bugün

parası dolmuşa yetişmeyen kaptan şoföre, kısık sesle; "...tl var olur mu abi?" diyebilmek :/
Hiç unutmam ilkokul 3. sınıftayım. O zamanlar tabi durumumuz çok yoktu. Babamın işleri iyi gitmiyordu. Yine de bize hissettirmemeye çalışıyorlardı.* O zamanlarda da çok yakın arkadaşım vardı. ismi de şevval. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi, o derece. Neyse bu da benden biraz daha büyük gösteriyordu. Bir de ilaç kullanıyordu bu da onu etkiliyordu falan filan. Neyse bir gün onlara gittim. Annesi de şevval'in küçülen kıyafetlerini bana vermeyi teklif etti. Tabi o zamanlar anlamıyorum ki böyle şeylerden, önce yok falan dedim ama bunların hepsi atılacak yoksa dedi. Ben de o an kabul ettim. Çünkü onların durumu daha iyiydi bizden. Çocuktum, imreniyordum. çünkü güzellerdi.
Neyse aradan günler geçti ve biz şevval'le küstük. Yine haksız olan oydu. Her zaman o olurdu. Çünkü şımarıktı, tek çocuktu. Ayrıca astım hastasıydı ve üzerine titriyorlardı. Ben ne kadar iyi olsam da illa ki onun yüzünden kavga ederdik. Neyse. Küs olduğumuz günlerde sınıfta bir konu açılmıştı. Tam net hatırlayamıyorum şimdi. iyiliklerden falandı. Bu da işte kalkıp söz almıştı. ismimi vermemişti, bahsettiği kişinin, "iyilik" yaptığı kişinin ben olduğumu sadece ikimiz biliyorduk. Ve "eski" demişti. Eski kıyafetler. O kadar koymuştu ki o zaman. Asla ona eskisi gibi olamadım. Boğazım düğümlendi, kafamı kaldırıp da şevval'in yüzüne bakamadım. o an kimsenin yüzüne bakamadım. Utandım. O an gerçekten utandım. Neyse ki son dersti. Zil çaldı, apar topar çıktım. Eve gidene kadar sabretmem lazımdı çünkü. Gittim, hüngür hüngür ağladım. Sonra da o kıyafetlerin hepsini kestim. O kıyafetler parçalandıkça, bizim de arkadaşlığımız parçalanıyordu. Hiçbir zaman unutmadım. Kimseye kin duymayan, küs kalamayan ben, bir onu affedemedim. Çocuktu belki, ama ben de çocuktum.
Şimdi bana gelince, çok daha rahatız. Çok şükür babamın işleri iyi. hatta şevval'den bile daha iyi imkanlarım var şu an. Ama hiçbir zaman unutmam, ne olduğumu, nereden geldiğimi.
atari salonuna giderdik, paramın yettiği kadar jeton alırdım. hatrı sayılacak kadar ileri bölümlerine geldiğim oyunun bir yerinde patlardım. jetonum da biterdi devam edemezdim. benden 3 4 kat fazla jeton alan arkadaşlarımı çağırırdım. gelin devam edin diye. ipneler yok ben baştan başlıcam derlerdi. delirirdim, mantıksız gelirdi. hazır geçilmişi var amk ya.
Biryere gittigimde param olmadigi icin kizlara midem bulaniyor ben birsey yemeyeyim yalanini atmistim. Berbst bir durumdu cok acikmistim . Eve gelince iki gunluk yemegi yemistim.
2. sinifta ogretmen uzun boya kalemleri istemisti anneme soyledim. Annemde babama soylemis al diye hic sevmedigim kavgaci babam annemin gozunu morartmisti o boya kalemleri yuzunden... Ama alinmisti o uzun boya kalemleri... ve o boya kalemlerini hic kullanmadik derste... Olan anneme olmustu... Canim annemm... Aradan yillar gecti ve ben ogretmenim matematik ogretmeni. Hic bir ogrencime kalem defter haricinde hicbirsey aldirmiyorum performans , proje odevi vermiyorum ne de olsa anisi var bir yara olarak icim de...
ulan o değil de, halk otobüslerine akbil, kentkart...vs. basma uygulamalarının henüz olmadığı dönemlerde, bilet kullanılırdı. otobüse ön kapıdan binilir, metal kutuya bilet bırakılırdı. lise yılları tabi... sigara içmediğim dönemlerde sıkıntı yoktu da, sigaraya başladıktan sonra, çeşitli atraksiyonlar falan söz konusu oldu... eskiden ihtiyaçlarıma da keyfime de yeterli gelen harçlığım, sigaraya başladıktan sonra adeta güneş altındaki kar gibi erimeye başlamıştı. hemencecik bitiyordu. bu meseleye müdahale etmem, bir şeyler yapmam gerekiyordu. önümdeki seçeneklerden en makul olanını tercih edip bu durumdan kurtulmam gerekiyordu. uzun uzun düşündüm... epey hesap yaptım. ordan aldım oraya koydum... ve nihayetinde en ahmak seçenekte karar kıldım. evet, sigarayı bırakmıyordum, başka yerlerden kısıyordum. başka yerler nelerdi mesela? mesela sinema keyfi aslında gereksizdi... markette fazla takılmanın bir alemi yoktu... hem para verdiğim birçok üründe domuz yağı falan vardı... para harcağım diğer şeylerin de sigara dumanındaki edebi ve melankolik bir atmosferi yoktu... pastahaneye oturup muhabbet etmenin nasıl bir efsunu olabilirdiki ( pastahanelerde takılan gençlik hatırlasın o günleri )

kısalım öyleyse abi dedik ve yaptık... ha bütün bunların otobüs biletleri ile nasıl bir ilgisi var diye mi merak ediyorsunuz? e kemer sıkma politikası, otobüs bileti konusunda da birtakım parlak uygulamaları devreye sokmamı gerektirmişti... kaç kişinin aklına gelir bilmem... belediyeden alınan biletler, ki gıcır gıcır biletler, avuç içinde, parmak aralarında falan bir güzel eziştirilerek/büzüştürülerek yıpratılırdı. yıpranmış bilet, daha sonra ortadan ikiye koparılırdı. yırtık yerler, alta gelecek şekilde hafif katlanırdı. buı şekilde, yıpranmış ve cepte kala kala kendiliğinden katlanmış bilet havası oluşturulurdu. aynı işlem biletin diğer parçasına da uygulandığı için bir biletten iki yolculuk hakkı elde etmiş oluyorduk. * ilerleyen zamanlarda işin daha teknik üç kağıtçılıklarını da keşfettik. fakat meselenin bu kadarı bile iç burkacak bir garibanlık örneği teşkil ettiği için anlatmaya gerek duyulmamıştır.

ulan o değil de, herbirimiz bir dahi olabilirdik. büyüdükçe, törpülendik. standartlara düştük *
ilkokul zamanları validenin çalıştığı yerdeki müdürün paraları cukka edip yurtdışına kaçması sonucu tüm personele görevi ihmalden dava açılmıştı. bu dava nedeniyle valide hem maaş alamıyor hem de avukata para vermesi gerekiyordu. mahkeme 6 yıl sürdü ve bu süre içerisinde sadece zorunlu ihtiyaçlar alınabiliyordu.

ayakkabılarım eskimiş giyilecek yedeği yok, yenisini alacak para da yok. okulda başarılı bir öğrenciydim, bilgi yarışmasında il şampiyonu olduk (ilin adı önemli değil) o zamanın kaymakamı bizi çağırdı. bilgi yarışmasını kazandığımız için bize 2 çeşit hediye sundu. 1. grup hediyelerde kitap,defter, kırtasiye malzemeleri var, 2. grup hediye ise dandik cırt cırtlı bir bot.

ben ödül olarak botu seçtim. ortaokulda olduğumdan büyüme dönemindeyim, 2 numara büyüğünü aldım. o dönem bilenler bilir, sarı "caterpillar" marka botlar yeni çıkmış, herkes ondan alıyor böyle sıraların üzerine uzatıyor havalar vs ben de cırt cırtlı botu çocukluk işte utanıyorum sıranın altında ayaklarımı birleştiriyorum kimse görmesin diye. yırtıldığında bile söylemedim masraf çıkmasın diye çoraplarım yürürken toprak oluyordu, babam kızmıştı bana "bu çorapları nerede pisletiyorsun" diye. arkadaşlar tenefüste futbol oynuyor ben eskimesin diye oynamıyorum. o şekilde ayaklarımı saklaya saklaya 2 yıl giydim o botları. sonuçta valide mahkemeyi de kazandı, beraat etti işine geri başladı ama o sıra olan bize oldu.

bunu hatırladıkça üzülürüm. şimdi çok şükür durumum ve mesleğim iyi. istediğimi alabiliyorum, istediğimi giyebiliyorum, evlerim arabam var. halime şükrediyorum, şımarmıyorum. çünkü parası olmayınca bir insanın neler yaşayabileceğini biliyorum.
Şimdi hepsini anlatsam biz fakirdik biz fasfakirdik edebiyatı olacak ilk aklıma gelenler:
* ilkokuldayken o kadar küçük bir evde oturuyorduk ki, koridorun bir duvarına sırtımı dayayıp ayaklarımla tavana kadar çıkabiliyordum.
* Mahalle pazarı kapanınca çöp kamyonundan önce koşup, pazarcıların çürük diye attığı meyve sebzeleri toplardık.
* Üniversitede milletin arabasıyla gelip hatunları toplayıp hergün taksim ve ortaköy'e gittiğini, benimse aynı pantolonu yıkayıp iki hafta giydiğimi hatırlıyorum.
* Gurbette okurken cebimde tek kuruş bile olmadığı bir anda, varını yoğunu rahmetli annem için harcamış babamın harçlığın var mı sorusuna var dediğimi hatırlıyorum
* Öğrenci evindeyken, koca dolapta sadece bir soğan bulabilip bayat ekmek arası yiyerek iki öğün yaptığımı anımsıyorum.

Evlatlarımız yemeklerini beğenmeyip elini tersiyle itince çok üzülüyorum be sözlük. Yediğim her lokma için rabbime şükrediyorum bir yandan da.
bi gün -babam bugün de şu okula porche ile gitme be oğlum dedi ne var lamborghini yi alsan dedi. çok içim burkulmuştu.

servisi kaçırıp işe koşarak gittiğimi biliyorum.

edit: ilginin şaka ya da espri anlamayan insanlar varmış, şaşırtıcı.
eskiden fakir olup şu an milyoner olan yazarların anılarıdır.
8 yaşındayım ailenin hem maddi durumu iyi olmadığı için işte çalışıyorum . Yaz günleri hava oldukça sıcak . ustamın çocukları her gün dondurmacıya beni gönderip dondurma yiyorlar. Bir gün dondurmacı buna isyan ediyor ve bana onlara verdiğinden daha büyük bir dondurma veriyor . iş yerine döndüğümde bu dondurmayı bana verdi diyorum . hayır biz çok alışveriş yaptığımız için bize göndermiştir diyorlar . alın yiyin diyorum o zaman .
işsiz gençlik günlerimdeyim. günde 100 yere başvuruyor ama dönüş olarak anca babayı alıyordum.

bir gün yine tepem atmış vaziyetteyim. atletimle gidip ekmek alayım dedim. kapıyı çektim. çekmemle farkettim ki evin anahtarını almamışım. evde de tek kalıyorum. anlayacağınız dışarda kaldım.

mecbur çilingir aramaya koyuldum. geldi çilingirci dümbük.. 1 saat uğraştı açamadı kapıyı. sonra kıracaz bunu dedi. saf günlerim tabi. kır abi napalım dedim. bu şerefsiz kilidi kırdı. sonra yeni kilidi taktı.

borcum ne kadar dedim?
100 tl işçilik, 200 tl kilit parası dedi. "lan kapıyı açamadın ki, mecburen kilidi kırdın, sadece kilit parası al" dedim. dayılandı, diklendi, işine gelirse dedi. ben pederden aylık 300 tl alarak geçinmeye çalışıyorum zaten. faturalar dahil. aylığımı istedi adam!

çaresizlikten ağladım. inanın hayatımda hiç bu kadar kötü olmamıştım parasızlık yüzünden. o an anladım kendinden ameliyat parası istenenleri, o an anladım parasızlığı.ben çalışmak için çırpınırken, 10 tl'ye bile büyük para derken, vicdansızlığı, şükretmeyen insanları orada gördüm.
üniversitede birinci sınıftayken 3 kuruş harçlığımızı biriktirip arkadaşlarla yaptığımız safranbolu gezisine gitmiştik. ilk gün pahalı bir yerde yemek ayarlamış organizatör yavşak, tüm para oraya gitti, 2. ve 3. gün en yakın arkadaşımla bisküviyle karın doyurduk, 3. gün dönüş günü, belki bilenler vardır, nefis tandır kebap yapan bir yere gittik, açlıktan perişanız. millet şapır şupur yedi, biz arkadaşla baktık sadece, çok dokunmuştu bize. yemin ettik durumumuz olunca gideceğimize, ilk o gitti, arada beni oradan, telefonda 10 dakika ağladık nereden nereye diye...allah kimseyi yoksullukla ve açlıkla imithan etmesin...
Okuldan ayrılmıştım ve ailemi yüklü bir tazminatın altına sokmustum. Babamdan hala daha 5 kuruş para istememisimdir. Zaten bir kapandım eve ders çalışmak için. Ders çalışmak için derken okulu bıraktım ama yine okumak istiyordum, ayrıldığımda ygs başvurularının son günüydü. Ilk iş gidip başvurdum. Öğleden sonrada dershane ile konuşup kitapları aldım. Aklımda tek bir hedef vardı, hukuk u kazanmak. Sınava 2 ay vardı. 4 ay sonrada lys, bilen bilir. Dediğim gibi sözlük neler çektim ben bilirim. Okulu bırakmamdan dolayı aile bireylerinin bana karşı olan sert tutumları. Akrabaların acımakli bakışları. Bense biraz da gamsızligımin yardımyla gece gündüz ders çalıştım. Tutunacak tek dalm vardı 2 tane can dostu bildiğim insan. Anne, baba gibi ilgilendiler, biz sana inanıyoruz deyip destek verdiler. Ayrıca askeri okula küçük yaşta gittiğim için sınav tecrübem de yoktu. Müfredata pek yabancıydım. Öyle böyle geçti 4 ay sınav sonuçları açıklandı. Ilçe birinciliği ve devamında hukuk fakultesini kazandım. Ama yetmiyor ışte. Babam sevinemedi bile benim aklımda hem çalışıp hem okumak var. Benim sefil hikayem yeni başlıyor.

edit: avukat oldum. *
daha üniversitenin ilk yılıydı. ankara'da o sene nasıl acayip bir kar yağmıştı ve hava acayip soğuk. bende ikinci öğretim olduğumdan mütevellit hep akşamları çıkıyorum, haliyle hava daha da soğuk oluyor. neyse bir gün okuldan çıktım yine, metroya doğru yürürken ego kartımı çıkarayım dedim. gözüme çarptı, ne göreyim birde ... ego kart bitmiş ve benim cüzdanda 1 lira para yok. ulan dedim ne yapıcam ben, arkadaşların hepsinin yurt var okula yakın. hepsi yurtta tabi, şimdi geride dönemiyorum. en sonunda param olmadığı için ta aşti'den küçükesat'a kadar o soğukta, o karda kışta kıyamette eve yürüdüm. elimde de ne eldiven var ne başka sıcak tutacak birşey. o gün eve iki saatte gelmiştim, hiç unutamıyorum o günü ve unutamayacağımda.
90lı yılların ortalarında ekmek arası salçaların çılgın attığı dönemde hamburger yemek statü göstergesiydi. o zaman bana uçuk bir şey gibi geliyordu hamburger yemek. bi gün hamburger yiyebileceğimi hiç düşünmezdim. zaten yemedim de. süleyman diye bi çocuk vardı. ailesinin hali vakti yerindeydi. hergün hamburger alırdı bende onu izlerdim çok mu zevk alıyor acaba diye. huzur gazozu vardı bir de. sınıfta yanyana oturuyoruz öğretmen daha gelmemiş. başladı hamburgeri kemirmeye. 2 ısırık aldı ve "bıktım a.q hamburger yemekten" bakışı atarak bana uzattı. daha 10 yaşındaydım ve açtım ama canım istemiyor dedim. kullanılmış bir mendil gibi sıranın altına attı. ona belli etmeden hayretler içerisinde sadece şunu düşünüyordum : " bi insan nasıl böyle şirin bi hamburgerden bıkabilir"
daha geçenlerde başa gelen anılardan biri..

şöyle ki; o kadar ve o kadar parasız bir anımdı ki hatta arkadaşımla beraber aynı kaderi paylaşıyorduk tam da.. 2 buçuk lira bir araya getirip bir kaçak sigara alacak parayı bile denkleştiremedik ya la...

olur öyle bazen..
Sene 90 sonları falan işte. Mevzular bitik anne yok, baba yok, e hak verirsiniz ki para da yok. Kardeşimle okula gidiyoruz. Kıytırık bir kalemim vardı. o gün onun da olmadığını fark ettim. Muhtemelen düşmüş, kaybolmuş her ne ise. Sınav mı vardı o zamanda hatırlamıyorum yana döne kalem arıyorum. Lacivert kurşun kalemler vardı o zamanlar belki hala vardır bilemeyeceğim. Kardeşimin kalemi de ondandı. Ortadan kırıp, ucunu bıÇakla aÇıp gitmiştim okula. Ulan be! Kalem paylaşılır mı? Paylaşılıyormuş işte.
efendim ben lisedeyken ankara'da oturuyorduk. sene 2009 falan. ilkbahar mevsimini yaşadığımız bir gün annemle babam dışarı bir yere gidecekler bende arkadaşlarla buluşmaya gideceğim. onlar önceden çıktılar bende hazırlandım falan... neyse çıktım evden koridorda bir kadın elinde çocuk benden para istiyor. bende klasik ''allah versin'' lafını söyleyip asansöre bindim. asansördede bizim apartman görevlisini gördüm. ona ''bizim katta dilenci var'' dedim. sonra kapıda da bir arkadaşı gördüm o esnada. ''naptın, nettin'' falan derken bizim görevli, kadını kızarak dışarı attı tabi bende otobüse binmek için yürümeye başladım. kadın bana yaklaşarak ''ben senden para istedim, sen gidip beni şikayet mi ettin ? allah belanı versin senin'' diye konuşuyor. tabi bende efendi kişiliğimi bozmamak adına adımlarımı hızlaştırdım arada dönüp göz ucuyla bakııyorum kadının ağzı hareket ediyor ve bana bakıyor. sonra ben otobüs durağına vardım minibüs bekliyorum. otobüse bincem ama kart yok. o dilenci dediğimiz kadın geldi, otobüse bindi ben mal gibi minibüse bindim. sorsan o dilenci, fakir amk ! bu da böyle bir hikaye işte. o durum bana nedense koydu amk !
cebinde parası olmadığı için işe yürüyerek giderdi canım babam, gece balkonda sigara içip ağladığına şahit olurdum çoğu zaman. küçücüktüm ama her şeyi çok iyi hatırlıyorum. bu bir evlat için çok ağır ve iç burkan bir şey. babalar ağlar mıydı hiç? babaların parası biter miydi? Çok şükür canını dişine takarak okuttu bizi. ona minnettarım ve onun için canımı veririm.
kötü oldum sözlük duygulandırdın beni gece gece.
Babamin sehrimizdeki tek bmw-mercedes alip satan galerimizi ustun ticari zekasiyla batirmasi ve akabinde tirciliga geri donmesiyle evimizde hic de aliskin olmadigimiz "tasarruf" gunleri baslamisti. Annemin akilli bir hatun olmasindan sebep uzun da surmemisti ya, neyse.
O donemde bir makarna reklaminin slogani vardi, belki birkac reklam cingili manyakdasim hatirlar;
"herkesin bir makarnasi var, sizin makarnaniz hangisii?"
Diye soruyordu her seferinde. Ben de "en ucuzuu" diye cevaplardim cocuk aklimla; kacinilmaz son olan anne cimdigini de yerdim.
"Sakin kimsenin yaninda soyleme bunu!"
Sonra kendimi kandirmaktan oteye gidemedigim bir yanit sarkisi bestelemistim. Sanki zorundaymisim gibi.
"Herkesin bir makarnasi vaar, sizin makarnaniz hangisiiii?"
"Annemin pisirdigi"...
Sıradan her entry i oylamama neden olan başlık. Hayatında bir kere böyle bir anisi olmalı her insanin. Ben en absürtünü anlatiyim. Ergenlik depresyonları zamanı kıza açılamamanın verdiği arabesk duygusuyla gezerken cebimde 2tl vardi ve çok acikmistim. Küçük bir dükkana girip 1tlye ekmek arası bir şeyler satılıyordu ondan istedim ve oturdum. Birden ağlamaya başladım. Arkamdaki başka bir müşteri de parasizliktan ağladığımı düşünmüş olmali ki masama kocaman bir menemen gelmişti.
Küçüğüm, ayakkabı boyacısıyım sözlük. Mahallen neyse sen de o sundur ya, bizde tüm mahalleli kadar fakirdik işte. Böyle olunca o mahalleden para kazanmak zor olur bursanın işlek mahallelerine giderdik yürüyerek. O zamanlar tehlikeli idi, mahalleler mıntıka mıntıka ayrılmıştı boyacılar arasında.

Neyse Gün boyu gezmiş 3 milyon kazanmıştım.* evime dönmeye koyulmuştum ki, 4 kişilik boyacı ordusuyla karşılaştım. Hem yaşları, hem boyları itibari ile cebimdeki 3 lirayı almışlardı benden. Fazla hırpalamamışlardı.* ama ben ağlaya ağlaya beşyol taraflarına ulaşmıştım. Bir müzikholün önünde oturup ağlarken biri yanaşıp neden ağladığımı sordu sözlük. Paramı düşürdüm dedim bende. Dövüp Elimden aldılar diyemedim. Ne kadar diye sorup 5 milyon sıkıştırdı cebime. O an mutluydum da, işte hatırladıkça burkuyor.
sigara parası olmadğı için tek sigarayı 3 kişi içmek olabilir. yada çantadaki gurkhalarla yetinmek.
çocukken bisiklet vardı hepimizde, dağ tepe geziyorduk bütün gün. yalnızca bir arkadaşımızda yoktu, garibandılar biraz. e adamın bütün arkadaşları bisikletle geziyor, ne yapsın çocuk tek başına kalınca da sıkılıyor, o da bütün gün bisikletlerin peşinde koşardı. nasıl bir ciğer varsa pezevenkte, sıcağın altında hiç bıkmadan koşardı bizimle nefesini siktiğimin manyağı. o arkadaşımıza "sadık" derdik biz, nereye gitse de sahibinin peşinden koşturan sadık köpekler vardır ya o yüzden takmıştık o ismi. yıllarca da kaldı o isim. ahlakımızı sikeyim ya, hep söylerim, çocuk dediğin bazen dünyanın en zalim yaratığı oluyor.