bugün

koskocaman bir alışveriş merkezinde tıkınıp işkembeyi doldurduktan sonra ev yolunda simit, poğaça yada çubuk kraker yiyip doymaya çalışan insanları görünce bir yandan şükredip bir yandan öküzün tekiyim diye düşünürsünüz. içiniz acır. ikisi de doyurur ama biri gözü öteki mideyi.
siz ne kadar guzel yagiyor diyip semsiyenizi bile kapatip yagmurda neseyle yürüyüp güzel bir sarki tutturmusken, o an sizden daha mutlusu yokken, sirilsiklam olmus zorla dilendirilen cocugun bir yerlere siginma cabasini görmek.
aylar öncesi, hava çok soğuk ve sabahın körü. ankara ayazını midemde hissediyorum. üç gündür toplam sekiz saat bile uyumamışım. sebebi var elbette, deli olduğumdan değil. yüzlerce sayfa makale incelemişim, özetler çıkarmışım, kesmemiş teze dökmüşüm hepsini. yıllar önce bir ders kitabını bir saatten fazla tutamazdım elimde. "şimdi uyumasam da olur. ilerde bunlar bana başarılı bir hayat olarak dönecek." diye bir yalana inanmışım. "çalışmak en büyük erdemdir" demişler, yutmasak da gargara yapmışız. öyle ki lisede teşekkür alamayan ben dönem ortalamamı 4.0 getirmişim.
bunlar kafamdan geçerken içimi bir huzur kaplamıştı ve soğuğu daha az hisseder olmuştum. aslında bere takınca bu kadar da üşümezdim ama uykusuzluktan hayalet gibiyim, kafa da kalmamış ki bereyi evde unutmuşum. hem insan uyumayınca daha mı üşüuyor nedir?
ben bekliyorum, otobüsün daha geleceği yok. sigaramı yakıyorum, mutluluk diyemesem de bir huzur var içimde.
sonra sabahın sessizliğini delen o gürültüyle irkildim. siyah bir jip geliyordu. durağın önünden süzüldü ve hemen karşıdaki futbol sahasına doğru döndü. bir süper lig takımının antreman sahasıydı burası. jipe gözüm takıldı, park edene kadar izledim. sonra kısa boylu topçu çıktı içinden. ağzını kocaman açtı esnedi. o da çok uykusuzdu belli ki, tüm gece gezmişti.
"sonra sigarayı yere fırlatıp evime gittim ve hayata lanet ederek uyudum." deseydim etkilenirdiniz benden değil mi? ama yapamadım. okula gitmeliydim, okumalıydım, yalan da olsa tek umudum buydu. otobüse bindim, telefonumu cebimden çıkardım oyalanmak için. son yapılan aramalara baktım. en son 6 gün önce aranmıştım.
soğuk bir gündü ama otobüsün kaloriferi çalışıyordu. biraz olsun uyuyabilmiştim.
güzel bir günde yürüyüşe çıkarsın. etraf kalabalık, herkes yazı özlemiş. insanları bırakır gezdirdikleri hayvanları seyredersin. bir süre sonra farkedersin ki hepsinin ortak bir kaderi var: sahipleri sürekli tasmalarını çekiştirirken yaşamaya çalışıyorlar. iradeleri dışında şeyleri yapmaya zorlanıyorlar. koklamak istedikleri zaman rahat bırakmıyor kimse onları, işemek istedikleri zaman çekiştiriliyorlar. dilediğince koşup, istediği kadar oynayan hayvan o kadar az ki! birilerinin egosu tatmin olacak, birilerinin yalnızlıkları azalacak diye varlar sanki! kendini düşünürsün: annen için doktor, baban için öğretmen, babaannen için mühendis olman icap eder. patronun izin verirse evinde dinlenirsin, vermezse hasta hasta işe gidersin. patlayıncaya kadar yemek, uyuyuncaya kadar gülmek istersin; olmaz. tabuları yıkarak özgürce yaşamaya karar verirsin; tasmanın ipi yetmez.
sonra o köpeciğe bir kez daha bakarsın. "aynı kaderi yaşıyoruz işte hepimiz. insanı, hayvanı yok bunun" dersin. anlamış gibi yüzüne bakıp havlar. ağlayasın gelir o zaman çünkü bu kıstırılmışlığı paylaştığın tasması senin elinde olan köpeğindir.
babasından doğum günü hediyesi olarak bmw istediği halde, babasının ona peugeot almasıyla hayatı yıkılan,niye herşey ters gidiyo diye tribe giren insanlarla aynı oksijeni paylaşmak.
her yıl iş için 5 aylığına başka bir şehire giden babanın gittiği günden itibaren geri sayım yapmanız ama o kahrolası sene günü dolmadan "cansız" gelmesi.
tüm aile sabah erken kalkmış, arabanıza binmiş güzel bir tatil günü geçirmek arzusuyla yola çıkmışken otoyol kenarında üzeri gazetelerle örtülü bir trafik kazası kurbanı görürüsünüz. planınız yarım kalmaz, gider eğlenirsiniz ama o görüntü hep kafanızda. bir kolu gazetenin dışında kalmış, kareli gömleği görünüyor, yeni mi ütülemişti acaba, işe mi gidiyordu yoksa sevgilisine mi diye düşünürsünüz. kaç yaşındaydı, evden çıkarken son günü olduğunu biliyor muydu, neler düşünüyordu, ne hayal ediyordu? bitmez sorular , sorar durursunuz. yıllar geçer o görüntü silinmez hafızadan. içinizi burkar ama detaydır işte.
insanoglunun hayatta bir elin parmak saysini gecmeyecegi kadar dostu olsa da yinde sadece bir tanesi ozeldir..

ve bu dostunuzu, en en yakininizi, bir hic ugruna kaybetmek ..
(bkz: insanın en iyi dostu insan değildir)
okulun ilk günüdür.
zihinsel engelliöğrencilerle tanışmak için sınıflar dolaşılmaktadır.
bir sınıfa girilir.
sınıftaki öğretmen bir öğrencinin hiç konuşmadığını görünce,öğrenciye ne düşündüğünü sorar,öğrenci yanıt verir:
öğrenci:buradan çıkınca ne yapacağımı düşünüyorum?
öğretmen:...
kibar mı kibar,çoğu eğitimli geçinen insandan çok daha güzel bir türkçeye sahip, asla dilencilik yapmayan ve her gördüğümde gözlerimin dolmasına neden olan mendilci kör amcanın karşı caddede yürürken elektrik direğine çarptığını görmek...
yanınızdayken bile ozlediginiz sevdicegim dediginiz er kisinin sizi, size en yakın olan kisilerden biriyle aldattıgını ogrenirsiniz,bir süre kabullenmek istemez gonul beyninize hukmedebilirisiniz ama gel gor ki kalbinize laf geciremezsiniz herseyi zaman bırakıp ikisinide maziye gomersiniz bir gün cok alakasız bir yerde alakasız bir zamanda sevdicegim dediginiz insanın kokusunu duyarsınız dostum dediginiz kisiyle ortak sarkınız calar iciniz burkulur gulumsersiniz.
trafik kazasıyla yakınlarınızı kaybetmek ve siz askerde olduğunuz için ailenizin, vefat haberini size söylememesi, cenazelerine bile katılamamak!!!
futbolun f'sinde bi haber, portekiz milli takımından hiçbir oyuncuyu tanımayan arkadaşınızın türkiye-portekiz maçına vıp tribüne bir adet beleş bilet kazanması. üstüne yine beleş uçak biletleri ve konaklama...
portekiz milli takımı hakkında 5.000 karakter essay yazabilecek olan ben ise maçı izleyip izleyemeyeceğimi bilmiyorum....

not: söz konusu arkadaşım ısrarlarımız üzerine portekiz'li bir oyuncu bildiğini söyler... bildiğini zannettiği oyuncu ise ronaldinho'dur.
not 2: aynı arkadaş, ronaldinho'yıu ronaldo'yla karıştırdığını iddia eder, ancak bahsettiği cristiano ronaldo değildir...
bir sabah kalkıp aynaya baktığında o ışıl ışıl gözlerin sönduğünü, simsiyah saçlarının ağırdığı evde yanlız olduğunu .. yani yaşlandığını fark etmek.
bir yaz ak$amıydı ve 13 ya$ındaydım,

annem ve anneannemle kaldığımız evde, annem sabahtan ak$ama öğretmenlik yaparken bana annanem bakardı. ak$ama kadar onla zaman geçirirdim. biraz da huysuz bir kadındı hani. hastalık hastalığı vardı. öyle ki kendisine $ekerli suya limon sıkıp verir, ilaç diye yuttururduk. benim aldığım kolalardan pay ister, cipslerime göz koyardı. halıaltına sakladığı paraları a$ırırdım habersizce, ve çok sık yaptığım bir$eydi. kur' an okurken ı$ığı söndürür, onu korkuturdum;

- destur, bismillah... der, adrenalini yükselirdi. beni görünce de;
- ilahi oğlum deyip hafif gülümser ve devam ederdi okumaya.

bir gün ben ve annem okuldayken (aynı okuldayız) kom$umuz aradı bizi ve boruların tıklatıldığını falan söyledi. nedir diye dü$ünsek de pek bir anlam veremedik, ananem heralde bir$ey istedi kom$udan diye pek uzatmadık konuyu. derslere girdik falan. kom$uda da yedek anahtar vardı, nolur nolmaz bir derdi var mı bak mahalinde eve gönderdik. gitmi$, bakmı$, bir$eyi yokmu$, uyuyormu$.
derslere girdik, olağan i$lere, rituellere daldık..

öğlen bitti dersim, anneminki ak$ama bitecekti. spor çantam arkamda eve yol aldım. içimde bir sıkıntı vardı ama eve gidince yatarım diyordum. deği$ik bir ruh haliyle hafif müzik söyleyerek yola koyuldum.
eve vardım. kapıyı çaldım, açılmadı. annanem ya duymamı$tır, ya uyuyordur dedim. anahtarı güçbela çıkarıp eve girdim. çantayı her zamanki gibi savurup attım yere, bakındım çevreme. mutfağa girip bir korkutayım diye dü$ündüm kadıncağızı. mutfakta yoktu, su falan içip tuvalete gidecektim. odasında uyuyordur dedim. girdim;

tek kolu yere dü$mü$tü. gittim yanına,
- anane, diye seslendim. cevap yok. tekrarladım, gene cevap yok. vücudu ağırla$mı$tı. o an ölü olduğunu anladım, ölümü hiç bilmeyen bir çocuk olarak o gün gördüm bunu. korkudan deli olmu$tum, ne yapacağını bilmez halde sağa sola ko$turmaya, pencereye ko$maya falan ba$ladım. annemi aramak en iyisiydi, ev telefonuna ko$up aradım. duyar duymaz o da $ok oldu ve ağlamaya ba$ladı çılgınlar gibi. hemen geliyorum deyip kapadı telefonu.

eve geldi. gözya$ı, hüzün... kom$ular dolu$tular eve, evde gereksiz bir kalabalık. daha önce görmediğim insanların acı günde dost yanında olma pratikleri...
ileride ne yahya kemal korkuları saracaktı beni, ne cahit sıtkı endi$eleri.. tek olay var beni etkileyen. sadece tek bir olay;
13 ya$ında bir çocuk ölümden pek bir$ey anlamaz, ölüm de ona pek koymaz. dedesini, ninesini o ya$larda kaybetmi$ çocuklar onları bile doğru dürüst hatırlamazlar.
o gereksiz kalabalık. her$eyin sorumlusu, ib.neler.

o kalabalıkta 3- 4 ' teyze'yi unutmamın imkanı yok. dedikleri tek laf da $uydu;
- vah vah ananen de öldü, annenle birba$ına kaldın. o da ölürse ne yapacaksın yavrum, bir ba$ına kalırsın sonra... vah vah...
o laf benim 6 seneme mal oldu. benim hayatımın 6 senesini zindan etti o laf.
tüm bu derdest atmosfer içinde ne olduğunu çözmeye çalı$an ağlamaklı bünyeye sadece o laf, 6 sene koydu. bilmiyorum belki de bütün hatayı onlarda arayan indirgemeci yakla$ımlardayım, ama 13 ya$ındaki çocuğun günahı ne yahu?

hergün annemi çaldırmaya ba$ladım telefondan. 2 saatte bir çağrı atardım, o da bana çağrı atardı. ba$larda arardım, kontör yetmemeye ba$layınca çağrı modeline geçtik. bu annemin bana verdiği ''ben hala hayattayım, meraklanma, seni bırakıp gitmedim hiçbir yere'' mesajıydı, gizli $ifremizdi. okulda anneme çağrı atarken herkes benim sevgilimle gizliden konu$tuğumu falan sanardı, ben de ilgi çekmeye çalı$an histerik çocuk gibi görünmemek için olayı en ba$tan anlatma zahmetine hiç giri$mez, hatta bu yakla$ımı beğenirdim bile. evet, ben sevgilimle konu$uyordum caanım. onaylamasam da, kar$ı çıkmazdım böyle dediklerinde. aradan yıllar geçti, benim korkum geçmedi. yıllar sonra da anneme çağrı attım. o beni çaldırmayınca deli oluyordum korku ve sinirden. kilometrelerce ko$tuğumu, nerelerden taksi tutup taksiciye;
- sen bekle $imdi, bende para yok, evden alıyorum.. dediğimi hatırlıyorum $imdi.

bu yıllarca sürmü$ ve sonunda atlatmı$tım. atlatana kadar çektiğimi yalnız ben bilirim. ölümü doğal kar$ılamak gerektiğini anladım, ölümden duyulan korkuyu belki yendim. içimde geli$tirdiğim korku belki de yeni doğacak olaylara bağı$ıklı kıldı beni bana fark ettirmeden. o teyzeler kasıtlı yapmamı$tı bunu, adım gibi eminim. 13 ya$ındaki bir çocuğu korku ile doldurmak, ona bilmediği tehlikeleri sunmak, onların kasıtlı yapacakları bir$ey değildi. freud, deleuze ya da popperlık bir kurmaca da yoktu i$in içinde. yani 'kasıt' yoktu.

bilemiyorum, bir öfkem mi var bundan dolayı. 6 senenin birikmi$liğini atamadım mı senelerdir? bunları ben bile bilmiyorum. bugün görsem onları, sadece ve tek olarak $unu demek isterdim o teyzelere;

- teyze, sizin ta amınıza koyayım. (sırf bunu söyleyebilmek için onları frederick abberline gibi takip altına almaya değer, o derece demek isterdim bu lafı yani)
bir gezi esnasında tüm insanların waffle satan dükkana doğru ilerlemesi,ve orada osmanlı macunu satan eski elbiseler giyinmiş,ayağında lastik ayakkabı olan adamın tüm aldırmayan bakışlara rağmen, ''macun u beşyüz bin liraya satıyorum kardeş'' diyerek para kazanma çabası.adamın arkalarından çaresizce bakması,önünde tezgahı elinde macunuyla öylece kalakalması.
işyerinin bulunduğu mahallede tek başına yaşayan yaşlı teyzenin çocukları onu hiç aramadığı için ağlaması ve o çocukları 25 yaşında gencecik bir kadından ölen kocasından sonra tek başına ne zorluklarla büyüttüğünü size anlatması.
aynı şehirde yaşayan iki çocuğa beş toruna rağmen birgün sizden telefon numaranızı istemesi kızım bana birşey olursa yardımcı olurmusun demesi.
akşam saatlerinde; boyalı elleriyle içinde birinin ucu ısırılmış birkaç ekmek dolu poşeti tutan, omzunda boya sandığı asılı, yırtık ayakkabılarıyla otobüse yetişmek için koşan 10 yaşını aşmamış çocuğun yanından geçen son model arabayı görmek.
ülkenizin sizi eğittiği ama bu eğitimli halinizi asla sevmeyeceği gerçeği.
tekerlekli sandalyeye mahkum bir çocuğun gözlerindeki pırıltıyı görebilmektir.

üniversitemiz atlı spor topluluğu hipoterapi(atla tedavi)projesi kapsamında spastik engelli kardeşlerimizle buluştuk.yaşıtları sokakta koşup oynarken, oyuncak mağazasında istediği alınmadığı için kıyamet koparırken,onlar ya tekerlekli sandalyeye mahkum, ya ellerini düzgün kullanamayan,konuşamayan...bir cumartesi sabahı bilmedikleri bir yere gelmişlerdi aileleriyle,çünkü umutlulardı.ata bindiler, atları sevdiler, müzik eşliğinde bizle oynadılar.gözlerinde engellere rağmen bir şeyleri başarabilmenin ,mutluluğun pırıltısı vardı.o pırıltıyı görünce şöyle hayatı düşündüm genel olarak.egolarımız, hırslarımız, maddiyata olan düşkünlüklerimiz, birbirimize hava atma yarışımız, şekilciliğimiz...o pırıltı aslında bana bir çok şeyin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu hatırlattı.o pırıltı bizi de mutlu etmişti çünkü kendi çabalarımızla engelli kardeşlerimizi mutlu edebilmiştik.yardımla yürüyebilen bir kardeşimiz dönüşte binerken izin istedi minibüse tek binebilmek için, kendine güven gelmişti.aileleri ile ayrılırken gözlerdeki o mutlu ve samimi ifadeleri görünce kendi kendime bir iç geçirdim ve dedim ki:bugün insan olduğumu hatırladım.
okumuş etmiş; titrler kazanmış insanların eli bayraklı ulusalcı maskeli kemalist yobazlara hâlâ vatansever gözüyle bakması; oligarşik, durağan bir elit(!) zümrenin erk'inin bekâsına alet; milletin her alanda ve anlamda geril(e)mesine vesile olduklarının; kendilerinden başka herkesi yaftalamayı pek sevdikleri 'vatan hainliği' denen olayın daniskasını yaptıklarının farkında dâhi olmamaları, olmayacak olmaları....
Bazı telefonlarda bulunan ve genelde dalga konusu olan bir özellik vardır. Bir tuşa bastığında saati sesli olarak söyler hatta bağırır saat yirmi bir on beş
diye .
Sürekli bu özelliğin çok gereksiz hatta komik olduğunu düşünmüşümdür.

Ta ki otobüste giderken yan tarafımda oturan adamın o özelliğe muhtaç olduğunu görene kadar. Adam telefonunu çıkarttı ve o tuşa basıp kulağına tuttu. ilk önce çok iyi anlayamasam da görme engelli olduğunu fark etmiştim ve Saati duyarak öğrendiğini anlamıştım.
*
pazarda sırf ailesini geçindirmek için çalışan bir çocuğun biraz büyüdükten sonra:
+anne artık çok utanıyorum, okul arkadaşlarım oluyor pazarda, görüyorlar beni.
*****
grafik bölümü için stajyer alımında seçilen son kişi ile görüşme yapılıcaktır . Ufacık sevimli sessiz sakin bir kız anlatmaktadır kendini ve yapmak istediklerini gözlerindeki umut ve hırs herkesi etkiliyecek şekilde belirigindir. Karar verilmiştir hafta içi işe başlıyacaktır tokalaşmak için el uzatılır...
Aman Allah'ım ufacık minnnacık kızımızın parmaklarının bir kısmı yoktur. Nasıl yapıcaktır ?? ne kadar seni çalışabilicektir ?? kafada oluşan sorular bir yana gözlerindeki umut hala taptazedir. Karardan vazgeçilmez. Elaman yetiştirilir ve şuan Bursada Büyük bir firmada gayet iyi bir şekilde işini yapmaktadır.
güncel Önemli Başlıklar