin iman ile küfür arasında bir yerde olduğunu ifade etmişlerdir. Bu kişilere “fasık” denir, demişlerdir. Büyük günah işleyen kimselere kafir diyen Hariciler ile, mümin sayan Mürcie arasında orta yolu tercih etmişlerdir. Bunlar tevbe etmeden önce ölürse ebediyyen cehennemde olacağını söylemişlerdir. Ama azabı kafirlerinkinden hafif olacağını ifade etmişlerdir.
Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker: Mutezile toplumsal işleyişin sağlıklı olması için ,adaletin tesisi için her Müslümanın Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münkeri yerine getirmesini söylemişlerdir. Bu prensipleri Mutezilenin salt hayattan kopuk kelami bir hareket olmadığını ispat için yeterlidir
Ehli Hadis ekolü bu konuda onlara iftira atmaktan geri kalmadı. Bu konuda hadisler uydurdular. Kendilerine Kaderiyyeciler denilerek mahküm edildiler.” Kaderiyyeden biri ölürse ve gömülürse mezarı kazılıp bakıldığında kıblenin tersine döndüğünü görürsün” hadisi bu argümanlarını besleyen uydurma sözlerinden biridir. Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker ilkesi onların aslında sıradan felsefi ve kelami bir hareket olmadığını ,onların ne kadar devrimci ve yaşanan zulme seyirci kalmadığını muhalefet ettiğini ispat eder. Bunun için devrimi elzem görürler . Mutezilenin bu “Beş ilkesi” soyut tartışmalardan kelami sohbet ortamlarından çıkmadı. islam ümmetine ağır bedeller ödettiren bu fitne dönemi ve Emevi zulümlerinin oluşturduğu zeminde neşvünema buldu. Mutezilenin bu ilkelerinin pratiğin yani hayatın içinden şekillendiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu ilkeler sırasıyla ;
TEVHiT: Mutezilenin temel ilkelerinden biride “Tevhit” kavramıdır. Bu ilke etrafında özellikle Dehriler, Yahudiler, ve Hristiyanlarla ciddi tartışmalara giriştiler. Bu tartışmaların amacı islamın özü olan tevhit gerçeğini korumaktı. Mutezilenin önde gelen alimleri Allah’ın zatını herhangi bir varlığa benzetmekten tenzih ederlerdi. Kadı Abdul cebbar, islam ile teşbihçi Hristiyanlık arasında ihtilaf noktalarının “Teslis inancı” etrafında yoğunlaştığını söyler. Allah’ın zat ve sıfat birliğine inanıyorlardı. Yüce Allah’ın Kudreti ve ilmi vardır. Zatının aynısıdır. Dolayısı ile Yüce Allah “Elimle yarattım” dediği zaman bu şu anlama gelir “Kudretim ve ilmim ile yarattım” demektir.
Allah’ın zatının şimdi ,gelecekte ve ahirette bilinen bu gözlerle görülebileceğine karşı çıkıyorlardı. Zahiren Allah’ın gözle görülebileceğini işaret eden ayetler “Müteşabih” ayetler olarak nitelemişlerdir. Bu konuda en büyük delil olarak şu ayeti gösterirler. “Gözler onu görmez, ama o gözleri görür.(Enam 103) Yüce Allah açısından her türlü mekan ,yer kaplama ve bir yönde bulunma şeklinde algılanabilecek değerlendirmeleri reddetmişlerdir.
Kuranın kadim (öncesiz,ezeli) olduğunu ileri sürtmenin Allah ile beraber bir diğer kadimin varlığına inanma anlamına geleceğini ifade etmişlerdir. Bu düşünceleri isa’yı Allah’ın ezeli kelimesi olarak görme şeklinde formüle eden Hristiyanlıkla aynı anlama geleceğini söylemişlerdir.
ADALET: Mutezilenin bir diğer adı Ashabu’l –Adl’dir. insan fiillerini kendisi yaratır. Allah sadece insana bu fiili yapabilme iradesini vermiştir. Böyle olduğu için insan kendi fiillerinde sorumlu olmuştur. Cebriyyenin insanın fiillerini yaptıkları şerri Allaha isnat etmelerini sert şekilde eleştirmişlerdir. “insan suçunu Allaha isnat edemez demişlerdir” Bu Allah’ın adalet sıfatına uymaz. insan fiillerinde özgür bırakılmıştır. Çünkü Allah şerrin kendisine isnat edilmesinden münezzehtir. Bu düşünceyle Başta Muaviye ve diğerleri bunun arkasına sığınarak saltanatlarının meşruluğunu Allaha isnat etmişlerdir.
Va’d ve vaid: Bu ilke çerçevesinde asıl tartışma Mürcie ile yapılmıştır. Şunu demişlerdir. “Allaha itaat eden cennete girer” Allah’ın bununla ilgili vaadi doğrudur. isyan eden kimse ateşe girer. Günahları yüzünden ebediyyen orda kalır. Tevbe etmesi müstesna. Bu sadece kafir kimseyi değil Fasık olanıda kapsar. Şefaat sadece müminlere olacak, fasık kimselere değil.
El-menziletu Beyn’el Menzileteyn: Bu ilke ile büyük günah işleyen kimsenin iman ile küfür arasında bir yerde olduğunu ifade etmişlerdir. Bu kişilere “fasık” denir, demişlerdir. Büyük günah işleyen kimselere kafir diyen Hariciler ile, mümin sayan Mürcie arasında orta yolu tercih etmişlerdir. Bunlar tevbe etmeden önce ölürse ebediyyen cehennemde olacağını söylemişlerdir. Ama azabı kafirlerinkinden hafif olacağını ifade etmişlerdir.
Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münker: Mutezile toplumsal işleyişin sağlıklı olması için ,adaletin tesisi için her Müslümanın Emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i anil münkeri yerine getirmesini söylemişlerdir. Bu prensipleri Mutezilenin salt hayattan kopuk kelami bir hareket olmadığını ispat için yeterlidir
Kur’an daima akla ve akıllılara hitap eden mübarek bir kitaptır. Aklı olmayanı muhatap kabul etmez. O yüzden aklı olmayan, akıl hastası olanlar mükellef sayılmamıştır. Kur’an hiçbir şeyi düşünmeden ,tartmadan akıl süzgecinden geçirmeden doğmatik olarak kabul etmeyi hoş karşılamaz. Dolayısıyla vahyin kabul ettiği belirlediği bir akıl vardır. Birde rasyonel ve aydınlanmacı felsefesinin kabul ettiği ,kutsalla bağını koparan insan egosunu merkeze alan seküler ,modern batıcı bir akıl vardır. Bu batı aklı kutsalla insan arasındaki tüm bağları koparıp atmıştır. “islam Aklı” ise kişi ile Rabbi arasında güçlü bir bağ kuran bir işleve sahiptir. “islam Aklı” aydınlıktır. Cahiliyye aklı ise karanlıktır. “islam Aklı” insanı aydınlığa davet eder. Cahiliyye aklı ise insanı karanlığa davet eder. Vahyin belirlediği ,Rabbiyle bağını diri tutan bu akıl Kur’an-da fiil halinde kullanılır. Fiil halinde olan bu akıl Kur’an-da zihni ameller olarak geçer. Aklı olmayanında dini olmaz. Dini yarım olanın imanıda olmaz. Akletmeyenler pis çukurda değerlendirilir. Yunus Süresi 100.Ayette Rabbimiz şöyle buyurur.” Allah’ın izni olmaksızın hiç kimse için iman etme imkanı yoktur. O, akıl etmeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik yağdırır.” Ayeti bu gerçeği vurgular.
Akletmeden bir fikir sahibi olmak , gerçek bir mümin olmak mümkün değildir. Bu yüzden kur’an insanı akletmeye çağırır. Bu gerçeği bazı ayetler şöyle dile getirir; Hadid süresi 17. Ayet “ Bilin ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.” Mülk Süresi 10. Ayette ise” Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmayacaktık." Bu ayetlerden de görüldüğü gibi cehennem azabına uğramanın sebebi olarak Akletmemek olarak görülüyor.
islam tarihinde Emevilerle beraber saltanatın meşrulaştırıldığı bir süreçte Kur’an merkezli düşünen,sorgulayan vahiy ile vakıa arasında bir irtibat kuran hareketler teşekkül etmiştir. Geviş getiren zihniyetin aksine akla yaptıkları atıflarla, muhalefetleriyle ses getiren, entellektüel bir harekete dönüşen Mutezile varlığını da hatırlamak lazım. Mutezile hareketi salt bir kelam , felsefe hareketi yada bir mezhep olarak görmek yanlış olur. Tüm bunları kendi ilkelerinde barındırması doğru. Ama sadece felsefi veya akılcı olarak algılanması zaaflı bir yaklaşım olsa gerek. Oysaki Mutezile felsefe ile tamamen zıt bir yerde durur. Mutezileyi felsefecilerden ayıran en önemli etken vahye ve nakli bilgiye bağlı olmalarıydı.
MUTEZiLENiN GELENEKSEL VE MODERN iSLAM DÜŞÜNCESiNE KATKILARI:
Mutezilenin “islam Aklına” yaptıkları katkı ve tanımlar küçümsenemez. “ilmul bahs vel münazara” ile “ilmül cedel” ilimlerinin gelişmesine öncülük etmişlerdir.islam dinin kendi coğrafyasını aşıp uzak ülkelere ulaşmasına katkı sağlamışlardır. Edebiyat ve dirayet tefsirine katkı sağladılar. Zemehşarinin Keşşafı arapça gramere dayanan bir kaynak.Hatta gramer konusunda araplara meydan okumuştur. Kendi rakiplerine gösterdikleri düşünsel baskı olumlu etkiler yaratmıştır. Gazali mutezileden o kadar etkilendi ki Burhaneddin El-Bukai tarafından Mutezilenin yararına çalıştığını iddia etmiştir. Gazali batınilere karşı mücadele ederken Mutezilenin fikirlerinden yararlanmıştır. Maliki Fakihi Şatıbi etkilenenlerden biridir. El Muvafakat eserini şer’i ilimler yanında Mutezilenin kullandığı akli ilimler üzerine bina etmiştir.
Eski Mutezileli olan Eş’ari bile “ihtisanul Havz fi ilmi’l-kelam” eserinde eski mezhebinden birçok görüşü alır. Modern düşünürlerden Seyyid Ahmet Han , Seyyid Ali Mevlana, Muhammed Ali gibi Hindistanlı düşünürler kendi toplumsal sorunlara çözüm ararken mutezileden yararlanmışlardır. Yine çağımızın ihya ve inşa çabalarında bulunan düşünürlerden Muhammed Abduh, Cemalettin Efgani, Reşit Rıza gibi alimlerde Mutezileden yararlanmışlardır. 20.yy. ikinci yarısında kendini gösteren modernist akımlarda Mutezilenin etkileri görülür. Fazlur-Rahman, Hasan Hanefi M.Arkoun, Mutahhari, M.Abid El Cabiri gibi düşünürler taklidin reddinde, mezhep taassupluğundan Mutezilenin fikirlerinden yararlanmışlardır.
Sonuç olarak geçmişten günümüze muazzam bir kültür devraldık. Geleneği dışlayarak geleceği inşa ve imar edemeyiz. Bugün islam Dünyasının içinde bulunduğu fikri, siyasal, entelektüel krizleri aşmanın yolu geleneğin üzerine sünger çekmekle olmayacağı, bunun için vahiy ve aklı yani nakil ve akıl birlikteliğinin sağlanmasının elzem olduğu görülmüştür. Gelenekle bağımızı koparmadan ,devraldığımız bu muazzam kültürü vahiy süzgecinde geçirerek sahih bilgi birikiminde hikmetli bir şekilde yararlanmayı usül edinmemiz gerekecektir. Elbette Mutezileyi tüm ilkeleri ile günümüze olduğu gibi taşımak derdimize çözüm üretmeyecektir. Bunu yapmadan Mutezile ekolünü oluşturan ruhu çağa taşımak en doğrusu olacaktır. Devraldığımız bu muazzam kültür içersinde yer alan Mutezileyi okurken onu rakiplerinin penceresinde değilde tarafsız bir şekilde okumak ve anlamak gerekiyor. Bu konuda çalışmaları olan Muhammed Ammara’nın çalışmaları çok kaliteli. Kendisiyle yapılan bir röportajda şöyle diyor; “ Mutezileye ait karşımızda devasa bir arşiv kaynağı var. El sürülmemiş, bu iş sayılı birkaç kişi ile olmaz. Geniş katılımlı organizasyonlar oluşturup bu kaynakları yeni nesillere taşımak gerekir” der.
Bizden öncekiler üzerine düşeni yaptılar. iyisiyle kötüsüyle bizlere bir miras bıraktılar. Bize düşen bu mirası olduğu gibi değil ,bu mirası oluşturan dinamik ruhu çağa taşımak gerektiğidir. Üstat Seyyid Kutup bu konuda şöyle der; “Eskilerin fetvaları bizi bağlamaz ,ama Usulü bağlar.” Yine Hasan Hanefi’nin dediği “ Halef selefin hazırladığı masada durmadan tüketmekte “ sözü yabana atılmamalı. Eskinin mirasını olduğu gibi diriltmek, ruhunu ihmal etmek çağın fıkhını anlamamızı engelleyen unsurlar. Çağın sorunlarını gözetmeyen bir fıkıh dertlere şifa olmayacağı kesindir. islam Dünyasının Batı karşısında zayıf olmasının bir sebebi de dinamik bir fıkıhla ıslah ve inşa çabalarını oluşturmamasıdır. Hayri Kırbaşoğlu Hoca’nında dediği gibi ; “ Güçlü bir zihniyet değişikliği yaşanmadan sorunlarımız çözülmeyecektir.” Geçmişten devraldığımız bu muazzam ve zengin birikimi vahiy süzgecinden geçirerek hikmetli bir okumaya tabi tutmamız gerekiyor.
Rumi’nin dediği gibi ; “ Bir ayağım kur’an-da, bir ayağım alemi dolaşır.” Buna pergel metaforu da denir. Kuran ana kaynak belirlenirken kur’an dışı tüm ilmi disiplinleri kur’an-a arz ederek ayıklamak ve hikmetli bir okumaya tabi tutmak en doğru usül olsa gerek.
mutezile; islam itikadi mezheplerinden biri olup; "nas akıl ile çelişiyorsa, akıl seçilmelidir" düsturuyla özetlenebilmektedir. yani aklı, gelen ayetten üstün tutma eğilimindedir.

kendimi itikadi mezhep olarak ait gördüğüm maturidilik'e göre ise; "nas ile çelişmediği sürece aklı üstün tutma" felsefesini savunmaktadır. mukayesesini yapacak olursak, niçin bu mezhebi kendime yakın hissettiğimi şöyle açıklayabilirim: ayetlerin %80-90'ı, benim bilimsellik anlayışıma uymaktadır ve kainatta mucize diye nitelendirebileceğim olaylar bütünü, beni deizm'den ileri bir noktaya taşıyabilmektedir. yani, allah'ın varlığına, birliğine ve dünya veya kul ile olan, sınırları ayet ve peygamberlerle çizili ilişkisine bütünüyle inanıyorum. ayetleri büyük oranda akla yatkın bulma durumundayım, kalanı da yorum/tercüme veya bilgi eksikliği gibi nedenlerle merakımı uyandırıyordur ve bunun için bütünden şüphe duymam.. dolayısıyla, mutezile'nin epistemolojik üstünlük düşüncesiyle, yani mutlak bilgiye erişmişçesine aklı nas'tan üstün tutma iddiasına katılmam mümkün değildir.

maturidi mezhebinin mutezile ile uzun bir mücadele süreci vardır. maturidiliğin mutezile'ye bakış açısını detaylı olarak görmek için şu kaynağı tavsiye edebilirim: KOÇOĞLU, k.; MÂTURÎDÎ’NiN MUTEZiLEYE BAKIŞI, ANKARA ÜNiVERSiTESi SOSYAL BiLiMLER ENSTiTÜSÜ, yayınlanmış Doktora Tezi. Ankara, 2005.
islamın en akılcı ve mantıklı mezhebi. Bu yüzden genişlememesi ve ömrünü sürdürememesi için her şey yapılmıştır.

Akla müthiş önem verirler. Selefiler gibi 'sorgulama, imamların ne derse ona inan, senin aklın Kuran'a yetmez' gibi çağdışı ve barbar değillerdir.
Mu'tezilenin resmi mezhep olduğu dönem islam uygarlığının bilim ve felsefede batı medeniyetinin önüne geçtiği tek dönemdir. Osmanlı bile en parlak döneminde dahi askeri olarak büyük üstünlük sağlasa da bilim ve felsefe de batı ( roma ) medeniyetinin önüne geçememiştir. Üstünlük her zaman akıl ve mantıktadır. En önemli düsturları bir konuda tereddüte düştüğünüz zaman aklınızın sesini dinleyin der.

Edit : Mu'tezile aslında bir mezhep değil bir akımdır. islam imparatorluğunun en büyük halifesi kabul edilen harun reşit mu'tezile akımından idi.
islam'da önce cebriye mezhebi çıktı. Ona nazire olarak mutezile ortaya atıldı.