bugün

iki rayı gibiyiz
bir tren yolunun 
yakın olması 
neyi değiştirir 
son istasyonun.

sunay akın
(bkz: duduşlar)
sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.
-senegalliler dahil değil
sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin
-yoksa seni rahatsız mı ettim?
sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak
-freud diye bir şey yoktur.
sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.
-haydi iç de çay koyayım.
derin bir kuyum var benim
içinde dertlerim,aşklarım,sevinçlerim
derin bir yalnızlığım var benim
içinde bir o kadarda insan
insan içinde şeytan
ve günü geldi desem yeridir
hiçbir şeyliğin

(anonimus)
Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye deşer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...


Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...
Bilmiyorum zamanını tuttum
Tuttum zamanı tuttum ellerimde
Beklemek yoruyor artık
Ve sen
Gelmiyorsun
Gelmiyorsun gecelerce
Ve günlerce gelmiyorsun
Bekliyorum yine
Beklemeyi heceliyorum
Bugün daha bir bekledim seni
Hava güzeldi
içim fırtınalı
Seni beklemek güneşliydi eskiden
Şimdi sağanak yağışlı.
Beni anlamıyorlar
Ve sen gelene kadar anlamayacak kimse
insanlara kızıyorum
Sebeplerim var
Sebepsiz de kızıyorum
Dengesizim bu aralar
Çünkü seni bekliyorum.
görsel
(bkz: karaköy ün ıssızı)
Bu akşam bir sızı duyup etimde 
Kadın, kadın diye içimi oydum 
Ruhuma bir serin yer istedim de 
Alnımı mermerin üstüne koydum 

Birden karanlıklar sökülüverdi 
Odama bir hayal dökülüverdi 
Karşımda kıvrıldı,bükülüverdi 
Onu gözlerimle çırılçıplak soydum 

Artık ben ne günah olsa işlerim 
Yumuşak yastığa geçti dişlerim 
Bir an kadar sürdü can verişlerim 
Ey kadın bu akşam sana da doydum

Necip Fazıl Kısakürek
"(...)
ey gönül haresi keder,
insan kendinden ne kadar uzağa gider..."

-şükrü erbaş-
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun ağışını mı

pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü

Pencereyi aç
soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
Kokusu hayatı yıkasın diye

Pencereyi aç
sesin sarsın dünyayı
duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanır.

Arkadaş Zekai Özger
sen
tam umudu kesecekken
bir gece yarısı
aniden gelivermiştin

keşke gidişinde
artık gitmez derken
bir gece yarısı
gelişin kadar ani olmasaydı

arkandan şunu diyebildim
sadece
rüzgar gibi geçti, ama içimi delipte.
görsel
sıraya giriyor sıradanlaşıyoruz.
bir atm sırasında para çekmek için bekliyoruz.
kapilatist düzende bir ağaç sıraya girmiş ve mozart ölmüş bebeğim, üzgünüm.
vay ihtiyar kötülüğü yok sayma gibi bir hak edivermissin kendine.
ahlak küçük bir evcil hayvan, fazla yürekli.
Galeyana gelmiş, sakalları ukala.
tanidığım bir gece vakti, ya ask saklı yada biz kör bir buzağı. korkma ihtiyar baston almış bir eline savuşturuyor duyguyu elinde ki maşrapa ile yıkarcasına.
temizliyor kötülüğü beyaz sakallarından doğarcasına. uyanıyor bir gündüz vakti sabah namazına geç kalmışcasına.
giyiyor üzerine krem rengi ceketini.
tarıyor kafasında kalmış bir iki saç telini.
yemeğini yapıyor ve havaya bakıyor akşam olmuş.
unutuyor tuzunu biberini.
bazen yıldızları süpürürsün farkında olmadan,
güneş kucağındadır, bilemezsin.
bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür
göğsünde kuruludur orkestra, duyamazsın.
koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın
uçar gider, koşsan da tutamazsın.
BABA

Baba!
her yılbaşında
sana söyleyecek
bir tek
sözüm var
Seni ne kadar çok seversem
o kadar
çok olsun ömründen geçen yıllar.

Baba!
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku
başımı eğemez
Yalnız senin elini öpmek için
eğilir başım.
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...

Nazım Hikmet RAN
BiR Adın KALMALı
bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
sen say ki
ben hiç ağlamadım
hiç ateşe tutmadım yüreğimi
geceleri, koynuma almadım ihaneti
ve say ki
bütün şiirler gözlerini
bütün şarkılar saçlarını söylemedi
hele nihavent
hele buselik hiç geçmedi fikrimden
ve hiç gitmedi
bir topak kan gibi adın
içimin nehirlerinden
evet yangın
evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
evet kaybetmenin o zehirli buğusu
evet nisyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
bu sevda biraz nadan
biraz da hıçkırık tadı
pencere önü menekşelerinde her akşam
dağlar sonra oynadı yerinden
ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
sen say ki
yerin dibine geçti
geçmeyesi sevdam
ve ben seni sevdiğim zaman
bu şehre yağmurlar yağdı
yani ben seni sevdiğim zaman
ayrılık kurşun kadar ağır
gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
yine de bir adın kalmalı geriye
bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
aynaların ardında sır
yalnızlığın peşinde kuvvet
evet nihayet
bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç

(bkz: ahmet hamdi tanpınar)
sabah olur, uyanırsın yanımda
kuşlar kanatlarına sesini çizer
durur geceki yağmur
sokaklar güne inersen gülersin,

gözlerine pazar yeri kurulur
bir çocuk annesini kaybeder
senin yüzünde bulur

konuşuruz, yolcular eve varır
yanar gemilerde bütün ışıklar
ay iner denizlere
çilingir sofraları kurar balıklar

yüzüne dokunurum, gözlerim dolar
dünyanın her yerinde
yeni bir şarkıya başlar kadınlar.

Ayten Mutlu
....
benim de öyle akşamlarım vardır
kapıdan girince anneme sarıldığım,
çocuklara karamela ve çekirdek getirdiğim.
meyhaneye uğramadan çakır keyif,
düşmanım yok,
gündeliğim cebimde,
küfretmeden
öyle tasasız döndüğüm akşamlar...
benim de öyle akşamlarım vardır. her gece böyle değilim.
m. cevdet anday.
"Ömrün gecesinde ve kader rüzgarında / Bir ürperme olur çıplak omuzlarında" - Üstad Ahmet Hamdi-
Bir de sen koynumda yatıyorsun
Güzelsin güzelliğin mutlak amenna
Kızlığın masanın üstünde
Kocana saklıyorsun.
Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş gözden;
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiçbir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.
Ataol Behramoğlu
öyle bir ağlasam
öyle bir ağlasam çocuklar
size hiç gözyaşı kalmasa.

öyle bir aç kalsam
öyle bir aç kalsam çocuklar
size hiç açlık kalmasa.

öyle bir ölsem
öyle bir ölsem çocuklar
size hiç ölüm kalmasa.
Aziz Nesin
O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

inanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde 'onca ayrılığın birinci dereceden failidir' denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!
ibrahim Sadri,ıhlamurlar çiçek açtığı zaman...
güncel Önemli Başlıklar