En güzel gülüşünle karşıla beni
işte geldim yanına yorgun ve yitik
Yılmışım, yıkılmışım, kahrolmuşum
içimde tarifsiz bir gariplik

Anlamaya çalış bir şey sormadan
Yaklaş yanıma, gözlerime bak
Dağıt saçlarını çocuklar gibi
Sonra başını omuzlarıma bırak

Dertliyim, kahırlıyım, efkarlıyım
Ağır, çaresiz hüzünlerle geldim sana
Birlikte ömür boyu yaşayacağımız
Perişan gecelerle, günlerle geldim sana

Paramparça hayallerim, umutlarım
Ne kalmışsa içimde kırık dökük
Al, yeniden yarat beni, ayıkla arıt
Baksana, bütün ışıklarım sönük

Pelte pelte karanlığım koyu, zifir
Göklerin üstüme abandığı gecelerdeyim
Dinle, sana bir şarkı söyleyeceğim özlem dolu
Dinle, bütün çalgıların sustuğu yerdeyim

Oysa ki sen aradığım, bulduğumsun benim
Oysa ki bu en güzeli kavuşmaların
Bakma şimdi böyle kahırlı olduğuma
En mutlu şiirleri söyleyeceğim sana yarın

Yeter ki mahşere dek beni özle beni sev
Zamanların en ölümsüzünde yaşat beni
işte geldim yanına alev, alev dopdolu
Al dilediğin gibi yeniden yarat beni.
akşam erken iner kentlere
gökdelenler keser güneşi
usta sürücü ya da ejderha olsan,
kavgada çatal yürek civan olsan kar etmez
kar etmez inceden inceye içime dolan,
alıp götüren hasrete

anonim
seni bekliyorum oysaki ben hala ;
o çok sevdiğini söylediğin ağacın altında.
çıkıcam hemen, az kaldı deyişinden 6 ay geçti
sen gittin ; kaldım ben bizimle..
bırakıp gitmiştin tekrar dönermişcesine.
keşke daha ciddi gitseydin

inanmadığını söylediğin güçlerden yardım istersin umarsızca . Bir tek o kalmıştır çünkü seni dinleyecek. Onu ne kazanabilir ne de kaybedebilirsin. O yüzden sadece başın sıkıştığında iletişim kurmak istersin. O da haklı olarak umursamaz. sen biraz daha inanmadığını söylersin herkese. Halbuki o umursamadıkça sende inatla inanmadığını söyledikçe gittikçe bağlanırsın o güce. çünkü gittikçe anlarsın ki bu hayatın yükünü taşıyacak hiç bir güç yok omuzlarında.

çok derinlere daldığında kapatma gözlerini,
film şeridi olur geçmişin bi an önünde..
hatırı sayılmıcak bir çok anı ya da kişiler gelir gözünün önüne
canın sıkılır.
illa dalıcaksan derinlere ,
kapatma sakın gözlerini..
dimdik durma vaktidir aslında artık.
dönüm vaktiyle bir , harekete geçmeliyiz.
Yola girmeli artık baĞzı şeyler!
yoldan çıkıp çakıllı yoldan yürümek de senin elinde ,
dirençli olup adam gibi yoldan yürümek de !
istemekte bitiyor aslında herşey..
istemek , aynı sevmek gibi ; eylem gerektirir.
istemek yetmez bazen .
dönüm vaktiyle bir , harekete geçmek şart !

biz insandan önce Türk'üz
kaybettikten sonra değerlerini biliriz bazı şeylerin
her ne kadar değmese de !

küçükken güzeldi aslında herşey
büyüdükçe bokunu çıkardık tüm güzelliklerin.
bazı güzellikler sadece kulağa hoş gelmeli
yaşamamak gerekli aslında
kulakta bir ezgi gibi mırıldanmalı,
fakat asla yaşamamalı
bazı aşkların, yaşanmaması gerektiği gibi..

bazı insanlar sadece anı yaşarlar ve geleceğinden medet ummazlar
kimileri ise hem anın tadını çıkarıp hem de geleceğine göz kulak olurlar
kimileri de sadece varsa yoksa geleceklerinden ibarettir.
Ya biz ??
biz hangi kavmin zorunlu göçmenleriyiz de hiç bir boka sap olamıyoruz ?
kendimize soru sormaya başlarsak bu işin sonu küfüre kadar gider !

ruh hali , psikolojik durum , iç daralması , can sıkıntısı gibi şeyler aptalların icat ettiği bir takım şeylerdir.Her insan kendini sokar bu duruma. Bilinçli yapılan ender şeylerden bir tanesidir; işin kolayına kaçmak. insan kendine direnmeli. Yoksa , bir gece vakti duvarlarla öpüşür yumrukları !

Zihin dolu , planlar var , yapılacak şeyler bir bir önünde programlanmışken , sen niye kolay yolu seçmekle mükafatlandırıyorsun ki kendini ? ya da iyi tamam eyvallah da nereye kadar ? kaç duvarı içine çökerticeksin hala ?
kaç gece uyuyamıcaksın yumruk acılarından ?

yapılması gereken şeyleri yapmayıp üstüne bir de yapılmaması gereken şeyleri yapıyoruz. Şu S*ktiğimin hayatında insan ne ederse kendine eder ! Bunu hiç bir tarih kitapları yazmaz ! yazsa da ipleme sen onları .. Yaşayarak öğrenmek bambaşka ! insan kendi içindekiyle yüzleşiyor o vakit..
iki rayı gibiyiz
bir tren yolunun
yakın olması
neyi değiştirir
son istasyonun ..

(bkz: sunay akın)
görsel

gece okunduğunda insana daha farklı hissettiren şiirlerdir.
dişli rüzgarlara karşı büyüttüm
düşman gecenin içinde seni
bir damlacık aydınlığım
kalemime kağıdıma şavkı vuran
avucumda koruduğum bugüne...

Aşık merdiveni-oktay rıfat horozcu.
"Hala güzel
Hakkında konuşmak senin...
Otuzu geçmişiz hiç haketmeyecek kağıtlarla
Oysa boş kağıt vermişiz geçmeyelim
Kalalım diye o sularda
Yalnız çirkince geçmiş bir gençliğin ağıtı
Bu kadar acıksız olurdu zaten
Çocuktum kürtlerin kuyruğundan bahsedilirdi
Nicedir uyruğundan bahsediliyor
Ve kim ne söylese bu mühim mesele hakkında
Mühim kanamalar tespit ediliyor hastanın dosyasında
Ve diyorum ki ben bazen
bu iki sevgilinin arasında
ve ikisinin eşit derecede akrabası
ilk kez bir düğünde adam hem erkek hem kız tarafı
Bağırıyorum şaka yollu
Olacak olmakta olan
Yanacak yanmakta olan
Akacak akmakta olan..
düşecek
Ama hala çok güzel
Hakkında konuşmak senin.
Bir beyhude çabasına daha girişmek
Seni methetmenin. .
Sana küfretmenin.
Hala güzel
Hakkında konuşmak senin..."
geçti,istemem gelmeni
yoklugunda buldum seni,
bırak vehmimde gölgeni,
gelme artık,neye yarar...
Sana durlanmış kelimeler getireceğim
pörsümüş bir dünyayı kahreden kelimeler
kelimeler, bazıları tüyden bazısı demir
seni çünkü dik tutacak bilirim
kabzenin, çekicin ve divitin
tutulduğu yerden parlayan şiir.

Zorlu bir kış geçirdim, seninki gibi neftî
acıktım, bitlendim, bir yerlerim sancıdı
sökmedi ama hoyrat kuralları faşizmin
çünkü kalbim aşktan çatlayıp yarılırdı.
Her sabah çarpışarak çekilirdi karanlık alnacımdan
acılar bile duymadım kof yürekler önünde
beynim her sabah devrimcinin beyniydi
ayaklarım donukladı gelgelelim
sağlığın yerinde mi?

Yaraların kabuğu kolayca kaldırılıyor
halkın doğurgan dünyasına dalmakla
onların güneşe çarpan sesini anlamayan
dört duvarın, tel örgünün, meşhur yasakların sahipleri
seyir bile edemezken içimizdeki şenliği
yılgı yanımıza yanaşamazken
bizi kıvıl kıvıl bekliyorken hayat
yıkılmak elinde mi?
Boşuna mı sokuldu bankalara
petrol borularına kundak
kurşun işçinin boynunu boşuna mı örseledi
varsın zindanların uğultusu vursun kulaklarımıza
yaşamak
bizimçün dokunaklı bir şarkı değil ki.
Bu yürek gökle barışkın yaşamaya alışmış bir kere
ve inatla çevrilmiş toprağın çılgarına
yazık ki uzaktır kuşları, sokaklarıyla bizim olan şehir
ama ancak laneti hırsla tırpanlayamamak koyuyor insana
öpüşler, yatağa birden yuvarlanışlar
sevgiyle hatırlansa bile hatta.

Köpüren, köpürtücü bir hayatın nadasıdır kardeşim
bütün devrimcilerin çektikleri
biliriz dünyadaki yorgunluk habire mızraklanır
dağlarda gürbüz bir ölümdür bizim arkadaşlarınki
pusmuş bir şahanız şimdilik, ne kadar şahan olsak
ama budandıkça fışkıran da bizleriz
ölüyoruz, demek ki yaşanılacak.

ismet Özel-Yıkılma Sakın
uçtum ateş üstüne
dağlansın diye sızım
sorma halim ne olur
yoruldum anlamsızım
suç oldu suç üstüne
her sözüm ve her yazım
bir rüzgarın önünde
hem nasıl kuralsızım

sabah olmasa gece
yorgunum ve dermansızım
uzansam da dizlerine
uyusam doymaksızın
sür beni gül yüzüne de
geçsin gönül sızım.

(bkz: yusuf hayaloğlu şiirini uyarlamak)
Ağır ağır akarak kanıma karışmakta
Yokluğun!

Hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun
Aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz
Güveye benzer bir şey oldu suskunluğun!.. anladım ki:

Aşk; naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun!

küçük iskender
Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını

Biz yeni bir hayatın acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor
Şiirimiz, aşkımız yeniden

Son kötü günleri yaşıyoruz belki
ilk güzel günleri de yaşarız belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Acıyla sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında
Biz kırıldık daha da kırılırız
Doğudan batıya bütün dünyada
Ama kardeşin kardeşe vurduğu hançer
iki ciğer arasında bağlantı kurar
Büyür, bir gün, zenginleşir orada
Çünkü Ali’yi dirilten iksirde saklı
Hasan’a sunulmuş ağuda,
Granitin de olur bir okyanus diriliği,
Nehirler daha uysal akar,
Bir çiçek nasıl açıyorsa kendiliğinden
Bir kuş nasıl uçuyorsa
Öyle sever, çalışır insan,
Kıraçlar çarptıkça dağlara
Gül göçürür şafağından
Doğanın altın şafağından
insanın altın şafağından
Tarihin altın şafağından

Biz kırıldık daha da kırılırız
Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.

Cemal SÜREYA
sonbaharların kralı gelirmiş meğer istanbul’a
ciğerlerimin filmini çektiler
ciğerlerim artiz oldular icabında
akut alevlenmiş kronik bir sonbahar gibi bakıyordu
sigara figüran falan.
ben kırmızı bir yaprağı oynuyordum esas kız olarak
uçuşuyordum, uçuşmakmış meğer benim anlamım
ben bunu geç anladım.
senin için şiir yazacaktım istanbul
ismini ağrı koyacaktım.
oysa bir şiir niyeydi sanki
yer içer sevişir miydi sanki bir şiir
hamsi ısmarlar mıydı mesela bir şiir insana?
fotoğraf çektirebilir miydi mesela hipodromda atlarla?
rakı içebilir miydi samatya’da
bir şiir uyur muydu kuş gibi
başını alıp da kanatlarının altına?
oysa bir şiir neydi sanki
ben seni ciğerimin köşesindeki arıza kadar sevdim
bir şiir seni bu kadar sever miydi sanıyorsun istanbul?
Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.

Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
'Seni seviyorum' sözcügü dilimin ucunu ısırırken,
her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.

Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek.
Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek.

Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
Seni hic tanmadıgım bir sürü insanlarla paylaşmak.
Senin yanında olan seninle konusan herkesi çocukca kıskanmak.

Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginligi ile yollarda yürümek yan yana...
Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte.
Elimde kırçiçegiyle seni beklemek...
Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.

Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak...
Okudugum kitabın sayfalarında dinledigim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.

Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattıgım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında, küreksiz bir sandala hapsetmek...
Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak.
Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde.
Kanadıkca tuz yerine gözyaslarımı basmak yüreğime.

Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
Nereden bileceksin?
Sen benimle hic olmadın ki.
Olsaydın avuclarım terlemezdi...
Isırmazdım dilimin ucunu...
Özlemezdim seni yanımdayken...
Kıskanmazdım...
Korkmazdım yollarda yürümekten.
Islanmazdım yagmurlarda...
Yıldızlara aya dert yanmaz böyle her şarkıda sarhoş olmazdım...
Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize...
Ve her kulaçta haykırırdım seni

Ama sen hic benimle olmadın ki...
Ya aklın baska yerlerdeydi ya yüregin...

CAN YÜCEL
dönelim
döndürsün bizi
kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
ve akılda kalan bir yokuştan
ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
ve çocukluktan
dönelim
dönelim mi biz
gençlikten, oralardan
mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
dönelim mi acıya
acıya, büyük acıya
ve soralım mı acaba
ey büyük yalnızlık insansan eğer
bir kaya
dalgalar yalarken onu
o bakarken kaskatı kalabalıklara
ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

bütünüyle bir semte benziyor ruhi bey
binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
kedilerden örülmüş bir semte
ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği
eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
belki de genç bir şairden ödünç alınan.

yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor ruhi bey
düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
azıcık vakit kalmış
ya da vakit var daha. ama ne çıkar
gövdenin yazgıya başkaldırması mı
ruhi beyin
başkaldırması mı yoksa

vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
vaktinde anlamanın sevinci mi
ya da biraz geç kalmanın
o gereksiz tedirginliği mi
hangisi
ama belli ki sonundayız her şeyin
en sonunda.

(bkz: edip cansever)
Büyük Taarruz

Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı öyle ferahtılar ki
sayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar `üç' dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
eğildi durdu.
Bıraksalar
ince uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.

Nazım Hikmet Ran
Seni saklayacağım inan
Yazdıklarımda, çizdiklerimde,
Şarkılarımda, sözlerimde.

Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.
Nazım eşine itafen yazdığı “Saman Sarısı” adlı şiirinin içinde Abidin Dino’ya çağrılarda da bulunmaktadır.

“Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin ?
işin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin”

Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram. O mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. Yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle…

Mutluluğun Resmi

Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
işçiler gözler yolunu.
inebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
ilk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.

işte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya...

Abidin Dino
Gecenin şiiri'ne yazaman seni,
Sen şiirin gecesisin.
Sen gecesin
En gecesin
En gecesen
En gece sen
Sen şiirsen
Şiir sen.
Ben hep onyedi yasindayim.
Her Ayak sesinde ürperirim.
Demirkapinin her acilisinda,
gögsümün Kafesine sigmaz yüregim.
Her türlüsünü tattim, acilarin ayriliklarin.
Herseye biraz alistim.
Bir seni beklerken kendimi yenemedim..
Gelin bütün yıldızları doldurun
Karanlık yalnızlığıma.
Ne ışıldar yanım yörem, ne ışır
Ölürsem yalnız ölürüm
Seversem yalnız severim
insanlar gelir geçer
Ömrümden ama
Macera benimdir
Geçmişlere karışır.

Kötümser miyim dersiniz, hayır
Bu gerçek en alası gerçeklerin
Göveren arpaların buğdayların peşine
Senin, benim bütün yaratılmışların
En ulu ağaçların, en şakrak kuşların
Düzlemde açıp açıp kavrulan çiçeklerin
Aşkımız, meşkimiz tek başına...

Turgut Uyar, deneme

Bu şiiri okurken bir de fon müziği bırakıyorum sözlük, iyi gelir.


https://youtu.be/gJLpr6UaM-E
özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden bir adam meselâ omuzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından artakalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.
Ben nerde bir çift göz gördümse
Tuttum onu güzelce sana tamamladım
Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu
Bir bunun için yaptım

Sen belki de bir resimsin ne haber
Kırmızı bir Beykoz’un yanında duruyorsun
Yapan bir de ağaç yapmış yanına
Dallarına konsun diye kelimelerin

Kanto/ cemal süreya
(bkz: istanbul ağrısı)
Kanatları parça parça bu ağustos geceleri
yıldızlar kaynarken
şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen
sen
eğer yine istanbul'san
yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim
pançak pançak şiirler tüküreceğim
demek yine ben
limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor
kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler
yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları
mavi asfaltlara çökmüş
diz bağlıyor
eğer sen yine istanbul'san
kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan
sirkeci garı'nda tren çığlıklarıyla bıçaklanıp
intihar dumanları içindeki haydarpaşa'dan
anadolu üstlerine bakıp bakıp
ağlayan
sen eğer yine istanbul'san
aldanmıyorsam
yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine senin emrindeyim
utanmasam
gözlerimi damla damla kadehime damlatarak
kendimi yani şu bildiğin attilâ ilhan'ı
zehirleyebilirim
sonbahar karanlıkları tuttu tutacak
tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor
imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den
tophane iskelesi'nde dizel kamyonları sarhoş
direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler
uykusuz dalgalanıyor
ulan istanbul sen misin
senin ellerin mi bu eller
ulan bu gemiler senin gemilerin mi
minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında
liman liman götüren
ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi
akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar
neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor
antenlerinden
neden
peki istanbul ya ben
ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy
gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas
ya benim kahrım
ya senin ağrın
ağır kabalarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın
çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi
burgu burgu içime boşalttığın
o senin ağrın
o senin
eğer sen yine istanbul'san
yanılmıyorsam
koltuğunun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim
sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine
satır satır okumak istediğim
sen
eğer yine istanbul'san
eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim
ulan yine sen kazandın istanbul
sen kazandın ben yenildim
kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar
yine emrindeyim
ölsem yalnızkalsam cüzdanım kaybolsa
parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam
hiç bir gün hiç bir postacı kapımı çalmasa
yanılmıyorsam
sen eğer yine istanbul'san
senin ıslıklarınsa kulaklarıma saplanan bu ıslıklar
gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan
bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir
ulan bunu sen de bilirsin istanbul
kaç kere yazdım kimbilir
kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken
1949 eylül'ünde birader mırç ve ben
sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık
sana taptık ulan!
unuttun mu
sana taptık!
Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum.

Nazım Hikmet Ran.