bugün

bir kaç ay önce disko kralında izlemiştim. konuşma tarzı, yaptığı hareketler, mimikleri çok kasıntı geldi bana. bir de okan bayülgen çok yağ çekti o programda. o günden beri okan bayülgen'in hiç bir programını izlemiyorum zaten.
bunu niye şimdi yazdınız diyeceksiniz?
yeni aklıma geldi.
edit: şu an disko kralındaymış heralde. sol framede adını görmüştüm.
soyadı adrian olmasa meşhur olamıyacak kadar sıradan bir insandır. *
kesinlikle katılmadığım durum. aslında kasıntı değildir, kişiliği öyledir efendim. sessiz, sakin ve son derece mütevazı. ha gay midir değil midir onu bilmem. benim ilgim hormonlarıyla değil icra ettiği sanatıyla.
fazıl say'ın kendisine bilkent müzik'te sunduğu eğitimi yarıda bırakmasıyla yeterince kanıtlanan durumdur.

(bkz: bilkent terk)
dünyada bile alternatifi çok nadir olan ses tonu ile kasılmasına hak verebileceğim bir kişiliktir.

Soprano, alto, tenor, bariton ve basın yanı sıra çeşitli enstrümanların da seslerini de çıkarabilen Cem Adrian'ın ses telleri normal bir insanın üç katı uzunluğunda yani dört buçuk santim.
dikkate bile değmeyecek davranıştır. sinek küçüktür, ama mide bulandırır.

gereksiz bir insandır. 8 oktav sesin varsa arkadaş, 8'ini de kullanmak zorunda değilsin ki.

aynı zamanda kendisini marjinal sanan bir insan evladıdır. son albüm kapağında görüldüğü gibi. bunu ajdar yapsaydı tepkiniz nasıl olacaktı acaba.

efendim kısacası ilah kabul edilecek bir insan değildir.
okan bayülgen sevdalılarının hayran olduğu insandır. başka hayran olan ya da dinleyen görmedim.
müziğin ve müzisyenliğin ses telleriyle ve ses teli uzunluğuyla bir alakası olmadığını bize kanıtlayan kişinin fazıl say'ın yardımıyla yuttuğu bir avuç elit sahne tozunu şimdi düştüğü bar sahnelerinde eteğine kusması olayıdır.

bas, bariton, tenor, alto, mezzo ve sopranonun benzerlerini çıkarmanın bir önemi yoktur, olamaz da. erkek seslerinin üzerine eklenen kafa sesi ile kendini beş, yedi ve yetmiş oktav olarak tanıtan çok kişi tanıdık, gördük memlekette. hoş, kendisi biyolojik olarak uzun ses tellerine sahip olsa da arabesk bir tavır içinde yazdığı şarkıların kasvetinden uzaklaşamamaktadır. bu da oktav zenginliğinin bir işe yaramadığını gözler önüne sermektedir. gerçekten kendi müziğini yaptığı sade zamanlarında başarılı olabilecek bir halde idi ancak bu hint kumaşı tavırları kariyeri açısından pek iyi olmadı.

biraz çabayla dünya opera sanatçıları arasına girebilecekken bar sahnelerini ve liseli kızları ağlatmayı seçerek hem kendisine hem de ülkemize büyük haksızlıklar etmiştir.

"ülkemizde soprano, alto, bariton, bas kıtlığı mı var?" diye sorduran, sanatçılar kendi ses repertuarlarını bile bitiremezken hangi ses grubunun eserlerine nasıl yetişeceğini merak ettiren, sonunda klasik denizine düşüp arabeske sarılan insanın ben hâlâ bulunmaz hint kumaşıyım demesidir.