bugün

70 metrekarelik bir oda. hemen insanın gözünün önüne gelebiliyor. kolay bir tasvir. beş tane çift katlı ranza ve içeride sekiz tane ölüm tarihini bekleyen idam mahkumu. cezaları kesinleşmiş.
dünya üzerinde 1 den 8 e kadar en fazla tekrar yapan insan olarak rekorlar kitabına girebileceğimi düşünüyorum. başka yapacak başka hiçbir şey yok burda. devamlı sayıyorum.
ölüm günü yaklaştığında, konsantre olabilirse zamanı durdurabileceğini düşünen bile gördüm ben. birkaç gün önce öldü ama. başaramadı. günü geldi ve uçurdular, daha 29 undaydı!

akıllı ile deli arasındaki araf burası; kenarlarda geziniyorsun ama düşeceğin tarih belli. daha önce tatmadığım değişik bir şey, garip bir duygu.

kararları kesilmiş idam mahkumlarıyız. en yakınımız 32 gün sonra önden gidecek, en son gidecek olanın ise 57 günü var. aslında dokuz kişiydik ama az önce de söylediğim gibi birimiz önden gitti.

insanlığın en güzel tarafı öleceği günü bilmeden yaşaması. sanırım bizim cezamız da buradan başlıyor; tarihimiz belli, kulaklarımıza fısıldanmış yani.

saatler, dakikalar, saniyeler derken başgardiyanın bağırışı yankılanıyor koridorlardan;

+ idamlıkları toplantı odasına alın!, elleri arkadan kelepçeli olsun!
- emredersiniz efendim.

küçük de olsa bir umut ışığı oturuyor insanın içine. göz göze geliyoruz. birbirine bakan 16 tane soru işareti şeklinde göz.

gardiyanlar geliyor ve elleri arkadan kelepçeli 8 mahkum, toplantı odasına doğru ilerlerliyoruz. yan yana oturtuluyoruz; önümüz, arkamız, sağımız, solumuz her taraf gardiyanlarla dolu. en az 20 kişiler.
bekliyoruz, inanılmaz bir sessizlik hakim.

simsiyah camları olan bir çift güneş gözlüğü ilk dikkatimi çeken. gözleri görünmüyor ve bunun için itina gösterilmiş gibi. takım elbisesi de siyah. kısa ve seri adımlarla geçiyor platformu ve minik kürsüye doğru yaklaşıyor. elinde küçük bir evrak çantası var.kafasını bana doğru çevirdiğinde nereye bakmam gerektiğinin sorununu yaşıyorum, ilk değil ama; her zaman olmuştur.
güneş gözlüklü biri ile konuşurken, bir de gözlerinin görünmeyeceği kadar koyu camlı bir gözlüğe sahipse, yıllar yılı neresine bakacağımı düşünmüşümdür. boş camlara bakıp kendimi seyretmek konsantremi bozuyor. eminim size de olmuştur. küfür bile etmişsinizdir belki benim gibi. ama ben o gün etmedim.sadece bekledim.

konuşmaya başladı; ‘’arkadaşlar öncelikle merhaba. ben bu ülke için çalışan bir bilimadamıyım. konuyu fazla uzatıp sizleri de meraklandırmak değil amacım. fakat gerekli prosedürleri de uygulama emrini yerine getirmek zorundayım. bunun için beni bağışlayın.
hepiniz dönüşü olmayan bir yola girmiş idam mahkumlarısınız. cezalarınız kesinleşmiş ve ölüm tarihinizin gelmesini bekliyorsunuz.
benim buraya gelme amacım şu; ülke adına çalışan bilimadamları olarak, devletten de aldığımız yetki ile bir deney yapıyoruz; bir insanın el ve ayak bileklerindeki kan yollarından kesikler açarak, yani damarları kesilerek, tam olarak kaç dakikada kan kaybından öleceğini saptamak için bir tane gönüllüye ihtiyacımız var.
öncelikle ‘’neden gönüllü olayım ki?’’ diye aklınızdan geçireceğiniz en olası soruyu siz sormadan cevaplamak istiyorum; belirlediğiniz kişi veya kişilere verilmek üzere nakit beş yüz bin lira ve yine belirlediğiniz beş kişiye her biri lüks ve yeni yapılmış olmak üzere birer tane daire verilecek. ailenizden yine sizin belirlediğiniz üç çocuğun da sınırsız okul masrafları karşılanacak. teklif bu.
düşünmek için süreniz var. ilk kabul eden kişi, vakit kaybı yaşanmaması adına denekliğe kabul edilecektir. hepinize teşekkür ederim.’’

biri tepki gösterdi;
+ saçmalık bu, sizin saçma deneyleriniz için kobay olmaktansa kendi cezamla ölürüm daha iyi!

mırıldanmalar oldu; ‘’biz insanız dostum, kurbanlık olarak görünmemiz ne acı’’
‘’tabi ki böyle bir şeyi kabul edemem’’
her kafadan bir ses çıktı ve az önceki sessizliği keskin bir kılıç gibi yardı. gardiyanlar kendi aralarında mırıldanıyorlardı. kulak kabarttım;

+ sen olsan ne yapardın dostum?
- hayır bunu yapmaya cesaret edemezdim sanırım.
+ ama geride kalanlara inanılmaz vaatler sunuyor.
- ben öldükten sonra çok da umrumdaydı sanki! kendi yapabilecekmiş gibi.
+ beni kan tutar adamım,
-gözlerini bağlayacaklar merak etme.

ne saçmalıyordu bunlar. bizim hissettiklerimizi hissetme oyunuydu anlamıştım, ama beceremiyordu gerizekalılar. geriye dönüp sağlam bir yumruk çıkartmak geçti içimden, yine düşüncelere daldım gittim.

mahkumlardan biri söze atıldı;
+ ben gönüllü olmak isterim yalnız bir şartım var

doktor cevapladı;

- buyrun nedir?

‘’ben bu işlem için gönüllü olmak isterim’’ adam heyecandan kekeliyordu; ‘’ ailemi yüzüstü bırakmak istemiyorum fakat çok zor bir seçim,,,

- lütfen şartınızı söyleyin.

+ narkoz! bu işlem yapılırken narkoz alarak uyumak istiyorum.

- hayır bayım bu imkansız.

+ ama bir fark olmayacak, yine kan kaybından ölüm.

doktor lafa girdi;

- hayır bu imkansız; hasta hayatını kaybederken biz bazı tetkiklerde bulunacağız ve bunlar bizim birkaç yıllık çalışmamızın ürünü. narkozun, vereceğiniz tepkilere ne tür bir etki edeceğini hesaplayamayacağımız gibi böyle bir riske girmemiz de yeterince anlamsız olur. bunu kabul edemeyiz.

mahkum, narkoz olmadan buna cesaret edebileceğini sanmadığını söyledi ve ortalık yine bir suskunluğa büründü. o an orası toplantı odası değildi, pazardı orası; can pazarı!

kabul ettim. saatlerce düşünmeden. koyu güneş gözlüklü adamın narkoz isteyen mahkumla konuşmasından birkaç saniye sonra hem de. keskin sessizliğin hemen ardından.

+ teklifinizi kabul ediyorum.
- yani denek olmak için gönüllüsünüz öyle mi?
+ evet!

gerekli işlemler yapıldıktan sonra tekrar görüşmek üzere ayrıldık birbirimizden. koyu güneş gözlüklü bir tarafa, kalan 7 kişi bir yana, birkaç gardiyan ve ben bir yana. kalan 7 kişi giderken arkalarından bakıp onları tek tek saydım. güldüm kendi kendime. hala gülebildiğim için sevdim kendimi ve öleceğim için üzüldüm.

başgardiyanın odasındaydım.

+ denek olmayı kabul etmişsin

- evet ettim

+ senin adına zor bir deneyim

- sonuç kalitesinde değişiklik olacak, sonuçta değil

+ akıllı bir adamsın neden burada olduğunu sorguluyorsundur kendi kendine

- bu sorgulama çoktan bitti, sağlaması yapılmış bir hesabı bozup tekrar kurcalamak adetim değil

+ bol şans o zaman

- şansa ihtiyacım olmayacak

sayfalarca evrak imzaladım. bir avukat tahsis ettiler ve hepsini kelimesi kelimesine okudum imzalatılan belgelerin. son nefesimi verirken kazıklanmak istemiyodum haliyle.

gerekli prosedürleri yerine getirdikten sonra, dini anlamda hangi inanca sahip olduğumu sordular. söylemedim. bir din görevlisinin başıma dikilip ‘’tövbe et yavrum’’ demesini istemiyordum. tanrı’yla konuşmak için tercümana gerek duymadım hiçbir zaman. üstelemediler.

ameliyathane tarzı bir odaydı götürüldüğüm yer; sanki biraz daha teşekküllü gibi. hayatında hiç ameliyat olmamış ve bu sahneleri sadece televizyonda izlemiş biri için kıyas yapmadan anlatabilmek zor gerçekten de.
ortada bir sedye ve sağında solunda bir sürü kablo vardı. her tarafta monitörler ve ne olduğunu anlamadığım bir sürü zımbırtı. hiçbiri umrumda değildi.

ameliyat masasına yatırıp, gözlerimi siyah bir bantla bağladılar önce, küçücük bir ışık dahi kalmamıştı. tıpkı umut ışığının karanlıkta yutulması gibi herşey bir anda kaybolmuştu.
sakin olmamı söylemelerini aptalca buldum. sanki bir makina!! ‘’sakin ol düğmesine bas evlat’’

karanlıkla başbaşa kalmıştık işte; romantik olmasa da biraz mizah buluyordum içinde.
azrail’i beklemiyordum. zira koyu camlı güneş gözlükleriyle gelip toplantı odasında tanışmıştı benimle. pazarlık yöntemini duymamıştım açıkçası. gülmek istedim; ama tuttum kendimi. nedenini bilmiyorum, başımda dikilenlerin negatif enerjilerinin yansıması sanırım.

ellerimden ve ayaklarımdan bağlayacaklarını söylediler. cevap vermedim. onay ister gibi bir halleri de yoktu zaten. kıpırdayamayacak hale geldiğimde içerisinin de kalabalıklaştığını hissettim sanki. o iğrenç elbiseleri, yüzlerinde maskeleri ve ellerinde neşterleri ile dolaşıyorlardı odanın içinde.
sonra o tanıdık ses; ‘’ herşey hazır olduğunda haber verilsin lütfen’’
‘’seni tanıyorum’’ dedim,
+ öyle mi? kimim?
- azrailimsin; koyu güneş gözlüklerinle gelmiştin. dr azrail.
güldü.

dışardan ‘’hazırız’’ komutu geldi.

‘’son olarak söylemek istediğin ya da yapmak istediğin birşey var mı?’’ diye sordu dr. azrail.

‘’ne gibi?’’ dedim,

+ ne bileyim belki son bir sigara

- sağlıkla ilgili soğuk bir espri geldi aklıma, ama yapmak istemiyorum. ben hazırım, bundan sonrası sizin.

önce üzerime bir sürü kablo bağladılar. kalp, nabız bilimum ölçme cihazları. kafama da garip bir cihaz bağlandı ve dr. azrail son uyarısını yaptı;
‘’önce sağ sonra sol bileğinden çok keskin özel bir neşter ile ana damarlarını keseceğiz.
hemen ardından aynısını ayak bileklerine de uygulayıp beklemeye geçeceğiz. belli bir zaman dilimi sonunda, öncelikle şuurunu kaybedeceğin için, belli bir uyku haline geçeceksin. sonra bir daha uyanamayacaksın!

‘’öleceksin’’ kelimesini bile kullanmadı doktor ağızlı piç! ağzımdan sadece ‘’tamam’’ kelimesi çıktı.
sağ el bileğimde bir acı hissettim önce. sonra ılık kanımın kollarıma doğru aktığını, yerlere damladığını hissettim. aynı işlemleri ayaklarıma da uyguladılar.

kendi aralarında bile konuşmuyorlardı, fısıldaşma dahi olmadı. ölüm; sükunetle, hiç ses çıkarmadan, ayaklarının ucuna basarak geliyordu.

önce kulaklarımda bir uğuldama oldu, sonra ağır bir uyku hali. ölüyordum! iyi uykular diledim kendime...

+ vücut ısısı düşüyor efendim
- nabzı kontrol edin
+ nabız düşüyor
- kalp atışları
+ atışlar yavaşladı

ve mahkum ölür. buraya kadar herşey normal sanırım. ya da anlatıldığı üzre olması gerektiği gibi. dr. azrail’in gözleri parıldamaya başladı. sedyede yatan ölüye bir mucizeymiş gibi bakıyordu. diğerleri de utanmasa alkışlayacaklar, utanmaz göt yalayıcılar.

+ hemen deneğe otopsi yapılsın, sonuçları bir saat içinde istiyorum.
- tabi efendim hemen başlıyoruz.

bir saat sonra sonuçlar doktorun beklediği kadar şaşırtıcıdır;
kan kaybından ölüm! ! !
hastanın kalbine kan gitmediğinden vücutsal işlevlerin yavaşlaması ve zamanla durması sonucunda gerçekleşen ölüm. bu inanılmaz!

doktor elindeki tüm verileri alır ve bölüm başkanının yanına gider. başkan masasında oturmakta ve tüm sükunetiyle dr. azrail’i beklemektedir.

+ merhaba sayın başkan, müsaitseniz uzun zamandır üzerinde çalıştığımız proje üzerinde ulaştığımız sonuçları sizinle paylaşmak istiyorum.

-buyrun doktor

+ efendim; daha önce de yaptığımız müzakerelere paralel, idam mahkumları ziyaret edildi ve bir insanın el ve ayak bileklerinden ana damarlarından uygulanan kesikler sonucunda kan kaybından kaç dakikada öleceğini test etmek istediğimiz söylendi.denek olarak katılmak isteyen gönüllüye de kendi tespit edeceği kişiler doğrultusunda doyurucu vaatlerde bulunuldu. bir kişi gönüllü oldu ve gerekli şartnameler imzalandıktan sonra uygulamaya geçtik.
denek , özel ameliyatheneye getirildi ve gözleri hiçbir şekilde ışık sızmayacak biçimde kapatıldıktan sonra ameliyat masasına kıpırdayamayacağı bir biçimde el, ayak ve vücudunun belli bölümlerinden bağlandı.
ilk önce sağ el bileğinden daha önceden hazırlamış olduğumuz aparat ile kesik izlenimi yaratacak ufak bir çizik ve can acısı verildi ve bunun üzerine yine daha önceden hazırlanmış olan kan ısısı ve kanın sıvı yoğunluğunu birebir taşıyan özel sıvı, acı verilen çiziğin üzerinden deneğin anlayamayacağı bir biçimde hastanın bileğine aktıldı.

- siz bu sıvıyı enjekte ederken deneğin anlamaması gerekiyordu

+ kesinlikle anlamadı efendim. normal şartlarda kesilen bir bilekten akacak olan kanın hacmi hesaplandığı gibi, bunun bile aynı hacimde akıtılmasına özen gösterildi. denek o sırada sağ bileğinin kanadığına yüzde yüzbir emindi. sonrasında aynı işlem sol bileğe de uygulandı ve ayak bilekleriyle devam edildi. içeride konsantreyi bozacak hiçbir konuşma yapılmadı, gerektiğinde iletişim işaretleşmelerle gerçekleşti.

- sonuç için sabırsızlanıyorum doktor.

+ birkaç dakika sonunda ilk olarak vücut ısısının düştüğünü gözlemledik. nabız ölçümlemelerinde de bariz bir düşme yaşandı ve deneğin yaşamsal faaliyetleri iyice yavaşladı. sanırım o sırada bir uyku haline geçti. ardından kalp atışları da yavaşladı ve zamanla tamamen durdu. hastayı kaybettik sayın başkan.

- buna inanamıyorum doktor! buna gerçekten inanamıyorum. yıllardır üzerinde çalıştığımız büyük deney gerçekleşti öyle mi?

+ evet efendim biz de böyle bir şey ile ilk defa karşılaştık ve çok şaşırdık. bir insanın tam olarak, yani firesiz bir şekilde bir şeye inandığında neler yapabileceğini göstermek için bundan daha iyisi olamazdı.

- peki otopsi yapıldı mı?

+ evet efendim yapıldı. otopsi sonucunda da inanılmaz bir veri ile karşı karşıya kaldık; deneğin tam olarak ölüm nedeni beynin kalbe kan göndermemesi. bir çeşit emir. beyin, kan kaybından öleceğine kanaat ettiğinde kendi ölümünü en sona saklama amacıyla kalp başta olmak üzere bir çok organa kan akışını durdurmuş ve hasta,,,,,,

- evet hasta?

+ tam olarak ifade edememekle birlikte, kan kaybetmediği halde kan kaybından ölmüş. buna insanın kendi kendini öldürebilmesi diyebiliriz.

- herşey için teşekkürler doktor. eminim bu deney sizin yüksek terfi almanız için fazlasıyla yeterli olacaktır.

+ teşekkürler efendim.

bölüm başkanı odadan çıkarken gayet mutlu görünüyordu, elinde bir takım evraklarla nereye gitiğini tahmin etmeye gerek bile bırakmadan koridorda yürüdü ve merdivenlerden inerek gözden kayboldu.
doktor ise deneğin ona taktığı lakabı nasıl unutacağını düşünüyordu; ‘’doktor azrail!''
ne oldu tayyip kurtarmaya mı şalıştı sorusunu akla getirir.
(bkz: tayyip in idamını durdurun dediği adamın asılması)
ölünceye kadar mokoko isteyen bir idam mahkumunun sözüdür.
inancın, ne kadar aptallara yakışır olduğunu gözler önüne süren hikayedir efendim.
enteresan bir olay. hikaye mukemmel gerçekten, sanki film izledim okurken, her şeyi gözümde canlandırmaya çalıştım... teşekkürler hipnozcu, artık burada olmasan da...