bugün

Fragmanını izlemediyseniz* filmin sonunda gerçek olduğunu öğrenip çene kaslarınızın zorlanacağı, muhteşem film.
hayatım da izlediğim en iyi ikinci filmdir. filmdeki dialoglar muhteşem ötesidir. özellikle sonlarına doğru geldikçe tükürüğünü yutamaz olur insan. izleyin izletin cinsindendir.
Gerçek bir hayat öyküsünün mükemmel bir şekilde işlendiği, süper müzikleri olan ve en sevdiğim 10 filmden biri olma kapasitesine sahip şaheser.
emile hirsch'in çok iyi oynadığı mükemmel bir sean penn filmi.

--spoiler--
christopher mccandless'ın ölmeden önce yaşadıkları ve vücudunun geldiği hal insanı çok etkiliyor ve filmin sonunda resmi görüp hikayenin gerçek olduğu öğrenmeniz kendinizden geçmenize neden oluyor.etkisinden uzun süre çıkamıyorsunuz.
--spoiler--
hemen izlenmesi gereken filmlerden biri. yoksa daha önce neden izlemedim diye kendinize kızabilirsiniz. chris'in hayatı, felsefesi, karşılaştığı insanlar sizi şaşırtabilir, vay canına dedirtebilir. tam "anladı artık olayı, sevgiyi, şimdi ailesinin yanına dönecek" derken bir anda "tanrı'nın ışıklarını" görür, üstünde hisseder. işte tam o noktada birşeyler düğümlenir. en sonunda gerçek fotoğrafı gördüğünüzde gözünüzden yaşlar akmaya başlar. hayata ana avrat girmenize neden olabilir. *

ha bir de, sean penn'in yönettiği gerçekten belli. adam usta azizim. emile hirsch'de çok yardımcı olmuş sean penn'e. adam içine içine çekiyor sizi oyunculuğuyla. şapkamı çıkarıp, ayakta alkışlayasım geldi şu ikiliyi.
Gerçek bir olaydan alınması ile ilgili yapacağım yorum tamamen o kişinin ta kendisinedir. Psikolojik sorunları olduğu ortadadır, yaptığı işin hiç bir mantıklı yanı yoktur. doğayla tamamen uyum içinde yaşamaya gider fakat yanında tüfek götürür. Hiç bir eğitimi yoktur bu konuda, tüfeği hor kullanıp kurşununu bitirir. Geri dönmeye niyetlenir, aslında niyeti yoktur ama o kadar maceraya atılmayı bilen kişi o dereyide çok rahat geçebilir. Ölmeyi isteyen kişiliğin filmi.
hepimiz kötü günlerimizde dostlarımızı sevdiklerimizi yanımızda görmek isteriz. oysa daha kötüsü vardır oda mutlu anımızda yanımızda kimsenin olmamasıdır. süperberdüş olgunluk çağında bunu anlamıştır ama çok geç olmuştur.
"ne işim var benim buralarda, çekip gitmeliyim. evet evet, çok uzaklara gitmeliyim" dedirten film.

bir yandan da: (bkz: nereye lan otur oturduğun yerde)
chevelle nin saferwaters şarkısını bu film için yazdığı düşünülür.
(bkz: misanthrope)
zihnimin başkentinde barındırdığım misantropik fikirlerin katlanarak büyümesine sebep olan, kaçışların, arayışların sonucunda hüsran ve hüzünün çıkmasıyla açtığım kapıların gıcırdayarak kapandığını hissettiren bir film olmuştur.
detaylı bilgi vermek** istemem. izleyiniz mutlaka.

keşfetmelisiniz kendinizi ve yaşamın mutluluğa çıkan yollarını*.
soru işaretlerinin gözleri nemledirebildiği filmlerden biri.

ekleme; jon krakauer'in kaleme almış olduğu, christopher johnson mccandless'ın nam-ı değer -süper berduş-un trajik öyküsünü anlatan kitap Sean penn'in yönetmiş olduğu filmde yer almayan bir çok ayrıntıyı aktarıyor ve bazı soru işaretlerini siliyor. Kitap Chris'in ölümünden kısa bir süre sonra yazarın yaptığı kapsamlı araştırmaların ürünü; belgelerle, söyleşilerle temellenmiş bir çalışma. kendisi de dağcı ve doğa aşığı/maceracı bir tip olan yazar Chris'in serüveni ve benliğiyle empati kurmaya çalışıp, tarihte benzer şekilde yaşanmış olaylarla ilişkiler kurarak konuya farklı açılardan yaklaşmış. mccandless ve hikayesi hakkında olumsuz, karalayıcı yorumlara gereken açıklayıcı cevapları vermiş. tek olumsuz yanı olarak bahsi geçen fotoğraflara ve belgelerin resimlerine yer verilse daha iyi olurmuş gibi.*

filmini 5 kere izlemiş ve her seferinde aynı heyecanı ve duyguyu tatmış biri olarak kitabı da merakla ve duygulanarak okudum. ve bu esnada eddie vedder'ın muhteşem film müzikleri(the music of intor the wild) de bana eşlik etti.
eli öpülesi, saygı duyulası bir insanın hayatını anlatan çok kaliteli bir filmdir.
--spoiler--
the freedom and simple beauty is just too good to pass up,
--spoiler--

the fall daki alexandria samimiyetindeki ron'la arabada gecen kare, etkileyiciydi. .sevdim.
Emile Hirsch adlı oyuncunun başrolünü oynadığı 2007 yılı amerika yapımı, Macera, Biyografi, Dram türlerindeki 140 dakika süresi olan filmdir. hikayesi gerçek olaylara dayanmaktadır.

--spoiler--
film çürümüş toplum düzeninden, sürekli birbirine zarar vermek isteyen insanlardan, kızkardeşine ve kendisine ideal bir aile sunamayan anne babasından kaçıp kendisine, kendi özüne, doğaya, vahşi yaşamın içine atan bir gencin gerçek hikayesini anlatıyor film. tabi gösterilen şeylerin ne kadarı gerçek onu bilemeyeceğim.

bu genç adamın adı chris. chris üniversiteden mezun olduktan sonra anne babasına haber vermeden bütün kartlarını ve parasını yakarak evden ayrılır. yanında sadece kocaman bir sırt çantası ve yolculuğunun başlarında kullanacağı bir araba vardır. yolculuğunda gitmek istediği yeri bazen "nowhere" bazen de "alasca" olarak söyleyen genç yolculuğu sırasında bir çok insanla karşılaşır. bunların arasında 16 yaşında olduğunu söyleyen tracy karakteri ile karşıaşır ki kendisini Kristen Stewart oynamaktadır. bu da film de hoş bir ayrıntı. gerçi rolü kısa. ayrıca yolculuğunda bir tane hippi çift, bir tane yaşlı adam (ailesni kaybetmiş), bir tane kopenaglı çift (aklıma direkt olarak galatarasarayım'ın uefa kupasını aldığı şehir olarak canlandı kopenhagen) ve bir tane de tahıl işinde çalışan adamla karşılaşır. bunların bazılarının yanında çalışır. bazılarına da ilham olur. onlarla güzel muhabbetler kurar ama yanlarına kök salmaz.

chris'in yolculuğu sırasında müthiş doğa manzaralarıyla da karşılşaşırız. amerikanın uçsuz bucaksız topraklarında gezintiye çıkarız adeta. bana mı özel bilmiyorum ama bu yolculuk, bu özgürlük, bu topulmdaki sorunlardan kurtulma bana "ulan benim ne boktan bir hayatım var? keşke ben de bu adam gibi yaşasaymışım." dedirtti. insanın içi gidiyor bu filmi izlereken chris'in yaşam tarzına. yani bir nevi gaza getiriyor izleyiciyi (en azından beni) sırt çantası alıp, vahşi yaşamın ortasına atlayıp, herşeyi geride bırakmak için.

chris'in seçtiği bu yaşam tarzı üzerine herkes farklı düşünebilir ama bence haklı bir yaşam tarzı. sadece ailesine özellikle de kızkardeşine karşı haksızlık, bencillik yaptığını düşünüyorum. en azından kardeşiyle irtibata geçebilirdi diyorum. ayrıca insanları sevmediğine katılmıyorum. sadece doğayı insanlardan çok seviyor. insanlar hakkında sevmediği şey şehirlerde kurdukları düzen.

ayrıca yaptığı bir hata daha var ki doğanın ortasına dal daşşak atlarken hazırlıksız yakalanması. doğa'da yaşamla ilgili bilgi almak için sadece bir tane kitaba güvenmesi. bu da onun sonu oldu. gerçi bu konuda çeşitli mantık hataları da var sanırım. ya da gerçek chris'in yaptığı hatalar. nehri geçemeyince neden nehir kıyısından yürüyüp yeni bir geçit bulmayı denemedi? adam bütün amerikayı dolaştı, nehir kıyısında yürümeye üşendi. çok enteresan gedli bu bana.
film'De babanın yolun ortasında diz çöktüğü sahne, chris'in yavruyu görünce annesini vurmaktan vazgeçtiği sahne, ayı ile chrisin (ve baykuş ile) karşılaştığı sahne ve gökyüzündeki ışıkla ilgili olan iki sahne (biri flmin sonu)filmde aklımda kalan en güzel ve ilginç sahnelerdi.
--spoiler--

kısacası sizin hayata bakışınızı değiştirebilen bir yaşamı anlatan çok güzel bir film diyebilirim into the wild için. izleyin izlettirin. tek eksisi olan aşırı uzun süresine katlanabilecekseniz tabi.

"There is a pleasure in the pathless woods,
There is a rapture on the lonely shore,
There is society, where none intrudes,
By the deep sea, and music in its roar:
I love not man the less, but Nature more"
defalarca izlediğim ve izleyebileceğim film. bir sınavda da en sevdiğim film diye yazmıştım. sınavdan sonra dersin hocasıyla aramda şu diyalog geçti.
---spoiler---
--bu ne?
--film?
--ne filmi?
--bir genç hakkında. çok başarılı ve neredeyse istediği her şeye sahip olabilecekken o her şeyden vazgeçiyor, kredi kartlarından kurtuluyor, dünyanın bütün yapaylığından, sahteliğinden kaçıyor ve doğada yaşamaya gidiyor. en sonunda da alaska'ya gidiy..
--ve orda ölüyo?
--ee evet? ama yaşıyo da! gerçekten de var öyle bir insan!
--hmm
hay ben senin anlayışına diyesi gelir insanın. diyemez.
--kimin filmi?
--sean penn.
--fransız mı?
en az senin kadar diyesi gelir insanın. diyemez. basit bir hayırla yetinir.
---spoiler--
izlerken gerçek bir hikaye olduğunu bilmeyenleri, filmin sonundaki asıl kahramanın fotoğraflarını görünce hüngür hüngür ağlatabilme potansiyeline sahip film. eddie vedder'ın eşsiz müzikleriyle aşmış film.
hangimiz öyle cesaret edebilir ki toplumun yaşatmak istediği yalanlardan kaçarak "doğa ana" ya koşmaya, teknolojiyi, arabayı, evi bırakıp doğayla başbaşa bir mücadeleye girişmeye hangimiz o kadar anarşist olabilir ki ya da hangimiz o kadar tutkun gerçeklere?
diye düşündüren filmdir...
çok fazla yazı yazılmış film hakkında bi kısmını okudum herkes farklı bi noktayı yakalamış üniversitede hazırlık okudugum yıllarda headway adlı kitapda okuma parçası olarak ilk karşıma çıkmıştı bu hikaye o zaman pek ilgimi çekmemişti sonra lisandaki ilk yılımda uykuyla ilgili problem yaşıyordum gündüz uyuyor derslere gitmiyor geceleri oturuyordum sabaha karşıda genellikle film izliyordum bu filmide bu şekilde izlemiştim o gün karar vermiştim okul bitince bende alıp başımı gidecektim daga taşa vuracaktım kendimi şu anda mezun olmama 1.5 ay var ve bu filmi tekrar izlemek için fırsat kolluyorum çünkü aldıgım kararı sorgulamaya başladım esasen o kadar çok bu düzenin içine girmişim ki o kadar kolay çıkamıyorum çıkanlar mutlu oluyor mu? filmde mutlu olmuyor mc candless' ında dedigi 'the happiness only thing worth in the world when you are shared'
filmin ana fikri : happiness only real when shared
en eğlenceli sahnesi : " you re my super apple"
en dramatik sahnesi: gerçek supertramp'in otobüsün önündeki resminin görüldüğü an

bunun dışında insanın içine dokunan, yüreğini sızlatan, yaşama sevincini arttıran o kadar çok sahnesi var ki seçmek zor.
ve tabi ki eddie veder in sesi ve müzikleri inanılmaz uymuş hem filme hem doğaya.
sanırım bilmemkaçıncı defa izlemenin zamanı gelmiş..
insanın güdüleriyle hareket edip doğaya dönmesini anlatan film. insanın içindeki hippiyi ortaya çıkarası geliyor .
bazı bünyelerde tutunamayanlar etkisi yaratabileceği için, anne yazarın evdeki ergen izlemesin diye sakladığı etkileyici film.
öyle bir dünyada yaşıyoruz ki supertramp in yaptıklarına özenmemiş kimse yoktur. hayatının bir döneminde böyle bir uzaklaşma her insanın aklına gelmiştir nitekim cesaret edebilmek herkesin harcı değildir. uzaklaşmak isteyip te yapamayanların en azından bu filmi izlerken kendilerini bir nebze olsun rahatladıklarını hissetmesi filmin başarısı için söylenecek tek sözdür.
(bkz: yardırınız efendim)
anlatmakla olmayacağını izleyerek görülebileceğini düşündüğüm filmdir. fazla söze gerek yok. kesinlikle izlenmesi gereken bir filmdir.
başarılı bir film.sadece müzikleri için bile izlenebilir.*
onur şenlik ve tolga özdil isimli iki genç, kanı kaynayan yavşak tarafından gerçekleştirilmek istenen olay... * *
Gündemdeki Haberler
güncel Önemli Başlıklar