bugün

bir köşeye sinmiş yüzlerce insanın koşuşturmasını izliyorum. Kimisi çocuğunu, kimisi anasını babasını, kimisi kendisini getirmiş tatlı canının peşinden koşturmakta. Hepsinde bir telaş ve sonu gelmeyecekmiş gibi bir bekleyiş. Bastonuyla zorla yürüyen bir amca oturacak yer arıyor, bir çocuk hastalığına inat tüm sevimliliğiyle şen kahkahasıyla bölüyor ölüm uğultusunu. Insanlar ne kadar mutsuz olsada seviyor yine yaşamayı, sevdikleriyle beraber olmayı. Böyle düşünceleri insana gark eden berbat hastane kokusumu, yoksa ölümün hemen ensende olduğunu hissetmek mi?
Hastanedeki can pazarı, tüm ailenin beraber olduğu bir pazardan sonraki pazartesi sabahı. Ekg için göğüseme sürülen sıvının vıcıklığı biraz rahatsız ediciydi ve daha sonraki o soğukluk. Ölümün düşünceleri donduran soğuğuda böylemiydi acaba bu sıcak yaz gününde serinletirmiydi beni. Sanmıyorum iki hemşirenin birden lütfen göğünüzü açar mısınız dediğinden daha fazla utanacaktım öldükten sonra. Çünkü bir bir vurulacaktı yüzüme yaptıklarım. Ve her zamanki gibi utandığım için kızarıp, terleyecektim yine.
Her neyse işte bu hastane nasıl bir psikolojiye büründürüyor adamı doktor gelsede gitsem artık. Yegahtan hastaneden bildirdi.
Birazdan yaşayacağım olaydır.
Her şey birbirine girmiş düzgün oturtulmamış bir hastane sistemi yüzünden can pazarı olacaktır.