bugün

ing. fil
yönetmenliğini gus van sant'in yaptığı
2003 yılı 56. cannes film festivalinde
altın palmiye ödülünü alan
amerika'da bireysel silahlanmanın
nerelere geldiğini gösteren
müthiş kurgusuyla şaşırtan film..
(bkz: white elephant)
--spoiler--
film iyiydi, gus abimizin ellerine sağlık da... bir filmi o kadar yaydıktan sonra son dakikada iki cevval kahramanımızın beraber duş alan birer nazi hayranı olduklarını anlatması bana çok boktan bi propaganda gibi geldi, öh dedim.
--spoiler--
madonna nın sevimli bir şarkısı vardı * kısaca ecnebi fil.
bu sarı t-shirt lü zenci adamın (ismi nedir?) ölümü tuhaftı doğrusu. okulun içinde bağırıp kaçan insanlar, yerde yatan ölü ve yaralılar. bu arkadaşın hiç umrunda değil. yürüyor, sanki beyoğlunda yürür gibi. elinde silahlı çocuğa kadar yaklaşıyor. sonra durup öldürülmesini bekliyor. tuhaf geldi. ayrıca filmle birlikte abd de birysel silahlanmaya karşı büyük kampanyalar başlatılmış ve işe yaramamıştı.
film aslında küçük mesajlar dışında pek bir şey anlatma kaygısı gütmüyor gibi. en azından olayı dramatikleştirip insanları daha bir coşturalım kaygısı gütmemeiş. okulda katliam yapan iki gencin banyoda -daha önce kimseyi öpmedim hadi öpüşelim.. diyaloğundan başka. yönetmen sadece o gün neler olduysa göstermiş..
filmin fragmani:

http://www.youtube.com/watch?v=htlsOf3PnGY
fr. fil
(le)
elifın diye okunan ingilizce sözcük...
(bkz: elephant woman)
(bkz: Effervescing Elephant)
amerikayı taşlamaktan bitap düşmüş film.
ingilizce fil anlamına gelen elephant gus van sant'ın 2003 yılında cannes altın palmiye'yi kazanmış filmidir. columbine lisesinde katliamla sonuçlanan olayları anlatan film son yılların en güzel bağımsız yapıtlarındandır. okuldaki sıradan bir günün bir kaç insanın gözünden anlatıldığı filmin temposu çok ağırdır ve sinemada aksiyondan hoşlanan insanlar bu filmden kesinlikle uzak durmalıdır zira yönetmen kamerayla bir oyuncunun peşine takılıp 5 dakika kesintisiz bir çekimle o kişinin yürüyüşünü ekrana yansıtmıştır ama sinemaya özel ilgi duyanların koleksiyonlarında mutlaka bulunması gereken özgün bir filmdir.
bu filme en iyi film ödülünü veren cannes film festivalinin itibarını skyim. minimalist filmmiş bu mına koyım. şini ben 3 dakika 31 çeken bi herifi kısa film diye sürsem, desem bu herif şu kadar zamandır yalnız o yüzden böyle hunharca sıvazlıyo ondan sonra bunun ilk cinsel deneyimide kötüymüş bunun annesi zaten fahişemiymiş onada bi hıncı var falan filan ben aslında bunu anlatmak istedim hani minimalist çekiyoruz ya mına koyım. bu mudur yani? hani derse ki bu film kendi kendiyle, toplumla, eğitim sistemiyle falan dalga geçmiş bu yüzden böyle sıkıcı onu anlayabilirim belki. ben bu film işinden anlamıyorum galiba ne bileyim.
the white stripes'in bir albümü.
(bkz: elephunk)
kimilerine göre en kral the white stripes albümü.

1. seven nation army
2. black math
3. there's no home for you here
4. i just don't know what to do with myself
5. in the cold, cold, night
6. i want to be the boy to warm your mother's heart
7. you've got her in your pocket
8. ball and biscuit
9. the hardest button to button
10. little acorns
11. hypnotize
12. the air near my fingers
13. girl, you have no faith in medicine
14. well it's true that we love one another

zaten seven nation army gibi bir efsaneyi içinde barındırması tek başına yeterlidir. i just don't knw what to do with myself müthiş bir şekilde coverlanmış ağızlara layık hale getirilmiştir. the hardes button to button doyumsuzca dinlenir sevilir. the air near my fingers'taki gitar tonu seçimi alıp götürür.
başladı koridor, bitti koridor. " eeeeeeee???? " filmidir.
--spoiler--

alex'in suç ortağına okuldakileri öldürmek için nasıl bir plan izleyeceklerini ayrıntılı bir şekilde anlattıktan sonra söylediği: "most importantly, have fun" cümlesinin geçtiği sahne filmin en can alıcı noktalarından biridir.

--spoiler--

gus van sant 'in yönetmenliğini üstlendiği filmde objektifliğin sağlanması amacıyla
olaylar, durumlar ve sınırlı da olsa geçen konuşmalar hiçbir yoruma yer verilmeden, olduğu gibi aktarılmış. belki de bu nedenle biraz ağır ilerleyen bir film olmuş. sahneler karakterlere göre bölünmüş. başlangıçta her birinin bir gün içindeki hikayesi ayrı verilmeye çalışılmış gibi görünse de sonradan zamanda yapılan geriye dönüşlerle birbirleriyle bağlantıları kurulmuş ve konu bütünlüğü sağlanmış. her zaman güncelliğini koruyan 'okul içi şiddet' temasını süslemelerden uzak bir anlatımla işlemesi filmi izlenilir kılan en önemli özelliklerden.
kurguda ufak bi pürüz vardı..

--spoiler--

Şöyle ki. Fotoğrafçı'nın sarışın çocuğun fotoğrafını çektiği ilk çekim ve ikinci çekime baktığımızda (sarışın açısından ve fotoğrafçı açsından) şöyle bi sahne var. Fotoğrafçı sarışının fotoğrafını çektikten sonra kütüphaneye doğru yürüyor ve aynı anda da sarışın çocuk dışarı yürüyor.Fotoğrafçı kütüphaneden geçerken gözlüklü kız giriyor kameraya. Sarışın çocuk odaklı çekimde ise bunlar olurken çocuk dışarı çıkıyor ve çantalı çocuklar sarışının yanından geçiyor. Bu iki sahneyi farklı yürütme programlarında açtığımızda (ki ben öyle yaptım) ya da saniyeyi hesapladığımızda sarışın çocuğun çantalı çocukların yanından geçmesiyle, içeride gözlüklü kızın silah şarjörünün çekilme sesini duyması aynı anda oluyor.. Yani çantalı çocuklar aynı anda hem içeride hem dışarıda.

--spoiler--
--spoiler--

alex frost, eric deulen, john robinson, elias mcconnell, jordan taylor gibi oyuncuların oynadığı 2003 yapımı çok ilginç bir filmdir. kamera sürekli olarak bir karakterin kafasının üstünde hareket ediyor yani bir nevi siz karakterin gözlerinden görüyorsunuz herşeyi. olaylar bir lise'de geçiyor. öncelikle bir karakterle (şu sarışın çocuk) başlıyorlar. bu karakter başka bir ana karakterle (ki bunların hepsinin bibirleriyle ilişkisi yok) görüştüğünde o karakterle devam ediyorsunuz. bu karakterlerin günlük okul yaşamında ne yaptığını izlerken (tiki kızların az bir şey yiyip tolete gidip yedklerini çıkarması, sevgililerin birbirleriyle takılmaları, kılzarın diğer kız ve erkek arkadaşlar hakkındaki dedikoduları vs.) okulu da görmüş oluyorsunuz ki burada da bir vay anasını diyorsunuz. çünkü adamların lisesi bizim üniversitelerden bile daha güzel. neyse film böyle giderken olacağını hiç tahmin etmediğiniz bir şey oluyor ve bu gösterilen karakterlerden ikisinin gay ilişki yaşamakta olduğunu öğreniyorsunuz ve film'in sonunda okulu basıp önlerine gelen herkesi öldürmelerini izliyorsunuz. ikili'nin biri diğerini de sebepsizce öldürüyor. sonunda arkadaşını da öldüren daha psikopat olan kişilik film'in en sonunda film'de gördüğümüz iki sevgiliyi bir oda'da kıstırıyor. önce hanginiz diyip "oo piti piti" diye söylenmeye başlarken gökyüzünü görüyoruz ve film biz sonunu göremeden bitiyor.
film'in ismi "fil" diye film'de fil olduğunu da zannetmeyin. yönetmenine neden film'in ismi film diye sorduklarında sebebinin aynı olayı farklı karakterlerle farklı açılardan izlememiz olduğunu söylemiştir. kör insanlara bir fil'i elleyip ne olduğunu sorduklarında hepsi elledikleri farklı yerleri anlatacaklarından yola çıkıp "fil" konmuş filmin ismi.

--spoiler--

not : bu arada okul'un adı watt high school'dur

(bkz: alicia miles)
hüznü iliklere kadar hissettiren damien rice parçası.

this has got to die
this has got to stop
this has got to lie down
someone else on top

you can keep me pinned
it's easier to tease
but you can't paint an elephant
quite as good as she

and she may cry like a baby
and she may drive me crazy
'cause i am lately lonely

so why d'you have to lie?
i take it i'm your crutch
the pillow in your pillow case
it's easier to touch

and when you think you've sinned
do you fall upon your knees?
and do you sit within your picture?
do you still forget the breeze?

and she may rise, if i sing you down
and she may wisely cling to the ground
cause i'm lately horny
so why would she take me horny?

what's the point of this song? or even singing?
you've already gone, why am i clinging?
well i could throw it out, and i could live without
and i could do it all for you
i could be strong
tell me if you want me to lie
'cause this has got to die

this has got to stop
this has got to lie down, down
with someone else on top

you can both keep me pinned
'cause it's easier to tease
but you can't make me happy
quite as good as me

well you know that's a lie
kurgusuyla insanı göt eden filmdir.
ne devamlılık şaşmış
ne ışık şaşmıştır.
aynı sahneleri tekrarlarca çekmek de
profesyonelliğin bizlerde olmayan versiyonudur.
film, bir hikayeyi filme almaksa
muhteşem bir filmdir.
filim!

(ayrıca bkz:16 nisan 2007 virginia tech katliamı)
teknik açıdan gayet başarılı bulduğum fakat senaryonun işlenişi yönüyle hiç beğenmediğim film. izlemeseniz de bir şey kaybetmezsiniz.
tame impala'nin lonerism albumundeki en saglam sarkisidir. su siralar blackberry reklamlarinda da calmaktadir.