bugün

lan milletteki romantizme aşk hayatına bak diyerekten baya baya şaşırdığım başlık. (bkz: siz insansanız ben öküzüm lan)*
çabalarımın sonuna geliyorum artık... tam 'bittim' diyecekken, işe yaradığını görüyorum yaptıklarımın.

ben kendimi tanımıyorum... sen beni tanıyamıyorsun. artık uğraşmıyorsun da zaten, kendi hayatına dönmüşsün. en güzeli değil mi? evet. özgürsün işte. herkes, her şey senin. çok mutlu ol...

benim hep olmayı istediğim gibi...

hiçbir zaman bırakma kendini. sen sana lazımsın. yıkılma sakın. güçlüsün. ben öyle bildim seni. evet, doğru biliyorum.

bu yazıyı okusan bile ufacık bir şey hissetmeyeceksin. her satır öylesine geçip gidecek. işe yaramaz bir romanın satırları gibi. işine yaramaz bu satırlar senin...
nerede olduğunu bilmesem de, seni ne kadar çok sevebileceğimi biliyorum.
belki dünyalar için bir değer taşımayacaksın ama sen benim dünyam olacaksın.
ne adını biliyorum ne de yerini ama şimdiden seni seviyorum sevgili eşim.
kaç dalgayla yalandın geçtin kıyılarımı.
nasıl bir mutluluk, nasıl bir serinlik, nasıl bir aşk...
her dalganda kayalarım şekillendi.
kıyılarım belirlendi.
her dalganda aşınsa da biraz güzelleşti...
med cezirlerinde boğuldum, balıklarla konuştum,
hayallerde yaşadım bütün bunları....
şimdi gerçek olan tek şey; seni çok özledim....
iyi günlerimiz oldu , kötü günlerimiz oldu.giden günlerimizi hiç saymıyorum bile. hastalıkta sağlıkta hep yan yanaydık. seni o iğrenç kısık sesin bitmek bilmeyen sümüklü halinde hiç tahammül edilmeyen iğrenç esprilerinle bile çektim. başımın üzerinde yerin var dedim. kızlara bakıp mütemadiyen sırıttın, her önüne gelene yavşadın, tutamayacağın sözler verdin. umursamadım. erkeklere ise ikinci sınıf insan muamelesi ettin. gene de kızmadım. aldığım iyi aile terbiyemden ötürü seni yüksek gönüllülükle tolere ettim. yaşına ve titrine hürmeten mesafemi bildim.

lakin senden aldığım ve geçmek için adeta bir yerimi yırttığım sayısız dersin ardından, üstelik her birinde şansımı üçer beşer denemişken ve güç bela başarmışken artık sabrımı taşırdın hoca. kendi ellerimle yapmak için günler gecelerce uğraştığım mükemmel ödeve sana ait değil diyerek çirkefini sıçratamazsın. ve bununla birlikte mezun olmak için gün sayarken 'seni bu çalıntı ödevin yüzünden f0 la bırakıcam.' diyemezsin. dersen de sana o lafları yedirtirler. keza şu an sana laflar değil başka şeyler hazırlıyorum. ve farkındaysan diğerlerinden farklı olarak sana hala küfür etmedim bu da benden daha çok korkmanı gerektirecek gösterge. bu anlarının tadını çıkar. hadi eyvallah.
evet sana yazıyorum.

bu yazıların ardı arkası kesilmeyecek. tıpkı senin gözlerine her baktığımda hissettiğim heyecan gibi, benim gözlerime baktığında heyecanlanmadığını hissettiğimdeki kalbimde olusan burukluk gibi..

benim aynım olan, nasıl göremez bu aynılığı? aşkın adaptasyonu mu bendeki bu sabit manzara. bu tutku. bu istek. hep tekil kalacağım bebegim. safça görmeni beklkeyeceğim. kalbim çelikten bir yelek giyecek, hiç kırılmayacak. sadece seni bekleyecek. canını acıtmasını bekleyecek.

hata yap, kabullenırım. gözlerin görebileceğim sevıyede olsun yeter. seni sevdıgımı bıl, kalbımın ıcınde kalacagını ve orada cok guvende oldugunu bıl. bana suan oldugu gibi; sevgisiz, şefkatsız, anlayıssız, kaba ve haketmedıgım gibi davranabılırsın. ben karsılık sevdim o gözlerini. ama hani diyorum bazen, hani ne olurdu ki suan tuttugum ele guvenebılsem, basımı gogsune yasladıgım zaman hıssettıgım sadece dinen özlem degıl huzur da olsa. ne vardı senınle konuskren yıne sıkıldı sımdı sıkıldı bırazdan sıkılacak dıye endıse etmesem. ne vardı yanında rahat olabılsem yanında.

olsun. gercekten. önemli değil.

o kokuyu duymak, bazen benim kalmayacağımı düşünsem de o elleri tutmak...

hatta itiraf ediyorum, sen bu sevgiye layık değilsin. hemde hiç.
biliyorum hiç bir zaman okuyamayacaksın bu yazıyı, okusan bile nerden bileceksin ki benim kim olduğumu.
olsun, belki içine doğarda açıp bakarsın zamanın birinde ve anlarsın onun aslında ben olduğumu.
gittin.
aslında hiç istememiştim gitmeni.
"gitme" dedim ya sana, boşuna değildi gitmemeliydin.
biliyordum bir daha dönmeyeceğini, anlamıştım o son bakışından.
taksim metrosunun benim için bu kadar acı bir anıya şahitlik edeceği hiç aklıma gelmemişti.
giderken pek bir şey bırakmadın bana. bir yüzük, bir ezginin günlüğü afişi ve kurumuş bir demet kasımpatı.
hepsini attım, hemde öyle bir attım ki içimden aşkını söküp attım sanki.
masalı çift kişilik yazmıştım ben, tek başına bıraktın masalın en güzel yerinde beni.
ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum... bana gel diyorsun gelmemi istiyorsun ben gelemiyorum dediğim an bir anda değişiyorsun... benim için şu an bile öleceğini söylüyorsun,beni sevdiğini unutamadığını söylüyorsun neden hala uzağız?
canımı yakmaya mı çalıştın? siktir. gerek yoktu hiç, bıraksaydın bir yerlerde seni sevseydim hala. gerek yoktu.
unutamadım seni bir tanem. yıl olacak neredeyse ama hala unutamadım seni. sen beni unutmuşsundur belki, yeni aşklara yelken açmışsındır belki ama ben yine her yeni güne seninle uyanıyorum. hala unutamıyorum...
(bkz: köşemde de değindim bu konuya)
habire 'güzel olmuş muyum?' diyorsun ben de kırmamak için 'evet' diyorum ama saçlarını sarıya boyatınca eşek s.kine kelebek konmuş gibi olmuş. umarım bir şekilde okursun bu yazıyı. yoksa daha fazla dayanamayacağım...
hemi de altına ıslak imzamı attım.
Bitirdim seni dedinya
Bir fark var işte orada
Bana sorarsan bitirdiğin sadece ben değilim.
Bizi bitirdin
Çok defa 'git' dedin
Çok kişinin yanında 'siktir git' dedin
Bu sefer gerçekten bitti galiba
Benden ne kadar nefret ediyorsan, senden o kadar nefret ediyorum
Kimseye bir şey söylemeyeceğim
Seni anlatmayacağım.

Bu hayatta senden başka çok az şey için 'keşke' dedim
Ama senin için söylediğim keşkelerin yönü zamanla çok değişti
iyimser keşkelerden karamsar keşkelere istemeye istemeye geldim.
Ve şimdi bir keşke daha diyorum ardından
Keşke seni hiç sevmeseydim.
Keşke dediğin gibi iki ay takılıp gitseydim
Gidebilseydim

Ayrılığı hep ikinci, Üçüncü planda tutmaya başladığım anlardaydım tam da
Sen ayrılalım, ayrılalım diye tutturduğunda
Bugünden bana kalan şudur
Gitmek istedin
Aşına tuz, biber oldum
Bazen isteyerek bazen istemeyere
Gittin
Gittim

Sana hayatımda ki herkesi anlattım
Ama seni kimseye anlatmayacağım
Belkide yok saymaktır varlığını
Bugünden sonra
Bu gidişten sonra

Bu gidiş başka gidiş
Her gidiş yıkar, yakar bir yerleri
Bu da çok şey yaktı aslında
Ama külleri bile kalmadı ardında
Kimse göremeyecek neyin yandığını
Ve kimse bilmeyecek kimin yaktığını

Şimdi git
Bana kattığın asla silinemeyecek şeyler için teşekkür ederim.
Çok şey verdin bana
Bedelini, karşılığını hayal bile edemem
Sen yüzüme bakmayacak da olsan
Ben sana 100 puan verdim bugün
Lavinya yı öldürüp seni canlandırdım bugün
Elimden geldiği sürece yardımcı olurum
Bana ihtiyacın olursa
Ama umarım beni arayabilecek kadar yalnız kalmazsın
Yalnız bırakılmazsın.

Hayat sana benden kötüsünü vermesin
Hayat sana beni bir daha hiç vermesin.
Amin.
gitme...
bir gece ansızın geldin... tazelikle... bahardı... 1001 güzel hikayeyle geldin... 1000'ini anlattın, 1'i kaldı... dinledim hepsini, benim için masaldı.

başkaydın,farklıydın... herkesten farklı. kimsin, nesin bilmiyordum önceleri, ama görebiliyordum içini... beyazdın, lüzumundan fazla beyaz... ve sevdim seni... ve hiçbir şeyimdin.

kanatların vardı, biri kırık... belli ki, açık sanıp çarpmıştın kapalı bir pencereden içeri girmek isterken... belli ki yeni öğreniyordun uçmayı... yorgundun... henüz yolun başında olmana rağmen.

ama açıktı benim pencerem... sessizce süzülüverdin içeri, kimseler görmeden. ürkektin, uzaktın önce. hep pencerenin yanında durdun geldiğinde, her an hazırdın gitmeye. hiç kapatmadım o pencereyi, istediğinde kolayca gidebil diye. ama sardım kanadını, iyileştirdim yaralarını, dinlendin, anlattın hikayelerini, dinledim, dinlendim, ve sevdim seni... ve hiçbir şeyimdin.

sonra her gün geldin, her gün daha yakına ve ben her gün daha çok sevdim seni... ve bir gün avcuma kondun... kalbim avcumdaydı... avcumu hiç kapatmadım ben, çünkü bilirim, avcunuza bir kuş konarsa avcunuzu kapatamazsınız, çünkü kapatırsanız kaçar ve bir daha gelmez. çünkü kuşlar özgürlüğün diğer adıdır, çünkü kuşlar uçmak için yaratılmıştır. ama sen yine de gittin... belki doğan gereği, belki de korktun... sevgimden korktun... hakkın vardı, suçlamadım hiç seni, alışık değildin bu kadar çoğuna, uçmayı yeni öğrenen bir kuş için fazlaydı... lüzumundan fazla sevmiştim belki, hata benimdi. uçtuuun gittin bir gece ansızın, tıpkı geldiğin gibi. ama ben hiç kapatmadım penceremi... kar oldu, kış oldu, yağmur oldu; çok üşüdüm, hastalandım; ama yine de kapatmadım o pencereyi... sırf eğer bir gün dönersen çarpıp düşme diye. çok özledim... niye? bilmem... özlüyordum işte, niyesi mi var... seviyordum seni işte, hem de çok... ve hiçbir şeyimdin.

sonra bir gece papatya kokuları geldi burnuma... bahar çoktan geçmişti halbuki... anladım ki gelen sendin, bahar değildi, ve kokun senden önce gelmişti... ve ben bu kokuyu nerede olsa tanırdım. döndüğünde bambaşkaydın... daha cesur, daha kararlı... ama iki şey hiç değişmemişti; kokun ve rengin... ve ben en çok kokunu sevmiştim; papatya kokardın... bir de rengini; lüzumundan fazla beyazdın. ve hiçbir şeyimdin.

geldin tuttun ellerimden, sımsıkı, hiç bırakmayacakmış gibi tuttun. hiç kimsenin böyle küçük elleri yoktu, yağmurun bile... ve yürüdük seninle elele, yağmur yağıyordu çok, kar yağıyordu... ıslandık, üşüdük çok... ama yürüdük, koştuk, hatta uçtuk, zira kanatların vardı senin. ve gittik o yolda durmadan, sonunda ne büyük bir uçurum olduğunu bile bile, sonunda ölüm olduğunu bile bile yürüdük, koştuk, hatta uçtuk... zira kanatların vardı senin... ve seviyordum seni... ve hiçbir şeyimdin.

evet sevdim seni ey sevgili, en sevgili, sevdim seni hem de çok... neden? çok mu güzeldin? yoo... kara kuru birşeydin işte... ama ben dışına bakmadım ki hiç ey sevgili, içini gördüm ben senin, kalbini sevdim en sevgili, o kocaman, bembeyaz, ellerinden daha büyük kalbini... peki sen beni sevdin mi? bilmem... ama ben ona da hiç bakmadım ki... elmayı sever gibi sevdim ben seni... tek bildiğim kalbinden gelen sesler duyduğumdu, ve adımı söylüyordu o sesler... ve hiçbir şeyimdin.

evet sevdim seni ey sevgili... kısacık bir yolda ve her adımda daha çok yaklaştığımızı bilerek o malum sona ve gizleyerek gülümseyişimdeki acıyı senin ışıldayan yüzüne, yürüdüm... vakit yorulma vakti değildi, vakit korkma vakti değildi ve vakit sevme vaktiydi, ölümüne... ve sevdim seni... ve hiçbir şeyimdin.

seni sevmek zor işti ey sevgili, tehlikeli işti seni sevmek, ucunda ölüm olan bir yolculuktu... korkmak mı...? ölümden mi...? peh...! korksam yürür müydüm o yolu, korksam tutar mıydım elinden...? tek korkum beyazını koruyabilmekti benim... geldiğinde bulduğum rengini giderken aynı şekilde bırakabilmekti; lüzumundan fazla beyaz görmeliydim seni giderken de... ve hiçbir şeyimdin.

zor işti seni sevmek, tehlikeli işti... her an bir uçurumun kenarındaydım seni severken ve hep sırtımı uçuruma vererek sevdim seni ben... üflesen düşerdim ve beni tutan tek şey ellerindi, yağmurdan bile küçük ellerine teslim etmiştim hayatımı... ve hiçbir şeyimdin.

gelmiştik yolun sonuna... yol kısaydı ama yorucuydu çok... biliyorum yorulmuştu küçük ellerin, tutamadın daha fazla, tutamazdın da... büyüktü ellerim ellerine, ağırdı sevgim kalbine, taşıyamadın daha fazla, taşıyamazdın da... daha küçük eller tutmalıydın sen ve daha hafif sevgiler yaşamalıydın o vakitlerde... daha kısa, daha kolay, herkesin gittiği yollardan gitmeliydin hayatta... ve gittin, bırakıp ellerimi... ellerim kurtuldu ellerinden bir kuru dal ağaçtan kopar gibi ve ben düştüm bildiğim o sona doğru... bu ilk düşüşüm değildi, ama bu kez çok yüksekten düşüyordum ve biliyordum ki; artık gelip beni kaldıracak bir melek yok. şimdi ben düşmekteyim ve sen ise amansız bir kaçıştasın olay mahallinden, ardına bile bakmadan ya da bakamadan... oysa herkes öldürebilirdi sevdiğini, ama herkes öldürdü diye ölmezdi.
ey sevgili, en sevgili, dur... yavaşla, koşma, daha fazla yorma zaten yorgun kalbini... peşinde değilim ki... peşinde hiç olmadım ki... çünkü bilirim bir kuşun peşinden gidilemeyeceğini... yavaşla ey sevgili, koşma artık ve bil ki; bütün sitemleri beraberimde götürüyorum, her zamanki gibi... ve hiçbir şeyimdin.

evet sevdim seni ey sevgili, sonunu bile bile, ölümüne... neden bu kadar çok sevdim? kaynağı neydi? sebebi neydi? değdi mi ölmeye? sen değer miydin uğruna ölünmeye? ne için gittim seninle ölüme? aşk mıydı cevap? aşık mıydım ben sana? peeh! aşk kadar basit bir cevabı olamazdı bu soruların... aşağılamak olurdu bizi buna aşk demek ve aşk asla uğruna ölünebilecek bir şey değildi hayatta...
şimdi sildim cümlelerdeki bütün soru işaretlerini, çünkü bize bir cevap aramak anlamsızdı... "sevmek" yeterliydi bütün cevapsız sorulara ve görülmemişti böyle bir "sevmek"... yukardan gelen, saf, kutsal, el değmemiş, dudak değmemiş, bütün günahları silen bir "sevmek"ti bu, ve görülemeyecekti bir daha böyle bir "sevmek", ne sende ne de bende... ve böyle bir "sevmek" yeterince asil bir nedendi ölmek için... ve hiçbir şeyimdin.

dur sevgili, yavaşla, koşma artık... peşinde değilim ki... yollarımız ayrı artık bizim. uzaklardasın şimdi dünya kadar... artık daha küçük eller ve küçük kalplerle yürüyeceğin yeni yolundasın... daha kısa, daha basit, daha "engel"siz yolunda... yavaşla sevgili, koşma, kaçma, yavaş git yolunda... peşinde değilim ben... belki görmem yüzünü ölene kadar... ama kokunu hep duyacağım... çünkü ben papatya tohumları ektim bedenine sen görmeden, ve o tohumlar çiçek açacak sen her ağladığında, ve getirecek kokunu bana... başka eller, küçüklüğünün gafletindeki o hoyrat eller ezecek o çiçekleri birer birer belki... ama bir yerdeki çiçek asla ölmeyecek... o yer benim çünkü, çünkü o yerdeki çiçek ölümsüz, çünkü o çiçeğin tohumu kutsal, anne kadar, baba kadar... oradaki çiçek asla ölmeyecek ve ne kadar uzakta olursan ol, getirecek kokunu bana her ağladığında. ben en çok kokunu sevdim; papatya kokardın... bir de rengini; lüzumundan fazla beyazdın... ve hiçbir şeyimdin.

dur sevgili koşma artık, kaçma... yavaş git yolunda... peşinde değilim ben... ben düşüyorum sonuma, kendi seçtiğim, bildiğim sonuma... zerre suçun yok senin, sitemlerim yanımda... yavaş git sevgili, bıraktım ben seni, belki geç oldu ama bıraktım, çekildim yolundan...
peki neden? artık sevmiyor muydum seni? bu kadar sevdiğini bırakır mıydı insan? böylesine korkakça çekilir miydi savaş meydanından? bu kadar kolay atar mıydı kendini uçurumdan? hayır... bırakmazdı elbette, çekilmezdi, atmazdı... ölümü göze almış bir sevgiliyi ne korkutabilirdi ki! hiçbir şey... ama mesele ne bırakmaktı, ne çekilmek, ne de kaçmak savaştan... mesele hayattı sevgili... mesele "engel"lerdi... sana çaresini gösterip, çaresizliğiyle yutan hayattı mesele... ve bil ki sevgili, ben bir tek güce yenilebilirdim, o'na yenildim... o güç seni bana verdi ve aldı... bulabilseydim bir çaresini, olsaydı bu "engel"i aşmanın bir yolu, seni benden hiçbir ölümlü alamazdı! ve hiçbir şeyimdin.

kimbilir belki yanlış zamandı bizim için, belki yanlış mekanda bulmuştuk birbirimizi... belki bir mucize gerek di bize, gidecek bir başka düş ve bir çağ bundan özgür... ama direndik burada, denedik, olmadı... iki damla su çaldık zamanın pençesinden aldırmadan... yaşam kadar gerçektik biz ve yaşamak gibi sahte... sonra kuşlar gitti, anladım dünya yorgun, sen yorgun, tortusu kaldı eski bir korkunun... öyle çok şey var ki bak sana dair ve kalacak tüm izlerin hayatımda... benden sana hiçbir şey kalmasın sevgili, giderken boynuna taktığım ayrılık hediyesi dışında... gözlerime ağlamayı öğrettim o kolye için ve taktım utangaç boynuna... ve hiçbir şeyimdin.

uzaklardasın şimdi dünya kadar... sesim ulaşamaz artık sana biliyorum, belki görmem yüzünü ölene kadar biliyorum, ama kokunu hep duyacağım unutma... o yerdeki ölümsüz papatya getirecek kokunu bana, sen her ağladığında ve ben hep hazır olacağım gözyaşlarını silmek için bu uçurumda... annen kadar, baban kadar hazır olacağım unutma... ve senden tek bir isteğim var ey sevgili... n'olur beyazını koru olur mu? hoyrat eller kirletmesin onu... ben en çok kokunu sevdim; papatya kokardın... bir de rengini; lüzumundan fazla beyazdın... ve hiçbir şeyimdin.

sana iyi yolculuklar sevgili... yavaş git, koşma, yorma kendini... unutma artık kanatların yok... ve bir gün yorarsa hayat seni, gel dinlen, hiçbir şeyim gibi gel... ve anlat kalan o son hikayeni... hiçbir şeyim gibi gel, dinlen, ve anlat en güzel hikayeni... bir dost gibi, kardeş gibi, özlenen sevgili... zaman beklemez ama ben beklerim.

sen benim hiçbir şeyimsin... yazdıklarımdan çok daha az... sen benim hiçbir şeyimsin... lüzumundan fazla beyaz.
akşama yemekte kuru fasulye istiyorum.
Yine karanlık çöktü,yine örttü her şeyi. Bu kez istanbul değil adresim, Uludağın eteklerindeyim, Konyanın bozkırındayım, Akdenizin mavisindeyim. Her gün başka bir yerde, başka başka yüzler görmedeyim. Her gün başka hikayeler öğrenmekte ve her gün sırtımı dönüp gitmekteyim. Yürüyorum, buza dönmüş karın sesini dinliyorum, aklıma yaz geliyor, hani hep tersine işler insanoğlunun aklı ya. Yazı hatırlıyorum, sıcağı, gece yaptığım yürüyüşleri, istanbulu ve yine o kadın ile o adamı. Hani şu parkta hikayelerini çaldığım kadınla adamı. Ne oldular ki? diye düşündüm. Güzel, mutlu hikayeler yazmak istedim.Onların mutluluklarından kendime mutluluklar örmeye çalıştım. Ama yapamadım. Bildim çünkü ol(a)madığını, ol(a)madıklarını. Ben o adını bilemediğim kadınla adama dalmışken önümde yürüyenlere takıldı gözüm. O ne dedim kendi kendime, bu kadar da olmaz, bunlar onlar. Hayal gücümün sınırlarına bıraktım kendimi, başladım dinlemeye.

Bu kez çok tatsız bir durum var diye düşündüm adımlarımı hızlandırıp duyabileceğim bir mesafede yürümeye çalışırken. Kadının gözleri yaşlı bir şeyler anlatma telaşında... Nokta... Evet bu son konuşma galiba diye düşündüm. Ne garip ilk konuşmalarına da böyle tanık olmuştum. Ancak kadın çok değişmiş, hayat çok yıpratmış. bir sene de neler yaşamış olabilirki diye beynimi yormaya başladım, sonra da niye kaçırdım ki diye hayıflanmaya. ne kolaydır başkalarının dertlerini dinlemek, tanık olmak, nasıl da masal gibi dinlenir o hikayeler. Akıllar verilir, yanlış yapmışsın denir, hemen doğru yol gösterilir, ama kendi kapını çalsa aynı olay bambaşka yollar izlenir. Başkalarının hayatı gibi kendi hayatımızla oynamaya yetmiyor çünkü bizim gücümüz. Akıl giriyor duyguların arasına, kaygılar karışıyor gerçeklerle. Ve başlıyor hatalar ardı ardına gelmeye. Yine daldım diye kızıyorum kendime. Şimdi gidecekler, son kez görüyorum onları öğrenmeliyim neler yaşandığını.

Kadın hala anlatıyor, neler yaşadığını anlatıyor. Nelere kızdığını anlatıyor. Kızmak çok ucuz oldu burada diye ekliyor kırıldım diyor. Ben hep senin yanındaydım, kendi başına aştığın işlerde başkalarının yardımcı olması gerekirken ben yanındaydım senin. Bundan hep zevk aldım, yanında olmayı hep sevdim, hatta seni o kadar sevdim ki başkalarının yardım etmesini kıskandım bile. Hep kendimden önce seni seçtim, hep kendimden önde seni tuttum, ama sen? Benim öyle bir derdim vardı ki, senin kapıma getirdiğin dert hem de senden başka kimsenin çözemeyeceği dert hem de. Sen yine kendini seçtin ama diyor. Bir kere beni seçmen gerekiyordu ve sen yine kendini seçtin. Aslında seçim şansını bıraksaydın bana diye ekliyor, ben yine seni seçerdim. Ama bırakmadın bile. Korkmadın, çekinmedin, yalan söyleme! sadece istemedin. Başıan iş açmak istemedin.

Ne farkım kaldı benim senin için hiç olanlardan, ne farkım kaldı onlardan? Hayır bana anlatmaya çalışma, biliyorsun bu konuda sadec harekete geçmek gerekirdi, sadece bir soru gerekirdi. Ama korktun sen, Evet, Evet deme ihtimalinden korktun, ben sessizliğimle sana sor artık diye haykırırken sen duydun ama sormadın Çünkü ben evet diyebilirdim, ben evet deseydim ben yaşamaya başlıycaktım.

Beni aldattın, olur dedim, Yalan söyledin, insan dedim, hatasını kabul etmez kolay kolay, sonra yine ve yine aldattın. Her seferinde bir yalan buldum kendime söyleyecek,
Dövdün, olur dedim, sinirlenmiştir,tutamamıştır kendini,
işten çıktın, yanındaydım, bir gün o şehirde bir gün bu şehirde, koştura koştura kazandığım parayla borçlarını kapatmaya çalıştım. işe gidecek param olmadığında bile keşke demedim, acaba mı demedim.
Bugün kimin üzerine çıksak telaşında bana defalarca sırtını döndüğün arkadaşların sana sırtını döndüğünde de yanındaydım, ananın babanın bilip de görmezden geldiği probleminde de...
Kimseye anlamayacağın dertlerini de dinledim, yapma diye kendimi paraladığım ama her seferinde yaptığın problemlerinde de arkamı dönmedim,hatta senden daha fazla dert edindim hayıflandım.
Ve ilk mesaj gibi üç nokta... Daha niceleri...
Neden? Ben de sordum kendime. Sevdim seni çünkü, çok hemde. Senin bırak beni, kendini bile sevmediğin kadar hemde. Ama yoruldum artık, Üç verip birle yetinmekten çok yoruldum. Geleceğini bilmediğim bir günün gelmesini beklemekten çok yoruldum. Elimde ne kaldı sende sonra, ben sana yalnızca bugünümü değil yarınımı da verdim. Bir geçmişim var emin ol geleceğini bilseydim onu da senin için saklardım. Bittim artık, nefes alacak gücüm kalmadı.
Herkes gibi olduğumu anladığım gün bittim.Artık yokum, Problem benim yok olmam değil de. Artık aklından geçeni gözünden okuyacak bir sevgilin yok sevgilim. Artık seni senden dah fazla düşünecek , seni dinleyecek, anlayacak, yalanlarına salak olduğu için değil inanmak istediği için inanacak bir sevgilin yok sevgilim. Artık YALNIZSIN.

Dalmışım, kadına dalmışım, yaşadıklarına dalmışım, söylediklerine dalmışım. ne zor günlermiş öyle,hatırladım onlarla ilk karşılaştığımda da kadın zarar görürsün olmaz diye diretiyordu. Hayat ne komikmiş meğer. Zarar gören kendisi olmuş. Adam anlatmaya, başladı.Bütün gücümün bittiğini hissettim birden. Kadın beni yormuştu, dinlemek istemedim birden..

Bir daha onlarla karşılaşmamak üzere elveda dedim. Onlar birbirlerine elveda derken. Kar sesine verdim kulağımı ve kadının bunca zaman yapamadığını yaptım, ardımda bıraktım adamı. Başkalarının hayatıyla oynar gibi kendi hayatımızla oynamaya yetmiyor bizim gücümüz...
işte son bir buçuk yılda kısasa kısas, kıyasıya yapılan mücadelenin ardındaki vahim tablo sevdiceğim. sevineyim mi üzüleyim mi? bilmiyorum artık...

sabırla geçirdiğiniz bir on yılın en zirvesindeyken mutluluğun bir anda çökmesi için ihanete kadar giderler.

siz ancak bundan sonraki psikiyatr seanslarıyla durumu keşfedersiniz.

kurtarmanız mümkün değildir onu. psikiyatra bile yalan söyleme konusunda son derece ustadırlar.

yaptığı her şeyden siz suçlusunuzdur. o hep masum bir bebektir. yaptığı hatalar büyüklere mahsus hatalardır ama bunu ona yaptıran yine sizsinizdir.

daima başkaları suçludur onların gözünde. ve buna canı gönülden inanırlar.

gerçek diye bir şey vardır ama onu ikna etmeniz mümkün değildir.

iletişim şansınız yoktur. sabırla kurmaya çalıştığınız iletişim için bile ukala diye suçlanırsınız.

hep suçlarlar ama hep.

çaresizliği yaşarsınız borderline sevgiliyle. (bkz: #5138552) kuyruklu bir yıldıza benzerler. kaymasına engel olamazsınız.

o süreçte sabırlı, iyi ve dengeli bir insansanız evliliğiniz yürümüştür son noktaya gelinceye dek. birden neler oluyor diye şaşkına dönersiniz.

öfkelerinin, yıllar içindeki dengesizliklerinin sebeplerini ihanet travmasıyla keşfetmeye başladığınızda çok geç kalmışsınızdır.

yalan bir hayat yaşadığınıza mı yanasınız yoksa aşık olduğunuz insanın yalan hayatının içinde çektiği acıya mı?

ona destek olmak istersiniz. ama bu destek için dahi suçlanırsınız.

aldığınız her nefeste acaba şimdi nasıl davranacak ne zaman iyi ne zaman kötü olacak? diye beklersiniz.

kendi çektiğiniz acıları umursamadan, bu insanı ben mi bu hale getirdim? diye düşünmeye başlarsınız onun suçlamalarından dolayı.

sizi allak bullak eder tavırları. çok sevecenken bir bakarsınız sizden nefret ediyordur.

onunla kalıp çare aradığınız için de suçlusunuzdur; onu terk edip gittiğinizde de.

hep mutsuzdur, sizi mutsuz ettiğini görmez ve üstelik bu mutsuzluğundan sürekli sizi sorumlu tutar.

hayranlık duyduğunuz erkeğin aslında sizsiz bir hiç olduğunu keşfettiğiniz için de boşansanız dahi ondan kopmanız bu yüzden çok zor olur.

ya bilerek borderline olmayı tercih edersiniz ya da yeniden hayata tutunmayı yüreğiniz kanaya kanaya.

tercih sizin...

sevdiğim insanın şu cümlelerinin anlamını öğrenmek tam 1.5 yılımı aldı benim.

bir şey yapabildim mi? hayır dostlar. ve bunun için kendimden nefret ediyorum aslında.

işin en acı yanı ise; o, hala bana söylediği bu cümlelerinin anlamını bilmiyor.

rahatsızlığından dolayı da anlaması imkansız zaten.

cümleleri şunlar:

" benim hayatım yalan, kendimi hiç sevmiyorum. aslında kendime bu kızgınlığım sana değil. kötü olan benim. onun için evden uzak duruyorum. dönersem yine üzeceğim. "

iki gün sonra ben bu cümleleri söylemedim sen uyduruyorsun suçlamasıyla da karşılaşmak çabası.

ve öyle bir an geliyor ki kendinizden şüphe etmeye başlıyorsunuz.

ve hiçbir şey yapamıyorsunuz ölüm kadar çaresiz kalakalıyorsunuz.

tanrıcılık oynamayı bırakıp gidiyorsunuz, istemeden gidiyorsunuz ve telaş yapmadan. arkanıza baka baka...
sana bir şeyler yazmanın dayanılmaz hafifliğini yaşıyorum yine.

ama bu kez gerçekten ciddiyim bu dayanılmaz hafiflik konusunda.

evlenelim diyorum, hayır diyorsun, dost kalalım diyorum, hayır diyorsun, de get diyorum, hayır diyorsun, üstüne üstlük kalkıp biz ne olacağız? diye soru da soruyorsun, verdiğim yanıtlar hoşuna gitmiyorsa ya da uygulamak istemiyorsan bu yanıtları; bana neden bu soruyu soruyorsun?

gülmekten öleceğim bu satırları yazarken. az önce tekrar up adlı filmi izledim. sen ve ben sanki kahramanları. edi ile büdü.

ne gidiyorsun ne kalıyorsun; ne gidiyorum ne kalıyorum. ya durumumuz eşitlenmeye mi başladı ne?

yenilen kazıkların acısı bitti, öfkesi de bitti arada ironik konuşmalar kaldı.

seni sevdiğim ve bu bir buçuk yıllık süreçte sabırla beklediğim için bana hastalıklı senin sevdan dedin. ben de senin bana daha evliyken yaşattıkların çok mu normal bir erkeğin yaşattıklarıydı? dedim.

dedin ki tüm erkekler aldatıyor o zaman tüm erkekler bunu yapıyorsa aldatmak da normal bir eylemdir.

seni paran için istiyormuşum. unutmuşsun seninle evlendiğimde meslek sahibi olmadığını sanırım bunu bana söylerken. bunu anımsatınca da "sen beni adam ettiğin için istiyorsun." dedin. seni istediğimi de nerden çıkarıyorsun o da ayrı bir tartışma konusu. benim istediğim tek şey intikam oysa.

adam olmak ile meslek sahibi olmak arasında dağlar kadar fark var sevdiceğim. ben seni meslek sahibi ettim de adam olamadın ve bunu da kanıtladın zaten.*

sevmeyen bir kadın neden açsın ki bu kapıyı tekrar sana ve senin giysilerini bile ütülesin. senin kıytırık parandan daha fazla kazandığı halde.

aldatan aptaldır derler ya. evet bu aptallığı yaptığına göre bu kadar derin düşünmemen de doğal tabi ki.

ya ben senle dalga geçmeyi çok seviyorum artık. çünkü bu aralar yapacak başka işim yok.

yalnızlığımın aktivitesi oldun çıktın. fotonu yolla diyorum hayır diyorsun ya bayılıyorum. kimbilir senin için öldüğümü sanıyorsundur.

sana illa bir şeyler hissetmek zorundaysam artık evet bir şeyler hissediyorum. senle oynamaya bayılıyorum. şimdilik bu yetiyor.

kendini o kadar ulaşılmaz ve kaf dağında görüyorsun ki. biliyor musun? kıçın terlemeden o yolu çıktığın için, emeğin ne olduğunu bilmediğin için, inişe geçtiğinde o bilmediğin ter, gözyaşı olarak dönecek sana.

sen sıradan bir kadınla evli değildin.

karşında bu kadar ezildiysem güçsüzlüğümden değildi.

sadece ben izin verdiğim için, hak etmediğin halde çok sevdiğim için, o sevdadan, hani diyorsun ya o hastalıklı sevdamdan eğildim ben karşında.

bir de diyorsun ya ömür boyu gölgem mi olacaksın? diye. korkma! olmam istersem. ama istersem. gölge olduğuma göre seni güneşin yakıcılığından koruyabiliyorum bak hala demek ki.

hayatının her bölümünde karşında olacağım. ama canını yakmayacağım. seni sadece öylece büyük bir sabırla yüzümde yarım bir tebessümle, it bir tebessümle, hatta piç bir tebessümle izleyeceğim, seyredeceğim.

biliyorum haberlerini hep yollayacaksın bana, bensiz yapamazsın çünkü biliyorum.

sen bensiz bir hiçsin biliyorsun değil mi?

hiç olmadığını kanıtlaman için sıfırdan başlaman gerek hayata. sen hayatının ofsaytını en temelinden yaptın. benim verdiğim meslekten para yediğin sürece ahlarım yanında seni seyredecek mi sanıyorsun?

böyle olmadığını sen de biliyorsun. neden mi? yaşadığın hayata bak tanrı nasıl da belli etti varlığını ekspres kasa hızıyla görüyorsun değil mi?

ayağına dolanan bir ipliğim ben. ama dolanmayı ben istemiyorum aslında. kader diyelim. yoksa hala ayak altında olmak hiç hoş bir şey değil benim için.

seni terk etmeyeceğim. ölene dek. bu da benim senden farklı bir yönüm olsun.

sen salakça bir tutku uğruna çekip gittin ya. ben gitmeyeceğim.

çünkü ben seni sevdim.

ihtiyaçtandın şimdi de seni satıyorum muamelesi yapmadım sana. yapmam da. bu benim farkım.

ve sen hiçsizliğin ortasında boğulup boğulup, bu kapıdan gireceksin aylardır girdiğin gibi.

hiç acelem yok, hiç planım da yok. başka bir erkeği de asla düşünmüyorum. biliyorum bundan dolayı hep çantada keklik sanıyorsun beni. lütfen, lütfen öyle san.

hele biraz daha zevkini çıkarayım olayları çözmenin tadı biraz daha işlesin kemiklerime sıra herkese gelecek tabi.

intikam mı? asla! seven bir yüreğin yiyeceği bir halt değil o.

daha başka şeyler düşünüyorum senin için sana özel.

sen bir istanbul kadınının sadakat ve vefasını tanıdın bugüne kadar. bir aciz yaratık gibi sana itaatini gördün sadece. ve bir köpek gibi peşinden sürüklenişini gördün.

aramızdaki kültür farklılığını geri çekişimi sana öncelik verişimi gördün.

karizmamı hiç görmedin biliyor musun?

sen sadece sana kayıtsız ve şartsız itaat eden, meslek sahibi değilmiş gibi davranan, aptala yatan, her daim sevgine kucak açan bir salak kimlik gördün.

şimdi bir oyun oynayacağız senle aşkım.

adı: " dilini yılan soksun. " oyunu.

starta çok az kaldı. bekle ve gör.

en tehlikeli cümlemi yazıyorum önce.

seni seviyorum...

oyun başladı.

not: bana bunca acıyı çektiren insanın son olarak ocak 2011 de işinden de kovulduğunu öğrendim. hala daha beter olması için de dua ediyorum...
Nereden başlasam bilemiyorum.
En iyisi sondan başlayayım, şuan üzerim leş gibi sigara kokuyo ve ben bundan tiksiniyorum. Evet ne garip değil mi? Sigara kokusundan tiksiniyorum. 3 hafta oldu sigara içmeyeli ve pek de aramıyorum açıkcası. Bu gün tek dal içtim öyle yalandan ı ıh yok abi eskisi gibi tad alamıyorum, iyiki de öyle sanki lan...

Nete artık haftada bir anca giriyorum o da en fazla 1 saat. Bu da garip dimi lan? Sabahlara kadar net başında oturan ben haftada 1 saat giriyorum ee geriye kalan zamanları ne yapıyosun lan yoksa yine o serseri arkadaşlarınla mı dolaşıyosun it dediğini duyar gibi oluyorm, terbiyeli ol it sensin.
Önceden Günde 1 saatten fazla ders çalışanlarla arkadaşlık kurmayı beceremeyen ben günde 6-7 saat ders çalışır oldum lan. Bir yurda yerleştim kampa girdim evimde değildim 1 aydır yeni geldim. Bugün boş geçti ama 3 saat falan çalışabildim. Ne bileyim abi 3 gündür evden çıkmıyorum mesela bugün zaruri bir ihtiyaçtan çıkmak zorunda kaldım askerlik kağıdım gelmiş tecil ettirdim onu 3 sene daha at oynatabilirim özgürce onu öğrendim bi yüzbaşıdan.

Hani derler ya yumurta ucuna dayanmadan anlayamazsın diye aynen öyle. Ucunda aga hatta birazı çıktı bile, düşünebiliyorsun değil mi acıyı? Evet mecburen ders çalışmak zorundayım. Hani sevdiğimden falan da değil ha. Netlerim de pek iç açıcı değil mallığımı tescilledim. En kötüsü ne biliyor musun?
Önceleri eve gece 1den evvel gelmeyen ben şimdi yurttan çıkmıyor ders çalışıyor ve ailende bunu biliyor. Eve geldiğin zaman da ağasın paşasın durumları oluyor ve sen bu sınavda sıçarsan geri dönüşü yok bunu biliyosun değil mi? Evet biliyorum baba...
eben güzel mi lan senin? ne kadar ibne olduğunun yüzdesini ver bana, lazım oğlum. bir kerhane varmış, orada ibneler seni bekliyor çocuğum. büyüyünce sen oraya git, bakalım acaba bu işi de kıvırabilecek misin? diyelim ki, beceremedin o zaman at kendini köprüden aşağı; çünkü sen hiçbir işe yaramazsın.
genç olmak ne güzel lan. tek düşündüğün şeyler sınavlar, eve gelme saatin, internete girme süren ve kızarkadaşın. bunu aşağılamak ya da ayar için falan yazmıyorum, sadece güzel lan.
bana msg ında orospundan bahsetmişsin.

sen nerdesin ben nerdeyim hala benle evli olan adam!

sen hala onu mu takip ediyorsun? kolay gelsin ne diyeyim sana. kapı burda. adres belli.

beni sadece hep sen ilgilendirdin. o orospu değil. belki şimdi anlamışsındır cümlemin anlamını.

ha iş yerime yazma falan diye de ayrıca zahmet edip msg atma! yazmam, merak etme. sen keyfine bak canım eşim.

sen başkasına aşıkken de böyle, yapacak bir şey yok.

allah yardımcım olsun bu hayat yolunda benim de. ama "orospunu", "seni" ve "aileni" allah' a havale ediyorum.

yaşananlara bakarsan havale ettiğimi de anlarsın zaten. sana hiç kızamadım. senin orospuna kızamadığın gibi.

senin ona verdiğin acıları düşünüp, bana verdiklerini umursamadığın gibi.

hatta verdiğin 200 tl yi kafama kakman gibi.

benim sana verdiklerimi yazmama bile gerek yok, az kalsın salak gibi sana istediğin on milyarlık krediyi çekip verseydim, yeni evini kuracaktın çünkü.

burnunun dikine gitmekte ısrar mı ediyorsun hala? et. n'apıyım?

pişman değilim.

bir gün senin de bugünleri ve bana yaşattıklarını düşünüp pişman olmaman dileğiyle.

çünkü acının ne olduğunu ben senden öğrendim. tıpkı aşkı öğrendiğim gibi.

hoşça kal demeyeceğim asla sana.

bir gün kalmak için dönmek istersen, o hiç benim yuvam olmadı ki dediğin yuva buradadır.

yuvanı yapmak için tabi ki...

eylül,2009
sonsuz bir karanligin içinden dogdum.
isigi gördüm, korktum.
agladim.

zamanla isikta yasamayi ögrendim.
karanligi gördüm, korktum.
gün geldi sonsuz karanliga ugurladim sevdiklerimi. ..
agladim.

yasamayi ögrendim.
dogumun, hayatin bitmeye basladigi an oldugunu;
aradaki bölümün, ölümden çalinan zamanlar oldugunu
ögrendim.

zamani ögrendim.
yaristim onunla...
zamanla yarisilmayacagini,
zamanla barisilacagini, zamanla ögrendim...

insani ögrendim.
sonra insanlarin içinde iyiler ve kötüler oldugunu...
sonra da her insanin içinde
iyilik ve kötülük bulundugunu ögrendim.

sevmeyi ögrendim.
sonra güvenmeyi...
sonra da güvenin sevgiden daha kalici oldugunu,
sevginin güvenin saglam zemini üzerine kuruldugunu
ögrendim.

insan tenini ögrendim.
sonra tenin altnda bir ruh bulundugunu. ..
sonra da ruhun aslinda tenin üstünde oldugunu ögrendim.
evreni ögrendim.
sonra evreni aydinlatmanin yollarini ögrendim.
sonunda evreni aydinlatabilmek için önce çevreni aydinlatabilmek gerektigin ögrendim.

ekmegi ögrendim.
sonra baris için ekmegin bolca üretilmesi gerektigini.
sonra da ekmegi hakça ülesmenin, bolca üretmek kadar önemli oldugunu ögrendim.

okumayi ögrendim.
kendime yaziyi ögrettim sonra...
ve bir süre sonra yazi, kendimi ögretti bana...

gitmeyi ögrendim.
sonra dayanamayip dönmeyi...
daha da sonra kendime ragmen gitmeyi...

dünyaya tek basina meydan okumayi ögrendim genç yasta...
sonra kalabaliklarla birlikte yürümek gerektigi fikrine vardim.
sonra da asil yürüyüsün kalabaliklara karsi olmasi gerektigine aydim.

düsünmeyi ögrendim.
sonra kaliplar içinde düsünmeyi ögrendim.
sonra saglikli düsünmenin kaliplari yikarak düsünmek
oldugunu ögrendim.

namusun önemini ögrendim evde...
sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk oldugunu;
gerçek namusun, günah elinin altindayken, günaha el
sürmemek oldugunu ögrendim.

gerçegi ögrendim bir gün...
ve gerçegin aci oldugunu...
sonra dozunda acinin, yemege oldugu kadar hayata da
lezzet kattigini ögrendim.

her canlinin ölümü tadacagini, ama sadece bazilarinin
hayati tadacagini ögrendim.
ben dostlarımı ne kalbimle ne de aklımla severim.
olur ya ...
kalp durur ...
akıl unutur ...
ben dostlarımı ruhumla severim.
o ne durur, ne de unutur ...

Mevlana