bugün

italyan yazar oriana fallacinin 1975 yılında yazmış olduğu etkileyici romanı *. anne karnında varolma mücadelesi veren bir bebeğe yazılmış,her satırı hayat kokan ve özellikle kadınlar tarafından mutlaka okunması gereken eser.
oriana fallaci'nin 1975 yılında yayınlanmış; çevirisi pınar kür tarafından yapılmış, 1994 yılında verso yayıncılık'tan çıkmış eseri.

fallaci romanının sunusunda,

"kuşkulanmaktan korkmayana
bıkıp usanmadan ve ölüm tehlikesine
aldırmadan nedenleri arayana
hayat verme ya da bunu geri çevirme
bilmecesini kendi kendine sorana
bu kitap bir kadın tarafından
tüm kadınlara
adanmıştır"

demektedir.

romandan, okuduğum dönemde altlarını fosforlu kalemle çizerek not aldığım, kimi satırları buraya alıntılamak isterim.

(aşk üzerine)
. .

"sanırım koskoca bir yalan bu aşk dedikleri, insanların dikkatini önemli konulardan uzaklaştırıp, fazla konuşmalarını önlemek için uydurulmuş. aşktan söz etmeyen yok: papazlar, reklam panoları, yazarlar ve de politikacılar... aralarında sevişmeyi bilenler de var elbet. aşktan söz ederken, aşkı her derde deva bir çare olarak sunarken gövdeye de ruha da ihanet ediyorlar, her ikisini de yaralıyor, öldürüyorlar."
. .

"sonunda aradığım tanımı buldum, çocuk. kadınla erkek arasında aşk dedikleri bir mevsim. ve bu mevsim çiçeklenme döneminde nasıl bir yeşillikler şöleniyse, solma döneminde de bir yığın çürüyen yapraktan başka bir şey değil."
. .

(aile üzerine)
. .

"aile kavramına inanmıyorum ben. aile, kişileri daha iyi denetlemek, onların kurallara, efsanelere bağlılıklarını daha iyi sömürmek için, bu dünyayı kim örgütlemişse onun tarafından uydurulmuş bir yalan. yalnız olduğumuzda daha kolay başkaldırırız, başkalarıyla birlikteysek daha kolay uzlaşırız düzenle. başkaldırıyı göze alamayan bir dizgenin borazanından başka bir şey değil aile ve kutsallığı palavranın büyüğü. aynı adı taşımaya, aynı çatı altında yaşamaya zorunlu kılınmış, çoğu kez birbirinden nefret eden bir kadın, erkek ve çocuklar kümesi hepsi hepsi. ama gene de pişmanlık var, ağlar var, en korkunç fırtına karşısında bile eğilmeyen ağaçlar gibi içimize kök salmış, açlık ve susuzluk kadar kaçınılmaz bir şeyler... tüm iradenle, mantığınla, ne denli savaşırsan savaş bunlardan kurtulamazsın. onları unuttuğunu bile sanabilirsin, ne ki günün birinde yeniden çıkarlar karşına, acımasızca ve karşı koyamayacağın biçimde ve herhangi bir celladınkinden daha sıkı yağlı bir ip geçirirler boynuna. ve seni boğarlar."
. .

(hayat üzerine)
. .

"yaşam öylesine güç bir çaba ki, çocuk. her gün yeni baştan başlayan bir savaş; mutluluk anları ise kısacık ayraçlar, sonradan bedelleri acıyla, fazlasıyla ödenen..."
. .

"eşitlik, tıpkı özgürlük gibi ancak senin şimdi olduğun yerde var. yalnızca döl yatağında birer yumurtayken eşitiz hepimiz. sen ki orada yaşıyor, kimseye hizmet etmiyorsun, bütün bu adaletsizlikleri öğrenmenin zamanı geldi mi gerçekten?"
. .

"gerçeklerin en korkuncunu görmedin daha; dünya değişir ve hep aynı kalır."
romanda arkadaşını hiç insancıl bulmadım , rahime şiş sokmak nedir ya ? onun dışında ''.yaşamın ne sana, ne de bana gereksinmesi var... sen öldün, ben de ölüyorum. ama hiç önemli değil, çünkü yaşam ölmez..." cümlesini okurken biraz içlendiğim kitaptır.