bugün

filme sığ bir gözle bakarsak kaybedenlerin filmi ama yönetmen burada devreye girerek bu kaybın esasında karakterlerin kazancı olduğunu vurguluyor ki bu açıdan şahane bir filmdir.
boşanma, başarısız intihar girişimi, iflas, pilot olmak isteyen elemanın sağlık sorunu ve son olarak da küçük, sevimli oyuncunun güzellik yarışmasını kaybetmesi işte bunların hepsinden bir zafer çıkıyor aslında filmde o da sanırsam insanın kendi olması ile ilgili.
kesinlikle izlenmesi gereken, başından sonuna kadar yüzünüzde bir sırıtmanın duracağı ama bu sırıtmanın film boyunca hüznü emdiğini bitince farkedeceğiniz tadı damakta kalan filmlerdendir.

--spoiler--
yarın çok eğlenicez!
--spoiler--
sahilde dayı yeğen arasında hayatın anlamıyla ilgili şöyle güzel bir diyaloğun geçtiği film.

--spoiler--
-bazen 18 yaşıma kadar uyumak istiyorum.her şeyi okulu filan atlayıp geçmek,geçip gitmek.
+marcel proust u tanıyormusun?
-öğrettiğin adam mı?
+evet,fransız yazar.tam anlamıyla bir kaybeden.hiç gerçek bir işi olamamış, karşılıksız aşkları var,homo, 20 yılını kimsenin okumadığı bir kitabı yazmak için harcamış ama shakspir den beri en iyi yazarlardan biri, neyse hayatının sonuna geldiğinde arkaya bakmış ve acı çektiği onca yılın en iyi yılları olduğuna karar vermiş çünkü o yıllar onu kendisi yapmış.mutlu olduğu yıllar boşa giden zamanlar bir şey öğretmiyor.yani 18 ine kadar uyursan kaçıracağın acıları düşün yani okul okul en acılı yılların olacak bundan daha çok acı çekemezsin.
-biliyormusun güzellik yarışmasını boş ver.hayat zaten sürekli bir güzellik yarışması. okul sonra üniversite sonra iş boş versene.ve hava kuvvetleri akademisinide boş ver.uçmak istiyorsam bir yolunu mutlaka bulurum.ne istiyorsan onu yap gerisini boş ver.
--spoiler--
alan arkin'in muhteşem performansıyla hatırlanan film. "oscar'ı da götürdün hadi" gibi hollywood yıldızlarına yakışmayan seviyesiz şakalarla evine dönmüştür.* sonuna kadar hak etmiştir oscar'ı.

--spoiler--

listen to me, this is the voice of experience. fuck a lotta women. not just one woman. a lotta women...

--spoiler--
aksiyondan uzak güzel bir hikayesi olan film. tavsiye edilir.
sade bir anlatımla "holiwuud" klişelerini kullanmayan, güzel mi güzel senaryosu ile kaliteli bir film. hoşça vakit geçirmek isteyenlere.
benim pek sevemediğim filmdir.çok basit buldum.ve eğlenceli değil kanımca.
kaybeden ama eğlenen bir ailenin öyküsü..
bir tarafta kazanan gibi görünen ama loserın önde gideni olan bir baba,diğer bir tarafta intihar etmeyi denemiş bir dayı,başka bir tarafta hedefine ulaşana kadar sessizlik andı içmiş, dokuz aydır konuşmayan, nietzsche hayranı bir ergen ve eroinman bir dede.

hikaye şöyle başlıyor;hırslı, küçük, sevimli bir çocuk güzellik yarışmasına katılmaya karar verir ve olaylar gelişir.
yolda başlarına ne gelirse gelsin umursamazlar,öylesine hedefe odaklanmışlardır ki eroinman dedenin ölümü bile bu aileyi etkilemez ve yollarına devam ederler.
ve sonunda küçük kızımız dedesinin öğrettiği danslarla yarışır ve bırakın birinci olmayı karakolluk olup bir daha güzellik yarışmasına katılması yasaklanır.
son on dakikası resmen beni kahkahalarla güldürmeye yetti.

son olarak aklımda bıraktığı en etkili cümle;intihar etmeyi deneyen frank dayının dwayn!e söylediği proust'tan bir söz:
"bize acı veren anlar en değerli anlarımızdır,bize en çok şeyi öğreten onlardır."

güzel filmdi depresyondaysanız izleyin,izlettirin.
--spoiler--
Neyi seviyosan onu yap , gerisini siktir et.
--spoiler--
içinizi sımsıcak tutacak ve size umut verecek bir film. en başta senaryosunun orjinalliği sonrasında filmin vermek istediği mesaj harika.. birşeylerin güzel olması için herkesin olmasına ya da herşeyin normal gözükmesine gerek olmadığının açık kanıtı. kazanmalıyım, kaybetmemeliyim duygusuyla ilerlemek yerine herşeyi oluruna bırakmak çok daha güzel ve eğlenceli.. işte bu yapımın vermek istediği de bu. canınız sıkıldımı açıp izlenecek türden bir film. izleyin, izletin. tavsiye ederim
Filmin sonunda kahkahalarla güldüm ya..Çok güzel bir film puanıda iyi daha ne duruyorsunuz?
battaniye altında elde kahveyle bir pazar günü izlenmesi gereken filmlerden...
eğlence dolu ve tasadan uzak bir aile filmidir. altını çizmek gerekirse tam bir aile filmidir. ve paul dano nun gelecekte ne kadar iyi bir oyuncu olacağının habercisidir. iyi oyunculuk derken neyi kastettiğimi görebileceğiniz bir film önermek gerekirse; (bkz: the good heart)
müthiş oyunculukların yanında harika senaryosuyla pırıl pırıl bir film. alan arkin'in en iyi yardımcı oyuncu oscar'ının yanında, en iyi orjinal senaryo oscar'ını da kazanmıştır.

filmde izlemekten bıkılmayacak o kadar güzel sahneler var ki, birini seçip yazmak zor.

--spoiler--

ama ilk aklıma gelenlerden biri, bozuk korna yüzünden polis çevirmesine takıldıklarında
bagajda bulunan porno dergileri, polisin gay dergisini görünce verdiği tepki, ve polisten "gidebilirsiniz"'i aldıktan sonra direksiyona dönerken gay dayıyla* minibüs'ün dışından yaptığı göz teması... steve carell'in içerden yaptığı o mazlum bakış filmin en komik yerlerinden biri.

--spoiler--
--spoiler--
dans sahnesinde pek çok seyirciyi güldürmesi o kız çocuğun o hareketleri gerçekten öğrenmesi ve kendini kalabalık içinde o şekilde göstermesi çocuk teşhirciliğinin en gizli-güzel örneklerindendir.*
--spoiler--
inanılmaz underrated bir film. kesinlikle izlenmesi gerekenlerden.
son sahnesinde aynı anda hem ağlayıp hem de katıla katıla kahkaha attığım film. tam bir boş zaman değerlendirme, kafa dinleme filmi.
vakit kaybı olmayan film. aksine insanı bir süre her şeyden uzak tutabilecek kadar neşeli, aynı zamanda da dramatik olan film.
--spoiler--
herkes normalmiş gibi davranır...
--spoiler--
stres anında izlendiğinde hayata pozitif anlamlar katan filmdir.
itörnıl adlı filmi çağrıştırdığından önyargıyla bakılması gereken filim.
2006 yapımı muhteşem muhteşem muhteşem ve muhteşem ötesi bir filmdir .

filmdeki karakter olive hooverın minibüste dayısına "sence cennet var mı , bence var " demesinden sonra sahnede büyükbabasının nerede olduğu sorulduğunda "bagajda" demesi yüzde hafif bir gülümseme , zihinde ise hafif bir tat bırakır .

ayrıca ;
"a real loser is somebody that's so afraid of not winning , they dont even try " repliğiyle hayat felsefesi edinelebilecek bir söze sahiptir .
2006 yapımı 101 dakikalık harika bir komedi/dram filmi, 7.8 imdb puanına sahip. 2 oscar ve 68 ödülü bulunan filmin bütçesi 8 milyon, gişesi 60 milyon civarıdır. Büyükbaba ve dwyne karakteri oldukça ilginç ve güzel görsel
"Gerçek kaybeden, kazanmayan değildir. Gerçek kaybeden; kaybetmekten o kadar korkar ki kazanmayı denemez bile.”
insanı bir an tatlı bir hüznün içine sokan çok güzel bir filmdir. marcel proust ile tanışmama vesile olan unutamadığım filmlerdendir.

''bize acı veren anlar en değerli anlarımızdır, bize en çok şeyi öğreten onlardır."