bugün

seni özlemedim ama seninle uyanmak gözümde tütüyor...
Uzun uzun düşünmekteyim son zamanlarda...

Beni değiştiren belki de davranışlarıma hükmeden bir dinginlik saklanmaya başladı yüreğimin kuytularına usul usul..

Geceleri daha sakin oluyorum mesela, karanlık dehlizlerde değilim eskisi gibi hani neden çalmıyor telefonum düşünceleri beni birer birer terketmeye başladı. Hiç olmayacak şeylere canımı sıkmıyorum eskisi gibi ya da köşeye sıkıştırılmış bir kedi gibi saldırgan değilim. Bilmem dışardan farkediliyor mu ama sanırım kelimelerim de azalmaya başladı. Belki de bu yüzden artık buraya daha fazla yazmaya başladım..

Eleştri alıyorum farkındayım ama umursamazlığımın zirvesindeyim bu aralar. Neymiş efendim günlüğe çevirmişim buraları okumayın kardeşim yada sesinizi çıkarmayın. Beni eleştrenler umurumda değilsiniz artık çünkü umurumu oyalayacak çok daha önemli şeyler var hayatım da ya da ben onların farkına daha çok varmaya başladım...

Nedense yazdıklarımı kimse okumasın istiyorum ama herkes okuyacakmış gibi açık ve aleni yazıyorum.. Bu uzak ve ıssız benden başka kimseyi bağlamayan cümlelerin belki de biryerlere ulaşmasını umut ediyor olabilirim. Sonuç değişmese de insanı kendinden alıp götüren ve sonuçlarından bağımsız davranmaya sürükleyen tek şey belki de umut.

Ne zaman biri ismimi söylese kendimi geçmişimle yüzleşirken buluyorum, sorulan soruya kısa cevaplar verip düşüncelerimdeki muhasebeme geri dönüyorum. Neden sonra geçmişimi unutmak geleceğe bakmak istiyorum fakat gelecekle ilgili düşünmek beni çıldırtıyor. Gözlerim uzaklara dalıp dalıp giderken bir de seni düşünüyorum.

Seni düşündüm dün akşam yine
Sonsuz bir umut doldu içime
Birde kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma

Bir şarkı takılırken aklıma şu soru geliyor kim ne duygularla yazmış bu şarkıyı beni tanıyor olabileceği gibi komik bir düşünce sarıyor içimi. Ne komik sanki beni izlemiş gözlerimden süzülüp aklımı okumuş ve bu şarkıyı yazmış diyorum kendi kendime...
Tamda şarkının etkisinden kurtuluyorum o anda. Ve yine geçmişim ve yine hatalarım ve yine yanılgılarım, bir ah! derinden ve gelecek korkusu.. Sanırım en çokta teslimiyetimi yitirmeye başladım. Korkularımın kaynağı olan geçmişim beni yanılgılarımın nirvanasına bir adım daha yaklaştırıyor.. Ne derin korku seni kaybetmek ne derin bir sızı yokluğun bunu varlığında bile bu kadar derinden hissedebiliyorken...

Hani ıssız bir yoldan geçerken
Hani bir korku duyarda insan
Hani bir şarkı söyler içinden
işte öyle birşey

Belki de bu tartışmalarımızın altında yatan gerçek budur.. Sadece ben şarkımı içimden söylemiyorum sırf bu dürüstlüğüm için en çok ta üzülen ben oluyorum. Umursamazlığımı hatırladım bak yine, yapacak çok ta birşey görünmüyor bana derin sızılarımın kaynağına bakıp bakıp gülümsemekten. Ne güzelde gülüyorum son zamanlarda sahi beni hiç bu kadar güleç göreniniz varmı dostlarım?

Hani eski bir resme bakarken
Hani yılları sayarda insan
Hani gözleri dolarya birden
işte öyle birşey,işte öyle birşey

Eski resimlerim de yok aslında hepsini yitirdim gittiler çoktan acılarımı kalbimden sadece hissedebiliyorum ama göremiyorum.. Geceleri rüyada göremem ben geçmişimi hatırlamıyorum yani uyurken, olsun uyanık zamanlarımda ki korkularım hayatımda ki bu açıkları kapatıyor. Rüyalar ne güzel değil mi aslında kötü anılarını nasılda güzel bir mizansenle sana yansıtıyor ve sende mutlu oluyorsun. Hayatın bir oyundan ibaret olduğunu bilmeyen mi var ya içindeki rüyalar..

Seni düşündüm dün akşam yine
Bir garip huzur doldu içime
Birde kendimi düşündüm sonra
Bir garip duygu çöktü omzuma

Omuzlarım da dar zaten her yükü kaldırmıyor bir hayli zamandır.. Sahi neden burnum bu kadar büyükken omuzlarım dar. Doğru ya güneyli olmanın verdiği birşey di koca bir burna sahip olmanın karşılığı, kuru ve sıcakta rahat nefes alabilmem içindi. Rabbim beni böyle yaratmış ne güzel... Senin veya bir başkasının da beğenip beğenmemesine takılmadığım günleri yaşıyorum. Çünkü bu benim hakkım bencilce olabildiğine kabaca yalnız ben kendimi eleştirebilirim artık.

siz susun artık ben konuşacağım..!

Hani yıldızlar yanıp sönerken
Hani bir yıldız düşerde insan
Hani bir telaş duyarda birden
işte öyle birşey

Bugünlerde havalar da kapalı kış ufak ufak işlemeye başladı içimize. Seçilmiyor yıldızlar, sahi hiç yıldızlar üzerine konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Oysa ne anlamlıdır yıldızlar, derler ki ; yıldızlara her baktığında geçmişi görür insan.. Doğru ya sonuçta o yıldızda görüldüğün ışık parıltısının dünyaya ulaşması kaç bin yıl almıştır, yani sen o ışığa baktığında geçmişe bakmış oluyorsun garip baktığın sadece bir ışık olunca ne de anlamsız geliyor insana. Peki sevdiceğine her baktığında geçmişi görebilmek nedir? Ne büyük acıdır tahmin edebiliyor musun? Belki de her kızdığında bundan telaşlanıyorum ben seni kızgın gördüğümde geçmişime bakıyor olduğum için...

Hadi sen yine üzme kendini ve anlamaya çalışma yanlış anlaşılmak ta telaşlandırıyor insanı...

Hani yağmurlar yağarya bazen
Hani gök gürler ya arkasından
Hani şimşekler çakar peşinden
işte öyle birşey,işte öyle birşey

Ne çok severdik yağmuru.. Yerde oluşan su birikintileri ile sırılsıklam etmiştik birbirimizi ne komik. Oysa üzerine her düşen yağmur tanesinden de telaşlanırdım ben hasta olacaksın diye oysa hep hasta olan bendim değil mi? "yaşlısın artık ıslanma" dediğini anımsıyorum bir gün, haklıydın yaşlıydım oysa sen o zamanlar yaşlanmanın ne demek olduğunun farkında bile değildin. Gelen her yeni yılın hayatımdan neler alıp götürdüğünü bilmiyordun belki o zamanlar. Sahi şimdi bilebiliyor musun? Şimdi yaşlanmak benim için bir anlam taşımıyor desem de geride seninle geçirdiğim yıllar da var. Şimdi hangi tekil soruyu sorabilirim ki kendime hayatımda sen varken. Bilmiyorsun o koca burnumla iki kişilik nefes alıp verdiğimi ve yine bilmiyorsun çift kişilik yaşarken tek kişilik acılar çektiğimi...

http://www.youtube.com/watch?v=cnIGAdrDJuU
her cümlenin sonunda çocuk demene gerek yok.
seni gıcık sesli derya. sana tahammülüm yok. ne hakla bana geldiğim saati sorarsın sen? kimsin sen annem mi babam mı? dünden beri sana sinirim geçmedi. bir de yüzsüz bir şelde yemek yediğim masaya oturup özür diliyorsun. ne kadar özür dilesen de seni affetmem mümkün değil.
Senin baslamadan bitirdiğin şeylerin aynısını yaşa istiyorum. böyle sevip de sevmiyor gibi nasıl gösteriyorsan kendini bana nasıl bunu beceriyorsan sen de yaşa bunları. ne kadar kötü değil mi bir zamanlar en değer verdiğin kızken şu an sadece tartıştığın önemsiz biriyim. kimi seversin kimsin bunu bile bilmiyorum belki de. bir insan kendini bu kadar mı saklar bu kadar mı sevgisini göstermekten korkar bilmiyorum. yaşa işte sen de bu yaşattıklarını yaşa. her ne kadar şu an saçmalıyor olsam da bir insan zamanında sevip de söylemiyorsa çok şey kaybediyordur. ve dengesiz olmayagörsün insanlar arkadaşlarından çekinip de sevdiğiyle iyi geçinmekten utanıp her fırsatta gözünün içinde kendisini görmeye çalışmamalı değil mi? ne yazdım şu an ben de bilmiyorum ama öyle işte kaybettiğimiz zamana yazık. bazen içimden böyle her şeyi kusmak geliyor sonra diyorum ki ne gerek var ne önemi var? değecek mi? ve şimdi halil sezai-yanıma gel'le avunurum ben.
bugün çıkışta gülümseştik karşılıklı. bir haftadır birbirimizi görmezden gelip durduk. gülümsedin ya bana, haftasonum iyi geçecek mesela, bunu bilmemen beni acıtsa da bunla mutlu olmaya alıştım heralde. canını sıkan bi' şeyler var bu aralar farkındayım, ve ne olduğunu öğrenmek için asistanlarının ağzını aramış olsam bile elle tutulur somut bir sonuca ulaşamadım. gizliden gizliye takip ediyorum seni evet, bazen gerçekten çok yorucu olabiliyor ama olsun, takipteyim panpa *

bir haftadır ne buldun o gri pantolonda ayrıca, hele üstündeki o gri gömlek yırtasım geldi kaç defa * hayır o anlamda değil ya, hani üniforma gibi olmuş o bakımdan. bi' de kilo mu aldın nedir, gözlükleri değiştirmemişsin o da dikkatimi ayrıca çekti. haa bi' de bugün arabayı nereye park ettin onu da anlamış değilim.

neyse mevzuya dönersek, ben iyiyim konuştuğumuz o son günden bu yana. gerçi konuşmamızın ardından bi' kaç gün baş ağrısı çektim ama olsun toparladım eş dostla. seni sevmekten vazgeçmeyeceğimi bi' kez daha anladım o günden sonra. saykoyum hocam, kafayı bi senle bi' de tus'la fena halde bozdum. sen ne düşünüyorsun? bu çocuk benden hoşlanıyo olmasın lan dedin mi hiç içinden yada dışından. hehe demedin di mi. neyse siktir et.

allam dengesiz öforik bi'şi olup çıktım. kendi tanımı da koydum; minör depresyon. tedavime cipralex'le başladım lustral bulantı yapıyo biliyon mu.

öptüm, sçs, kib, bb.
sevgilim her şey bir yana sana söylemek istediklerimi direk söyleyebiliyorum o yüzden sanırım uzun uzadıya buraya yazmama gerek yok ama şunu bil ki müzik zevkine, bilgine adeta tapıyorum. o kadar çok şey öğrendim ki sayende sürekli tekrar etmezsem unutacağım diye aklım çıkıyor. bi şarkı duyuyorum çok hoşuma gidiyor ama bilmiyorum ne olduğunu heh diyorum dur hemen kaydedeyim de sevdiceğime sorayım o kesin bilir. öyle de oluyor zaten. son olarak sen benim dinlemeye doyamadığım, kıyamadığım her daim kulaklarımda yankılanan en değerli şarkımsın.
yapılacak şeyler:

gençliğimiz akıp gitmeden, bir evimiz olacak. evimizin siyah ve solmuş kılıflı yorganları olacak. yatağımızın süngeri eskimiş olacak. yerde duracak. neredeyse yerle bütünleşmiş olacak. öyle ince ve göçmüş olacak ki. çarşaflar krem rengi. uçlarında minik minik işlenmiş danteller. sigara dumanı havada asılı olacak, ama sen odanın içerisinde sigara içmeyi sevmezsin, o yüzden olmaz. belki de sigara dumanının havada asılı olmasını çok istediğim için sigaraya başlarım. bilemeyiz. etraf çok dağınık olacak. çünkü ben ancak zemini göremediğim zaman giysilerimi toplarım. aslında en zevklisi tam da o zaman odanın içinde yürümek ama, bu sefer de giysilerimiz kirlenir. yıkamak çok zor çünkü çamaşır makinamız olmayacak gibime geliyor. peki neden bizi bu kadar sefil yaptım. böylesi daha ılık. seni özlüyorum. sen ödevlerini yaparken, seni çok özlüyorum.
eline alıp kağıt kalemi aklına gelmiyor ya bazen insanın ama içinde doludur herşey ya mürekkep olur akar ya da boğulursun hıçkırıklara.

üşüyen ellerini tutan sevgili, titreyen dudaklarına öpücük konduramıyorsa o anda.hemen ardından sımsıkı saramıyorsa seni
gövdesiyle bir çınar gibi –yapayalnızsın.-

keşkeyle başlıyor pişmanlık cümleleri ve yalnızlığını her hissettiğinde güngeçtikçe artıyor “ keşke”ler..

“o” olsaydı bir süper kahraman gibi küçüklüğümde korktuğum o cadının yaşadığı ve içinde karanlığın, yalnızlığın, haksızlığın olduğu
kuyudan çekip alır ve gökkuşağının altında bir şarap ısmarlardı bana.

islık çalardı belki bir melodi uydururdu hemen o anda.parmak uçlarını şevkatle gezdirirdi ruhumun dünya üzerindeki kütlesel yansımasında.

zat-ı şahaneleriydi benim için her söylediğinde haklı, her fikri eşsiz, her yaptığı hayranlık hissi bırakırdı üstümde.uzun yıllar
gözlerimi kırpmadan izleyebilir ve benim olduğu için şükrederdim.

çok uzun sürmedi aslolan her mutluluk gibi.tanrı ağzıma bir parmak bal çaldı sanki, tadı hala dudaklarımda...

işte o gün ballar-şerbetler damlayan sevgilinin dudaklarından zehirler akmaya başladı “ ayrılık” diyordu.inanması güç olsa da zehirlenmiştim çoktan...
-sağlığına sevgilim...
-ikimize...
iyi ki varsıın.
ne çeşit melankolik ibnesiniz lan siz.
trolleri seviyorum çünkü bi tek onlara gülüyorum.
sensizlikler uzamakta giderek, bense küçülmekteyim an be an.
unuttum ya. bazen şu göğüs kafesimin orada bir ağırlık oluyor ama unuttum. her şey seni çağrıştırsa da, durup dururken aklıma gelsen de, arasıra şöyle bir dalıp gitsem de unuttum. bazen gözlerim doluyo, boğazım acıyo, ardarda 3 sigara birden yakıyorum ama unuttum. yalan borcum mu var olum? unuttum diyorum amına koyim. rüyalarıma da girsen, ben bastırmaya çalıştıkça burnumdan, kulağımdan, götümden, bulduğu ilk delikten fışkırıp patlak versen de unuttum.

-he ananı sikeyim he. unuttun oldu.

hırslı bir insan değilim. fakat hırs yaptım mı anasını sikiyorum ortalığın, gözüm dünyayı görmüyor. aslında "hırslı değilim" olmadı. içimdeki, köyden bavullarıyla gelip "ananı sikecem senin istanbul" diyen hırslı köylüyü uyandıracak çok fazla mecra yok. para, okul, iş, konum, birçok insanın sahip olmak için göt vereceği şeylerin gözümde pul kadar değeri yok. bunları siklemiyor o köylü. fakat sevdi mi, anasını sikiyor ortalığın. köylü işte, amına kodumun varoşu.. sevgiymiş.. dalyarrak seni.

uzun cümleleri kuran, bir şeyler katmaya çalışan hep sen olmuştun önceleri. fakat hayattan zevk alamayan yarak gibi halde olan bi heriftim, kendime hayrım yoktu sana ne yapabilirdim. toparlamaya çalıştım, toparladım da. kendimi hallettikten sonra ilk iş seni kazanmaya çalıştım. olmadı.

uğraştım. çok uğraştım. olmadı.

bana aşık olan kadın için artık herhangi biri olduğum gerçeğini kabullenmemi istedin benden. geçmişte kaldı, kabullen dedin. delirdim.

eşkiya vardı ya şener şen`in kral filmi.. 35 sene hapis yattıktan sonra salınıyor, sonra bir gün nezarethane gibi biryere tıkılıyor birkaç saatliğine ve kriz geçiriyor çıkarın beni buradan diye. e tabi, yarası derin.

diyorsun ki gitgide alışacaksın, bir sonraki daha kolay olacak.

ve aynı sen benim çok enteresan bi adam olduğumu da söylüyordun, biliyordun. peki sence bu böyle cins bi herif üzerinde söylediğin etkiyi uyandırabilir mi? yaşadıklarım, seni kaybettiğimi kabullenmemi kolaylaştırır mı? yarak kolaylaştırır afedersin. tahriş olmuş cildi kaşımak gibi, anasını siker adamın.

unuttum ama.. aylardır geçmişte yaşıyorum, hatırlamak istemesem bile bir şekilde aklıma geliyor, dalıp gidiyorum. senle bir alakası yok bunların. unuttum çünkü..

sabahtan beri tek lokma yemediysem de unuttum.

bazı sabahlar uyanıp allah`ım neden bana böyle rüyalar gösteriyorsun diye parmaklarım şişene kadar duvarları yumruklasam da unuttum.

- unutamadım. unutamayacam da, sadece alışacam.

http://fizy.com/#s/1ahhw5
bu saatten sonra gelmesen de olur, hatta bundan böyle hiç gelmesen daha iyi olur *
bir inci sözlük yazarıysa, okumadım cevabı alınacak tarza bir yazı.
bir perde inse şimdi gözlerimin bal rengine..
siyah kadar karanlık olmasa ve beyaz kadar göz almasa
sadece düşlesem olağandışı gerçekleri kızılımsı…

bir melodi oluveriyorum en sevdiğim şarkının mısralarına,
dans ediyorum olabildiğimce özgür
ve haykırıyorum beynimde kanayan cümlelerimi…
dudaklarımdan dökülüveriyor harfler kızılımsı…

nihayetinde gündüzler geceye eriyor
ve kırık dökük olmuş benliğimin parçalarını topluyorum
yolunda çizgileri saydığım sana en yorgun düştüğüm anlarda ..

hikayelerle büyüdüğümüz o gıcırdayan beşikten savruluyoruz
masalların dört bir yanına.
dört elle sarılıyoruz en boktan düşlere!

loş bir ışıktan esrar dolu dünyasıyla aydınlanıyor
canınım diğer yarısı
bürünüyor en sevdiğim renge düşleri…
padişah ülkelerinin melikesine uzanıyor yüreğim kızılımsı...

nihayetinde akıp geçiyor zaman
rüyalarını taçlandırmış bir kısrak şahlanıyor
ve büyülüyor o’nun yalnızlaştırdığı dünyasını..

sonra çaresizliğime dökülüyor damlalar pamuk rengi bulutlardan,
rengarenk oluveriyor gökyüzü.
sarı, mavi, yeşil tonlarında bir elvin bu gördüğüm…

en güzel akşamlar bizim,
masanın en güzel mezesi dostlarım oluveriyor..
kadehler boyanıyor en sevdiğim renge..

sonra eksilmemek dileğiyle çarpışıyor kadehler
çıkan sesin tınısı kulaklarımda, boyanıyor dudaklarım...
hayallerin gerçekmiş gibi anlatıldığı hoş sohbetler sarıyor masamızı

şimdi seviyorum şarabın dünyamda yarattığı rengi..
ve şimdi sadece düşlemek istiyorum olağandışı gerçekleri kızılımsı…
hiç düşündün mü belkiyi
belki, eline en yakışan takı benim elim.
belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim...
belki sen ve belki ben...

yoksulluk, kirden rengi tanınmayan
bir beyaz tutsaklık...
insan kendine iltica edebilir mi?

ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri..
ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı.
bırakma, beni bir an bile bırakma. bugün sana bir söz verip kendimden geçiyorum: dünya beni yutmadıkça seni asla bırakmam
henüz tanımadın beni...

bak nasılda sonbahar rüzgarına yenik düşüyor yapraklar..

bende tıpkı o yapraklar gibiyim, alırım hayatın tadını zerre zerre köklerimden çekerim ta içime. bir yaz boyu tadını çıkarırım hayatın.

asi olmadım hiçbir zaman ne sana ne de geçen zamana karşı belkide sırf bu yüzden akları gittikçe belirgin oluyor saçlarımın. sen hiç bilmedin oysa sana teslimiyetimi ve bu teslimiyetin seni usul usul benden alıp götürdüğünü..

senin anladığın gibi değil bu teslimiyet tanıdıkça, yaklaştıkça usul usul gevşettim ipleri.. sen adına sadakat dedin, ben yenilgilerden büyüyen bir zafer..

aklımı bilmezsin benim, bir gider bir gelir o giderken sen gelirsin sen giderken o...

sabrım yoktur hayata karşı, sabretmek nedir bilmem. hemen gelivermeli mutlu eden şeyler yada çığ gibi birdenbire düşüp yok etmeli bütün iyi niyetleri. hayat bizi bekliyormu ki biz onu sabırla bekleyelim diyorum kendi kendime hadi git tut ellerinden mutluluğun sanki sen ellerini tuttuğunda düşünmeden seninle gelecekmiş gibi..!

yanılgılarımı çok severim mesela, ne acıdır ki bizi hayata karşı en doğru yönlendiren şeydir yanılgılarımız. yani küçükken yanmasa sobaya dokunduğumuz elimiz annemiz yapma dedi diye mi vazgeçecektik dokunmaktan.!

hadi ama çocuk olma bu kadar kör olamazsın, bak aslında kendimi anlatırken nasıl anlatıyorum seni sana yani görememen imkansız bu kadar zor değil üç kelimeyi bir araya getirip üstüne alınmak. şimdi üstüne alınma da sen hep böyle yapıyorsun sanırım hayata ve bana karşı görmezden gelmek ah! bir bilsen nasıl büyük bir meziyet..

birde bir türlü ayırt edemediğim tercihlerim var benim."hayattaki en zor şey; geçeceğin köprülerle,yakacağın köprüleri ayırt etmektir." demiş david russell belki de en çok bu yüzden ne köprüler yakabiliyorum nede üzerlerinden geçebiliyorum. yapabilecek tek şey kalıyor elimde deniyorum anlıyormusun sadece deniyorum..

güven; en çok aldandığım his. herkese herşeye güveniyorum da bir tek kendime güvenmiyorum ben aslında. eskiden bir kelebek kadar ömrüm var zannederdim, ve hızlı adımlarla yaşardım günü sonrası bir bardak soğuk su ve ertesi güne hasta uyanırdım. ne dersin belkide bu yüzden halen en ufak esintide hasta oluyorum ben yarının varlığına ispat olsun diye. son bir hastalık gelip gözümün ferini alana dek bu böyle sürüp gidecek sanırım. ve ben yine sana güvenip, kendime güvenemeden kendimi uykunun gaflet dolu kollarına bırakacağım...

ayrılık.. en kötüsünü babamla yaşadım diyebilirim, belkide ara verdik ilişkimize bilmem bi yerlerde bekliyor olamaz mı beni ne dersin? hayat karşısında bu kadar tedirgin bu kadar gardını almış beklemek yoruyordur belki artık yaşlanmaya başlamış beynimi, en çok ta kalbimi.. herşeyin eskisi olmayacağını en çokta babamın gidişinden biliyorum ben.bıkkın olduğumu hissediyorum ve tükenmişliğimi geçmişten bana yadigar kalan ayrılıkların ne kadar acı verdiğinden haberdar ruhum tamda bu yüzden depara kalkıyor, ayak seslerini duyunca ayrılıkların..

bencillik; bana çok uzak gelsede kabul edebilirim kalbimin yenik düştüğü her duruma karşı kendimi savunduğum tek silah olduğunu. evet bencilim bazen daha az incinmek ve daha az kırılmak için. nasıl da güçsüz hissediyorum kendimi herşeyimi bir başkasına verirken, sen bilebilir misin? anlatmak isterdim bütün bencilliğimle ama jean paul sartre'nin de dediği gibi "bana ait sözcükler olsun isterdim. ama kullandığım bu sözcükler,bilmiyorum kaç bilinçte sürüklendi."

mutluluk; eskiden mutlu olmak isterdim. yine eskiden ümit etmek isterdim. şimdi bu duygunun biri gitse biri gelse de ya da her ikiside kalsa da sürekli olmuyor hissettiklerim. kesik kesik geliyor hayat bana aklım gibi dedim ya bir gidiyor bir geliyor senin gidişlerine bağlı kalarak..

bir bakıma kendimi anlattım diyebilirim belki de seni bilemiyorum. hayat bu, sen yazdıkça daha da ötesine sürüklüyor senin fikirlerini. belki de en çok bu yüzden yazmayı seviyorum ben. çünkü yazdıkça sevdiklerim geliyor aklıma en çokda sen... hani bir adım atarsın da yaklaştığını sanırsın oysa geçen bir kaç yüz adım sana aynı hissi uyandırmıştı da sen gideceğin yere varamamıştın, insan işte unutuyor ve unutmak belki de en çok ümidi besliyor. bende unuttum onca zamandan sonra şimdi hatırlayamadığım bir çok şeyi, sahi unuttum dedim ya..

belki de bu yüzden bu gece mecburiyetten değil sırf keyfim istedi diye bu saate kadar uyumadım. ne garip özlemişim bu duyguyu biri aramadı veya kötü davrandı diye kendime küsüp mutsuzluğa gömülmedim bu gece.

işte böyle bir kaç kelime ve ardına yazılmış kimisi çalıntı kimisi alıntı ve bir o kadarı da bana ait cümleler bütününü biraraya getirmeyi başardım.

bu yazı no remorse adlı yazarımızın yazılarından alıntılar ile yazılmıştır..
merhaba,

başlayacağın yeri bilememek ne fena. düşünsenize yanlış yerden başlayıp doğru yöne gittiğini düşünerek yanlış yere varan adamın dramını.
ahh daha kötüsünü biliyorum, hiç başlayamamak. son bi kaç gündür tam da bu durumu yaşıyorum. madem öyle, ben de yön bulma konusundaki bu beceriksizliğimi ifade ederek başlayayım dedim.

hmm kötü bi giriş oldu bu. "nasıl başlayacağımı bilemiyorum" daha mı iyi olurdu acaba ? ama ben, ne kadar "nasıl başlayacağımı bilemiyorum" cümlesi gördüysem hepsinin yazarı devamında açık açık yazmış oluyor her şeyi.

ayrıca üzülerek belirtmek isterim ki; sadece nasıl başlayamayacağımı bilememekle sınırlı değil sorun, bu bilememeyle ilgili durum. nasıl devam edeceğim konusuna da hakim aynı bilinçsizlik. köşesini yetiştiremeyen mizahçının köşesini yetiştiremeyişinin hikayesi gibi, ben bu yazıyı size yazmayı denedim.

türkçe ne zengin dil.

düşeyazdım dersek neredeyse düşüyordum anlamına gelir. düşe yazdım dersek bu defa bir düşe yazı yazmaktan bahsederiz. ama sadece yazanın aklından geçen etkili olmaz, yazı ancak okuyanın kafasında vücut bulur. ben düşeyazdım yazarsam bazı okur bunu "mal, düşe yazdım yazacakmış araya boşluk koymayı unutmuş" diye değerlendirebilir. ama bazısı bile bile imla kurallarını çiğneyerek başka bir şey anlatmaya çalıştığımı da düşünebilir. işte tam bu noktada; ben bu yazıyı herhangi bir mevsimi akla getirmeksizin size yazayazdım.

ne kötü bi yer internet.
hırlısı hırsızı,
sapı sapsızı,
yazılanı yazanı,
ego arsızı,
sapığı,
ve daha fazlası,
cirit atar burada.

işte bu sebepten ben size anlatmaya çekinirim. şunu söyleyemem;

bazen bi' yerde bi' şeyde birine denk gelirsin ve onunla konuşmak istersin. mesela siyasetten, mesela sanattan, mesela yazıdan, mesela dinden, mesela felsefeden, mesela kaldırımda ayarsız yürüyüp insanı akrobat edenden, mesela meseladan...

şüphesiz ki benim oyum ile çobanın oyu bir olmalıdır. ama yine şüphe götürmeyen bir şey var ki o; benim herhangi bir 'çok güzelsin çok, seni veren allah' a şükürler olsun, çok şekersin çok, ben şekerciden anlarım'cı bir maldan farklı olduğum gerçeğidir.

internet ne kötü bir yerken, türkçenin ne zengin bir dil oluşu anlamsız. bu, beni anlatırken çok fakir kılıyor.

not: bu entry sözlüğün şahsi amaçlar için kullanılışına örnek olup, örnek alınmamalı ve çocukların ulaşamayacağı yerlerde saklanmalıdır. ama yine de bu entry kurallar dahilindedir. ben bu yazıyı ona, son cümleyi moderatöre yazdım.
içimde öylece eriyip gitmektesin.
vefasızın sermayesi yalanmış. güzel söz, bunu sana armağan ediyorum vefasız eski dost.
kalemlerimi koyduğum bardakta bir sigaranı buldum. buruş buruş. camel. ne yapacağımı çok iyi biliyordum. bunca zaman, tek yapmam gereken, şu sigarayı yakıp içmekmiş. ne aptallık. mutfağa gittim. kibrit kutusunu aldım. odamın penceresini açtım. sana kaç kez demiştim. odamdan çıkmak zorunda değildin sigara içmek istediğinde. ama her defasında çıktın. odam ve ben, sigara kokmamalıydık. penceremi kapattım. odam ve ben çok fena sigara kokacaktık. şarkıyı loopa almayı ihmal etmemiştim tabii. en güzel yerinde sessizlik olsun istemediğimden. ben sigara içmeyi bilmiyordum bile. çaktım kibriti. beceriksizce çektim ilk nefesi. içime kaçtı duman. çok acıdı boğazım. öksürecektim, ortamın havasını kaçırmamak için tuttum kendimi. yavaşça üfledim dumanı. ben, dumana hiç bu gözle bakmamıştım. parmaklarımın, parmakların gibi koktuğunu görebiliyordum dumanı izlerken. öptüğümde aldığım tadı da.. içime çekmeyi tam olarak hangi noktada bırakmam gerektiğini bilmiyordum. ama şunu söylemem gerekirse, tek bir nefesini ziyan ettiğimi sanmıyorum. ve sonra, baş ve işaret parmağımın şimdiye kadar yaptığı en hüzünlü kas hareketiyle, söndürdüm sigaranı. bak dedim, bundan.. bundan çok güzel bir sigaraya başlama hikayesi çıkardı halbuki.
yatmadan evvel kahve teklif ettim kendime. vazgeçtim sonra hemen ilk düşüncem geldi aklıma.
hayatımda içtiğim son sigaranın tadı olabildiğince ağzımda kalmalıydı.
hemen uyumalıydım.