bugün

her şeyi her şeyi aklına getir
gece yarılarını aklına getir
söylediklerini aklına getir
sinsi yağmurlar yağıyordu
soğuktu
yaktığımız ateşi aklına getir

nelerden geçiyorsun aklına getir
gitme dünyamızın her yerinde
yorgun eller gülleri derleyince
ellerin sevincini aklına getir
güllerin sevincini aklına getir

ne çok severdik seni aklına getir.
ekmek şarap sen ve ben
bir de sabahın dördü

dışarda kar
odamız ılık
gözlerin ılık ılık damlarken boş kadehe
anlattın bana ağzı sarımsak kokan bir çocukla yattığını
aşkı tattığını,
karım dediğini ve aldattığını

kıskandım gogen'i tahitilim
terlemiş vücudunu silerken
cüzzam mikrobunu ve yaktığı kulübesini
saçların bağlamıştı ellerimi muz kokulum
güneşi doğurmuştu ölü cisim
martı çığlıklarıyla bir sahil kayalığında
nefesin vücudumu yakıyordu yer yer
sam yelim sahra-i kebirim
kahrettim her şeye o gün
babanın şarap çanağına,
gogen'e,
kadere,
sana ve bana ,
bir de gittiğin arabanın tekerine......

ne diyordum arkadaş....
diyordum ki ben bu zıkkımı içmek için içerim
ama içerken düşünmem neden içiyorum diye
daha sonra yaparım hayatın felsefesini

sırayla olurum fatih,
selim,
kanuni
bazen kadın hamamında tellak....
bazen christoph colomb
napolyon'ken düşünürüm elbede geçen günleri
timur 'ken beyazıt'ı yenişimi....
bir kere aristo'nun hocası olmuştum
ona verdiğim dersle gurur duymuştum
bazen jan dark'ı kurtarmak için çalışan bir kahraman
bazen odunun ateşleyen bir cellat olurum

eğer daha da içersem
shaskespare halt etmiş derim karşımda
salyalı dudaklarımdan yayık sesimi dinlerim de
işte mozart'ın aradığı melodi bu diye gülerim
enayiymiş be platon...
bir içsinde görsün....ne felsefesi varmış bu hayatın
anlasın geçmişi kınalı dünyanın kaç bucak olduğunu

islak kaldırımlarda yürürken acırım
önde yalpa vuran sarhoşun zavallı haline
ukalalık işte derim neme lazım senin
kendine bak; sende bir serserin bir sarhoş....
ve yavaş yavaş kaybolur acı kahkalarım
şehrin izbe sokaklarında
yavaş yavaş kaybolur benliğim..
sevilirken ayrılmak mı kaldı bizanstan
yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses
verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır
eşyalar alındı fotoğraflar söküldü
yerlerinden
bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk
sipariş edildi yeniden
bir şehre yağmur yağdı
ben ağladım...

yılmaz erdoğan
yine yalnız değilim her zamanki gibi
bu uzakdoğu gecesinde yokluğunlayım,
aramızda yirmibeşbin kilometre
sen kıştasın ben yazdayım
sen bir yarısında dünyanın
ben öte yarısındayım
yine de bırakmıyor ellerimi yokluğun
daha da bir gönlümcesin
varlığından bin kat güzel
o yalımsal çıplaklığın yalaz yalaz
ve en gizlerden konuşurken ellerin
içimden gelmiyor mektup yazmak demeden
sevişiyoruz yirmibeşbin kilometreden
Bugün yine saatler hüznü keder geçiyor.

Günlerden yalnızlık ertesindeyim.

Gecenin karanlığında sessizlik,

Gönlümde sevdiklerim,

Gökyüzünde yıldızlar,

Düşüncelerimde ise,

yıldızlar kadar uzak hayallerim var.
yıldızları süpürürsün, farkında olmadan
güneş kucağındadır, bilemezsin
bir çocuk gözlerine bakar arkan dönüktür
ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın
koca bir sevdadır yaşamakta olduğun,
anlamazsın uçar gider, koşsan da tutamazsın...
bana böylesi garip duygular
bilmem niye gelir,nereye gider?
döndüm işte; acı,yüreğimden beynime sızar
bugün de ölmedim anne.
Biri ile konuşmak onu tanımanın başlangıcıdır
Tanımak ise onu sevmenin başlangıcı..
Gözleri dipsiz bir uçurumdu
Baksam kalbine düşecektim belki
yada çakılacaktım onsuzluğun ortasına
bir adım kadar yakın iken herşeye ve hiçbiryere
konuştu o
buzdan bir şehre güneş doğdu sanki
Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde
başlar; ya da başlar mı bilmem?
Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu
yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?

Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte
yine dağlar, uçurumlar arasında birbaşıma.
Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi
bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya.
Yağmur, ağıt yak ardımdan
Karanlık sokaklar boyunca
Ben yurdumun özoğluyum
Kimseler yanmıyor bana

Yaprak yaprak içimde yalnızlık
Onun dalları dünyadır
Kendi göğümde bu sürgünlük
Bedenimdir ona tek sınır

Kimsenin bir şey söyleyeceği yok
Ben susarsam, konuşmazsam
Acı bile sustu artık
Yağmur, ağıt yak ardımdan...
seviyorum kimi

en talı birisini

nasıl söylesem bilemiyorum

istersen baş harflerine bak şiirin.
Yalnızlık, yalnızlık

Bari sen elimden tut

Geceyarısı aynalarda

Suçlu ve ezik

Gözlerim kan çanağı

Cinnete dönüşen bir dinginlik

Duruyorum karşında ...
Uçurum

Aklımda kayalar kopuyor, duvarlar yıkılıyor
Yüreğimde, kuruyan bir ırmağın yatağındaki
boşluk
Ayak izlerimi bırakmaya çalışıyorum taşların
üstünde
Kimsenin arayıp bulamayacağı bir adresim var artık.
Dostlar da çekilip gidiyorlar hayatımdan
Yürüdükleri yollarda arıyorum anları,
Sevdikleri kıyıların gözlerinde
Kendi sularınca boğulan bir denizim ben
Kendi taşlarınca zapt edilen bir kale
Başımı avuçlarıma alıp sıksam ne olur
Çıkarabilir miyim beynimdeki o kara suyu?
Bir çiçek tarlasına dönüştürebilir miyim?
burdayım işte güzel bir yanlıştayım şimdi
beklemesini bilmiyor acalesi olan ve nedense

Ahmet Telli, Düşünüyorum...
Bu Gece Ahmet Telli gecesi, yaşasın yarın pazar.
şimdi benim buzdan bir döşekte
üç büklüm olmuş zavallı sevdam,
üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan;
bil ki senin hep böyle güvensiz,
yaşamdan korkar oluşundan.

işte bunun için sevmiyorum seni.

şimdi benim bir han avlusunda
hiç bitmeyecek umutsuz kavgam,
soluyorsa başı önde yorgunluktan;
bil ki senin hep böyle umarsız,
yarını göze alamayışından.

işte bunun için sevmiycem seni
*
büyük randevu bilsem nerede saat kaçta
tabutumun tahtası bilsem hangi ağaçta?

Necip Fazıl Kısakürek
ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de
aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de

kapanmaz gülüşünün açtığı yara

uçurum olur zaman her gece
her gece yeni bir savaş baslar
acı ses olur, ses deli yağmur
sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
bir de gülüşün eklenir kimliğime
...
sabaha karşı dilim paslı
beynim keçeleşmiştir ve yangın
yalnızlığıma sıçrarken üşüyor
bütün sözcükler. umut yoktur

yüreğim diyorum, kekeme
alıngan, serseri yüreğim
sen nerden bilebilirsin
bir şiirin nasıl yazıldığını
gittin..
bir şarkı duyuldu
hüzzam makamında
açıldı nakaratı
nicedir vuslat arayan dudaklarımızdan
hüzünlü şehirler göçtü yüzümden ilkin
sabırlı ve ağlamaklı bir aşık sonra
görmeden baktığım tüm güller soldu
yurt arayan bir piç gibi gidemedim şiirden...*
(bkz: söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil)
...

Sevindiğim anda sen üzülürsün.
Sonbahar uğultusu duymamışsın ki
içinden bir gemi kalkıp gitmemiş,
uzak yalnızlık limanlarına.
Aykırı bir yolcuyum dünya geniş,
Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki.
Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş.
Sakın başka bir şey getirme aklına.
Aysel git başımdan ben sana göre değilim,
ölümüm birden olacak seziyorum,
hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim.
Aysel git başımdan seni seviyorum...
yumdum gözlerimi...
yumulu göz kapaklarımın içindesin sevdiceğim
yumulu göz kapaklarımın içinde şarkılar
şimdi orada her şey seninle başlıyor
şimdi orada hiç bir şey yok senden önceme ait
ve sana ait olmayan...

Nazım Hikmet Ran
ne hasta bekler sabahı,
ne taze ölüyü mezar.
ne de şeytan bir günahı,
seni beklediğim kadar..
gun biter gülüşün kalır benle.
fatih kalksa mezarında ne biz onu ne o bizi tanır
eyvah! istanbulumu bizanslılar almış diye bizimle savaşa kalkışır.