bugün

Rus bir beyin cerrahıyla yine Rus bir astronot din konusunda tartışıyorlardı. Beyin cerrahı dindar, astronotsa dindar bir kişi değildi. “Uzayda çok dolaştım” diye övünerek konuştu astronot, “ama ne Tanrı’yı gördüm ne de meleklerini!” Cerrah cevap verdi: “Ben de çok zeki beyinler ameliyat ettim, ama tek bir düşünce görmedim!”

"sofi'nin dünyası" isimli güzide kitaptan.
hayat, ölene kadar hissedilen zevklerden, çekilen acılar çıkarıldığı zaman geriye kalandır.
hayat = zevk - acı.
sonuç pozitifse yaşamışsındır hayatı. negatifse ölmüşsündür doğduğun gün. tabii birde sıfır ihtimali var. bu durumda ise zamanın yetmemiştir hayatı anlamaya. erken ayrılmışsındır partiden, göremeden sonunu…
sorular çinliler gibi. milyarın üstünde.
Tiyatro bitti. Beklemeye lüzum görmüyorum.

insanlar, babalarıyla analarının dağ gibi ümitleriyle dünyaya geldikten sonra denizler gibi ümitsizlikler içinde boğularak kaybolup gidiyorlardı.

Ruh adam ( hüseyin nihal atsız )
görsel
Bazı kadınların tek süsü gülüşüdür. En süslü kadınlar da onlardır. Bir kere giydiler mi o gülüşü; evden en erken çıkan kadın olurlar. Hiç bekletmezler. Başka süse ihtiyaç duyanlar, sırf bir gülüşü yetiştiremedi diye ıskalarlar zaten. Kaçırırlar. bir gülüşü giymek zordur; yakıştırmak da. Bütün bir ömür ruhunun karşısında, gülüşünü ne ile giyeceğini düşünür durursun. Hangi göz göze geliş yanına yakışır en çok? Hangi el ele tutuş? Hangi başarı? Hangi sebep? Hangi hüzünlü bakışınla en çok acıtır? Her kadına da yakışmaz öyle. Kendilerine yakışan bir gülüş bulamadıkları için kalıcı rujlar, kaşlar, gözler bile çizer kimileri.

Bir gülüşü giymek zordur; yakıştırmak da. Seneye de giyemezsiniz bir sözle küçülüverir hemen. Güzel gülen kadınların başka süse ihtiyacı yoktur.

Gözümü kitabın sayfasından ayırıp hemen arkasında beliren iki sonbahar renkli ayakkabıya odaklandım. Yaşı en fazla 19 olan bir kızın, numarası en fazla 37 olan ayakkabılarına bakıyordum. Kulağımın duyduğu kadarıyla dünyanın en boktan gününü geçirmiş bir “of” çekiyordu. Üçüncü of’undan sonra “hayırdır” dememek için yeniden kitaba odaklandım. Çok geçmeden “vapurda sigara içebilir miyim?” dedi. Gözlerimi kitaptan ayırıp henüz önünden geçtiğimiz Haydarpaşa’ya baktım. Sonra camdaki yansımasına odaklanıp “sigara içtiğini bilmiyordum” dedim. Güldü. Gülüşünün güzelliğini yansımasının hemen arkasındaki Haydarpaşa Garı’na yorarak kitaba yeniden döndüm. Anlaşılan diyalog henüz bitmemişti. “Sigaranız var mı?” dedi. “Abartmıyor musun?” diyen gözlerle yüzüne baktım. Abartıyordu. Ya o abartıyordu ya da O’na o ana kadar gördüğüm en güzel gözleri veren her kimse. Gözlerim gözlerinin içinden geçip arkasına güneşi almış istanbul’u görebiliyordu. Geri döndüğümde “…şu an çok ihtiyacım var buna sanırım” dediği cümlenin sonuna yetişebildim. “Sigara kullanmadığımı biliyorsun” dedim, “Sevmediğimi de. Seni artık tanıyamıyorum!” Cümlem bittiğinde yeniden kitabın sayfalarına bakıyordum. Güldüğünü görmek için bakmak gerekmiyordu. Hiçbir yoklamada orda olduğunu söylemesine gerek yoktu. Bir süre sayfalara baktım. Şuursuzca, bir sayfanın başından bir sayfanın sonundan, rastgele cümleleri okuyordum. Camdaki yansımam bile benle aynı anda aynı hareketleri yapamıyordu.

Sonbahar rengi ayakkabılarının içinde içe dönmüş ayakları stresli voltalar atıyordu. “Afedersiniz. Sigara kullanmadığınızı bilmiyordum ve rahatsız ettim” dedi. “Etrafa baktım ve en zararsız insanın siz olacağınızı düşündüm.” Sanırım “siz” derken yansımamdan bahsediyor diyerek cama baktım. Yanımda değildi. Yansımam çoktan karşı koltuğa geçmişti. Doğrusu benle ilgili bu kanıya nerden vardığını merak etsem de, sadece sandığı bir şeydir ve gerçekleri kaldıramaz, gider diye sesimi çıkarmadım.

“Merak ettiğini biliyorum, etrafına bak” dedi. Baktım. iki koltuk önümüzde oturan amcaya baktım. Bıyıklarının ortası sararmıştı. Sigara istemek için doğru seçim gibiydi. Üstelik çay içiyor, sade gömlekle biraz üşümüş gibi. hemen ilersindeki mini şortlu genç kız; arkamdaki, erkeğin ceketini kadına verdiği çift ve bir çift daha… “Hepsinin ortak noktası ne biliyor musun?” dedi, bilemedim. “Üşüyorlar. Sizse kat kat giyinmişsiniz! Gördüğünüz ilk bulutta tezcanlı gibi kışı getirmişsiniz. Soğuğu seviyorsunuz ama üşümeyi değil. O yüzden… afedersiniz kafanızı şişirdim” diye bitirdi ya da henüz başlıyordu tam da.

“Akşam serin oluyor ama aslında. Peki senin neyin var?” dedim. “Sadece mutsuzum. Sadece mutsuz..” diye tekrarladı. “Biliyorum, akşam akşam kim bu sonbahar ayakkabılı, gözleri başka hiçbir gözle bir tutulmaması için en az iki özel ismi hak eden, gülüşünü yansımasının bile kıskandığı kız diyorsunuz” dedi.

irkildim.

“Lütfen bana ‘sun’ de” dedim. Güldü. Gözleri kısıldı. Gözlerim gamzelerine takıldı. Gözleri aktıkça dolacak küçük suni göletlerdi. Hani biri çıkıp milli park ilan etse şiiri yazılır, şarkısı yapılır, cover’ı yapılır, her yerde çalınır, herkes bıksa, gündemden düşse de yine sadece ben dinlesem diye beklenir… bir süre baktım. O da bunu fark etti. Fark ettiği için belki, gamze gamze bir gülü, cömertçe vermeye devam etti ben de konuşmaya: “ama bunlar benim cümlelerim!”

“Tabi ki” dedi, “bütün bunları sen yazdın zaten.”

Ayakkabılarına baktım. Sonbahar gelmişti. Vapur yanaşırken üşüdüm.
"savaşın güç, kuvvet ve cephane işi olduğunu düşünenler budaladır. hayır, savaş bunların hiç biri değildir; akıldır."

osman/ikinci kitap: savaş/sayfa 389/epsilon yayınları/beyazıt akman.
görsel
"... kahramanımız yağmurdan korunmak için rashomon tapınağına gidip oturdu. Gerçi yağmur yağmasa bile kahramanımızın yapacağı bir şey, gideceği bir yer yoktu ya." R.akutagava
"muazzezin varlığı yusuf için büyük boşlukları dolduracak mahiyette değildi, fakat onun yokluğu müthişti. onun bu kadar sebepsiz yere, bu kadar insafsızca yusuf'un hayatından koparılması çıldırtacak kadar acı idi. hayatında asıl aradığı şeyin muazzez olmadığını biliyordu, fakat muazzez olmadan bunu aramaya muktedir olamayacağını sanıyordu."

(bkz: kuyucaklı yusuf)
"ben hiçbir erkeğin elma yerken "bu elma ne güzel" dediğini duymadım. Siz ufak tefek şeylere takılmadan amacınıza doğru yürürsünüz."
"Kendime not: Gülümse, mutlu görün ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam et."

U. Johnson.
görsel
Kitaptan soğuttunuz. Çöp bunlar aq.
Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı.
(bkz: franz kafka)
(bkz: aforizmalar)
Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki?

Kafka.
'' hayatının geri kalanını şekerli su satarak mı geçirmek istiyorsun , yoksa dünyayı değiştirme fırsatına sahip olmak mı ? ''

(bkz: steve jobs)
Her bir başarı başarısızlığın,
Ün, gözden düşmenin başlangıcıdır.
görsel
"sakın kimseye bir şey anlatmayın, herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra"
Kitap alıntısı değil dergi alıntısı...idare edin canlar.

görsel
Belki bir tür özgürlüğe sahipsin, başparmağını nasıl istersen öyle oynatırsın. Ama başparmağın ancak kendi doğasına göre hareket edebilir. Elinden ayrılıp odanın içinde oraya buraya konamaz. Bunun gibi sen de bütünün içinde kendi yerine sahipsin çocuğum. Sen Sofie'sin, ama aynı zamanda Tanrı'nın bedenindeki bir parmaksın.

(bkz: sofie nin dünyası)
iyi birisin değişmezsin sen derdin bana hatırladın mı? Evet ben değişmezdim seni dünyalara değişmezdim.. -Kendi Kitabımdan.
bildik odalar, karşılamaya çıkanların sevinç çığlıkları, çocuk koşuşturmaları, sonra yatıştırıcı,usul usul konuşmalarla, bunlara eşlik eden ve çektiği bütün sıkıntıları, üzüntüleri anında yok eden ateşli öpüşler karşılar onu burada. dönüp geleceği böyle bir yuvaya sahip olan aile babası mutludur! ama vay bekar adamın haline.

gogol- ölü canlar.
güzellik zekadan üstündür çünkü ispata gerek duymaz.

-oscar wilde - dorian gray'in tablosu
Bir insan kendini ne kadar sınırlarsa, öte yandan sonsuza o kadar yakın olur; işte böyle görünüşte dünyadan kopuk yaşayanlar, özel yapıları içinde bir karınca gibi, dünyanın tuhaf ve eşi benzeri olmayan bir maketini kurarlar. (bkz: stefan zweig) (bkz: satranç)