Barmen tezgahın altından tozlanmış bir viski bardağı çıkardı. içine iki şekilsiz buz atıp bardağı ağzına kadar doldurdu. Mavi Elbiseli Kadın’la göz göze gelmiş olsalardı, kesin bardağı taşırırdı. Kadın iri gözleriyle büyük büyük bakardı, yayından fırlamış kirpikleri ve biçimli dudağının kenarına doğuştan kondurulmuş gülümsemesi, barmende derin derin soluma isteği uyandırırdı. Yalnızca barmen değil, arkalarındaki masada oturan ve son beş yıldır yalnızca göbekli travestilerle sevişebilmiş, ki hiç sikilmediği için kendini şanslı saysa da birkaç geceyi pek net hatırlamıyor, kaytan bıyıklı kürt de sertleşen penisinin iktidarına boyun eğerek kafasında doğaçladığı sığ fantezilere dalardı. Artemis otuz yedi göğsüyle bereket tanrıçası oldu, diye düşünürdü, mekanın en ücra köşesinde, yanıp sönen, cızırtısı bar tezgahına kadar ulaşan bira reklamının altında oturan emekli tarih öğretmeni: Bu kadın iki göğüsüyle tüm kainata hükmedebilir. ince bir bıyığı ve çenesinde top sakalı vardı. Çenesindeki sakal boyuna kaşınıyordu ancak fiyakasını bozmamak için katlanıyordu. Profesörüm, derdi mesleği hakkında konu açabileceği her anı değerlendirerek, yeni bir tez üzerine çalışıyorum, ve şehirdeki barların zeminlerinde gıcırdayan parke sayısı gibi abuk sabuk tez başlıkları sıralardı.

Barda başka birileri olsaydı; kadın veya erkek, homoseksüel, travesti, biseksüel, aseksüel ya da bu çağda hangi yeni cinsiyet kimlikleri ortaya çıktıysa, muhtemelen benzer durumlar yaşıyor olurlardı. Çünkü kadında, toplumların ve doğanın kişiye yüklediği bütün cinsel kimlikleri yok sayan, cam çerçeve kıran, hatırlanan ve unutulmuş bütün dinlerde kutsal addedilecek bir çekicilik vardı. Ama barmen viskiyi taşırmadı, yüzüme bile bakmadan bardağı önüme koydu.

Mavi elbiseli kadına dün sabah Tarabya’da rastladım. ince sigarasından içli nefesler çekip dumanını süzdüğü martılara üfürüyordu. Kırsalda bir ilkokulun koridoruna asılmış, pastel boyayla çizilmiş bir manzara resmi kadar samimiydi. -Martıları süzdüğünden emin değilim, belki de yalnızca “bana öyle geldi”- Sert köşeli, büyük bir güneş gözlüğü takmıştı. Büyük gözleri olduğunu düşündüm, siyah camın arkasından kirpiklerini belli belirsiz seçebiliyordum. Kirpiklerin, gözlerini her kırpışında cama sürterken çıkardığı sesler. Ne yazık ki göz rengi konusunda hiçbir tahminim oluşmadı. Ne yaptıysam gözlerini dolduramadım. Bildiğim hiçbir rengi değdiremedim hayalimdeki gözlüksüz haline. Barmen görseydi tahmin ederdi belki. Kimbilir, ben, ona bu barda rastlasaydım, muhtemel gözlüksüz olurdu. Ancak bununla beraber, fon da değişecekti. Güneşli bir sahilin yerini döküntü bir ara sokak barı alacaktı. Bu durum ister istemez üzerimde bıraktığı etkiyi değişime uğratırdı. Sahilde gizemli görünen tek şey gözleriyken, barda kendisi gizemli bir şey haline dönüşürdü. Gizemin büyüklüğü arttıkça sahilde harıl harıl çalışan, her ihtimali göz önünde bulunduran beynim umutsuzlukla üşenmeye başlayacak , gizemi aydınlatma isteğim azalacaktı. Ayrıca güneş vurmadığında sıradan görünecek olan teni ve çoktan sigara kokmuş olduğunu biliyor olacağım saçları onun üstüne bu kadar titrememi engelleyebilirdi. Oysa şimdi, emniyeti açık bir tabanca gibi aklıma dayalıydı.

Yanına gidip ondan gözlüklerini çıkarmasını istemeliydim, ya da biraz daha sabırlı davranıp sıradan bir muhabbet açar, diyaloğumuz iki kişinin gölgesine sığınabileceği büyüklükte bir anlam ifade ederse, bir şeyler içmeyi teklif edebilirdim. Geriye doldurmamız gereken yalnızca bir, iki saat kalırdı. Sonra güneşin batmakta olduğunu fark eder ve gözlüklerini saçına kaldırırdı veya çıkartıp elbisesinin yakasına asardı ya da çantasına atardı. Bilmiyorum, iletişimde göz kontağının önemine inanan biriyse daha konuşmaya başlar başlamaz gözlüklerini çıkartırdı. Yeterince şanslıysak geceyi birlikte geçirirdik. Hiçbiri olmasa da şansımı denerdim. Şansımı, dört yaşlarında tombul bir erkek çocuğunun elinden tutuyor olmasaydı denerdim de. Yüz hatları ve ten rengi elinden tuttuğu kadına bu kadar benzemese, arkadaşının çocuğu olduğu ve çocuğun annesinin caddenin karşısındaki dükkandan dondurma aldığı (ve bunun gibi onlaraca olasılık daha) ihtimalini göz önünde bulundurup adımımı atardım. ihtimalleri gerçeğe yaklaştıran, onlara olan inancımızdır. Ama çocuk, mavi elbiseli kadına çok benziyordu. Ellerinin kavuştuğu noktada, geçmişle geleceği birbirine bağlayan bir ayna vardı sanki.

Eğer çocuk da güneş gözlüğü takıyor olmasaydı, rahatlıkla onun gözlerini alıp mavi elbiseli kadının gözlerine koymuş ve bu takıntıya kapılmamış olurdum. Böylece bütün normal erkekler gibi dar elbisesi nedeniyle pek de gizemli olamayan kalçalarına veya göğüslerine odaklanır, birkaç saat içinde de tamamıyla unuturdum. En iyisi, onu gözlüklerinden hiç ayırmamak. Vermek istediği mesaj unutulmuş, tamamlanmamış bir sürrealist tablo gibi/ kime yazıldığı hatırlanmayan, yarım bırakılmış ikinci yeni bir sevda şiiri gibi. Tezgahın öteki ucunda bir kutu kibrit duruyor. Umarım doludur. Bana da meşgale çıkar.
oku oku bitmeyen mavili kadindir.
(bkz: kim bu mavili kadın)
gerçekten duygulandiran, hatta üzulmemi sağlayan hikayedir. not: ilk kim okuyacak merak konusu.
herhangi bir barda, herhangi bir saatte görülebilecek kadındır. mavi elbise giymesinden başka hiç bir özelliği yoktur.
Kusura bakma kardeş ama durumumuzda vardı yine de okumadık. itlik serserilik bizimkisi diyeceğim kadındır.
(bkz: özet geç lan piç)