Değişir rüzgarın yönü,
Solar ansızın yapraklar;
Şaşırır yolunu denizde gemi,
Boşuna bir liman arar.
Gülüşü bir yabancının,
Çalmıştır senden sevdiğini;
içinde biriken zehir,
Sadece kendini öldürecektir;
Ölümdür yaşanan tek başına
Aşk iki kişiliktir.

Bir anı bile kalmamıştır,
Geceler boyu sevişmelerden;
Binlerce yıl uzaklardadır,
Binlerce kez dokunduğun ten;
Yazabileceğin şiirler,
Çoktan yazılıp bitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Avutamaz olur artık
Seni bildiğin şarkılar;
Boşanır keder zincirlerinden
Sular tersin tersin akar;
Bir hançer gibi çeksen de sevgini
Onu ancak öldürmeye yarar:
Uçarı kuşu sevdanın
Alıp başını gitmiştir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.

Yitik bir ezgisin sadece,
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden.
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır
Gece camlara sürtünürken;
Çünkü hiç bir kelebek
Tek başına yaşayamaz sevdasını,
Severken hiçbir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.


(bkz: Ataol Behramoğlu)
kadınlar sonbahar yapraklarını dökmeye başlar
titrek dudaklarında sarışın bir keder
nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar
sisli bir nebuloz gökte yazılmamış şiirler

dargın sevgililer yalnızlıklarına uzaklaşıyor

anlaşılmaz çocukluğun ortaokullarından ders zilleri
kilitli defterlerde kurutulmuş menekşeler
tehlikeli yolculukların kanat çırpan mendilleri
sazdan saza azalan hicranlı köçekçeler

dünkü delikanlıları yaşlılığa taşıyor

eylül şehirleri yağmurlu gürültülerle alır yerlerini
deniz kahvelerinde son kadehlerde bulutlar birikir
ılık bir aydınlıkla yıkayıp yorgun ellerini
görgülü ihtiyarlar bir bir ortalıktan çekilir

yaşlandıkça insan dünya başkalaşıyor.

attila ilhan
iki sigaram kaldı bu gece için maviş anne
iki muhabbet kuşum.
iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim, biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak?
dünyaya bile bir dünya anne lazım.
biri sen ol maviş anne, biri ben.
dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da
birlikte gidelim maviş anne
bana da kendi serüvenimden bir yer ayırt,
şefkate söyle o da gelsin.
özledim onu, o da gelsin saçlarıma dokunsun
bilir misin, büyüler bile ninniyle büyür
temiz kokan pazen gecelikler, şehriye çorbası...
hepsi, hepsi ninniyle büyür.
bilir misin maviş anne?
ben çekildiğim her fotoğrafta
defolu bir kelebek gibi çıkarım.

kalbimi de büyüttüm sonunda
artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa
kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara
öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın.
kalbim sanırım büyüyünce
sokaklarda ağlayan biri olacak
rezillik yani maviş anne!
kalbim komik kaçacak
kaçmaması için sen en iyisi kalbime de
benim serüvenimden bir yer ayırt
aman, mutsuz bir yer olmasın!

iki sigaram kaldı bu gece için
yüzyıl yetecek çocukluğum,
iki muhabbet kuşum,
biraz da ateşim var.
dua ediyorum ateşe
vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece
dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne
aman umutsuz bir yer olmasın!

iki kendim varmış maviş anne
biri benmişim biri mutsuz
ben ölürsem maviş anne, mutsuz için
dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.

ben ölürsem mutsuza iyi bak!

(bkz: Didem Madak-Mutsuza Kim Bakacak -Kısaltılmıştır-)
Sen benim musikimsin, o güzelim ellerin
Kutlu tahta tuşlarda nağmeler yaratınca
Ve coşup durmasıyla ahenk dolu tellerin
Can kulağıma o hoş ezgiler can katınca,
Çevik sıçrayışlarla yumuşacık avcunu
Öpüp duran o tuşlar beni kıskandırıyor,
Zavallı dudaklarım hasat sanıyor bunu,
Tahtadaki cürete bakıp duruyor mosmor.
Ne eşsiz zevk:dans eden tuşlar gibi olmayı
özlemek, parmakların dolaşırken kayarak
O tuşların üstünde coşmak, cansız tahtayı
Yaşayan dudaklardan daha çok kutsayarak.
Arsız tuşlar sevinsin: uzat parmaklarını
Ve öpeyim diye ver bana dudaklarını.

William Shakespeare
Beni koyup koyup gitme, n'olursun
Durduğun yerde dur
Kendini martılarla bir tutma
Senin kanatların yok
Düşersin yorulursun
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

Bir deniz kıyısında otur
Gemiler sensiz gitsin bırak
Herkes gibi yaşasana sen
işine gücüne baksana
Evlenirsin, çocuğun olur
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

attila ilhan
bir sabah,
bulutlu bir sabah ama, güneşli değil
uykudan uyandığımda
o tedirgin uykularımdan uyandığımda
bulutlu bir hava vardı dışarda
kurşuni bir gök
ve de ha yağdım ha yağacağım diyen bir atmosfer..
bulutlardan bir ses mi duydum,
yoksa bana mı öyle geldi bilmiyorum.
bu şiirimin adı, bulutlardan gelen ses.

bulutlardan gelen ses
kuruyan bağrıma yağmur gönder
bereket yolla gönül tarlama
bulutlardan gelen ses
şimşek şimşek ihanetin
mor mor hasretin
sızı sızı aşkın var.
yağmurun, gönül tarlam olmasa nereye yağar?

bulutlardan gelen ses
gökkuşağından bir demet düğünüme
gökkuşağında siyah yok ki
kara çelenk isterim omuzlarım üstünde

miniciktim, "allah" derlerdi, göğe bakardım
bak, şimdi de öyle
nasıl yağdırılır mevsimsiz yağmurlar?
şubatla ağustos kardeş midir?
sarı gönlüm, sarı gönlüm, sarı gönlüm.
güz güz her çağı aşkıma
sana mağmadan bir avuç ateş yollasam
sen kuruyan bağrıma su,
uyan, bulutların üstünde
bu ne uykusu?
zeki müren...
birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri
gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri

kentleri ve kasabaları ve köyleri çevirdik senin adına
kapıları tutmaktan artık herkesin nasır oldu elleri

olsun daha da tutarız sen varsan düşüncemizde ama gel
tutarız karaları ve denizleri ve yaşayan yürekleri

kendin karşı koydun yaptığın saraylara zindanlara tellere
yine kendin kullan artık kendi yaptığın tüfekleri

bozgun bir şubat sensin, ekmek ve kan senden, ekim sensin
nerende taşır büyütürsün nerende sonsuz gelecekleri

hatırla, kendini hatırlat, o büyük haklılığı denize giden
hatırla, karada ve denizde onardığın her yeri

hatırla, karada büyük taşları üstüste kodun, hatırla
yürüttün canalıcı denizlerde cesur gemileri

«...senin hüznün bir yazgıdır, bir eski zamandır
büyüksün artık büyük dirimine beni inandır

bir değişmezlik sanırsın çoktan beri her şeyi oysa
bir vakitler güneyde öyle kötü kullanılmış ki...»

gecikmiş bilgeliğin yaşamış bir eski ağacı hatırlatır
ki sen emzirirsin duyguyu, sen beslersin kalemleri

sen yarattın, sendeyiz, suyumuz, toprağımız kanımız
senden ey yüce bekleyiş, sanki bu kalın eller kimin elleri

artık bize soluk ver, bizi besle, kendini hatırla
ey biraz yavaş, biraz kutsal, beklerken az sevinçli

seni bağışlamam çünkü ben büyük bir dirim taşırım
çünkü ben ey derim ve severim ey demeyi bilenleri

biz bir aşk nedir biliriz seninle, biz biliriz
ey kim varsa orda o tek olanın adına çekin kürekleri

turgut uyar
Ben senin en çok sesini sevdim
Buğulu çoğu zaman, taze bir ekmek gibi
Önce aşka çağıran,sonra dinlendiren
Bana her zaman dost, her zaman sevgili

Ben senin en çok ellerini sevdim
Bir pınar serinliğinde, küçücük ve ak pak
Nice güzellikler gördüm yeryüzünde
En güzeli bir sabah ellerinle uyanmak

Ben senin en çok gözlerini sevdim
Kâh çocukça mavi, kâh inadına yeşil
Aydınlıklar, esenlikler, mutluluklar
Hiç biri gözlerin kadar anlamlı değil

Ben senin en çok gülüşünü sevdim
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acıları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zaman

Ben senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karşısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişini

Ben senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevdiğini

Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeni
Mertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdim
Ben seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni...

Ümit Yaşar Oğuzcan yazmış, kısa yolculuğumda radyoda denk geldik

Ceyhun Yılmaz seslendirmiş,

https://www.youtube.com/watch?v=NuXEMf2ld7A

pek çok değer verdiğim bir insana gönderdim, benim için seslendirdi, günceme ekledim.

http://vocaroo.com/i/s03gW9wzXiP9
Şeyhim beni 70’lere ışınla,
3 milyar saniyem bitmeden önce
Sonsuzluğu bükeyim, kalan ömrümce.
Tasavvuf strese iyi geliyor bence.

Bir fırt ab-ı hayat versene şeyhim
Dindirsin faniliğin hararetini.
Bitsin mutat prova, deney, tatbikat;
Ecel formalitesi, azap rutini.

Şeyhim nedir bütün bu illüzyonlar seraplar?
Aşk üçgeni, meşk dairesi, kudret karesi,
Zeval kulvarındaki zırhlı araçlar?
Şimdi yani tam şu an kaderde ne var?

Şeyhim adım kara listede, aha!
Görünmüyor hicret rotasındaki vaha
Açamam, açamazsın, açılmaz şeyhim,
Sıfırın ortasına bir delik daha.

Şeyhim 14 milyar yıl ne çabuk geçti
Yaş kırk oldu kırklara karışamadım
Ben defterden sildim ölümsüzlüğü
Şeyhim kainata alışamadım.

(bkz: murat menteş)
Ey ölümden ve hayattan olma çocuk
Suna'yı ve denizi bildin
Şimdi bir başka soru bul kendine
bir yakamoz neden durup durup bir dubayı kovalar
gibi örneğin, Ölümden ve hayattan çok bahsettik
suskun, ağızsız, sözsüz
ilahi bir koronun gülümsemesini istiyorum ben
yerli yersiz
hem neden küçük bir gülümseme için
büyük espriler gerekli bize
ve neden cinnet beşinci kattayken yakalar insanı
ve bu mermer insanlar nasıl olur da
romatizmadan bahsederler? Ey ölümden ve hayattan olma çocuk
hüt hüt kuşunu ve gözyaşını bildin
peki, niçin bir new york bulur kendine
tatar çağrışımlı ve balkonlu kızlar
saçlarını taşırken çınaraltının serin sabahlarına
ve bir şairin yüzüne niçin kurtlar iner her akşam
durup duruken bir koridor ıssızlığına...
Susardın ve kar yağardı

Gözlerinde başlardı gece
Yarım kalmış kitaplarda biterdi.
Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman
Kırılmış aynalardı

Susardın, durmadan susardın
Ve kar yağardı

Ocak ağaran saçlarımdı
Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı
Ve uzaktı yaz bir anaydı
Mart'ın izlerini taşırım bedenimde
Aynı masalın ikizleri gibiydi günler
Nisan saçlarımda ıslanırdı hep

Susardın, durmadan susardın
Ve yağmurlar başlardı

Çok bekletti bizi,
Hiç vaktinde gelmedi mayıs
Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi
Temmuz bir düştü belki

Yaraları sarar gibiydi
Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi
Bir gül suçüstü yakalanırdı
Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı

Susardın, durmadan susardın
Ve rüzgârlar başlardı

Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim
Sürgünlere uğurlardık kendimizi
Kalan mı bizdik, giden mi
Bilinmezdi
Kasım rüzgârda bir yapraktı
Ve biraz ıtri
Kendi sesiyle irkilirdi
Aralık günlerin son neferi

Soluk bir düş geçse de
Hiçbir mevsim gözlerin kadar
Acımasız kullanmadı neşteri

Susardın ve kar yağardı

A. Hicri izgören
Suskun
beni candan usandirdi, cefadan yar usanmaz mi?
felekler yandi ahimdan muradim şemi yanmaz mi?.
fuzuli-
edit: şem mum anlamina geliyor.
gerçekten bunu o kadar çok düşündüm ki. 

hz.peygamber efendimiz birkaç günlüğünü bize misafir olsa,yaşantımızda ne gibi değişiklikler olurdu. 
evimizin her odasını,işyerimizi,arkadaşlarımızı,nerede yatıp,nelerle uğraştığımızı ona gurur ile gösterebilir miydik?

günde ortalama 4 saat televizyon izlediğimiz gibi onuda televizyon karşısına,maç izlemeye davet edebilir miydik?

o'na layık bir ümmet olduğumuzu kendisine gurur ile söyleyebilir miydik?

eğer bir gün, peygamberimiz ziyaretimize gelse, 
yalnızca bir kaç günlüğüne, 
hem de aniden gelmiş olsa; 
merak ediyorum ne yapacağımızı? 
biliyorum en güzel odamızı kendisine tahsis edeceğimizi. 
böylesi şerefli bir misafire yiyeceklerin en iyisini, 
içeceklerin en iyisini sunacağımızı. 

onu evimizde görmekten mutlu olacağımıza, 
ona hizmet etmemizden alacağımız hazzı, 
başka hiçbir şeyden alamayacağımıza da inanıyorum. 

tüm bunlara rağmen merak ediyor ve düşünüyorum: 
onun evimize doğru geldiğini gördüğümüzde, 
kapıda mı karşılayacağız? 
o güzel misafiri içeri almadan buyur ya resulullah! demeden, 
kollarımız bu mübarek konuğumuza uzanmış olarak 
hoş geldiniz! deyip içeri almadan önce neler yapacağımızı merak ediyorum. 

masamızın üzerindeki bazı gazete ve dergileri saklayıp, 
onun yerine kur'an mı koyacağız? 
hala açık saçık programları izlediğimiz televizyonun üzerini örtüyle mi kapatacak 
veya alelacele yerinde kaldırıp bodrum kattaki izbeye mi saklayacağız? 
yahut da koşacak mıyız kapatmaya, o kızmadan önce? 
veya o nurlu misafirin işitmediğini umarak kapatacak mıyız radyomuzu, 
yüz kızartıcı bantları izlediğimiz videomuzu? 
evin rafında üst üste dizdiğimiz müzik bantlarını unuttuk galiba. 
hemencecik onları kaldırıp, onun yerine hadis kitapları mı yerleştireceğiz. 

merak ediyorum . 
evimize girmek üzere bulunan bu şerefli misafirin hemen girmesine müsaade edecek miyiz ? 
ya da sağa sola mi koşturacağız? 
yahut da biraz bekler misiniz? diyerek onu kapımızın önünde mi bekleteceğiz ? 

merak ediyorum... 
eğer peygamberimiz bir kaç gününü geçirmiş olsa, 
alışagelen yaptıklarımıza devam mı edeceğiz? 
her sabah gün doğusuna veya kaba kuşluğa kadar uyabilecek miyiz? 
ailemizle kavgalı-gürültülü savaş ortamını sürdürebilecek miyiz? 
yoksa bir kaç saat sonra sıkılmaya, daralmaya mı başlayacağız? 

merak ediyorum... 
hiç yüzümüzü asmadan tüm aile fertlerimizle beraber her vaktin namazını kılabilecek miyiz? 
sabahın erkeninde yatağımızdan fırlayıp sabah namazı hazırlığını yapabilecek, 
nişanlanma çağına gelen kız ve erkek çocuklarımızı yataklarından kaldırabilecek miyiz? 
veya, şerefli misafirin abdest suyunu dökerken, 
öbür odada 15 yasına gelmiş ancak secde yüzü görmemiş oğlumuzu nereye saklayacağız? 
yoksa bir kaç günlüğüne otele veya akrabalarımızın evine mi göndereceğiz? 

merak ediyorum... 
alıştığımız hayat seyrimizin, kontrolden çıktığındaki acı halimizi. 
bayimiz gazeteyi kapıdan uzattığında ne yapacağımızı. 
müslüman bir sahabe kadının kıyafetine dokunan yahudilere karşı 
savaş başlatan misafir peygamberin yanında 
o müstehcen gazeteyi okuyabilecek miyiz? 

acaba diyorum... 
peygamberimizi yanımıza alarak gitmeyi planladığımız yerlere götürebilecek miyiz? 
17 yaşındaki kızımızın yanına gelerek siz ne alırdınız.  
diyecek olan şık bir garsonun sözüne karşı tavrımızı. 

acaba diyorum. 
gittiğimiz yerde üç-dört saat boyunca yemek masasında peygamberimiz de bulunabilecek mi? 
yoksa onu evimize istirahata mi alacağız? 

düşünüyorum. 
hem de gözlerimle görmüş gibi düşünüyorum. 
bir kaç günlüğüne evimize misafir olarak gelmiş olan peygamberimizle 
24 saatimizi nasıl geçirdiğimizi göstermemizi. 
bonjour diyerek evimize giren oğlumuzu, yarım etekle arabadan inen genç kızımızı. 
bunda benim suçum yoktur ya resulallah! deyip, 
ölüp ölüp dirilen ana ve babaları.... 
düşünüyorum peygamberimiz evimizde otururken, 
evimize gelecek aile misafirlerimizi. 
peygamberimizden habersiz olan misafirlerimizin girişlerini, konuşmalarını, görüntülerini. 

evet evimize sadece bir kaç günlüğüne misafir olarak gelecek olan, 
peygamberimize karsı sergileyeceğimiz tavırlarımızı merak ediyorum. 
bu peygamberin nasıl karşılanıp, nasıl uğurlanacağını merak ediyorum. 

peygamberimiz eğer bizimle bir kaç gününü geçirecek olsa, 
alışagelen yaptığımız işlere devam mı edeceğiz? 
yahut da ziyaret bittiğinde ve evimizden ayrıldığında rahat bir nefes mi alacağız? 

evet sevgili peygamberimiz bizimle biraz vakit geçirmek için gelse; 
hayatımız altüst mü olacak? 

yoksa, evet yoksa...
Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın, beni sensiz bıraktın.
Bu günler gelirim sana
konuşmak için değil
sadece yüzüne bakmak için
belki senin yüzünde bulurum aradığımı
bütün gördüğüm yüzler lakayt,hissiz
senin yüzün nasıl.
NAZIM HiKMET RAN.
...
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten’i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten’li iki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten’i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten’i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
mükemmel ya
görsel
Hızla Gelişecek Kalbimiz

hızla gelişecek kalbimiz
kalbimiz hızla.
sürgünlerin umutsuzluğunda
kırık kalpler, yaralılar, onulmazlar
farksız çarpanların umutsuzluğunda
ve köprü başlarının umutsuzluğunda
ve köprü başlarının umudunda.
sular bitse bile, çiçekler atılırken oralara
temiz bir ilişkinin bulutsuzluğunda
ve eski dağlarda, eski dağlarda kış
kovalarken ülkesini
hızla gelişecek kalbimiz.
kendi öz hüznümüzün öz tarlasında
bozkır dayanıklılığımızın tarlasında
kalbimiz

Turgut Uyar
Ama sen uzaklardaydın ey kalbim
Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
Ayın yıldızların çağlayarak
Berrak şelaler yaparak
Coşku içinde aktığı
Bir yerlerdeydi.Hani bir gün bir çobana rastlamıştık
Adı Ferhat mıydı neydi
Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin
Sadakatten mest oldukları
Herbirinin gözlerinde
Kaybolur gibi kayar gibi
Dalıp gittiğimiz o saadet evreni
Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdanYaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir
Toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibi bazenUsul usul inen
Yağmur tıpırtılarını
Dinler gibi
Dalıp gitmiştik
Sen konuşuyordun
ipil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
Onlar ki konuklarımızdı
Adları Keremdi,Yusuftu, Kaystı
Hepside ezelden tanıdıktı dosttu.

Erdem bayazıt.
Bütün insanlara
Dillerde gezen adım:
Bir seciyesiz, bir it.
Nedense olamadım,
Sizin gibi bir yiğit...Ne gaye taşıyorum,
Ne bir dağ aşıyorum;
Delice yaşıyorum,
Ne ihtiras, ne ümit...Yuh...Eğer hayat buysa,
Bu ahmakça uykuysa...
Bana kim sokulduysa
Hadi dedim, hadi git! ..

Sabahattin Ali
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
Azıcık okşasam sanki çocuktular
Biraksam korkudan gözleri sislenir.

Ne kadınlar gördüm zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Hayır sanmayın ki beni unuttular
Hala arasıra mektupları gelir
Gerçek değildiler birer umuttular
Eski bir şarkı belki bir şiir

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir
Yalnızlıklarımda elimden tuttular
Uzak fısıltıları içimi ürpertir
Sanki gökyüzünde bir buluttular
Nereye kayboldular şimdi kimbilir

Ne kadınlar sevdim zaten yoktular
Böyle bir sevmek görülmemiştir.
Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın.

Ümit Yaşar oğuzcan
"Herkesin başkasını konuştuğu
Bu aynalar pazarında
Seni kimselere
Söylemeden öleceğim. "
görsel
Çalakalem tarafima yazilmis bir siirimsi.