osmanlı donanmasında orta sınıf bir cins savaş gemisi..
sultan ahmet'ın asagısında, sarayburnundan az ılerde bır semt. küçük ayasofya felan hemen ordadır.
ilköğretim okulunda 8 yılını geçirdiğim sevimli semt. serserileri ve çingeneleriyle meşhurdur. her evin altında altın kase çıkma ihtimali vardır, bir de seda sayan gibi öpönemli bir şahşiyet buralardan yükselmiştir. ayrıca ahırkapı, yenikapı, sultanahmet gibi semtlere komşuluğu vardır.
Eskiden * gebze'de bulunan ve bugunün ünlü olmuş Karadeniz'li türkücülerin sahne aldığı güzel mekan.

(bkz: Kadırga Restaurant)
kadirga havuzlu kiraathane , küçük ayasofya, eski sevgilinin evi gibi nadide mekanlara ev sahipliği yapan , son 20 yılı için sanıldığı gibi kabadayılar barındırmayan eminönü ilçesine bağlı bir istanbul semti..
istanbulda bir devlet yurdu.
kocaeli/gebze'de istanbul istikameti üzerinde yer alan, işletmesini karadenizlilerin yaptıgı eglence mekanı.ismail türüt, hülya dogan gibi sarkıcılar sahne alıyordu en son.
sokaklarinda filmlere ozgu bir sahne olan ellerinde orguler, etraflarinda sumuklu cocuklari olan hanim teyzelerin oturup hem mahalle dedikodusu yaptigi hem de gecen turistleri suzdugu istanbul semti.
assos'ta bulunan koyun adı.
geleneksel şenliklere sahip bir trabzon yaylası.
(bkz: kadırga yurdu)
buharli gemilerden once akdeniz ulkeleri tarafindan kullanilmis, hafif, az su ceken, dar, uzun ve alcak bordali, kic taraflari bas tarafindan yuksek, kurekle veya yelkenle seyir yapan, manevra kabiliyetleri yuksek harp tekneleridir.
içinedn çınar geçen! çınaraltı isimli tarihi bir kavesi bulunan eski semt.
içinde kaybolabileceğiniz, yolunuzu nereden çıkaracağı belli olmayan bir murathan mungan şiiri.

senelerce, senelerce evveldi;
bir deniz ülkesinde... ve belki de
birbirine aktardığım defterlerin hepsinde
bu şiir vardı:
senelerce, senelerce sene evveldi;
biz seninle orada, o deniz ülkesinde tanıştık
uzak denizler, uzak yakınlıklar içinde
bir kadırgada iki korsan
tarih, yarın, ütopya dolu sandıklar arasında
birbirimizi yaralarımızdan tanıdık
dışı korsan, içi iç denizlerde yaşayan çocuklardık
konuşamadıklarımız bir bulut kalınlığında
duruyordu aramızda
oysa konuşsak, ya da dokunsak birbirimize
çekip gidecekti içimizdeki o korkunç noksanlık
batık gemilerin deniz diplerini saran
umutsuzluğu vurmuştu yüzüme
birbirimizden ve aşkın keşfedilmemiş gizlerinden ürküyorduk
bir definenin ikiye paylaştırılmış haritasında bilmeden
birbirimize doğru ilerliyorduk
kara görünmüyordu yokluğumuzda
kara çok uzakta
sahiller millerce
uzaktaydı birbirimizin yokluğunda
neyimiz vardı öfkeli bir gençlikten
mağrur inceliklerimizden
ve geceler boyu kısık yıldızlar altında anlatılan
ihanetlerin kara bilgisinden başka
biliyorduk geldiğimiz yer atlantis
o yitik ütopya
gittiğimiz yer de ora
senelerce, senelerce sene evveldi;
sen yoktun
ben de yoktum
hayır bitmemişti
bu aşk başladığında
bizi yola çıkaran ne varsa
yol üzerindedir,
öyledir sanıyorduk
geleceği seçmeye çalışıyordu kısık gözlerimiz
adasız denizlerin ufkunda
bilge ve hırsız
çocuk ve katil
ölüm ve oğul
oluyorduk.
denizler, meydanlar, kavgalar ortasında
fırtına bilgisi yoklarken
çözülmemiş zamanların altın bilmecelerini
bir daha hiç çıkamadık daldığımız karanlıktan
kara ruhların büyük bayramlarından sonra
aşk giz tutmuş tuğra
aşk 1998
bir yıldır yoldayız
aşkımız sağlam sularda
aşk 1998
gideceğimiz yer atlantis
o ütopya sıla
ayrılsak bile biliyoruz
başka bir anlamda
senelerce, senelerce sonra
sağlam, ödeşmiş, mutlu aşıklar için
bir randevudur
aynı yolculukta kadırga
aşk 1992
ayrılık 1992
şimdi biliyor muyuz
gömülüp gideni batıklarda
kaç kıyıdan toplanmış taşlarla
batıyordu dibe
şarap fıçılarıyla, zeytin dallarıyla
yarım kalmış bir gravürde
yelkenleri sönen kadırga
batıyordu
sarışın hurmalar, gümüş paralar
uzak otlar, ipek topları, amber kokularıyla
çıkmamak üzere bir daha
bir başka mürekkebin kıyılarına
daldığımız solgun gravürden
birbirimize baktığımızda
diriliyordu deniz diplerinde
boğulmuş beyaz kentlerden
geçilen yolculuk
aynı takım yıldızların altında
dünyaya gelen aşkların benzerliği gibi
başka çağları haber verir kimi denizler
yoksa nerden çıkardı bu rüzgar
bu zeytin dalları, baş döndüren şarabın kokusu
ağzımızdaki bu hurma tadı
ipeğine uzandığım bu amber nerden
yüreğimdeki dövme çok eski bir gravürden
buluşuyordu sessizliğimiz
okuduğumuz sayfaların derinliğinde.
ne zaman sussak,
aramızdan geçerdi hayalet gemileri.
karşılıklı kıyılarda,
aynı denize bakan
iki koltuk, iki lamba, iki ay...
aynı pencerenin derinleştirdiği gecede,
gemilerin ıslığını dinlerdik.
tek bir söz bile etmeden konuşurduk saatlerce.
kapkara hayalet gemileri geçerdi
geçmişten gelen,
sessizliğin yarattığı sis içinde.
kapkara hayalet gemileri
geçerdi gözlerimizin önünden,
gecenin içinden,
yeniden döndüğümüz sayfaların derinliklerinde.
dilsiz kırılganlığıyla dip iklimi
yüzeydeki çalkantılarını unuttururdu
gömüldüğümüz denizin.
som bir bütünlük içindeydik
koltuk, lamba, kitap...
sayfasını kapatırken
kahramanı olduğumuz şiirin.
ay sönerdi penceremizde.
hayalet gemileri geçerdi,
uykularımızın içinden
uzun denizlerde yorulmazdı gözlerimiz.
birbirimizin güneşine baktıkça,
en yeni yerlerimizi birbirimize borçlandık.
çünkü aşıktık, kararlıydık, haklıydık...
bir denize kaç dalga sığarsa,
işte o kadar.
güz denizini ayıran halatlar,
yaz denizinden geniş melankolisi.
ıssız bir adaya düşecek olsan
hangi şiirleri alırdın yanına?
hangi mevsimleri, ikindileri?
çarşafını değiştir sevgilim denizin.
tropikal yaprakların, ayın
yüzüne düşen perçemleri kaldır.
hafızandan bütün lekeleri sil.
alışmak çürütür gövdenin derinliğini
hangi denizi seçtiysen o türlü
varlığın kıstırıldığı seyir defteri,
yaz denizini güz denizinden
ayıran halatlar gibi,
çözülür adaların dağınık belleğinden.
savat gece...
çakıllarda şarkısı.
ay ışığıyla ayrılır denizin ipeği ikiye yalınlığın vurgununda çözülen
derinlik...
gövdenin uykulu tarihi.
aydınlanır karasına vurduğu sahilde
avucunda tenimin taçyaprakları
kalbimde kalabalık yeminler
vahşiyim
vahşiyiz
bu defne günlerinde
çıplaklığımızda
dağlıyoruz
birbirimizi.
gökle karışıyor tenimiz
kumun zamanlarıyla
suyun yeniden elde edilmesi
bulutun dumanı
yağmurun kırbacı
sevişmek için değil.
yaprağın buharıyla sevişmek için değil
yaşamak içindir çıplaklığın önemi.
tanımlara zorlanmış itiraflardan
firar edeyor
gövdelerimiz.
bir ejderha uyuyor ay ışığında
ay ışığında uyuyoruz ilk defa
kendiliğinden yolunu bulan
hayvanlar gibi
ateş, hava, su, toprak ve aşk
birbirimize çıkıyor her defasında
kendiliğinden yolunu bulan
birbirimizin kollarındaki
ejderha.
gecenin bütün burçları
inmişti sahile
ürperen kumların üzerine
hiç görmedikleri bir sabah gibi
bakıyorlardı yüzümüze.
gecenin göğsümüzde unuttuğu
bir avuç ay ışığı,
senin göğsünde bıraktığım
en derin uykumdu.
orada kaldım.
orada kaldı.
ne kadar tutkunduk birbirimize
ufuk daralırdı tenimizin yankısında
o kaçak sahil köyü, kadırga
şimdi iki ayrı yaz kaldı bize
birlikte geçirdiğimiz o büyük yazdan
solak defterlerde uğru
erkek denizlerde mitoloji
korsan haritalarında define kalbim
bir senden birçok aşk edindi
zamanı bizden ayrı parlayan bir şeydi
kanımda kımıldayan tutku
gecenin sözleşmesindeki mürekkep
her şeyi aşka ve ateşe dönüştüren
derin bir ayindi.
sen gittin,
buluştuğumuz körfezler şimdi başka denizlerin çekiminde.
sen gittin,
ama doksan dokuz adın kaldı kalbimde.
ne kadar gitsen de uzağa
vücudumda dolaşıyor zincirin.
kurduğun bütün tuzakları
tapınak bildim.
tenim çöl, tenim çöl, tenim çöl
bedenimi incide bırakıp
çekip giderim
çekip giderim
giderim
tenim çöl,
aysberg tül.
ne zaman dondu pusula?
ne zaman geldik bu iklime?
aramızdaki siste kaybolmuş
buzkıran gemiler,
kaybolmuş kelimeler.
sen yoksun,
ben de yokum.
kutuplar kadar yalnızız ikimiz de.
rüyamızı emenet etmedik,
hiç uyumadık sığda.
ölümün uykusuna güvenir gibi
bırakırdık kendimizi,
birbirimizin düşlerinin yastığına.
aşktı bu, beraberlikti
yol arkadaşlığıydı.
ve daha binlerce kelime.
aşk bitmiyor bitmeden
denizi tükenmemiş kadırga.
bir çifte vav yokuşundan aşağı
doksan dokuz adımın
en güzeli sevgilim
yeniden bulmanın suları
denizi geçenlerin adımlarından sonra
taş kadar kör
taşbaskısı gravür
diri mürekkep
kör aşk, kör levha
büyük bir fırtınada
yıkanmış aydınlığıyla
iniyor hat
güvercin dönüyor
bir dal zeytinle
aşk bitmiyor bitmeden
tükenmemiş deniziyle
masalına dönüyor kadırga
bir türkü
meyve bile dalına güvenir
meyve kadar hükmüm yok imiş
bir dize,
denizim ben batık aşklarla dolu.
bir fotoğraf,
şiirde görünmüyor.
ve görünmeyen nice ayrıntı
kimbilir ne zaman kendini yazmaya başlamış
başka şiirlere taşmış
taşırmış içindekileri
seyir defterinin kazalara uğradığı kadırga
yeni dalgalarla yamıyor
yarıldığı denizi
gönderinden ithafını kazandığı gibi
tarihi
gönderme yaptığı başka denizler yarattı kendi kimi zaman başka şiirlerin gövdelerinde
denize açılarak sürdürdü, sürdürüyor kendini
duruyor yürekteki define, korsanlar yaşlandı
deniz zamansız
ne sen, ne ben, ne şu mavi deniz
ne de meali anlamayan diğerleri
senelerce, senelerce evveldi
senelerce senelerce evvel bir sonraki.
yenikapıda yapılan marmaray çalışmaları kapsamında eskiden liman olan yerde gün yüzüne çıkan tarihi gemilerin sınıfı. misal; kadırga sınıfı öyle bir sınıf varsa. *
hem yelken hem kürekle yol alan, özellikle akdeniz'de kullanılmış savaş gemisine verilen addır.
istanbul'un göbeğindeki utanç mahallesi. eğitimsiz insanların doluştuğu varoş. evet.
yunanca ''katergon'' kelimesinden türemiş olup donanmada kullanılan kürekli gemi anlamına gelir.
Şu an ibretlik bir mafya türü Cüneyt Arkın filmi yayınlayan tv kanalı.
Bir Osmanlı Kadırgası, 1700'ler.
görsel
Osmanlının girit savaşına kadar kullandığı kürekli gemiler

görsel

Osmanlı denizcilik tarihinde kadırgaların hâkim olduğu birinci döneme, özellikle Osmanlı gemi teknolojisine, kendi bilgi ve becerilerini ilave eden Barbaros Hayreddin Paşa damgasını vurdu. Barbaros, kadırgaların en etkili savaş gemileri olduğu kanaatindeydi.

Çünkü yelkenli büyük gemiler rüzgârlı hava­larda daha hızlı yol alsalar bile Akdeniz’de yaz mevsiminin uzun sürmesi ve bu aylarda havanın durgun gitmesi sebebiyle uzun bir süre bu gemiler adeta hareketsiz kalıyordu. Yine bu gemiler, kürek ağırlıklı kadırgalar gibi koylarda ve küçük li­manlarda kullanılmaya elverişli değildi. Bu sebeple XVII. yüzyılın sonlarına ka­dar Osmanlı donanmasının bel kemiğini kadırga sınıfı gemiler oluşturdu.
iki kadırga kalyona saldırıyor ⚓️

görsel