bugün

çok insanımızı yaratıcılıktan alıkoyan, hayallerinden koparan, üretmekten, çabalamaktan ve sanattan uzaklaştıran bir korku çeşididir. öyle ki son 40 yıldır insanlarımız yeni birşeyler denemeye, araştırmaya korkar olmuşlardır. gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım düsturu hakim olmuştur. ah geçim derdi olmasaydı da yapılabilecekleri görebilseydik.
okulu bırakamama nedenim. şahsen into the wild'ı izledikten sonra kısacık hayatımı çalışarak veyahut okuyarak geçirmek istemediğime karar verdim. kendi kendime dedim ki gideceğim buralardan. ama sonra dank etti ve dedim ki peki nasıl geçineceğim. düşündüm düşündüm dedim ki otur oturduğun yerde, kazan paranı, istemediğin boktan hayatını yaşa.
anlayacağınız geçim derdi denen şey insanların isteklerini kısıtlar, istemedikleri sikik bir hayat yaşamalarına neden olur.
insanı çok zor durumlarda bırakan derttir. babadan gelmeyen hayır yüzünden anne ile tarlaya narenciye toplamak için gündeliğe gitmek zorunda bırakır. tarlada işin patronu 65 yaşında gözünü hırs ve para bürümüş bir orospu çocuğu adamın kafa sikmesine, çalışırken su bile içmeye müsaade etmediği zaman sinir krizi geçirtmeye neden olan durumdur geçim derdi.

üstüne üstlük artık klasik ama bu geçim derdi yaşayan kişi, 23 yaşında öğretmenlik okumuş kişidir. ve her şeyden önemlisi; bu kişiye üniversite mezunu olduğu halde tarlada gündeliğe gitmek değil, işveren şerefsizlerin insansızlıklarından dolayı insan gibi yaşayamamak ve çalışamamak koymaktadır.

polisler hala rüşvet yesin, imamlar maaşım yetmiyor desin. emeklilerin ise açlıktan küçük dilleri görünsün evi arabaları olduğu halde. bu dünya, bu geçim derdi böyle işte kardeşlerim.
Bazen insanlara pratik çözümler bulduran derttir.

--spoiler--
Henüz 23 yaşında olan ve pek çok kişinin çalışma hayali kurduğu Google'ın göbeğinde, San Francisco'da çalışan ve hayatını sürdüren Brandon (soyadının bilinmesini istemiyor) yüksek ev kiralarından fazlasıyla şikayetçi.
Sadece bir kişinin ev kirası ve diğer masraflarla birlikte yılda 40 bin dolar harcaması gerektiğini kaydeden Brandon, zamanının büyük bir bölümünü ofis ve evi dışında geçirmesine karşın yüksek maliyetlere katlandığınna dikkat çekti. Google'da yazılım mühendisi olarak çalışan Brandon, San Francisco'da en ucuz evlerden birinde bir süre kaldığını, ama buna rağmen 2+1 odalı dairesi için gece başına 65 dolar ödediğini vurguladı (ayda 2 bin doları buluyor). Evin getirdiği ağır maliyetten kurtulmak için ise sıradışı bir yol bulan Brandon, 10 bin dolara kendine 2006 model bir kamyon buldu. Brandon, şu an 11 metrekare bir alanda hayatını sürdürüyor.
Elektrik veya kira derdinin bulunmadığına dikkat çeken Brandon, artık sadece kamyonu için aylık sigorta masrafı olarak 121 dolar ödüyor.

http://www.haberturk.com/...erdinden-kamyonda-yasiyor
--spoiler--
Allah göstermesin dediğim durumdur parasızlıktır.
ne tozpembe hayatın var bilader..

ulan bugün şehirlerin dışında iş imkanı nerdeyse yok, şehirdeki bir işçi için maaş 1600 desen bunun 800'ü en az kira, elektrik, su, doğalgaz, internet hepsine hadi 1000 etti diyelim.

kaldı 600tl.

bunu şimdi sen kıyafet, yemek, ulaşım'a böl, karısı varsa yüksek ihtimal ev hanımı olacaktır, sosyolojik bir gerçeklik bu, yani çarp iki ile.

ne kadar para kaldı? hesapla onu bir, sonra düşün, bu adam minimum 8 saat uyusa, bugün 10 saatten az çalışan asgari ücretli yok.

eder 18 saat. kaldı 6 saat.

şimdi bu 6 saatte yemek, tuvalet, ulaşım vs. çıkar.

hadi bu adam robot olsun internet falan kullanmasın diyelim.

kalır 2-3 saat, ki yorgun olacak bu aralıkta, kitap masrafı felan eklemedim almış başını gitmiş, ne okusun bu adam, nasıl geliştirsin kendini?

Ha çocuğu falan hiç katmıyorum işin içine, zengin değil hani, hayvan değerinde ya çocuk da yapmayıversin canım, değil mi..

günde 10tl ve yorgun 2 saat ile kendini geliştirir bence bu adam.

hatta maaş fazla mı ne?
bence 10 TL değil 5 TL arttırsa da olur(!)
siz günde 10 saat çalışıp geçim derdi çekerken birileri günde 10 saat tatil yapıp paraya para demeden yaşıyor ise, kimin geçim derdi var, kim hırsız karar verin bence.
sosyolojik bir gerçeklik olarak işçilerin çoğu cahil olduğu için (çünkü patronlar onların cahil olmalarını, hak aramamalarını isterler) ataerkil zihniyetleri devam etmektedir.
bundan dolayı çoğunun eşi ev hanımıdır, ha işçi olanı yok mudur, vardır.

hiçbir neden fakir olduğu için, yani emeğinin çalındığı için bir insanı çocuk sahibi olma fikrinden döndüremez.
arkadaşım bu insanlar niye fakir, niye patronlar zengin?

yani otuz yıl boyunca günde on saat çalışmış biri, bir çocuk haketmeyecek, ama ömür boyu baba parası yiyen birisi onlarca çocuk yapma haline sahip olacak.
bu mu adalet? geçiniz.

işçilerin kendini geliştirecek zamanı da parası da yoktur.
çünkü cehalet der Marx, kapitalistlerin kullandığı bir güçtür.

işçilerin kendini geliştirmeyecek durumda olması kadar onların insan gibi değil köle gibi yaşaması da başlı başına sorundur.

iki insan düşün, teki ömür boyu çalışıyor, elinde beş kuruş para yok ve yorgun bedeni ile devam ediyor yaşamına.
diğeri ömür boyu yatıyor, çalıştırdığı işçilerin çeyreği kadar çalışmıyor, rant ile para kazanıyor, ömür boyu tatil ve bankada para garantisi ile yaşamına devam ediyor.

yav amına koyduğumun dünyasında iki taraf var işte, hangisini anlatalım sana bilader? hangisi geçiniyor?

birinin en büyük geçim derdi bu ay kaç milyon dolar kâr Edip fazladan iki yazlık alırım iken, diğerinin geçim derdi acaba kaç yıl daha çalışırsam çocuk sahibi olabilirim..

taraf bu kadar açık ve net, tarafını sen seçeceksin.
bir de beş saat uyur demişsin, oldu olacak adam hiç uyumasın kardeş, öyle geçim derdi olmaz mesela, nasıl?

sorun işçinin x saat ayırıp kendini geliştirebilecek alan yaratması değil, sorun işçinin neden kasti olarak cahil bırakıldığı ve neden saatlerce çalışmasına rağmen hiç çalışmayan birinden az kazandığı.
Türkiye şartlarında sosyal medyada şaşalı hayatlar. Sahte mutluluklar. işin aslına bakınca ise herkes geçim derdinde. Borçlar birikmiş durumda. işsizlik kapıda. Gelen yetmiyor. Evdekiler anlamıyor.
Başkanlık, cumhurbaşkanı başkanlık sistemi tarafından allahu ekber dağlarına kadar çıkmış ve çıkmaya devam edecek dert. şakşakçılar ve soytarılar bu derdin d harfinden haberdar değil ya da koduğumun üç maymunu oynuyorlar.
Şimdiden düşündüren hededir. ilerde ne halde olacağım merak ediyorum.
"Türkiye'deki en yaygın ve etkin din "geçim derdi dini." Globalizmin, küreselliğin dayattığı moda artık bu. Bundan başkası fasarya..."

"Akp'ye bir yerinizle yaranmak için beni, ben ismet özel'i sevmekten imtina ediyor olabilirsiniz."

(bkz: ismet özel)
insanın geçiminden başka birşey düşünemez hale gelmesidir. zengin tabaka anlamaz.
Karmaşık bir bahistir. Ne açıdan müşevveş olduğuna gelirsek; bana göre insanoğlu, dünyasını ifrat derecede büyülttüğünden kaynaklı bu hususun düğüm haline gelmesindendir. Geçim derdi denen şey avcılık döneminden beri süregelir ve süregidecektir. Fakat zaman zaman bazı insanlar veya topluluklar bunu sorun addetmekten geri durmuştur. Bu, kaderine razı gelmek anlamında değildir. Sadece durumu kabullenip yaşayarak ve silsilesinin ef'alinde var olan halini gözeterek ilerler. Gördüğüm kadarıyla pek kişi beceremiyor böylesini. Yaptığı her iş ve fiili büyültmesinden, kendini feriştahlığa yakıştırma ihtiyacından ötürü duvara tosluyor. Haddine olmayarak, kocaman tuvale minicik bir figür çizmeye çalışıyor.

Bir işe gireceğim zaman, sadece hevalarımı göz önünde bulundurdum. Ticaret yapmak istedim, temiz ve güzel bir şeyler istihsal etmek ve satmak istedim ve mumda karar kıldım. Mum satmak için şirkete ihtiyacım vardı, ben de gidip şirket kurdum. Şirket kurmayı bilmiyordum, kurmak istediğimi söyleyince beni yönlendirdiler. Herkes birbirine yönlendirdi ve sevk edile edile şirket kurdum ve bu süreçte öğrendim. Ardından satacak mum bulmak istedim, bir müşteri olarak kendimin almak istediklerini satmak istedim. Tek yaptığım beğendiğim tarzda mum satan bir dükkana gidip konuşmak oldu. Akabinde elimde onlarca tedarikçi oldu. Seçtim, beğendim, aldım ve sattım. Keyif aldığım için bir yandan öğrenmeye devam ettim. Hiçbir şeyi büyütmedim, hiçbir zaman zorlanmadım, eğlendim ve sıkılmadım, en mühimi ise bir tane bile engelle karşılaşmadım.

Neydi ehem olan? Karnımı doyurmak mı? Gıpta ettiğim varlıklara sahip olmak mı? Mutlu olmak veya hayallerime ulaşmak mı? Bence tüm bu mühimlerin ehemi, istemekti. Ben bu oyuncağı istiyorum dedim. Bana şunu yaparsan oyuncağı alabilirsin dediler yaptım. Alayişli bir beyin fırtınasına gerek kaldı mı? Kalmadı. Dünyaları bırak, kendi dünyamı kasıp kavurdum mu? Kavurmadım. Altı üstü mum üreteceğim veya satacağım. tantanaya lüzum yok.

Geçinemezken de dimağımı zelil etmemiştim. Canım ne yapmak isterse anlattığım şekilde yapıyorum. Geceleri kafada döndürülen senaryoymuş gibi safi. Hayatımdaki fiillerde gereksiz gürültü yapmıyorum. Şuurumu yormuyorum.

Kolay mı derseniz ne zor ne kolay. Bana göre bu düsturun uygulanışı, idraktan öte bir şey değil. Sözün özü, açım diye ağlayacak düsturdaysan dediklerimin bir önemi yok. Esas gereklilik öleceğinin idrakidir. Bana göre, ölümün istinasından kurtulmadıkça; "idrak" etmedikçe, insan dediğimiz mahluk hayallerini yaşayamayacaktır. Ölüm denince "aynen, hıhım, evet öleceğiz bu doğru, abi ölümü düşündüm kafayı yiyecektim" gibi içi boş dalkavuk sözleri yerine, kendini kandırmak yerine, halisane bir şekilde ölümle iç içe olmak gerekiyor. Daha nasıl söylenir bilmiyorum. Ölüm diye bağırsam öleceğimizi fark eder miyiz? Sanmıyorum. Suç kapsamına girmesinden endişe duymasam intiharı kısmi olarak tatmayı, ölümle burun buruna gelmeyi tavsiye ederdim ancak böyle bir şeyi tabii ki yapmayacağım. Gerçi çocukken yapılan bir şey, büyüyünce kötü sayılıyor. Neyse uzatmayayım.