bugün

seni bir yabancı gibi karşıma alıp
bunun dayanıklı bir şey olmadığını
sürekli kılınamadığını, çünkü aşkın
yapılan bir şey olmadığını,
başlangıçta bir melek konduğunu
sonunda bir kelebek öldüğünü,
yani kısacık sürdüğünü, oysa hayatın
bir korkular ve alışkanlıklar bütünü
olduğunu,
bütün bunları sana
nasıl anlatacağım?

neden küçük bir gülümseme için
büyük espriler gerekli bize
ve neden cinnet besinci kattayken yakalar insanı?
yapraklarla dökülen acı bir güz yağmuru
beni gözyaşı içmiş çevrem kadar ıslattı
sensin diye inledim kim gelse bana doğru
kim gitse sensin diye yüreğim hızla attı

bütün bir gün bekledim sığınıp bir serviye
esen rüzgarlarla döndü yarı yoldan dileğim
son geçen yolcu sordu 'beklediğin kim?' diye
beklediğim mi ben ah onu nerden bileyim

bir kaldırım taşını bağrına basıp yatan
çıplak adam soğuğu nasıl içten duyarsa
nasıl aç yavrusuna binbir masal anlatan
dul ananın içinde dinmez bir acı varsa

benim de ufkum geniş benim de kollarım dar
çekiyorum varılmaz güneşlerin yarısını
çekiyorum aç kadar, çıplak kadar
gönüllüsü olmayan bir gönül sıtmasını!
tatlı bir ömür gibi gitmeye niyetlendin
ayrılık atını eğerledin inadına.
git, yeni ülkeler gör, büyülü diyarlarda gez.
ama benimle eğleştiğin toprakları da unutma, hatırla emi.

gittin ey sevgili, şimdi yollardasın,
ayın değirmisini başına yastık yapmış uyumaktasın
güzel uykular, renkli düşler seninle olsun
ama bir zamanlar dizlerimde yattığını da unutma, hatırla emi.
"isterdim öğrenmesin
ta doğacak oğlum bile sana nasıl yandığımı'
'kardeşime Mektup'
bekliyorum,
öyle bir havada gel ki,
vazgeçmek mümkün olmasın.
(bkz: intihar etme leyla)
" ben uzun yeni harmandım, sen tekinsiz bir bakış
sen haldun tanerin duvar dibiydin, ben bodrum katta öğrenci evi
sen yanlış alarmdın, ben sızlayan on yedi
böylece karar verdim aşk şiiri yazmaya" *
şiir aşktan meşkten ibaret olmadığına göre:
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır.
(bkz: neyzen tevfik)
Giden sevgilinin ardından
hep biz olduk el sallayan
Haykırsak duyarlarmı sesimizi
hangi sevdadan galip çıktık biz

(bkz: nevizade geceleri)
yalnızım.
gündüzler, geceler boyu yalnız,
ne elimden tutan dost, ne yüzüme gülen kız
dolaşıp durduğum sokaklar ıssız.
sokaklar unutturmaz yalnızlığımı,

bekarım.
beklemez yolumu penceresinde karım.
ne bir türkü duyarım bekar odamda ince
ne dağınık eşyama değer kadın eli
ne olurdu her akşam eve gelince
masal gözlü bir çocuk ;baba; deseydi.
rüyalar unutturmaz bekarlığımı

çirkinim.
usandım tek başıma türküler çağırmaktan
biliyorum güzel değil gözlerim, dudaklarım
içinizden çıkıp gitsem bir gün diyordum
başladığım bütün türküler yarım
öyle bakmayın yüzüme kahroluyorum;
türküler unutturmaz çirkinliğimi;

üstelik şairim bilemezsiniz
her akşam rüzgar gibi sokaklara düşürek
elleri ceplerinde birisi gezer
bir yürek taşı gögsünde duygulu, ürkek
ceylan yüreğine benzer
mısralar anlatmaz şairliğimi.

(bkz: yavuz bülent bakiler)
sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse...

evet sevgili,
kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

(bkz: can yücel)
Gece gelen telgraf
dört heceden ibaretti:
"VEFAT ETTi."
imza yok.
Bu dört hece bile çok.

Bakıyorum duvara:
duvarda bir yara-
duvarda bir resim-
vefat edenin,
elimle çizmişim.

Saat bir.
Saat üç.
Saat beş.
Polis düdükleri, saatlar...
Yatağım bozulmamış.
Çekmecemde kaatlar:
bazıları
onun el yazıları.

Gece gelen telgraf
dört heceden ibaret...
Şafak söküyor-
odam
geceden ibaret.

Avuçlarımda
ellerinin gölgesi dolaşan adam
demir parmaklıklardan gördü son gündüzünü.
Mahpushane doktoru
örterek paltosuyla upuzun yatanın yüzünü:
- Tamam!
dedi.
Bunu belki evvelki akşam
dedi.
Evvelki akşam
ben......

Satıcılar geçiyor mahalleden.

Bakıyorum
gece gelen
telgrafa.
O mükemmel bir kafa
mükemmel bir yürek,
yumruklarıyla erkek
gözleriyle çocuktu.
Hudutsuz ve Allahsız bir baştı o.
Yoldaştı o..

Düşmanlar kına yaksın
dostlar girsin saflara.
Sen gözyaşı göstermeden ağlıyacaksın
gece gelen telgraflara...
an gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
O eski, o eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Şarkılar susar heves kalmaz
Şataraban ölür

Şarabın gazabından kork
Çünkü fena kırmızıdır
Kan tutar & tutan ölür
Sokaklar kuşatılmış
Karakollar taranır
Yağmurda bir militan ölür

An gelir
Ömrünün hırsızıdır
Her ölen pişman ölür
Hep yanlış anlaşılmıştır
Hayalleri yasaklanmış
An gelir şimşek yalar
Masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
Direkler çatırdar yalnızlıktan
Sehpada pir sultan ölür
Son umut kırılmıştır
Kaf dağı' nın ardındaki
Ne selam artık ne sabah
Kimseler bilmez nerdeler
Namlı masal sevdalıları
Evvel zaman içinde
Kalbur saman ölür
Kubbelerde uğuldar baki
Çeşmelerden akar sinan
An gelir
-la ilahe illallah-
Kanuni süleyman ölür
Görünmez bir mezarlıktır zaman
Şairler dolaşır saf saf
Tenhalarında şiir söyleyerek
Kim duysa & korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
Saatli bir bombadır patlar
An gelir
Attila ilhan ölür
(bkz: atilla ilhan)
gerçi tamamıdır ama, can alır, can bırakır. hatır koyar, çeker gider..

"Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,
Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.
Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür;
Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin."

özdemir asaf.
gidersen yıkılır bu kent.
dikkat ettiysen henüz hiç biri can almamış. şiirler.
"aldırmam dünyevi kaderime
çok az dünyevilik var içinde..."

edgar allan poe

"ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak,
hiç doğmamayı isterdim ama
bir kere doğmuşum ölmek yasak."

atilla ilhan
gitti ah
gecelere hüzünleri serperek
yaralı bir kuş gibi kanarcasına gitti
yalvaran gözlerime, elemi pay ederek
bir kabahatmiş gibi, kaçarcasına gitti...

gitti ah
şarkılara bel bağlamak faydasız.
üstüme kapıları kaparcasına gitti
gecenin geldiğini haber vermeden; hırsız
yaşanmış bir ömrü çalarcasına gitti

gitti ah bir nehirdi,
yazamadığım şiirdi.
yüzüme son bir defa
bakarcasına gitti...

gitti ah
gözyaşları yanaklarımda kaldı.
hayatın perdesini çekercesine gitti
belki doyulmamış toz pembe bir masaldı.
göğsümden yüreğini sökercesine gitti...

gitti ah
karşılaşmak ömür boyu imkansız.
beni hazanda koyup bahar dalına gitti...
bilmiyorum ne yapsam, ne söylesem anlamsız.
ayrılmıştı dünyamız; kendi yoluna gitti...

gitti ah bir mevsimdi,
çizemediğim resimdi.
kalbime bir çiviyi,
çakarcasına gitti...
*
fırtınalar koptuğumda gelmedin
kırık dal uçlarında sustu kaldı bekleşim,

fırtınalar senden sene sürüklerken beni
neredeydin?
ölülerin eksi oy verebileceğini görmeme sebep olmuş şiirler.

(#5022809)
ah, nerde benim altından avaze sesim!
yankısı bir duvara gömülmüş testide kaldı
avaze sesim!

şimdi başkalarının kalplerinde yankılanan
bir zamanlar içinden geçtiğim aşklardı
feryattan kimseler ölmez, denirken
duvarlardan geçtim
artık kimseyi sevemez aşktan ölmüş yürek, derlerdi
şimdi kulağını dayadığın duvarda inleyen testi
bir zamanlar feryatlarda unuttuğum avaze sesim!

alacânım,
mil yeşili gözlerin
dindirdi gözlerimi
kaç körü birden öldürdün bende
mahsur kaldım, eksik oldum, kapına düştüm
ben yandıkça
ezber ettin ayazın demirini
alacânım,
indi mi göğsüne heves?
hangi duvarın halısında
gördün, bildin, vurdun beni
kaç ormandan geçti
içinde kaybolduğumuz o büyük takip
içimizde bunca gurbet dururken
yol ettik uzaktaki sılayı
şimdi burdayız
kanlar içinde
alacânım
indi mi göğsüne heves?

etimdeki eksik yangın, sindi yüreğim
seyreldi tenim sahtiyan tarih
mahsur kaldım, meçhul oldum, şehit düştüm,
alacânım,
indi mi göğsüne heves?

alacânım,
rahat et ben gölgene ilişeyim
her belanı ben göreyim
yüreğimi ihbar et,
bana bir uçurum ver, gideyim
alacânım,
indi mi göğsüne heves?
biliyorsun adımın kıblesini
bir meşhur hâfızla, meşhur bir şehvet
alacânım,
şuramda sinsi bir sızı
gel öldüğümü farz et
senden gelen her habere
canımdan uçurduğum şahin
pençesinde kaldı bileğim, yazım, harflerim
bir yanım onla uçtu, sende kaldı, ben bittim
alacânım,
indi mi göğsüne heves?

alacânım,
yakılmış bir köyün adıydı adın
görmedi kimse
içinde ben de yandım
o gün bugün kalbimin doğusunda tüten duman
nerede olursan ol göğündeyim kanlı tarih her zaman
Mardin'im, Midyat'ım
ah benim altından avaze sesim
kardeşlerimdi ölen de, öldüren de
aranızdaki duvarda
gömülü kaldım

etimden uçurduğum uçurum
meşhurdum, meçhuldüm, mahsurdum
bir hâfızken eskiden
mecnun kaldım şimdi
aşktan, senden, kendimden
n'olur sevmeden öldürme beni
alacânım,
söyle, indi mi göğsüne heves?

MURATHAN MUNGAN
''Delikanlım,
iyi bak yıldızlara.
Onları belki bir daha göremezsin.
Belki bir daha
yıldızların ışığında kollarını
ufuklar gibi açıp geremezsin

Delikanlım,
sen ki,ya bi köşe başında
Kaşından kan sızarak gebereceksin
Ya da bir devrimci gibi darağacında
can vereceksin.''
(bkz: deniz gezmişin ağzından düşmeyen şiir)
ikisi de sürükleyip götürüyor ne varsa
Kadınla nehir arasında bir fark göremiyorum
Buluşuyor bir anlam iki ayrı sözcükte
Saçları omuzundan akıyor birisinin
Ötekinin mızrağı saplanıyor denize

Biri ihanet istemez, köprü istemez öteki
Kadından ve nehirden ancak aşkla geçilir
Biri geyik barındırır sularına eğilen
Öbürü bir avcıyı koynunda geliştirir...
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim.

şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra
batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?

murathan mungan
sefil bir nazara geldim nargile içinde duman
baharsız sevişme edasındayım kimsesiz
izah edemiyor durumumu hiçbir argüman *
güncel Önemli Başlıklar