Yanlışlanamayacak tespitler yapan şahıs. Bakış açısı kendini diğerlerinden bambaşka bir konuma koyuyor. Değindiği konular, yaklaşım tarzı. Hiç duymayan birine okutsanız şu anda yaşayan biri olduğunu düşünür öyle ileri görüşlü biri. Çevirileri çok sıkıntılı belki de ana metnin karmaşasından ancak bu kadar olabilmiştir. Her okuyuşta farklı anlamlar çıkarabilirsiniz bu da başta yazdığım yanlışlanamayacak tespitler kullanmasından ötürü. Simülasyon kitabındaki Apocalypse Now hakkındaki bölüm yazılmış en iyi film eleştirisi olabilir.
Kendisiyle tanıştığımda (eserleri) buhran dehlizine sürüklemişti beni,bu postmodernite illeti genel olarak bu hale getiriyor insanı.
Sanat ve kandırmanın sahip oldukları bir sır varsa o da
budur. Sanat, aynı anda iki ayrı anlama sahip olabilme - hem çağdaş sanat hem de klasik sanat
bu özelliğe sahiptir- dolayısıyla iki ayrı strateji güdebilme gibi bir özelliğe sahiptir. Bu
özelliklerden biri dünyaya ve gerçekliğe ait tüm izleri yok etme içtepisi, diğeriyse sanatın
dünyaya ve gerçekliğe ait izleri yok etmesini engelleme içtepisidir. Michaux’nun sözleriyle
ifade edecek olursak sanatçı: “ Tüm gücüyle dünyada iz bırakmama gibi temel bir içtepiye
karşı direnen kişidir”.
Sanat artık imge düşmanı (ikonoklast) bir şeye dönüşmüştür. Modern imge düşmanlığı
kendini imgeleri yok etme şeklinde değil, sınırsız sayıda bomboş, üstünde görülebilecek
hiçbir şey olmayan imgeler üretmek şeklinde göstermektedir.
Bunlar sözcüğün gerçek anlamında geride iz bırakmayan imgelerdir. Estetik açıdan
üstünde bile durmaya değmeyecek şeyler olmakla birlikte kaybolup giden bir şeyleri
anımsattıkları söylenebilir. Bir sırları varsa o da budur. Simülasyon işte böyle bir sırra
sahiptir. Gerçek dünya simülasyonun başladığı yerde bitmekle kalmayıp bu aşamadan sonra
gerçek dünya
hakkında soru sormanın da bir anlamı kalmamaktadır.
Biraz kafa yorulduğunda Bizanslı ikonoklastların da (ikonlardan nefret edenler ) aynı
sorundan muzdarip oldukları görülmektedir. ikonolatrlar (ikonlara tapanlar) zeki insanlar olup
Tanrı’yı şanına yakışır bir şekilde temsil eden resimler yaptıkları iddiasındaydılar. Oysa
yaptıkları Tanrı’yı simüle eden resimler, gerçekte onun varlığı konusunda yapılan
tartışmaların göz ardı edilmesine hizmet ediyorlardı. Üretilen her Tanrı imgesi onun varlığının
sorgulanmasını engellemek amacıyla uydurulmuş bir bahaneye benziyordu. Aslında her imge
Tanrı diye bir varlığın olmadığını göstermeye yarıyordu. Tanrının ölmüş olduğunu değil,
ortadan kaybolmuş olduğunu yani ortada yanıtlanması gereken bir soru olmadığını
göstermeye yarıyordu. Tanrının varlığı yada yokluğu gibi bir sorun simülasyon yöntemiyle bir
çözüme kavuşturulmuştu.
Ama burada Tanrının imgelerin arkasına gizlenerek ortadan kaybolma gibi bir strateji
güttüğü de söylenebilir. imgelerin varlığından yararlanan Tanrı, geride iz bırakmama
içtepisine boyun eğerek ortadan kaybolmuş olabilir. Böylelikle de kehanetin gerçekleştiği
yani bir simülasyon dünyasında daha doğrusu göstergenin en önemli işlevinin bir yandan
gerçekliğin ortadan kaybolmasını sağlamak, diğer yandan da ortadan kaybolduğunu gizlemek
olduğu bir dünyada yaşadığımız söylenebilir. Sanatın da bundan başka bir şey yapmadığı
söylenebilir

çok başarılı gibi duran ikna edici bir yazı. ama biraz deşildiğinde eleştirdiği her şeyi içinde barındıran da bir yazı. bence baudrillard da döneminde eleşirdiği her şey gibi bir düzenbazdı. zira karşıt söylemin beden bulduğu ilah başka türlü varolamazdı. eleştirisinin ortadan kaybolamayacak olması bunun kanıtı.
eserlerinde tüm dünyanın bir kurgu olduğunu, medyanın ve ana akımların hepsinin bu kurgudan uyanmamamızı kendilerine görev biçtiklerini, insanların köleleştirildiğini ve kurgulanmış bir yerdeyken bunun farkında olamadıklarını yazmıştır.

benim en çok ilgimi çeken eserlerinden biri olan amerika adlı eserinde çok iyi bir gözlemleme ile amerika-avrupa karşılaştırması yapar. 1993 yılında gittiği amerika'da tahlilleriyle amerikanın gerçek yüzünü ortaya koyar. mesela, amerikan demokrasisi'nden bahsederken, avrupa’nın nice kıyım ve yıkımın ardından vardığı demokrasiyi, amerika’nın şıp diye benimseyip içselleştirdiğini söyler. disneyland ve hollywood hakkında söyledikleri de dikkat çekicidir.

özellikle de amerika’daki kozmolit yapıya odaklanır… ayrıca los angeles ile new york arasında da karşılaştırmalarda bulunur. los angeles yataylıklar kenti, new york dikeylikler kentidir… daha sonra seminer için geldiği türkiye'de istanbul hakkında da şöyle der;

"istanbul, jeolojik olarak da pek çok uygarlığın, kültürün dibe çökmesiyle oluşmuş bir tortu kenti. amerikan kentlerinde yukarı, istanbul'da ise derine doğru bir dikeylik söz konusu. aynı şey roma için de söylenebilir. ama rio ya da new york gibi kentler için geçerli değil. istanbul, new york'un aynadaki yansıması gibi. belki psikolojik, bilinçaltı değil ama, bir tür derin zamansallık anlamında, düşler biçiminde de olsa kendini hissettiren tüm o fosil kültürlerden yayılan bir sızıntı söz konusu."
Sessiz yığınların gölgesinde kitabında, kitle kavramı üzerinden, iktidar ve yönetilenler/halk/kitleler ilişkilerini açıklamak ister. Toplumda kitleler vardır, iktidar sürekli kitleleri dürter ve onları kodlamaya çalışır. Bunun için de anletler, kamuoyu yoklamaları, sosyal ağlar, medya gibi çeşitli aygıtlar kullanır. Sondaj yapar ve kitleleri belirlemeye çalışır. Çünkü belirlenemeyen, "anonim" kitleleler iktidar için bir hamam böceği gibidir. Gözünü korkutur ve nereden çıkacağı bilinemezdir. iktidar, hamam böceğini ezmek ister, bunun için hamam böceğinin durağan bir anını bekler. Baudrillard doğrudan bundan söz etmiyor. Ben bağlantı kurdum.
Michel Foucault ile birlikte 20 ve 21.yüzyılı derin etkilemiş fransız düşünür. simülasyon kuramı bugünün kitle iletişim ve reklam sistematiğinin temeli olarak kabul edilmektedir.
"bir varmış, bir yokmuş... bir zamanlar kıtlık içinde yaşayan bir adam varmış. birçok serüvenden ve ekonomi bilimine uzun bir yolculuktan sonra, adam bolluk toplumuyla karşılaşmış. birbirleriyle evlenmişler ve bir sürü gereksinimleri olmuş."
çağın ötesinde bir düşünürdür. simülasyon kuramı ile tanınır. simülakrlar ve simülasyon kitabında; iletişim, sinema, medya, reklam, bilimkurgu alanlarında gerçek ve hakikat düzeneklerinin birbirleriyle nasıl yer değiştirdiğini çarpıcı bir dille anlatmaktadır.

okunacak diğer kitapları arasında da; (bkz: SiMGESEL DEĞiŞ TOKUŞ VE ÖLÜM) vardır.
der ki; "Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz.
Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz.
Artık ne istediğimizi bilmiyoruz, ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz.
Ekranlar, videolar, röportajlar arasında yalnızca başkaları tarafından görülmüş olanı görüyoruz. "
Dün geceden beri yalnız ve güzel ülkemde yaşananları ve medyada veriliş şeklini takip etse eserleri için oldukça değerli örnekler toplamış olur ve bu konuda bir yazı yazardı muhtemelen.
"Toplumsalın Sonu" demiş adam. Düşün daha facebook yok ortada.
Fotoğraf sanatına dair görüşleriyle insanı düşündüren düşünür...

"Fotoğraf sanatı bizim için bir 'cin kovma'dır. ilkel toplumun maskları vardı,burjuva toplumunun aynaları, bizim ise görüntülerimiz var. Fotoğrafı çekilen nesne geri kalan herşeyin yok olmasının izidir sadece. Neredeyse kusursuz bir cinayet. Fotoğraftır bizi görüntüsüz bir evrene, yani salt görünüşe, en çok yaklaştıran. Çünkü nesnedir bizi gören, nesnedir bizi düşleyen. Dünyadır bizi yansıtan, dünyadır bizi düşünen. Budur temel kural."
eserlerinin, okunup idrâk edilmesinin richard sennett ve noam chomsky'ninkilerden dahi zor ama idrâk yollarında nâne şekeri etkisi yapar biçimde de, müthiş zihin ve ufuk açıcı olduğuna kâni olduğum ecnebi ama evrensel allâme...
Büyük mütefekkirdir. insanı medya terminali olarak tanımlayışıyla kendini sevdirmiştir. islam medeniyetinin üzerine düşerdi.
kayboluş, bulantı, belirsizlik kavramlarına dair sarsıcı fikirlere sahip düşünür.

"ne estetik ne cinsel bir inancımız var ama hala bunlara sahip olmayı öğreniyoruz ve gerçek bir felaket olmayacak çünkü sanal felaket koşullarında yaşıyoruz. hızla çoğalan aşırı şişen ama doğuramayan bir dünyanın bulantısı bu."
Her sözüne binlerce anlam yükleyebilen düşünür;

"Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz, ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. istemek, yapabilmek ve bilmek eylemleri terk edilmedi ama bir başkasına devredilerek genel olarak ilga edildiler"

(bkz: ilga etmek)
hipergerçeklik kuramının teorisyeni düşünür. baudrilliard ortaya koyduğu özgün fikirlerin yanı sıra postmodern durumu ele alış biçimiyle de orjinaldir. postmodern durum baudrilliard'a göre bir cinayet sonrası gibidir. o'na göre katilin bir önemi yoktur. baudrilliard fiilin caniliğini anlatır sayfalarca. bir felaket senaryosuyla yola çıkmış gibidir. transestetik tanımıyla üretilmiş bütün ahlak anlayışlarının ve ahlak felsefesinin günümüzdeki geçersizliğini başarıyla ortaya koyar.
--spoiler--
Artık her kavram televizyonlardan akmakta, insanlar teknolojinin onlara sağladığı bu rahatlık sayesinde herhangi bir şeyi derinlemesine düşünememektedir ve iletişimi sağlamak adına yaratılan cansız kitle iletişim araçları kendilerine yüklenen işlevden, yani aracı olma konumundan çıkıp bağımsız bir kendilik haline gelmiştir. Birey ise bu durumu çaresizlik içinde izlemektedir; herseyin farkındadır, fakat rahatlığından da taviz vermek istememektedir. Baudrillard'ın örneğine bakacak olursak: Birey televizyonda Sudan iç savaşını, herhangi bir tuvalet kağıdı reklamıyla aynı duyarsızlıkla izlemektedir. Televizyonu kapattıktan sonra Sudan'daki iç savaş devam etse bile onun için bitmiştir. işte bireyin yaşadığı bu evren simülasyon evrenidir. Her şey görüntülerden ibarettir ve cansızdır.
--spoiler--

modern çağ tüketim toplumundaki bireyi çok iyi tanımlamıştır. şimdi sudan'daki iç savaşın yerine reyhanlı'daki bombalı saldırıyı koyun ya da tuzla tersanesinde ölen işçileri, sokakta donarak ölen yaşlıları, anlamsız savaşlarda ölen milyonlarca insanı, dünyadaki bir milyar aç insanı koyun.. değişen hiçbir şey yok.

işte biz buyuz.
Çöle dönüştürülmüş gerçeğin peşinde koşan büyük düşünür..Kitaplarının her sayfasından tez çıkartılabilecek kadar dolu yazmıştır aynı zamanda..
en büyük şanssizligi, kitaplarinin oguz adanır tarafindan cevriliyor oluşudur.
"Bugün artık sadece şu duyguların çekim gücü kaldı: nefret, tiksinti, alerji, iğrenme, hayal kırıklığı, bulantı, antipati, bıkkınlık. Artık insanlar neyi istediklerini bilmiyor. neyi istemediklerinden daha eminler. Günümüzün süreçleri red, soğukluk, sevgisizlik, alerji duygusu. nefret de bu tepkisel boşalmaya, içindekini dışa atmaya yönelik paradigmanın bir parçası: Reddediyorum, istemiyorum, uzlaşmıyorum." diyerek kafa kurcalar, tatlı tatlı düşündürür.
matrix felsefesinin temelini oluşturan simülasyon ve simulakr adlı kitabı yazmış aşmış insan ayrıca tüketim üzerinede hipotezleri vardır.şu videoya bakın
http://www.youtube.com/watch?v=TQg9g_g5250&feature=results_main&playnext=1&list=PL33AAC0DDE01BDE03
türkçe çevirilerinde büyük sorunlar yaşanan fransız kökenli amerikalı düşünür.
akademisyen namusuna sahip kişi. fransa da bir ekol olan ve el üstünde tutulan hocasını - michel foucault - sonradan kitabada dönüştürülen bir makaleyle eleştirdiği için 15 yıl asistan olarak bırakılmıştır. profesörlük ünvanını m.foucault emekli olduktan sonra alabilmiştir. fikirlerinden taviz vermeyen akademisyen, namusu tam bir filozof.
(bkz: kötülüğün şeffaflığı)