bugün

Türkmen dilinde elbiseye verilen isim.
(ara: eşiği)
Bir yaz günüydü bırakmıştım arkamda
Yürüyordum sokaklar tozdu yapılar
Bozbulanık bir su gibi akıyordu
Bir kadın çamaşırını asıyordu
Penceresinde yitirilmiş anılar
Burnumda çürümüş yemiş kokuları
Sokaklar yeniden yeniden sokaklar
Yer bitirir en güzel aydınlıkları
Geceyle gündüzün kavşak noktasında
Havada kanat vuran bir kuştu çirkin
Ve şaşkın baktım birdenbire karşımda
Olağanüstü eşiği güzelliğin

S.KUDRET AKSAL..
eski evlerde kapının altındaki yükselti.
deprem anında girilmesi gereken yerlerden biri.
Gitarın sapında, telleri akort burgularına gitmeden önce sonlandıran kısımdır.
Irmak Zileli'nin, ilk roman kitabının adıdır. Siyasetin her dakika konuşulduğu ailenin içerisinde bulunan küçük Eylül, babası ve dayısı arasındaki çatışmada, herhangi bir taraf olmamaya çabalamasını anlatan, güzel bir roman. Aynı zaman da "yarı kurgu yarı gerçek" demiştir yazarı.
okunduğunda psikolojideki eşik kavramlarını akla getiren iğrenç kelime.
ahmet hamdi tanpınar şaheseri bir şiir.
şirin pancaroğlu'nun istanbul'un ses telleri tematik albümündeki istanbul'un ağaçları, erguvan; hem temasıyla hem de sazlarıyla(arp, kemençe,ud, kanun) tanpınar'ın ve bu özel şiirin ruhuna yoldaş olsun...

http://www.youtube.com/watch?v=5OWAOAsOSak&feature=share

--spoiler--
Bu yekpâre akış, durgun, derinden...
Her aynada yalnız kendi görünen
Bu yüz ve şifasız hüznü eşyanın
Kendi cevherinde mahpus bir ânın
Dağıttığı dünya hep yaprak yaprak,
Dalgın, unutulmuş sesleri uzak
Bir uykudan bana tekrar dönenler,
içimde, dışımda hep aynı çember!
Bin elmas parıltı oyun ve halka
Küçük ve hiç değişmez dalgalarla
Bende bana meçhul akşamlar yoklar!
Gülen ve gömülen gölge ufuklar
Acayip davetlerin rüzgârında
Her lâhza yine kendi sularında!...

Uzakta, aya çok yakın bir yerde,
Çılgın ve muhteşem harabelerde,
Büyük sükûtların fırtınası var.
Mermer duvarlarda kırılmış sazlar,
Çok genç uçuşunda ve hangi haşin
Yıldıza gülerek çarptığı için
Alnında bir siyah nokta geceden
Kovulanlar ışık bahçelerinden,
Bütün ayrılıklar hepsi orada
Bu çıplak, ümitsiz ve saf duada.
Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanıyan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde.

Garip telâşını, binlerce fecrin
Ocağında nezir güvercinlerin
Hülyâm o kıvılcım ve kül yağmuru
Çırpınır bu beyaz mahşere doğru!
Ey hiç şaşmayan göz, büyük atmaca
Gölgesi güneşin üstünde uçan
Dişi kuyruğunda ebedî yılan,
Ve üstüste rüyâ!
Bir ses yavaşça,
Bir ses, bin uykudan mahmur ve zengin
Zümrüt usaresi maviliklerin
Suların üstünde arar kendini
Yoklar, ömrün bütün sahillerini
Çizgiler silinir, ufuk bir beyaz
Çin kâsesi olur, toprak, yosun, saz
Hep birden tutuşur, nârin kemerler
Alevden sütunlar, altın, mücevher,
Ah bu çılgın yağma...Orman çatırdar
Ve çıplak aynası ufkun tekrarlar
Büyük masalını aydınlıkların.

Elele bir oyun bugün ve yarın
Bütün pınarlara koştum cevap yok
Tekrar bana döndü her attığım ok
Her çığlık önümde tutuştu, yandı
Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı,
Yabanî otlarla örtüldü duvar...
ilhamlı çehresi hilkatin sular
Kaç kere değişti önümde böyle,
Birbiri ardınca gün ve mevsimle...
Ve kaç kere bahar güldü derinde
Güllerin kanıyan bekâretinde
Taze gülüşüyle toprağın suyun...
Tılsımlı kadehi her susuzluğun
Ey şafaktan, sırdan, arzudan hayâl
Yıldızların bize ördüğü masal
Kaç kere yarattım tenhada seni
Beyaz kollarını, sıcak buseni...
Bakışın, gülüşün, neş'en ve hüznün
Ay altında bir gül nağmesi yüzün...

Evet çok bekledim, kaç kere hazan,
Dinç atlar koşturdu boş ufuklardan
Yeleler alevli, ağız köpüklü,
Bulutlar bir kanlı hiddetle yüklü
Geçtikçe batıya doğru önümden
Zâlim ümitlerle ürperirdim ben,
Duyardım her an uzlette bir yeni
Âlemin yıkılıp devrildiğini
Çılgın mahşerinde ses ve renklerin...
Benden sor sırrını mesafelerin
Benden sor ve benden dinle akşamı...
Rabbim bu sonsuzluk ve onun tadı...

Bir ses yavaşça der, bırak yalvarsın,
Hayat bu kapıda...ne çıkar varsın,
Nakışlar gülmesin beyaz taşında
Ölüme benzeyen bu susuzluğun
Çağlayan hayâller yeter başında...
Bir fikir, bir şekil dalında olgun
Bu ağır sallanan hazan meyvası,
Gurbet, mendillerin çırpınan yası,
Yüzler ki bir uzak müjdeye benzer,
Her türlü ışığa kapanmış gözler,
Her şey, hepsi, gülen, susan, kamaşan
Rengiyle toplanır bende ve akşam
Rüzgârla tarümar, mevsimle sarhoş
Gelir ta kalbimde düğümlenir...
-Boş...
Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini...
Bırak bu tesadüf bahçelerini...
Hakikat çok uzak, karanlık, derin
Bir dille konuşur, büyük köklerin
Toprakla ezelden karışmış dili!
Geceyle ölümdür asıl sevgili
Bu ikiz aynada toplanır yollar
Karanlık yaratır, ölüm tamamlar.
Kaçalım seninle biz de geceye
Ölümün kardeşi saf düşünceye...
Yeter büyüsüne aldandığımız
Güneşin...biraz da yalnızlığımız
Kendi aynasında gülsün, gerinsin
Güvercin topuklu sükût gezinsin.
--spoiler--
genellikle ayağınızı çarptığınız yer. kıvranmanıza neden olduğu anlar bile vardır.
telli çalgılarda üzerine tellerin bindiği köprünün adı.
* (bkz: acı eşiği)
Bir uyarıcının algılanabilmesi ve algılanamaması ile ilgili bir sınırdır. Eşik bir uyarıcının farkına ne zaman vardığımızı
belirler.

(bkz: algı eşiği)
Ahmet hamdi Tanpınar'ın, okuyanın şiir beğenme eşiğini yeniden belirleyen şiiri.

"... Ve bir kadın beyaz, sakin, büyülü
Göğsünde kanayan bir zaman gülü
Mahzun bakışlarla dinler derinde
Olup olmamanın eşiklerinde... "

"... Boş ve ümitsizdir akşamın hüznü
Bu tenha çeşmede bir an yüzünü
Seyredenler altın sazlar içinde
Ruh muammasının ürperişinde
Kaybolmuş sanırlar kendilerini..."
eşikten adımını attığı gibi değişti sanki dünya. dünya, onun omuzundan indi o eşikte ve ayağının altında kaldı bir anda sanki. alına mor çalındı. moruna gül. ne eşikmiş arkadaş! sevmek, gölgesinde bir çınarın, temmuzun orta yerinde bir ikindi vakti gibi oluverdi. durup soluklandı ruh. gönül demini aldı. eşiğin beri tarafı gam ve kara çalarken, öte tarafında yediverenler açtı. bir adım öncesi benzerken kırık aynada paramparça bir yüze, bir adım sonrası berrak bir suyun ışık vuran yüzünü yansıtması gibiydi. uzayıp gidiyor cümleler. fakat bu eşik, kendinden çok bahsettirecek gibiydi. eşik, ikiye böldü ömrünü. eşik; evveli nâr, ziyan ve zebil. ahiri nur, hak ve emin. o eşikten atlayıp hayallerinin yolunu tuttu. yol uzundu, söylenmişti. eşik, yolun başı ve fakat başka bir yerin çıkışı oldu. Çıkışlar ve gidişler hep böyle olsa..
telli çalgılarda üzerine tellerin bindiği köprü, bazı enstrümanlarda eşik yüksekliğinin ayarlanmasını sağlayan bir mekanizma da vardır.
ilkel olduğunu bildiğiniz fakat bir türlü vazgeçemediğiniz inanışlarınız var mı ? esasında çoğu batıl inanç, önceleri böyle görülmeyen inanışların dönüşüm geçirmiş halidir. örneğin, eşikte durmanın uğursuzluk getireceği yönündeki inanç, tarikat kültüründe eşiğin kutsal sayılmasından kaynaklanan bir öğretiye dayanıyormuş. zira eşik, zahirle batının buluştuğu noktadır.

her birimizin yaşamının bir/belki de birçok eşiği mevcut. ben de tam o eşiği geçtim, huzura kavuştum derken, çölde görülen serap misali, o eşiğin ardının bir sanrıdan ibaret olduğunu idrak ediyorum. aylar evvel bir edebiyat dergisinde, çölde kaybolan ve sınırın ötesinin sevdasıyla tutuşan askerlerle ilgili bir yazı okumuştum. bazen o askerler gibi hissediyorum kendimi. savaşmaktan yorgun düşüp kaçmak isteyen fakat görevinin zincirleriyle sarılı bir asker. ' yaşamak görevdir bu yangın yerinde ' diye hatırlatıyor behramoğlu.

sanat bir miktar da olsa hafifletiyor bu görevin yükünü, kısa süreli bir kaçış sağlıyor. baharı, çimleri izleyerek şövalemin başına kurulmayı özledim. umarım sizler o eşiği çoktan ardınızda bırakmışsınızdır.

https://www.youtube.com/watch?v=0pjJLwiB0Nk